Halil Cibran – Gezgin

Bir tarlakuşu ile bir kartal yüksek bir tepenin kayalıklarında karşılaştılar. Tarlakuşu dedi, “İyi günler olsun, Efendim.” Ve kartal onu bir süre süzdükten sonra isteksiz, seslendi. “İyi günler.” Ve tarlakuşu dedi, “Umarım keyfiniz yerindedir, Efendim.” “Evet,” dedi kartal, “Keyfimiz yerindedir. Ama bilmez misin ki biz kuşların kralıyız ve biz söz söylemeden senin konuşmaya hakkın yoktur?” Tarlakuşu dedi, “Ben aynı aileden olduğumuzu sanıyorum.” Kartal onu küçümseyen bakışlarla baktı ve dedi, “Seninle benim aynı aileden olduğumuzu kim söyledi ki?” Ve tarlakuşu dedi, “Ama size şunu hatırlatayım; ben de sizin kadar yükseğe uçabilirim ve şarkılarımla bu dünyanın diğer yaratıklarına mutluluk veririm. Oysa siz kimseye ne keyif ne de mutluluk verirsiniz.” Ve kartal öfkelendi, ve dedi, “Keyif ve mutlulukmuş! Seni gidi küçük ukala yaratık! Seni gagamın bir darbesiyle mahvedebilirim. Boyun ancak ayağım kadar.” Ve tarlakuşu uçarak kartalın sırtına kondu ve tüylerini yolmaya başladı. Kartal küçük kuştan kurtulmak için hızla yükseldi, tedirgin. Ama olmadı. Sonunda küçük yaratık sırtında, yüksek tepenin üzerindeki kayaya kondu; hiç bir zaman bu kadar öfkelenmemişti; kör talihine lanetler yağdırıyordu durmaksızın.


O sırada, küçük bir kaplumbağa çıkageldi ve bu görüntüyü görünce gülmeye koyuldu. Öyle çok güldü ki, neredeyse sırt üstü devrilecekti. 13 Ve kartal kaplumbağaya baktı ve dedi, “Sen ey ağır, yerlebir, sürüngen yaratık; neye gülüyorsun?” Ve kaplumbağa dedi, “Görüyorum ki ata dönmüşsün ve küçücük bir kuş seni sürüyor; ama küçük sürücün senden daha iyi.” Ve kartal dedi, “Sen kendi işine bak. Bu kardeşim tarlakuşuyla benim aramda, bir aile meselesidir yalnızca.” 14 PANAYIRDA Panayıra köyden bir kız geldi, sevimli mi sevimli. Yüzünde bir leylak ve bir gül. Saçı gün batımı gibiydi, dudaklarında gülümseyen, şafak. Genç adamlar bu güzelim yabancıyı görür görmez çevresinde pervane oldular. Birisi dansa kaldırıyor, diğeri kestiği bir pasta dilimini ikram ediyordu. Ve her biri yanağından bir kez olsun öpebilmek için yanıp tutuşuyordu. Nihayet, panayır değil miydi? Ama kızcağız şaşırmış ve ürkmüş, ve delikanlılar hakkında kötü düşüncelere kapılmıştı. Onları reddetti, hatta içlerinden birikisini tokatladı dahi. Ve onlardan kaçtı. O akşam evine dönerken yüreğinden şunları geçiyordu, “Kör şeytan.

Bu adamlar ne kadar kaba, ne kadar kötü yetiştirilmiş. İnsanda tahammül bırakmıyorlar.” İzleyen bir yıl içinde o sevimli mi sevimli kız aklını panayırlardan ve oradaki delikanlılardan alamadı. Ve vakti geldiğinde,yeniden yüzünde leylak ve gül, saçında günbatımı, dudaklarında şafak, panayıra çıkageldi. A ma bu kez genç adamlar, görür görmez ondan yüz çevirdiler. Ve günboyu yalnız ve kimsesiz kaldı. Akşama doğru eve dönerken yüreği kan ağlıyordu, “Kör şeytan. Bu adamlar ne kadar kaba, ne kadar kötü yetiştirilmiş. İnsanda tahammül bırakmıyorlar.” Gezgin 17/2 İKİ PRENSES Shawakis kentinde bir prens yaşardı, herkesin sevdiği. Tarlalardaki hayvanlar bile selamlardı onu. Ama karısı prensesin onu sevmediği, herkesin dilindeydi; hatta nefret ediyordu ondan. Günlerden birgün, komşu kentlerden birinin prensesi Shawakis prensesinin ziyaretine geldi. Oturup konuşurlarken söz kocalardan açıldı. Ve Shawakis prensesi tutkuyla dedi, “Bunca yıllık evlilikten sonra kocanız prensle olan mutluluğunuza imreniyorum.

Ben kocamdan nefret ediyorum. Bir tek bana ait değil; gerçekten çok mutsuz bir kadınım ben.” Ve konuk prenses ona baktı ve dedi, “Dostum hakikat şu ki, siz kocanızı seviyorsunuz. Evet ona hâlâ bitmez tükenmez bir tutkuyla bağlısınız; ve bir kadın için bu, hayatın ta kendisidir; tıpkı Bahar’ın bahçe için olduğu gibi. Ama vah bana ve kocama ki, birbirimize suskun bir sabırla tahammül ediyoruz. Ve siz ve diğerleri bunu mutluluk addediyorsunuz.” 18 ŞİMŞEK AYDINLIĞI Fırtınalı bir günde bir Hıristiyan piskopos, katedralimde otururken Hıristiyan olmayan bir kadın gelip önünde durdu ve dedi, “Ben Hıristiyan değilim. Benim için Cehennem ateşinden kurtulmanın yolu var mı? ” “Ve piskopos kadına baktı ve cevaplayarak dedi, “Hayır, kurtuluş yalnızca kutsal su ve ruhla vaftiz olanlar içindir.” Ve daha sözünü bitirmemişti ki gökyüzünden bir yıldırım katedralin üstüne düştü ve yapı bir an içinde a’evler içinde kaldı. Ve kentten insanlar yetişerek kadını kurtardılar; ama piskopos alevler içinde yok oldu. 19 MÜNZEVİ VE HAYVANLAR Bir zamanlar, yeşil tepelerin üzerinde bir münzevi yaşardı. Ruhu temiz, yüreği apaktı. Ve karadaki tüm hayvanlar ve havadaki tüm kuşlar çifter çifter ona gelirler, o da onlarla konuşurdu. Onu zevkle dinlerler, yanına sokulurlar, ve oradan ayrılmazlardı, ta ki gece olup da o onları kutsayarak rüzgar ve ormanlara emanet edinceye dek. Bir akşam, sevgiden sözederken, bir leopar başını kaldırdı ve münzeviye dedi, “Bize sevgiden sözediyorsunuz.

Söyleyin Efendim , sizin eşiniz nerede?” Ve münzevi dedi, “Benim eşim yok.” Ve hayvanlar ve kuşlar arasında bir şaşkınlık vaveylasıdır ki koptu, ve aralarında konuşmaya başladılar, “Kendisi bu konuda bir şey bilmezken bize nasıl sevgiden ve anlaşmadan sözedebilir ki?” Ve sessizce ve küçümsemeyle yanından ayrılıp gittiler. O gece. münzevi döşeğine yüzükoyun uzandı ve göğsünü yumruklayarak acı acı ağladı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir