Henri Bergson – Gülme

Gülme ne anlama gelir? Gülünçlüğün temelinde ne vardır? Bir soytarının surat asışında, bir sözcük oyununda, bir vodvildeki yanılmacada, ince güldürünün bir sahnesinde ortak ne olabilir? Bu denli çeşitli üründe aynı olup da kimine nahoş kimine hoş bir koku bahşeden o esansı hangi damıtma yöntemi verebilir bize? Tüm ele geçirme çabalarına direnen, aniden tekrar ortaya çıkmadan önce gözden kaçıp yiten ve felsefi düşüncenin önüne küstah bir meydan okuma gibi dikilen bu küçük sorunla, Aristoteles’ten bu yana ne büyük düşünürler cebelleşti. Bu sorunu bir kez de bizim ele alışımızın mazereti, güldürü yaratma gücünü, bir tanıma hapsetmeyi amaçlamıyor oluşumuz. Biz onda her şeyden önce, canlı bir şey görüyoruz. Ne kadar sıradan da olsa, onu hayata karşı duyduğumuz saygıyla ele alacağız; onun genişleyip yayılmasını gözlemlemekle yetineceğiz. Fark edilemeyecek kadar küçük merhalelerle bir biçimden diğerine girerek, gözlerimiz önünde tuhaf dönüşümler geçirecek. Gördüğümüz hiçbir şeyi küçümsemeyeceğiz. Belki de kurduğumuz bu sürekli bağ sayesinde kuramsal bir tanımdan daha esnek bir şeye, uzun bir yoldaşlıktan doğan pratik ve samimi bir bilgiye erişeceğiz. Ve belki, istemeden de olsa, yararlı bir tanışıklık da elde edeceğiz. Güldürü yaratımının, en uç tuhaflıklarında bile kendine has bir mantığı vardır. Çılgınlığı içinde bile bir yönteme uyan ve itiraf edelim hayallere kapılan ama kapıldığı hayallerde bile toplumun tamamının hemen kavrayıp 3 Henri Bergson benimsediği imgeleri canlandıran bu yaratımın, hayalgücünün işleyiş biçimleri hakkında, hele hele toplumsal, kolektif ve popüler hayalgücü hakkında bilgi vermemesi mümkün müdür? Kaynağını gerçek hayatta bulan ve sanatla akraba olan bu yaratımın, bize hayat ve sanat hakkında söyleyecek bir şeyi nasıl olmayabilir? Öncelikle temel olduğunu düşündüğümüz üç tespiti öne süreceğiz. Bunlar bizatihi gülünçlükten ziyade onun nerede araştırılması gerektiğiyle ilgili olacak. 4 I Dikkat çekeceğimiz ilk nokta şu: Sadece gerçek anlamda insani olan şeyler için gülünçlükten bahsedilebilir. Bir manzara güzel, zarif, görkemli, silik veya çirkin olabilir fakat asla gülünç olamaz. Bir hayvana gülünebilir ama bu onda insani bir tavır veya ifade yakaladığımız içindir. Bir şapkaya gülünebilir fakat bu durumda alaya aldığımız şey bir keçe veya hasır parçası değil insanların ona verdiği biçimdir, yani insan kaprisinin girdiği kalıptır.


Bu denli önemli, üstelik de basit bir olgunun filozofların ilgisini daha çok çekmesi gerekmez miydi? Bazıları, insanı ‘gülen hayvan’ olarak tanımladı. Aynı şekilde insanı, güldüren hayvan olarak da tanımlayabilirlerdi çünkü başka hayvanlar veya bazı cansız nesneler güldürmeyi başarsalar da bu ancak onların insanla olan benzerliklerine, insanın onlar üzerinde bıraktığı ize veya insanın kullanımına bağlı olarak gerçekleşir. Şimdi de aynı derece önemli bir başka belirtiye, genellikle gülmeye eşlik eden duygusuzluğa dikkat çekelim. Öyle görünüyor ki gülünç şeyler sarsıcı etkilerini ancak tümüyle sakin ve durgun bir ruhun sathı üzerinde gösterebilmektedir. Gülüncün doğal ortamı kayıtsızlıktır ve gülmenin en büyük düşmanı duygulardır. Örneğin bizde acıma veya şefkat duygusunu uyandıran birine gülemeyeceğimizi söylemiyorum, ama böyle bir durumda, bir anlığına da olsa bu muhabbeti unutmamız, acıma duygumuzu susturmamız gerekecektir. Sadece akıllarıyla hareket eden bir insan topluluğunda muh5 Henri Bergson temelen kimse ağlamazdı ancak yine de gülenler olabilirdi. Buna karşın, hayatla sürekli ahenk içinde olan, her olayın içlerinde duygusal anlamda iz bırakıp yankılandığı hassas ruhlar ne gülmek nedir bilebilir ne de gülmenin ne olduğunu anlayabilirlerdi. Bir anlığına, söylenen ve yapılan her şeyle ilgilenmeyi deneyin; hareket eden kişiyle birlikte hareket ettiğinizi, onun hissettiklerini hissettiğinizi hayal edin; yani olanca gücünüzü sempatiye vakfedin: Sihirli bir değneğin etkisindeymiş gibi en önemsiz şeylerin bile ciddiyet kazandığını ve her şeyin kasvetli bir renge büründüğünü görürsünüz. Şimdi de mesafe alıp, tarafsız bir seyirci gözüyle bakın hayata: Pek çok dram güldürüye dönüşecektir. Dans edilen bir salonda müziğin sesine kulaklarımızı tıkamamız yeterlidir: Dans edenler bir anda gülünç görünürler. İnsanların davranışlarından kaçı bu tür bir sınamaya dayanabilir? Pek çok hareket, kendisine eşlik eden duygusal ahenkten koparıldığmda bir anda ciddi olmaktan çıkıp gülünç hale gelmez mi? Dolayısıyla gülünç, etkisini tam olarak göstermek için kalbin bir anlığına da olsa hissizleşmesini gerektirir. Gülünç saf akla hitap eder. Yalnız bu akıl diğer akıllarla ilişki halinde olmalıdır. Dikkat çekmek istediğimiz üçüncü nokta da budur.

Eğer yalnız ve diğer insanlardan yalıtılmış hissediyorsanız gülünç olandan keyif almanız mümkün değildir. Gülme yankılanmaya ihtiyaç duyar gibidir. Dikkatle kulak verip dinleyin: Gülme açık, belirgin, tamamlanmış bir ses değildir; yankılana yankılana yavaş yavaş uzayıp gitmek isteyen, dağlardaki şimşek gibi bir çatırdamayla başlayıp gümbürtülerle devam eden bir şeydir. Fakat bu yankılamş sonsuza kadar süremez. Alabildiğine geniş bir daire içinde dolaşabilir ama bu daire yine de kapalı bir dairedir. Gülmemiz her zaman bir topluluğun gülmesidir. Bir tren vagonunda veya bir yemek masasında belki başınıza gelmiştir: Yolcular kendilerine besbelli gülünç gelen şeylerden bahsedip içtenlikle gülmektedirler. Onla6 Gülme rın meclisinde olsanız siz de anlatılanlara gülerdiniz. Fakat böyle olmadığından gülmek hiç içinizden gelmez. Herkesin gözyaşları döktüğü bir vaazda kendisine niçin ağlamadığı sorulan bir adam şöyle yanıt vermiştir: “Ben bu cemaatten değilim.” Adamın ağlamakla ilgili söylediği gülme için daha da doğrudur. Ne kadar içten olduğunu zannetsek de gülme, gerçek veya hayalî, gülen diğer kişilerle yapılmış bir ittifakın, hatta neredeyse bir suç ortaklığının art düşüncesini barındırın Tiyatroda, salon ne kadar doluysa seyircinin gülüşünün de o denli taşkın olacağı defalarca söylenmiştir. Aynı şekilde, belli bir toplumun fikirleri ve âdetleriyle ilgili olduklarından pek çok güldürü unsurunun bir dilden diğerine tercüme edilemediğiyle ilgili nice tespitte bulunulmuştur. Bu iki olgunun önemi anlaşılamadığından gülünçlük, zihni oyalayan basit bir tuhaflık sayılmış, gülmeye ise diğer insani faaliyetlerle ilişkisiz, münferit, garip bir fenomen gözüyle bakılmıştır. Bu yüzden, gülüncün “akli bir tezat”, “hissedilir bir saçmalık” gibi fikirler arasında zihnin yakaladığı soyut bir ilişki olduğunu ileri süren ya da gülüncün tüm biçimlerine gerçekten de denk düşmekle birlikte, gülünç bir şeyin bizi neden güldürdüğünü hiç mi hiç açıklamayan tanımlar yapılmıştır.

Gerçekten de diğer mantıksal ilişkiler vücudumuza hiç tesir etmezken bu özel mantıksal ilişki, nasıl oluyor da algılanır algılanmaz bizde kasılmaya, genleşmeye ve titremeye yol açabiliyor? Biz sorunu bu yönüyle ele almayacağız. Gülmeyi anlamak için onu ait olduğu doğal ortamına, yani toplum içine yerleştirmek gerekir; özellikle de gülmenin faydaya yönelik işlevini, yani toplumsal işlevini saptamak gerekir. Hemen söyleyelim, tüm araştırmamızı yönlendiren fikir bu olacaktır. Gülme, müşterek hayatın bazı gereklerine cevap vermelidir. Gülmenin toplumsal bir anlamı olmalıdır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir