Giovanni Verga – Duvarci Ustasi Don Gesualdo

Çağdaş İtalyan yazınının temel taşlarından birini oluşturan Giovanni Verga’nın yapıtı ülkesi Sicilya ile derin bir bağlılık içinde gelişmiştir: Denebilir ki yakınçağda özgün Sicilya âleminden yükselen ve İtalyan yazınının geleceğine damgasını vurarak, günümüze değin sürecek yeni bir ufuk açan güçlü sestir o. Çok daha sonraları, yirminci yüzyılın adalı romancıları Tomasi di Lampedusa, Leonardo Sciascia, Elio Vittorini, Andrea Camilleri, Dacia Maraini’de olduğu gibi, yarımadanın Pasolini ve Cesare Pavese gibi yazarlarında da o sesin yankıları farklı biçimlerde kendini duyurur: Onların toplumsal ve bireysel gerçekleri irdeleyişlerinin, “yenilenler”in yaşamsal serüvenlerine yaklaşımlarının gerisinde Verga’nın yetkin dersi sezinlenir. Fransız Doğalcılık akımından esinlenen İtalyan Verismo (Doğruculuk, Gerçekçilik) akımı yazarlarının en güçlüsü, en yetkini olan Verga, toplumu ve bireyleriyle kendi içine sımsıkı kapalı yaşayan geleneksel Sicilya ortamının üstüne kuvvetli bir ışık tutarak, onu uluslararasına, evrensele taşımıştır. Verga’dan soma Sicilya âlemine eski gözlerle bakmak artık mümkün olmayacaktır; İtalyan yazınında da böylece Realismo (Gerçekçilik) ve Neorealismo (Yeni-Gerçekçilik) çağı açılmıştır. Öte yandan Verga da İtalyan yazınının daha önceki büyük yaratıcısı Alessandro Manzoni’den, onun Nişanlılar romanında bir Romantik çağ yazarının açısından çizdiği Lombardiya toplumu ve insanlarının yetkin tarihsel tablosundan ders almıştır. Sonuçta eski bakışla yeni bakış, eski yazınla yeni yazın arasındaki kesintisiz bağı da kurmuştur: Gerçekçilik ufkunu, Romantizm dersini aldıktan sonra açmıştır. Verga’nın kişisel yazgısını ve başat yapıtlarının konusunu oluşturan ve başlı başına bir âlem olan Sicilya adası, Akdeniz’in tam ortasında yer alan konumu sayesinde, Doğu havzasıyla Batı havzasının düğüm noktasını oluşturduğu o çatışmalı ve yaratıcı uygarlık denizinin sarsıntılı tarihsel değişimlerinden payını almış, Doğu-Batı ve Kuzey-Güney ekseninde tüm dalgalanmalara, tüm savaşlara, tüm göçlere köprü ve durak olmuştur. Fenikeliler, Yunanlar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Normanlar, ardından Fransa’nın, Ispanya’nın, Orta Avrupa’nın güçlü hanedanları arasında, defalarca el değiştirmiş, hepsinin kendi kültürlerinden bıraktıkları izlerin orada katmanlaşması sonucunda, benzersiz bir birikim ortaya çıkmıştır. Karmaşık ve görkemli bir tarihsel kültür hâzinesidir Sicilya. Ama aynı zamanda “yenilenler” diyarıdır: Binlerce yıllık tarihi boyunca coğrafi konumu, doğal zenginlikleri ve dalga dalga, art arda gelip yerleşen “fatih”lerinin ileri uygarlık düzeyi sayesinde parlak dönemler yaşamışsa da; Sicilya sonradan ağır bozgunlara, müzmin kıtlıklara, salgın hastalıklara sahne olmuş, toplumsal düzeninde eşitsizlik kemikleşmiş, yakın tarihte Avrupa ülkelerinin, hatta İtalya’nın kenarında, taşrasında kalmış, ne Fransız Devrimi’nden ne endüstri çağından nasiplenememiş, orta İtalya’yı kaplayan Papalık Devleti’nin baskıcı etkisi altında, din adamlarınca kutsanan büyük toprak sahipliğine dayalı feodal yapısını aynen korumuştur. Sicilya, on dokuzuncu yüzyıla varıldığında, kırsal kökenli burjuva sınıfının gelişip tutunmakta olduğu Palermo ve Catania gibi büyük kentlerin dışında, asalak durumundaki ruhban sınıfıyla soylu sınıfın uzlaşmalı ortak egemenliğine, halkın hâlâ büyük çoğunluğunu oluşturan kırsal kesim insanlarının emeklerinin sürgit sömürüsüne dayanan acımasız bir adaletsizlik diyarıydı. Burjuva kesimi ve aydınlar tarafından beslenen bağımsızlık hayallerinin bir türlü gerçeğe dönüşmeyişi, kırsal kesimdeki müzmin ayaklanmaların hep bastırılmış, çeşit çeşit efendiler tarafından hırpalanıp ezilmiş, sürekli düş kırıklığına uğrayan yerel halkın inançsızlaşmış olması, 1860’ta İtalya Birliği’ni vuruşarak, canları pahasına gerçekleştiren Garibaldi kuvvetlerine bile edilgenlikle bakarak yabancı kalması, yirminci yüzyıla değin yol kesen haydutların ve günümüze değin Mafya örgütünün serpilmesi hep o durumun sonuçlarıdır. Verismo, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında İtalyan yarımadası birleşik bir Devlet olarak ilk kez Avrupa sahnesine çıktıktan sonra, Romantizm çağının ulusalcılık coşkusu aşılıp, sıra o yeni siyasal oluşumu yönetmenin gündelik sorunlarıyla yüzleşmeye geldiğinde kendini dayatan gerçekçilik gereksiniminin belirlediği bakış açısıdır ve Verga Sicilya’nın yürek paralayan, ağır gerçeklerine ilk kez kalemiyle neşter vuran yazardır. Bu demektir ki Verga’nın gerçekçiliği salt Pozitivist düşünce doğrultusunda gelişen Fransız Doğalcılık akımını çağı gereği benimseyerek uygulamaktan çok, bizzat parçası olduğu Sicilya gerçeğiyle doğrudan doğruya, kaçınılmaz biçimde yüz yüze kalışından kaynaklanmıştır. Verga’nın İtalya ve Sicilya, romantik ulusalcılık ve yerel gerçekler ikilemleri arasındaki tavrı, kendisinin yaşamında hangi deneyimlerin sonunda olgunlaşarak aydın ve yazar konumunu belirlediği izlendiğinde açıklıkla görülür.


Giovanni Carmelo Verga 1840 yılında, adanın doğusundaki Catania’da, daha doğrusu o kente bağlı önemli bir tarımsal merkez olan Vizzini kasabasında doğmuştur. Kitabımızın okurları açısından özellikle ilginçtir bu: Verga, başyapıtı sayılan Mastro Don Gesualdo (Duvarcı Ustası Don Gesualdo) romanını, babasının ailesinin kökenlerinin bulunduğu, hâlâ bir miktar tarımsal araziye sahip oldukları ve kendi yaşantısının parçası olan, doğası ve insanıyla damarlarında duyumsadığı Vizzini ortamında kurgulayacaktır. Verga ailesinin soyağacı çok eskilere, ta on dördüncü yüzyılda Sicilya’yı ele geçirerek yerleşmiş olan Aragonlulara dayanır: Adaya şövalyeler ve din adamları yetiştirmiştir, hatta bunlardan bazıları -azizlerin yaşamları ve dilbilgisi konulu- yapıtlar kaleme almışlardır. O seçkin geçmişten somut olarak yazarımızın babasına Fontanabianca baronlarının küçük evladı niteliğiyle bir şövalye sanı kalmıştı; kendisine ise ağırlığı ve içeriği kesinkes belirlenemeyecek köklü bir düşün ve yazı mirası, hayattaki tavrını ve dünyaya bakışını belirleyen, anladığı, irdelediği, olanca canlılığıyla resimlediği halk insanlarıyla aynı zamanda mesafesini korumasına neden olan bir tür ruhsal soyluluk kalmıştı. Babası Giovanni Battista Verga, Catania’da yerel bir burjuva ailesinin kızı olan Caterina di Mauro ile evlenmişti: Okumuş, eğitim ve kültürü çağının kadınlarına kıyasla üstün bir kadındı. Yetiştiği kültür ortamının verdiği esinle erken yaşta anlatısal ürünler vermeye başlayan yazar, annesiyle hep etkin bir iletişim içinde olmuş, onun anlayış ve desteğine her zaman güvenebilmiştir. Ayrıca aile çevresinde, akrabaları arasında da yarımadadaki Katolikliberal kültür ortamının Sicilya’daki uzantısını oluşturan romancılar ve şairler bulunmaktaydı. Ergenlik çağında Verga, bir uzak hısımının Sicilya’yı o sıralar yöneten Bourbon hanedanına karşı savaştıktan sonra yollandığı sürgünden dönüşte, Catania’da bir okul açarak, İtalyan Birliği yanlısı ulusalcı ve laik ilkeler doğrultusunda, ruhban okullarındakine zıt bir eğitim veren romancı ve şair Antonino Abate’nin yanında öğrenim görmüştür. Romantizm akımı doğrultusundaki tumturaklı, coşkulu biçem anlayışına karşılık, siyasal tarih konularına ilgi duyan yazar, daha on altı-on yedi yaşlarındayken o çizgide Amore e patria (Aşk ve Vatan) romanını yazmış, İtalya’da Risorgimento arifesinin yurtseverliğini ve tutkulu aşk ideallerini yüceltmiştir. O ideallerin yanı sıra aile çevresinde yakın geçmişteki toplu dehşetlerin anılarını dinleyerek büyümüştür ve çocukluğunda adayı sarsan 1848-49 ayaklanmalarını yaşamıştır. Don Gesualdo romanında örneğin 1837’deki kolera salgını sırasında halkın kasabadan kaçıp kırsala sığınışını da o ortamda taze kalmış anılardan yararlanarak anlatacak, romanın izleksel gelişimini tarihsel olayların gelişimi belirleyecektir. Dolayısıyla yüce ideallerle birlikte, Sicilya’nın bağrındaki ezilen halkların gündelik gerçekleriyle de yoğrulacaktır Verga. 1860’ta Garibaldi komutasındaki kuvvetler Sicilya’yı yeni kurulan İtalya Devletine kattıklarında, genç romancı, kralcıların tepkilerine ve halk ayaklanmalarına karşı yeni rejimi korumakla görevli Ulusal Muhafız kıtasına katıldı. Aynı zamanda Catania’da hocası Abate ile birlikte çıkardığı dergilerde İtalyan Birliğini coşkulu bir inançla savundu. Siyasal harekete bağlı gazetecilik uğraşı ona yükseköğrenimi unutturdu, ancak yine yurtseverlik konusunu işlediği yeni romanları Catania’da eleştirmenlerin beğenisini kazandı.

Artık ufkunu genişletmek, yeni Devletin taşrasından çıkıp merkezine ulaşmak, ulusal ve uluslararası kültüre açılmak, güncel fikir hayatını tanımak istiyordu. 1865’te, İtalya’nın ilk başkenti olan Floransa’ya gitti, dört yıl sonra da oraya yerleşerek ülkenin önemli yazarlarını, yazın sohbetlerinin yapıldığı salonları, tiyatro yaşantısını tanıdı. Masraflarını özveriyle karşılayan annesine şöyle yazıyordu: “Floransa gerçekten İtalya’nın siyasal ve zihinsel yaşamının merkezi. Bir kez daha söylüyorum, insanın kendi yoluna buradan başlaması şart: O yol mutlaka bir yere ulaştıracaktır.” O yolda yeni yeni romanlar üretmeyi sürdürdü Verga, çağdaş Fransız yazınını tanımıştı, artık yapıtlarını ruhbilimsel çözümlemelerle derinleştiriyordu. 1872’de, başkentin artık yeni Devlete katılmış olan Roma’ya nakledilmesiyle Floransa ortamı sönükleşti. Verga da çağın kültür başkenti Milano’ya göç etti. Orada Scapigliatura adı verilen geç Romantizm ürünü dekadan yazını tanıdı, biçemini bir süre o yeni deneyimle çeşitlendirdi. Ama kendisini asıl etkileyen, yazar kimliğini netleştirmesini ve güçlendirmesini sağlayan kişi yine Floransa’da rastladığı bir başka Sicilyalı yazar, aslında Fransız Doğalcılık akımının İtalyan yazınındaki yansıması olan Verismo akımının öncüsü ve kuramcısı Luigi Capuana olacaktı. Pozitivist felsefeden esinlenen Doğalcılık akımı toplumun kenarına itilenlerin, ezilenlerin yaşamsal serüvenlerini bilimsel nesnellikle, her türlü duygusal katılımı bir yana iterek, belgeleyerek irdelemeyi ilke edinmişti; bir fotoğraf makinesi dakikliğiyle, endüstrileşme sürecinin kentin en alt düzeydeki kurbanları üstüne odaklanıyordu. Büyük kentlerinin dışında, hâlâ Katoliklik etkisinde geleneksel ve Katolik yaşantı biçimlerinin egemenliğindeki İtalya’nın toplumsal gerçeği Fransa’nınkinden farklıydı, eşitsizliğin sorumlusu insaniyetsiz endüstri süreci değil, yüzyıllardır süregelen köhneleşmiş, çağdışı kalmış toplumsal-ekonomik yapılardı; özellikle de ülkenin daha düne değin kendi içine kapalı yaşamış uzak taşra bölgelerinde. Verismo yazarları Fransızlardan farklı olarak, yaklaşımlarında daha katılımcı bir tavır benimsediler. Ama en önemlisi, yazar misyonlarını içinde doğup yetiştikleri bölgesel gerçekleri gündeme getirmekte buldular: En iyi tanıdıkları çevre içinde yetiştikleri ortamdı, kalemlerinin gücünü ayaklarını bastıkları topraktan aldılar. Verga da olgun yazar kimliğine 1874’te yayımlanan ve Sicilyalı bir zeytin toplayıcısı kızı anlatan Nedda öyküsüyle erişti; tumturaklı yazınsal ifadelerden kaçınarak sade bir dille kaleme alınmış, insani bir gözlemcinin sıcak, anlayışlı bakışını sergileyen bir öyküydü. Yazgısı doğuştan yazılmış, yaşam savaşında yenik düşmesi kaçınılmaz bir sıradan köylünün öyküsü.

Eleştirmen Capuana, Verga’nın, “belki kendi de farkına varmaksızın, İtalyan yazını madeninde neredeyse el değmemiş bir damar keşfetmiş olduğu” yorumunu yapacaktı. O öykü yazarın daha sonraki olgunluk yapıtlarının özünü ortaya koyacaktı: Nedda onun gençlik yapıtlarından beri hep işlediği, düşlerini dış etkenlerden ötürü gerçekleştiremeyen, bozguna uğrayan anlatı kahramanlarının, bu kez yalın, sade, hoyrat Sicilya ortamındaki sahici örneği olacaktı. Onu, yine adasından kişilerin onulmaz yaşam serüvenlerini anlattığı başka öyküler izledi. 1881 yılı başlarında başyapıtı sayılan iki romandan ilki olan ve adanın kıyı kesiminde, yoksulluktan kurtulmak için boş yere uğraş veren bir balıkçı ailesinin yaşam savaşımını anlatan I Malavoglia (Malavoglia’lar) yayımlandı. Önsözünde Verga, o yapıtın tasarladığı beş romanlık bir “yenilenler dizisi”nin ilk parçası olduğunu belirtiyor; hatta gelecekteki anlatıların başlıklarını bile sunuyordu. Hep Sicilya insanına odaklı tasarlanan öbür dört yapıttan yalnızca diğer başyapıtı Mastro Don Gesualdo’yu [1] gerçekleştirebildi. Tasarısına göre onu izleyecek olan ve toplumun en alt basamağmdaki konumuna boyun eğmeyen duvarcı ustası Don Gesualdo’nun bu kez de kızının yaşamını konu alan La duchessa di Leyra’yı (Leyra Düşesi) ömrünün son demlerine değin üzerinde çalışmasına karşın, ilk bölümünden öte geliştirmesine mükemmeliyetçiliği izin vermedi. Mastro Don Gesualdo’yu kâğıda dökmeye 1883 yılında başladı. Bir yandan Milano, Floransa ve Roma’ya yolculuklar yaparak çeşidi yapıtlarının yayımlanması ve bazılarının tiyatroya uyarlanmasını izlerken üzerinde çalıştı, 1888’de, Catania ile Vizzini arasında gidip gelirken tamamladı; roman ilkin Floransa’daki La Nuova Antologia dergisinde 11 sayılık bir tefrika olarak yayımlandı. Ertesi yıl bazı değişikliklerle Milano’da Treves yayınevince kitaplaştırıldı. Romanın konusu bu kez iç kesimde, Sicilya’nın bağrında, güneydoğudaki dağlık kesimde geçiyor; yazarın doğum yeri olan, yaşamında birçok kez gidip kimi uzun süreler geçirdiği, ama kitapta adını bir kez bile anmamayı yeğlediği Vizzini kasabasında. Lauro Dağı’nın yamacına yaslanmış, 586 rakımlı Vizzini, 60 km uzaklıktaki Catania iline bağlı görmüş geçirmiş bir kent yavrusu, tarihi çok eskilere, ta İÖ beşinci yüzyıla dayanıyor, devir devir adanın bütün siyasal çalkantılarını yaşamış, bütün fatihlerini tanımış. Günümüzde başlıca geçim kapısı, çevre arazilerini kapsayan tarımsal etkinlikler; ancak romanın geçtiği on dokuzuncu yüzyılda ticaret, inşaat ve el sanatları bakımından da iyi durumdaydı. İtalyan Birliğinin kurulduğu 1861’de nüfusu 10 bini aşıyordu ve tarımsal arazi, İtalya’nın bütün güney kesiminde olduğu gibi, büyük toprak sahiplerinin, yani soyluların ve Kilisenin elinde toplanmıştı. Çocukluğunda adayı sarsan 1848 ayaklanmalarını yaşayan, liberal-yurtsever bir eğitim alan, ilk gençliğinden başlayarak İtalya’nın çeşitli bölgelerini işgal etmiş bulunan yabancıların boyunduruğundan kurtularak bağımsız Devletini kurması gereğini savunan, yirmi yaşındayen Garibaldi hareketine kanlan Verga, bu yapıtında kendisinden otuz-kırk yıl önceki bir kuşağın siyasal-toplumsal öyküsünü anlatır.

Fransız Devrimi’nin getirdiği uyanışın ve Napolyon fetihlerinin çalkantılarının sonucunda, iki önemli tarihsel olay on dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğine damgasını basmıştır: 1812’de Ispanya’nın Cadiz kentinde güç koşullar altında kaleme alınan, parlamenter rejimleri öngören ve -anayurdunda kâğıt üstünde kalsa da- Avrupa’nın ilerici kesimlerince örnek alınan liberal Anayasa; 1815’te Viyana Kongresi’nde kıtada eski sınırların ve eski stil bir rejimin yeniden kurulmasına yönelik Restorasyon hareketi. Daha sonraki yıllar kıtanın çeşitli ülkelerinde mutlak krallık rejimine karşı Anayasa rejimlerini savunan liberallerin uzun savaşımına tanık oldu. Mutlakiyetçi yönetimin Avusturya hanedanının ya da Kilisenin elinde bulunduğu İtalya’da bu savaşım aynı zamanda yurtsever Birlik ve Bağımsızlık mücadelesi biçimini aldı. O mücadeleyi ilk üstlenen Napoli Krallığı’nda doğan Carbonari devrimci gizli örgütü oldu: Siyasal özgürlük emelleriyle anayasal yönetimleri amaçlayan burjuva kökenli aydınlardan ve öğrencilerden oluşan üyelerine toplumun daha üst sınıflarından da katılanlar çıktı: El sanatçıları ve tacirler Bourbon kralının büyük toprak sahiplerine arka çıkan politikasından hoşnutsuzdular. Carbonari’nin ilk eyleme geçişi 1820 yılında oldu: Mutlak krallık rejimine karşı Cadiz Anayasasından esinlenmiş liberal emeller güden halk ayaklanmaları patlak verdi. Sicilya’nın kasabalarına değin yansıyan o hareket başlangıçta başarılı olduysa da kısa sürede kolluk kuvvetleri ve asker tarafından şiddetle bastırıldı, ayaklanmalara karışanlar idam ya da sürgünle cezalandırıldılar. Ancak İtalya’nın başka kentleri gibi, Napoli’de, Palermo’da da o alev bir daha sönmeyecek, 1830’larda Carbonari’nin son bulmasıyla başka biçimler alacaktı; ve 1848’de adadaki egemen sınıflar açısından ciddi bir tehlikeye dönüşen yeni ve kesin ayaklanmalar gerçekleşecekti. Vizzini de o hareketlere daha başından kendince kapı açacak, kasabanın çan kulesi yeşil-kırmızı-beyaz İtalyan bayrağının Sicilya’da ilk dalgalandığı yer olacaktı. Romanın konusu bu olayların fonunda gelişir: Eğitimsiz, ancak olağandışı bir zekâya sahip Gesualdo, babasının kireç ocağında sefalet içinde geçirdiği çocukluğunun acı deneyimiyle, aklını ve güçlü bedenini seferber ederek, soylulara ve Kilise adamlarına karşı kendini savunarak, büyük hırsla mal mülk edinmeyi başarır, göz kamaştırıcı bir servete erişir. O yolda başvurduğu yöntemler her zaman hamiyetli ve insani olmasa da, kendisi özünde hayırsever, çevresindekileri, ailesini ve adamlarını koruyan, iyi niyetli, dile getirmeyi beceremese de yüreği sevecenlik dolu bir halk adamıdır. Ancak, aile fertleri dahil kimseye yaranamaz, çevresinde yalnız haset ve kin uyandırır. Onca didinmesinin sonucu husumet ve yalnızlık olacaktır: Ne denli güçlü olursa olsun, “yenilenler”in şahıdır Don Gesualdo, bütün çarpışmaları kazanır, ama savaşı yitirir. Onun içinde dolandığı âlemi oluşturan Vizzini, doğasıyla, güneşin alnında kavrulan dağları, vadileri, verimli tarlalarıyla, zeytinlikleri, bağlarıyla, yarı-serflik konumundaki çaresiz köylülerin emeğinden yararlanarak yüzyıllardır topraklarının geliriyle debdebeli bir yaşam sürmüş olan, her biri kendi tarihçesini kıskançlıkla koruyan asalak soylu aileleri, yoksul kasaba halkı, toplumda dayanacak desteği bulunmayan çaresizleriyle romanın asıl kahramanıdır. Koral bir yapıttır bu: Adı anılmayan Vizzini’nin, belli bir zaman kesitindeki – aralarında bir kolera salgını geçen iki ayaklanma şuasında-, ince bir alayla örülmüş, yine de sıcak, sevecen bir biçemle anlatılan öyküsüdür. Kasabada kimi atalarından kalma servetini koruyabilmiş, kimiyse yoksul düşmüş, harap konaklarına kapanmış, nesilleri tükenmek üzere olan soylular bir tür kast oluştururlar, kendi aralarında evlenmeleri sonucunda hepsi hısımdırlar, birbirinin “kuzen” ya da “kuzin”idirler.

Dedikodulu, ikiyüzlü, Katolik taşra ortamında hepsi birbirinin ardından konuşurlar; ama aralarında kendilerinin kan ortaklığıyla açıkladıkları sımsıkı bir sınıfsal dayanışma vardır: Birbirlerini ne denli yererlerse yersinler, sefalet döneminde destek olurlar ve en önemlisi, dışardan gelen kişinin karşısına aşılmaz bir duvar gibi dikilirler. Aslında yalnızca maddi çıkara, mala mülke bağlı bir toplumdur, ama çıkarcılığa dinsel, ahlaksal, insani kılıflar uydurulur. Açık konuşan yalnız halk adamı Gesualdo’dur: “Herkes kendi çıkarını kollar” der. Çıkar uğruna sürüp giden çekişmelerin gözesinde, kasabada piskoposu temsil eden en yüksek mevkili din adamı olan dalavereci, riyakâr Başrahip Don Lupi vardır: Soylularla dayanışması ve cahil halk kitlelerinin saf imanı sayesinde varlığını sürdüren ruhban sınıfının çıkarlarım bin türlü dolap çevirerek kollar. Zangoçtan rahibelere ve başpapaza varıncaya değin, hiçbir Kilise mensubu laik görüşlü Verga’nın kaleminden kurtulamaz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir