Haldun Hürel – Eski Anadolu’yu Tanıyalım

Sevgili çocuklar! Öncelikle, tarih bilgisinin ne denli önemli olduğunu ve geleceğimizi şekillendirecek olan tüm kültürel birikim lerim izin temel taşı sayılması gerektiğini söylemekle işe başlayayım dilerseniz. Gerek kendi tarihim iz, gerekse tüm dünya uygarlıklarına ait tarihler olsun, bunların hepsi bizler için bir kültür hâzinesidir. Geçmişte kurulan ve sonra bir bir yok olup giden, ama öte yandan çağım ızın dünyasına eşsiz eserlerini miras bırakan çeşitli uluslar hakkmdaki ilginç öyküleri öğrenm ek gerçekten de çok zevklidir. Konuyla ilgili sayfalan birbiri ardına çevirirken, sanki çok heyecanlı bir tarihi macera film i seyrediyormuş gibi oluruz. Bunun yanı sıra, düşünme ve anlama yeteneklerim izi geliştiren, şimdi yaşadığım ız ve gelecekte yaşayacağım ız çeşitli olaylar karşısındaki davranışlarım ızı olgunlaştıran, doğru analizler yapabilmek için bizlere itici güç oluşturan tarih bilgisi, çağımızdaki ülkelerin nasıl yönetildiklerini, buralarda insanların nasıl yaşadıklan1 m, hangi tür eserler üretebildiklerini, komşularıyla nasıl ve ne şekilde ilişkiler kurduklarını da ortaya koyarak bizleri aydınlatır. Ayrıca, tarih okumak, tarihle ilgilenmek, geçmişi merak edip araştırmaya çalışmak son derece key if veren, eğlendirici bir kültürel etkinliktir. Tarih söz konusu olduğunda ve hele bizim güzel Anadolu’muzu düşündüğümüzde, heyecanım ızın doruklara çıkmasını doğrusu engelleyemeyiz. Öyle ya, çok eski asırlardan bu yana, tarihin çeşitli sayfalarına kaynak oluşturmuş Anadolu topraklarında, kim bilir nice değişik insan toplulukları, görkem li uygarlıklar, dev imparatorluklar, farklı dinlerden m illetler yaşayıp gitmişler? İşte, sizlere bu bol resim li şirin kitapta, Anadolu’muzun irili ufaklı, ama derin izler bırakmış ve ülkemizin hemen her yanını eşsiz eserleriyle süslemiş eski uygarlıklarını tanıtmaya, bunlarla ilgili ilginç öyküleri, mekânları, tapmakları, savaşları, kralları, kraliçeleri, hakanları, sultanları ve bunlar gibi pek çok şeyi anlatmaya çalışacağım. Zaten Anadolu’muz baştan aşağıya sanki bir “müze” gibi değil mi? Müzelerin en büyüğü ve de en güzeli! Ne dersiniz? îlk olarak, bu güzel yurdumuzun “tarihi” geçm işine girmeden, “coğrafi” yapısını bir gözden geçirelim mi? Bakalım, denizlerim iz, dağlarım ız, boğazlarımız, göllerim iz, bölgelerim iz nerelerde yer alıyorlar? 2 Ülkemiz, Anadolu ve Trakya bölgesi diye iki kısma ayrılır. Anadolu bölümü, Türkiye’nin neredeyse bütününe yakın, çok büyük bir bölümünü kapsar. Çanakkale ve İstanbul Boğazlarıyla Anadolu’dan aynlan Trakya bölümü ise içinde sadece beş ili, İstanbul’un ve Çanakkale’nin batısını, Tekirdağ’ı, Kırklareli’ni ve Edirne’yi kapsar. Ben burada sizlere Anadolu uygarlıklarını anlatırken, işte bu Trakya toprakları ile Anadolu’dan oluşan ülkem izin her iki bölümünde birden, İsa Peygam berin doğumuyla başlayan “M iladi takvim” öncesi (M .Ö .) ve sonrasında (M .S.


) yaşamış eski devletlerin, uygarlıkların, kentlerin öykülerinden söz edeceğim. (B izler de çağdaş dünya devletlerinde olduğu gibi bu M iladi takvimi kullanırız. Bu takvime göre, İsa Peygamber’in doğduğu yıldan bugüne dek tam 2009 yıl geçmiş oluyor demek ki… B ir örnek daha vereyim isterseniz; Sultanahmet’deki M ısır dikilitaşı M.Ö. 1350’lerde yapılmıştı. M ilat’tan, yani “sıfır yılından” sonraki 2009 yılı da buna eklersek, o dev eserin yaklaşık 3360 yaşlarında olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz.) -&* Kabaca bir dikdörtgene benzetebileceğim iz Anadolu’muzun kuzeyi Karadeniz’e bakar. Güneyinde ise Akdeniz vardır. Batısında da, içinde pek çok adanın yer aldığı Ege Denizi görülür ve Trakya’nın batısı Yunanistan ve Bulgaristan ülkeleriyle sınır oluşturur. Yani kısacası, 3 şahane ülkem iz üç tarafından denizlerle kuşatılmıştır. Sadece güneydoğu sınırlarımız ve doğu bölümümüz denizlerle buluşamaz ve komşu devletlere açılır. Daha da ilginci, güzel Türkiye’m izin iki kıtanın da kapısı oluşudur. Koskocaman Asya kıtasının batıdaki sınırlan, İstanbul Boğazının doğu tarafı (buradaki semtleri bilirsiniz, Üsküdar, Kuzguncuk, Kanlıca, Beykoz gibi…) ile Ege kıyılanmızdır. Avrupa kıtasının doğu sının ise, yine İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı ile ülkemizi Trakya ve Anadolu diye iki parçaya ayırır. Anadolu’muzun tüm nehirleri, çaylan, körfezleri, eski çağlarda başka isimlerle tanınır ve bunlann çevrelerinde çeşitli uygarlıkların kurdukları kentler yer alırdı.

K ızılırmak, “Halys” adıyla biliniyordu. “İris” de Yeşilırm ak’m adıydı. Gönen Çayı “Aisepos”, Kocabaş Çayı da “Granikos” idi. Gediz Nehri “Herm os”, Menderes “M aiandros”, Ceyhan Nehri “Pyram os” , Seyhan ise “Saros’tu. Bütün bu coğrafi oluşumları dikkate aldığımızda, gerçekten de bir doğa harikası olan olağanüstü güzelliklerle dopdolu Türkiye’m izin tüm dünya ülkeleri içinde ne denli ayrıcalıklı ve güzel bir konumda bulunduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Denizlerim ize gelince; Eski Anadolulular ve özellikle Ege, Akdeniz ve Karadeniz kıyılarında çeşitli kentler kuran antik devletler, o günlerin coğrafyasında Ege denizine “Aigaion-Pelagos” , Akdeniz’e “M editerránea”, Kara4 deniz’e “Pontos Euksenios”, Marmara’ya “Propontis” , Çanakkale Boğazı’na “Dardanellos” , İstanbul Boğazı’na “Bosphoros” (veya Stenon), İskenderun K örfezi’ne “îssikos”, İzm it Körfezi “Astakenos”, İznik G ölüne “Askania” derlerdi. Bu eski isimlerle yeni isim leri karşılaştırmak ne kadar eğlenceli değil mi? OsmanlIlardan ve 13. yüzyıldaki Selçuklu uygarlığından önce, Anadolu ve Trakya’da bulunan neredeyse bütün yerleşim yerleri Doğu Rom a uygarlığı zamanındaki isimleriyle tanınırdı. Bunların bazılarının isimleri günüm üzdekilere şaşırtıcı şekilde benzerler. Silivri “Selimbria” , Enez “Ainos”, V ize “B izie”, E dim e “Hadrianapolis” , İstanbul “Konstantinopolis”, Gebze “Dakybiza”, İznik “Nikaia”, Bursa “Prusia” , Antakya “Antiokheia”, Silifke “Selevkia” gibi… Sevgili çocuklar, işte gördüğünüz gibi, tüm eski Akdeniz dünyasına, Avrupa ve Asya kapılarına açılan bu muhteşem topraklar, çok uzun zaman dilim leri içinde çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmaktan gurur duymuş, nice kralları, kraliçeleri, hanları, sultanları ve unutulmaz eserleri bağrında konuk etmiştir. Hani, eğitim yaşamınızda, okullarınızda sizlere öğretilen “dünya çağları” vardır ya, İlk çağ, Orta çağ, Yeni çağ gibi*. Anadolu’muz, işte bu çağlara ait sayısız uygarlıkların adeta evi olmuştur. Bunların kimi, İsa’dan önceki yıllarda yaşam sürmüş ve belli bir zaman geçince yok 5 olup gitmiş, kimisi de “sıfır”lı yıllardan sonra (M .S.) Anadolu’da devletler kurmuş ve aynı şekilde tarih sahnesinden çekilip gitmişlerdir.

Örneğin; Orta Anadolu’da boy göstermiş Hitit uygarlığı, M.Ö. 1500’lerde, yani zam anım ızdan 3500 yıl önce en şaşaalı devirlerini yaşıyordu. Am a onlardan çok çok önceki tarihlerde, henüz yazının bile kullanılmadığı çağlarda, insan topluluklarının basit kerpiç evlerde oturdukları ve avlandıkları zamanlarda, Avrupa kıtasının pek çok yeri ilkel insan topluluklarıyla doluydu. Onlar, m ağaralarda, nehirlerin, göllerin kıyılarında kurdukları saz ve dallardan yapılm ış evlerde otururlardı. B iz bu çağlara “prehistorya”, yani “tarih öncesi” diyoruz. İstanbul’un Büyükçekmece ilçesi civarındaki bir mağarada (Yanm burgaz), o çok eski dönem lere ait, yani 350 bin yıl önce burada yaşayan insanların ürettikleri kesici sivri taşlar, kemik eşyalar bulunmuştur. Bunlar günümüzde İstanbul Arkeoloji M üzelerinde sergilenmektedir. Gerçekten de bu mağaralar insanlık tarihinin en eski “konutlarından” sayılmaktadır. Dünyanın en eski “mağara-ev”leri İstanbul’da!. N e kadar ilginç!. Ayrıca Orta Anadolu bölgem izde, Konya civarındaki Hacılar yerleşiminde, tarih öncesi çağların en erken dönemlerinden kalma bazı konutların temel izleri bulunmuştur arkeologlar tarafından. Bilim adamları o yıllara “neolitik dönem ” diyorlar. Yani, “yeni taş devri!.” Hani 6 televizyonlarda oynayan sevimli çizgi film lerde bu zamanlardaki aile yapılarını, taş konutları, kullandıkları araçları seyrederken eğleniriz ya… İşte, o dönemlerde insanlar “taş devri” diye tanım ladığım ız tarih öncesi çağlarda yaşamaktaydılar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir