Harry Magdoff – Somurgesiz Emperyalizm

Bu kitapla birlikte başladığımız dizi bittiğinde, ABD merkezli olmakla birlikte tüm dünya solunu derinden etkilemiş bir okul olan Monthly Review Dergisi çevresinin Marksist kurama ciddi katkı sağlamış olan eserlerini toplu ve eksiksiz olarak Türkçeye kazandırmış olacağız. Kitaplardan bazıları çeşitli zamanlarda Türkçede basılmış olmakla birlikte, dergi çevresine karakterini veren kimi temel eserler Türkçede hiç yayınlanmadı. Bunların başında da Harry Braver-man’ın yazdığı Labor and Monopoly Capital: The Degradation of Work in the Twentieth Century [Emek ve Tekelci Sermaye] gelmektedir. Ayrıca bugün Monthly Review Dergisi’nin yayın kurulunu oluşturan isimlerin günümüz kapitalizminin analizini yaptığı çalışmalar da bu serinin içinde yer alacak. Bunların ilki John Bellamy Foster’in bu dizi için ve Türkiyeli okurlar için hazırladığı bir kitap “Emperyalizmin Yeniden Keşfi” olacaktır. Yine yayın kurulundan Robert Mc Chesney’in küresel medya ve ABD medyası üzerine yaptığı çok değerli bir çalışma “Medyanın Sorunları” kitabı bu kategoride yayınlayacağımız kitaplar arasındadır. Bu seriden 2005 yılında yayınlanacak ilk kitapların orjinal isimleri şöyledir: • Labor and Monopoly Capital – (Emek ve Tekelci Sermaye), Harry Braverman • Monopoly Capital – (Tekelci Kapitalizm), Paul Baran ve Paul Sweezy • The Theory of Capitalist Development – (Kapitalist Gelişme Kuramı), Paul Sweezy • Political Economy of Growth – (Büyümenin Ekonomi Politiği), Paul Baran • Dynamics of US Capitalism – (Amerikan Kapitalizminin Dinamikleri), Paul Sweezy ve Harry Magdoff • Age of İmperialism – (Emperyalizm Çağı), Harry Magdoff • Imperialism: From the Colonial Age to the Present (Emperyalizm: Sömürgecilik Çağından Günümüze), Harry Magdoff, Ayrıca 2006 yılı içerisinde bu seriden çıkacak kitaplar ise şöyle • End of prosperity, Paul Sweezy-Harry Maggdoff • İrreversible Crisis, Paul Sweezy-Harry Maggdoff • Modern Capitalism and Other essays, Paul Sweezy • Post revolutionary society, Paul Sweezy • Introduction To Socialism, Paul Sweezy • Stagnation and Financial explosion, Paul Sweezy-Harry Maggdoff • Deepening Crisis of US capitalism, Paul Sweezy-Harry Maggdoff • The Longer View, Paul Baran MONTHLY REV EW OKULU’NDA TAR HSEL BİR GEZ NT Kuşkusuz Monthly Review dendimi ilk aklımıza gelecek olan terim “tekelci kapitalizm”dir. Belki de sihirli 2 kelime olarak ele alındı- 8 9 ğmda bunlar ekolün anahtar kelimeleri olabilirler. Marksist iktisatta “tekelci kapitalizm” terimi, kapitalizmde büyük şirketlerin egemen olduğu aşamaya atıfta bulunmak için yaygın olarak kullanılmıştır. Kapitalist gelişmenin bu aşaması 19. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıktı ve İkinci Dünya Savaşı sıralarında olgunlaştı. Diğer klasik ekonomi politikçilerin eserleri gibi Manx’ın Kapitali de piyasa sisteminin -kapitalist girişimlerin çoğunlukla ailelerin işlettiği küçük şirketlerden oluştuğu- serbest rekabet koşulları tarafından nitelendirildiğini varsaymıştı. Klasik ekonomi politik hiçbir zaman “tam” ya da “saf rekabet gibi mutlak fantezileri barındırmadı, bu kavramlar iktisada daha sonraki neoklasik aşamasında sokuldu. Yine de klasik ekonomi politik ilk başta öne sürdüğü serbest rekabet teorisinde, fiyat rekabetinin acımasız olduğunu ve tek başına hiçbir kapitalistin ya da şirketin piyasanın kayda değer bir kısmını kontrol edecek güce sahip olmadığını öne sürdü. Bununla birlikte, diğer klasik ekonomi politikçilerden farklı olarak Marx’m durumunda kapitalizm tarihsel bir sistemdi; bu yüzden dinamik bir karaktere sahipti ve çeşitli aşamalardan geçiyordu.


Marx bir tekelci kapitalizm kuramı ortaya koymamasına rağmen, kapitalizmde birikimin temel bir eğilimi olarak sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesinin altını çizmişti. Marx’a göre kredi sisteminin ve borsanın bir bütün olarak gelişimi “rekabet savaşında yeni ve korkunç bir silahtı ve nihai olarak sermayelerin merkezileşmesi için muazzam bir toplumsal mekanizmaya dönüşüyordu” (Cilt 1, Bölüm 2, Kısım 2). Engels 20 yıl sonra Marx’m Kapitalinin 2. ve 3. ciltlerini yayıma hazırlarken, serbest rekabetin “yolun sonuna geldiğini” vurguladı (3. Cilt, 27. Bölüm). Yine de Marx ve Engels bu gelişmeleri, kapitalizmin yeni bir aşamasının belirtileri olarak değil ama yeni bir üretim tarzının müjdecisi olan, üretimin toplumsallaşması yönündeki yeni koşulların işaretleri olarak görme eğilimindeydiler. Bu yüzden bu gelişmelerin kapitalizmin hareket yasaları açısından ne anlama geldiğini incelemek daha sonraki düşünürlere kaldı. Bunu ilk yapan da Amerikalı heterodoks iktisatçı Thorstein Veblen oldu; Veblen, The Theory of Business Enterprise [Ticari Girişim Kuramı] (1904) adlı eseriyle daha sonraki eserlerinde, büyük sermayeli işletmelerin ortaya çıkmasının ekonomik sonuçlarını ve bu sonuçlarla beraber kredilerde, şirketlerin mali işlerinde ve satış biçimlerinde yaşanan dönüşümleri ana hatlarıyla ortaya koydu. Ancak Veblen’in iktisattaki etkisi ABD’nin sınırları dışına taşmadı. O zamanlar merkezi Almanya’da olan Marksist gelenek içinde tekelci kapitalizmin ilk önemli kuramcısı, Finance Capital: The Latest Phase of Capitalism [Finans Kapital: Kapitalizmin En Son Evresi] (1910) adlı eseriyle Avusturyalı iktisatçı Rudolf Hilferding’ti; onu çok geçmeden Imperialism: The Highest Stage of Capitalism [Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması] (1916) adlı eseriyle Lenin izledi. Hilferding sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme eğilimine dikkat çekti; bu eğilim sermayenin gittikçe artan oranda birleşmesine, en sonunda da tek büyük bir kartele dönüşmesine yol açacaktı; bu görüş, bu eğilimin ters yöndeki etkilerinin bazılarını algılayamayan aşırı basite indirgeyici bir görüştü. Hilferding bu değişiklikleri esas olarak nicel değişiklikler olarak gördü ve eseri çok sayıda önemli çıkarım içermesine rağmen kapitalizmin hareket yasalarındaki nitel değişimler sorununu incelemedi. Yine de Hilferding’in perspektifi, Lenin’in emperyalizmi kapitalizmin tekelci aşamasıyla bağdaştırması ve hem sermayenin dünya çapında yayılmasıyla hem de ulusdevletler arasında dünya pazarından pay kapmak için gerçekleşen mücadeleyle tamamen ilişkili olarak büyük sermayenin gelişmesini algılayışı açısından Lenin’e ilham vermiştir.

Ancak Lenin, kendisinden önceki Hilferding gibi, kapitalizmin temel hareket yasalarının tekelci aşamada nasıl değişebileceği sorununun peşin- 10 11 den koşmadı. Tekelci kapitalizm kavramı, bazı yeni önemli dönüşümlerin yaşanmaya başladığı 1920’li ve 30’lu yıllardaki Sovyet iktisatçıları için ayrıca kanıtlanmasına gerek olmayan bir düşünce olarak kalacaktı. Ancak 1930’ların sonuna gelindiğinde, Stalinizm döneminde hüküm süren katı Ortodoksluk içinde salt bir dogmaya indirgendi. Bu arada 1930’larda Batıda, egemen görüşü savunan akademik iktisatçılar, özellikle Joan Robinson, Edward Chamberlain ve genç Paul Sweezy nihayet tekel kavramıyla ilgilenmeye başladılar. Ancak bu analizlerden ortaya çıkacak olan “eksik rekabet” kuramı, genellikle gerçek tarihsel süreçlerle ilgisini koparmış biçimsel bir niteliğe sahipti. Bu kuram, genel kural olarak kabul görmeye devam eden ve iktisat üzerinde bir bütün olarak hüküm süren tam rekabet kuramının önemsiz bir nitelemesinden daha öteye gitmeye de niyetlenmedi. 1930’larda Marksist iktisadın üç ayağı olduğu söylenebilir: 1) Sermaye birikimi ve kriz kuramı; 2) (Marx’m sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi kavramına dayalı olarak) tekelci kapitalizm kuramının başlangıçları; 3) Emperyalizm kuramı. 2. ve 3. ayaklar -artan tekelleşme ve emperyalizm- Lenin tarafından birbirleriyle ilişkilendirilmişti. Ancak paradoksal olarak, ikinci ayağı birincisine bağlayan kuramsal bir analiz yoktu; yani sermayenin artan yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle birikim ve kriz biçimleri arasında bir bağlantı kurulmamıştı. Marksist kuram içinde, 20. yüzyılın başında Marx’ın Kapital’in 2. cildindeki meşhur yeniden üretim şemaları üzerinde yoğunlaşan ekonomik kriz tartışması, tekellerin gelişmesi analizinden tamamen ayrı bir bağlamda seyretti. Bununla birlikte tarihsel gelişmeler böyle bir bağlantının önemini gösteriyordu.

ABD’de yüzyılın başından beri halk, dev tekel ve tröstlere karşı hızla gelişen kaygılara sahipti. 20. yüzyılın başındaki büyük birleşme dalgası büyük ölçüde, niteliksel olarak yeni bir gerçekliğin simgesi olarak görüldü. Sadece 1898 ile 1902 yılları arasında, bütün ABD sermaye varlıklarının dörtte biriyle üçte biri arasında bir oranın şirket evliliği yoluyla birleşmeye maruz kaldığı tahmin edilmektedir. Dönemin devasa boyuttaki şirket evliliği (1901 yılında Morgan yatırım bankasının mali güdümü altında US Steel’in oluşması) 165 ayrı şirketi birleştirdi. Sonuçta ortaya ABD çelik endüstrisinin yaklaşık yüzde 60’ını denetleyen tekelci bir şirket çıktı. 1936’da Arthur R. Bums, The Decline oj Competition: A Study oj the Evolution oj American In-dustry [Rekabetin Çöküşü: Amerikan Endüstrisinin Evrimi Üzerine Bir İnceleme] adlı klasik eserini yazdı. Bu eser 1930’ların Büyük Bunalımı bağlamında özellikle Veblen’den etkilenen heterodoks iktisat çevrelerinde, yüksek düzeyde tekel gücüne sahip dev şirketlerin ortaya çıkışının durgunluğu daha da ağırlaştırdığı konusunda genel bir kabul gördü. Roosevelt yönetimi tarafından Büyük Bunalım sırasında kurulan Geçici Ulusal Ekonomik Kurul’un amaçlarından biri (her ne kadar vardıkları sonuçlar oldukça yetersiz de olsa) bu sorunu araştırmaktı. Ancak bütün bunlara rağmen John Maynard Keynes’in, bunalıma yanıt olarak makroekonomik teoriyi dönüştüren General Theory of Employment, Interest and Money [İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi] adlı eseri tam rekabetin yıllanmış varsayımlarının içinde çakılı kaldı. Kriz teorisini tekel teorisine bağlayan ilk iktisatçı, Marx ve Rosa Luxemburg’dan esinlenen Polonyalı iktisatçı Michal Kalecki’ydi. Joan Robinson’a ve Keynes’in etrafındaki genç iktisatçılar çevresinden diğer kişilere göre Kalecki’nin 1930’ların başındaki Lehçe eseri Keynes’i de önceleyerek “Keynesyen” devrimin başlıca öğelerini geliştirmişti. Kalecki 1930’ların ortasında İngiltere’ye yerleşti ve burada, iktisadi analizde Keynes’le ilişkilendirilen dönüşümün gelişmesine katkı- 12 13 da bulundu. Kalecki “tekel derecesi” kavramını da burada geliştirdi; bu kavram bir şirketin temel üretim maliyetlerinin (işçilerin ücretleri ve hammaddeler) üzerine koyabildiği fiyat artışının ölçüsünü gösteriyordu.

Böylece Kalecki tekel gücünü ulusal gelir dağılımına ve ekonomik krizin ve durgunluğun kaynaklarına bağlayabiliyordu. Kalecki aynı zamanda yatırımı etkileyen daha genel tarihsel koşulları da ortaya çıkardı. Theory of Economic Dynamics [İktisadi Dinamikler Kuramı] (1965) adlı eserinin son paragraflarında şu sonuca vardı: “Uzun vadeli gelişme kapitalist ekonomiye içkin değildir. Bu yüzden ileriye doğru uzun vadeli bir hareketi sürdürmek için özgül ‘gelişme etmenlerine’ gerek vardır”. İngiltere’de Kalecki’yle yakın çalışma arkadaşlığı yapmış olan Avusturyalı genç iktisatçı Josef Steindl bu analizi daha ileriye götürdü. Steindl’in, Maturity and Stagnation in American Capitalism [Amerikan Kapitalizminde Olgunluk ve Durgunluk] (1952) adlı eserine göre dev şirketler kâr paylarının artmasına ön ayak olma eğilimindedirler ancak eşitsiz gelir dağılımı ve ücret temelli tüketimin yol açtığı zaaf dolayısıyla, sürekli olarak efektif talebin yetersiz olması tehdidiyle yüz yüze kalmışlardır. Bekleneceği gibi yeni yatırım düşük talebi ortadan kaldırabiliyordu. Ancak bu yatırım yeni üretim kapasitesinin ortaya çıkmasına, yani potansiyel mal arzının genişlemesine yol açıyordu. Kalecki şöyle yazıyordu: “Yatırım trajedisi, onun yararlı olmasıdır”. Fiyat, üretim ve yatırım seviyelerini kayda değer ölçüde denetleyebilen dev şirketler, eğer mevcut üretim kapasitelerinin büyük kısmı atıl haldeyse yatırım yapmazlar. Tekelci veya oligopolcü firmalar nihai talepte bir düşüşle karşılaştıklarında (birçok iktisadi analizde varsayılan tam rekabet sisteminde olduğu gibi) fiyatları düşürmezler ancak bunun yerine neredeyse yalnızca üretim, kapasite kullanımı ve yeni yatırımlarda uygulanacak kesintilere bel bağlarlar. Böylece mevcut fiyatları ve geçerli kâr paylarını mümkün olan noktaya kadar sürdürürler. Bu durumda tekelci kapitalizm devrindeki dev şirket, daha büyük kâr paylarına ve büyük miktarda kapasite fazlasına serbest rekabet sisteminde olduğundan daha yatkındır ve bunun sonucunda bu durum ekonomik durgunluk yolunda güçlü bir eğilime yol açar. TEKELC SERMAYE: AMER KAN KT SAD VE TOPLUMSAL DÜZENİ ÜZER NE BİR DENEME Paul Sweezy’nin, Marksist iktisattaki büyük eserlerden biri olan, The Theory oj Capitalist Development [Kapitalist Gelişme Kuramı] * adlı klasik eserinin 1942’de yayımlanması ABD içinde Marksist analizin ayırt edici bir geleneğinin başlangıçlarını ortaya koydu; bu gelenek daha sonra, Sweezy’nin tarihçi ve gazeteci Leo Huber-man’la birlikte 1949’da kurduğu Monthly Review dergisiyle ilişkilendirilecekü. Sweezy, The Theory of Capitalist Development’da, Marx’ın [artı-değerin] gerçekleştirilmesi krizi kuramından yararlandı -bu kuramla Keynes’in efektif talep kuramı arasındaki yakın bağlantıyı da göstererek- ve ekonomik durgunluk konusunda yetkin bir analiz geliştirdi.

The Theory of Capitalist Development aynı zamanda Marksist tekelleşme analizini daha ileriye götürdü. Ancak bu iki öğe Sweezy’nin eserinde birbirlerinden ayrı kaldılar. Maturity and Stagnation in American Capitalism’ de Sweezy’nin kitabına ayrılan uzun bir tartışmayla Steindl’in sunduğu eleştiri de buydu. Steindl daha bütünleşmiş bir kuramın, organik olarak, Kalecki’nin kapitalist dinamikler modeline dayanarak “Marx’tan … çıkarılabileceğini” öne sürdü; Kalecki’nin modeli [artı-değerin] gerçekleştirilmesi krizi olgusunu, bir bütün olarak ekonomide artan “tekel derecesine” bağlıyordu. Steindl’in tezi, Sweezy’i ve Stanford’da ekonomi profesörlüğü ya pan, Sweezy’nin yakın bir arkadaşı ve Monthly Review’den meslek taşı olan Paul Baran’ı çok geçmeden etkiledi. Baran 1957 yı l ı n da The Political Economy ojGrowth [Büyümenin Ekonomi Politiği adlı 14 15 eserini yayımladı; bu eser Kalecki ve Steindl’in ortaya attığı tekelci kapitalizm kuramını uyarlarken aynı zamanda, kapitalizmin üçüncü dünyasındaki (çevresindeki) ülkelerin ekonomik azgelişmişliklerinin pekiştirilmesinde emperyalizmin oynadığı rolü de analiz ediyordu. Tezinin ikinci kısmına gelince, Baran burada Ortodoks iktisattan büyük bir kopuş gerçekleştirdi. Çevredeki yoksul ekonomilerin göreceli olarak daima “geri kalmış” olduğunu varsayan genel alışkanlığın yerine Baran soruna tarihsel olarak yaklaştı. Baran şöyle yazıyordu: “Hemen beliren sorun neden geri kalmış ülkelerde, diğer kapitalist ülkelerin tarihinden aşina olduğumuz kapitalist gelişme çizgisinde bir ilerleme olmadığı ve neden ileriye doğru hareketin yavaş olduğu ya da hiç olmadığıdır” (The Political Economy of Growth, s. 136). Ona göre cevap, Marx’ın “ilkel birikim” (açık yağma, köleleştirme ve katliamlarla tanımlanır) olarak adlandırdığı dönemde kapitalizmin bu bölgelere getiriliş biçiminde ve bu sürecin kendisinin, sömürgeleşmiş toplumlarda “yeni oluşan sanayilerin gelişmesini engellemeye” nasıl yaradığında bulunacaktır (age., s. 142). Bu durumda kapitalist dünya ekonomisinde -bugüne kadar da devam eden- merkezle çevre arasındaki büyük ayrımı meydana getiren şey Avrupalıların dünyanın geri kalanını fethetmeleri ve yağmalamalarıydı. Baran bu konuyu açıklarken kapitalizmin küreselleştirici eğilimlerinin bir sonucu olarak Hindistan ve Japonya’nın dünya ekonomisine dahil olduğu farklı yollan vurguladı: Birincisi, Andre Gunder Frank’ın daha sonra “azgelişmişliğin gelişmesi” olarak adlandıracağı kavramın bahtsız mirasını taşıyan bağımlı bir toplumsal formasyonu temsil ederken; ikincisi, ne sömürgeleştirilmiş ne de uzun vadeli eşitsiz anlaşmalara maruz bırakılmış ve böylelikle de kendi ekonomik artığı üzerindeki denetimi elinde bulundurarak merkezdeki Avrupalı güçlerin öz-merkezli (autocentric) çizgisi uyarınca gelişmekte özgür kalmış olan istisnai bir toplum örneği temsil ediyordu.

Bu analizin ima ettiği şey gayet açıktı: Kapitalist dünya ekonomisinin çevresine eşitsiz bir şekilde dahil olmak başlı başlına azgelişmiş ülkelerin bulundukları durumun temel sebebini oluşturur.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir