Henryk Sienkiewicz – Ateş ve Kılıç

1647 yılı boyunca öyle garip şeyler oldu ki, en iyimserler bile ülkenin üzerine büyük fel4ketlerin çökeceğine inandılar. Bir çekirge sürüsünün Yaban Topraklar üzerine indiği ve Tatar işgalcilerin ne buğday ne de ot bulamayacaklan kadar yağmaladığı yazılıdır günlüklerde. Yine günlüklerde bir güneş tutulmasının yazı bir an kararttığı, bir göktaşının da gökyüzünü ateşe verdiği okunur. Aym döneme dolru Varşova’da kent sakinlerinin çoğu havada dalgalanan kanlı haçlar ve tabutlar gördüler. Günah çıkardılar, oruç tuttular ve kesenin ağzını yoksullara açtılar. Dünyayı yokedebilecek bir. vebanın ortaya çıkmakta gecikmeyeceğini düşünüyordu çoğunluk. Bu alışılmadık yazın ardından öyle tatlı bir kış geldi .lrl, herkes korktu. Irmakların güney bölgelerinde, başıboş kalmış buz parçalan sallana sallana denize doğru iniyorlai-dı; sonra kar erimeye başladı, ardından da yağmurla sel geldi, Ye bütün bozkır geniş bir bataklığa döndü. Kışın sonu gelmeden, çayırlann yeşerdiği, anlann çalışmaya başladığı, kapalı kalan hayvanlann hareketlendiği görüldü. Doğanıİı düzeni allakbullak olmuştu. Böylece, bu olaylann daha iyi izlenebildiği Ukrayna do­ .laylannda oturanlar, gözleri Yaban .


:ı’opraklara dönük, korku kimse içinde yaşamaya başladılar. Tehlikenin buradan geleceğinden kuşku duymuyordu. Y�ca buradan gelebilirdi … Bu Yaban Topraklar Dinyeper ve Dinyester arasında göz alabildiğince uzanıyorlar, iki ırmağın kollarına yaslanarak Ka- . 7 radeniz’e kadar iniyorlardı. İşlenebilir topraklar çok az yer tutuyor, Dinyeper üzerinde Çerin’i, Dinyester üzerinde ise Uman’ı geçmiyordu. Birinciler, en ·azından resmi olarak Lehistan’a aitti ve Tatarlara sürülerini bu geniş çayırlarda otlatma iznini de insan veriyordu. Otlar fazla yüksek değildi ve kurt gibi kovalanan avına rastlamak da olağandı. Zengin bir av arayan soyguncu, serüvene susamış asker, özgürlükten sarhOf mahkOm, Kozakla savaşan Tatar, Tatar’la savaşan Kozak, tümü orada kendini rahat hissediyordu. Sürüsünü bekleyen çoban ile, başka heryerdeki bu barıfçı görüntü, dişine dek silAhlı, çekinilecek bir kişi oluyordu bu bölgelerqe. Çoğu kez, buradan geçmek zorunda kalmış yalnız bir yol;. cu, yırtıcı bir ku.fun kanat seslerini duyar ve çabucak kaçardı. «Kısa süre. önce insanlar öldürülmüş burada» diye düşünürdü titreyerek, cgömülmemişler bile!» Böyleydi işte yabani bozkır, görünüşe göre bot ve sonbaşka suz suskunluğu içinde sakin, ama, gerçekte savaş ve ölümden bir şey d�eyen binlerce kişinin yuvası. Bazen ilkel savaşın ardından örgütlü savaş gelirdi. O zaman Tatar aşiretleri, Kozak birlikleri, Lehistan bayraklan her yöne gidip gelirlerdi.

Hayat ve ölüm gürültüleri aralıksız. sürerdi; gündüz, davulların ve borazanların yankısı Karadeıiiz’in dalgalan üzerinde ölür, gece ise sinirli atlann kifDemelerini kurt ulumalan yanıtlardı. Ama 1647 yılı bo�ca böyle bir savaş olmadı ve bozkır alışılmış görüntilsilnd �Örudu. Dinyeper’in bir kolu olan Olmeniçek boyunca uzun otlar dokunulmadan kaldılar … Birkaç gündür yağmur durmuştu. Her günbatımında güneş ufukta bir grup tepenin ardında, yatık ışınlarıyla bir şatonun harabelerini aydınlatarak kayboluyordu. Ama bu gece bir atlı, gözlerini gölgenin kapladığı ırmağa dikmiş,. taşların arasında hareketsiz duruyordu. Birini ya da birilerini bekliyordu. Arkasında, otların ve alaçlann arasında sessiz gölgeler hareket ediyordu. Az sonra batan güneşin son kızıllıklan da silindi ve bozkır mavi bir ışığa gömüldü, ·dolunay zamanıydı ve az bulut vardı. 8 Epey zaman geçti. Atlı yerini değiştirmemişti ve pek bir şey görmüyo� oJmasına rağmen ufku gözlemeye devam ediyordu. Belli belirsiz bir titreme otlan kımıldatıyordu, ama rüzglr da olabilirdi. �an adamdan önce sinirlendi. Birden kulak:laruıı dikti ve kişnedi Sahibinin eli boynunu okşadı.

Birkaç adım ilerde bir dal kırıldı. Okşama durdu, adam geri döndO. ve elini kemerine ualı kılıca götürdO. Çok geç! Bıçaklı ad•m]ar çı)avermifti dört bir yandan. Kurbanın ve saldırganlarııı balnşlarıııdan olupıı karmaşık bir ulultu yükseldi: clsa adınaJ İmdat!• –Allah, Allah! •• Öldürün!• – cAcıyın! İmdat!> Bu yalnızlık içinde kim duyabilirdi bu çağnyı? Ama yine de Tann birinin duymasını istedi. Hemen aynı anda bir başka gürültü, kavga seslerini ba’ltırdı. Dörtnala giden atlann � andınyordu. Gerçekten de atlannı coşturan küçük. çılbJdar atan bir grup atlı ovada ilerliyordu. Sonra çekiJmiş kılıçlar havada şimşekler çaktı, .piştovlar patladı. Beklenmedik yeni bir savaş başlamıştı. Az sonra illı: saldırgan gruptan küfürler ve boğuk çığJıklar yükseldi. Güçlüler zayıflara saldırmış, ama tam kauındıkJannı sanırken kendiJerinden de güçlülerini bulm.Uf}ardı karşılarında.

Kaçanların gürültüsü düşen gövdelerin tok sesini bastırıyordu. Ve bir süre sonra aessizUk her yanı sardı. yaımua rilzgArın türküsü vardı artık. Savaş birkaç saniye ancak sürmüştü. Garip delildi bu. Yaban Topraklarda, gerekçe ne oluna oJsun savaş]ar hiç bir zaman uzun s6rmezdi. Yalnız yolC1J11un yardımına koşan atlılar bayınn tepesinde toplandılar ve gecenin iÇinden güçlü, egemen bir ses duyuldu: – Ate, yakılsın! . Bir kıvılcun parladı, ardından da gökyüzilnü yalarcaaıııA uzun bir alev. tık meşale yanmıştı. iki adam, danseden alevden yararlanarak. yerde yatan, görilnilfe göre C8JJSlZ gövdenin üzerine eğildiJer. 9 Bu iki adam, diğerleri gibi, kralın renklerini taşıyan üniformalar giymişlerdi: kırmızı ceket ve kurt derisinden pelerin. Düşünecek zamanlan olmadı. Arkalarında başkanları belirmi.şti, soylu bir atın üzerinde.

Yere atladı, ayaklan dibinde yatan yabancıya baktı, sonra başım çevirdi: – Eee, çavuş! Yqıyor mu, ölmüş mü? – Yaşıyor teğmenim! Ama pek iyi değil durumu. Birkement nerdieyae boğuyormuş. – Tatar mı? – Sanmam. Bir Rus soylusuna benziyor. Teğmen derin bir soluk aldı. · – Neyse! Yaralıyı daha dikkatle inceledi. – Bir albay hiç kuşkusuz. – Hepsi o kadar değil, telmeniınl Bir de atını görseydiniz! –çavuş hayranlık belirten bir ıalık. çaldı- Han bile sahip Olmak isterdi. Bir süre sonra askerler bayınn öte yanında yakaladıkları atı getirdiklerinde, küçük birJ.ilin başkam .da bu yargıya katıldı. Muhteşem bir hayvandı. Hemen tanıdığı efendisini acı dolu uzun bir kişnemeyle selimladı ve boynunu ona doğru uzattı. Bir astsQ.

bay teğmene yaklaştı. – Aiı bizim olur, değil mi? diye sordu saygısızca. Nasıl? Bu ne cesaret … Adamı hemen öldür daha iyi! Atsız bu bozkırda ne yapar? – Ama, ganimet, teğmenim? . Teğmen ağır bir cevap vermeye· hazırlanıyordu ki, yaralı yavaşça kımıldadı ve morarmış dudakları arasından bir hırıltı çıktı. – Dişlerinin arasından alkol akıtın, diye buyurdu başkan. Kemerini de çıkarın! Yaralının yanına hemen gelen iki asker buyruklan yerine getirmeye çabalarken, bir diğeri de komutanının önünde hareketsiz duruyordu. – Burada kamp kuracak mıyız, teğmenim? – Evet; Ateşleri yakın ve atlann eyerlerini çıkarın!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir