Honore De Balzac – Lanetli Çocuk

Lanetli Çocuk Balzac’ın ünlü yapıtları arasında yer almaz. Oysa, birinci bölümü 1833’te, ikinci bölümü 1836’da dönemin yazın dergilerinde yayımlandığına, 1837’de de okura kitap olarak sunulduğuna göre, Euginie Grande! (1833), Köy Hekim i (1833), Goriot Baba (1835), Vadideki Zambak (1836) gibi yazarın olgunluk dönemi yapıtları arasında yer alır. Ama seksen sekiz aniatıdan oluşmuş bir bütün olan İnsanlık Güldürüsü’nün öteki parçalarından ayrılan birtakım yanları da yok değildir. Bu ana yapıttaki aniatıların büyük çoğunluğu yazarlarının yaşadığı dönemde, XIX. yüzyılda geçerken, Lanetli Çocuk çok daha eski bir dönemde, XVI. yüzyıl sonlarıyla XVII. yüzyıl başlarında geçer; böylece, hepsi de daha eski çağlarda geçen Sürgünler, İsa Flandre’da, Cornilius Usta, Uzun Yaşam İksiri ve Bilinmedik Başyapıt gibi o da bir ölçüde bütünden ayrılır; o da bu beş yapıt gibi İnsanlık Güldürüsü’nün “Felsefesel incelemeler” öbeğinde yer alır. Ancak, “Felsefesel incelemeler” öbeğinde yer alan tüm anlatıların yazarın yaşadığı çağdan daha eski dönemlerde geçmesinin bir zorunluluk olmaması bir yana, “Lanetli çocuk’un ‘Özel yaşam sahneleri’ öbeğinde yer alması hiç de aykırı kaçmazdı, hatta daha tutarlı bir seçim olurdu”, demek hiç de yanlış olmaz. Öyle ya, korkunç sonu bir yana bırakılacak olursa, Lanetli Çocuk’ta her toplumda ve dönemde rastlanabilecek bir olay anlatıldığı söylenebilir. Kendi soyunu, kendi “soylu” konumunu temel değer olarak gören, soyunu ve konumunu sürdürmek ve güçlendirmek için her şeyi yapabilen sevgisiz ve acımasız bir kişi olan kont d’Herouville’in yedi aylık doğan oğlunun eşinin eski sevgilisinden olduğuna inanarak onu yadsıması -ve kendisinden uzak tutması, tüm sevgisini ikinci oğlunda yoğunlaştırması, annesinin gözetiminde arı ve durgun bir yaşam süren ilk oğula yıllardan sonra, ancak ikinci oğlunu yitirmesinin ardından ve yalnızca soyunu sürdürmek düşüncesiyle yakınlık göstermesi, belirli bir töreye bağlanabilir, ama, en azından ilk bakışta, felsefe alanına giren bir tutum değildir. Ancak Lanetli Çocuk’un “felsefesel incelemeler” kümesinde yer almasını bir aykırılık olarak değerlendirmek de yanlış olur: Balzac’ın seçimi romanın hem yapısı, hem içeriğiyle doğrulanır. Lanetli Çocuk örneğin bir Goriot Baba, bir Altın Gözlü Kız ya da bir Kibar Fahişe/erin İhtişam ve Sefoleti gibi oluntuların, karşılaşmaların, konuşmaların doğrudan verildiği bir aniatı değildir. Balzac daha birçok anlatısında olduğu gibi burada da oluotuları ve konuşmaları doğrudan yansıtmak yerine, çözümleme ve betimlemeler aracılığıyla yansıtır bize; gene birçok anlatısında olduğu gibi burada da aniatı kişilerinin kendi gözlem ve yorumları olaylara ışık tutar, örneğin yapıtın temel kişisi Etienne’in iç dünyası annesinin gözlem ve yorumlarıyla verilir. Anlatıcının kendisi de betimleme ve yorumlarını sürdürürken, ele aldığı olay ya da kişinin özel durumundan genel durumlara atlayarak kapsamlı çözümlernelere girişir. Böylece, bir aşk ya da töre romanı aynı zamanda bir “felsefesel inceleme” niteliği kazanabilir.


Ama böyle bir durum anlatının akıcılığını eksiltmcz hiçbir zaman, Lanetli Çocuk da tıpkı Goriot Baba, tıpkı Sönmüş Hayal/er, tıpkı Yaşamda Bir Başlangıç gibi ilgiyle okunur. Tahsin YÜCEL MADAM LA BARONNE JAMES ROTHSCHILD’E A1’\f::_’\TE l’\11\,.§IL YAŞAJDR? Bir kış gecesi, sabaha karşı iki sularında, Kontes Jeanne d’Herouville’in bedenine öyle şiddetli ağrılar saplandı ki doğumun yaklaştığını hissetti; duruşumuzu değiştirmenin daha iyi olabileceğini düşündüren içgüdüyle, hem bu yepyeni sancıların ne olduğunu anlamak, hem de kendi durumu üstüne düşünmek için doğrulup oturur konuma geçti. İlk kez doğum yapmanın birçok kadını korkutan tehlikelerindense, asıl çocuğu bekleyen belalardan kaynaklanan amansız kaygılarla boğuşuyordu. Kadıncağız yanında uyuyan kocasını uyandırmamak için ancak kaçmakta olan bir tutsakta görülebilecek, derin bir dehşet in yarattığı özenle dikkatli davranmaya çalışıyordu. Acısı gittikçe artsa da, yaş elleriyle yastığa bastırıp bedeninin kendisini bitkin düşüren duruşunu değiştirme işine odaklandıkça, onu hissetmez oldu. Evlendiğinden beri altında çok az uyuduğu, yeşil hareli kumaştan koskocaman karyola örtüsünün en ufak hışırtısında, bir zil çalmışçasına duruyordu. Bir yandan kontu gözetlernek zorunda olduğundan, bakışları çığırtkan kumaşın kıvrımlarıyla bıyığı onun omzuna değen yağız ve geniş yüz arasında gidip geliyordu. Kocasının dudaklarından fazla gürültülü bir soluk çıktığında, birdenbire endişeye kapıldığından, çifte sıkıntısıyla yanaklarına yayılan kızıllık daha da artıyordu. Geceleyin tutukevinin kapısına kadar gelip bulduğu bir anahtarla ses çıkarmadan acımasız bir kilidi açmaya çabalayan bir suçlu bile bunca sıkıntılı bir gözüpeklik göstermez. Kontes gardiyanını uyandırmadan yatakta doğrulmayı başarınca, kişiliğinin dokunaklı saflığını açığa vuran çocukça bir sevinç hareketi yaptı; ama alev alev yanan dudaklarında 12 ortaya çıkan belirsiz gülümseme hemencecik uçtu gitti: Bir düşünce kararttı tertemiz alnını ve kocaman mavi gözlerine yine o üzüntülü ifade oturdu. İç geçirip yeniden ellerini sakınımlılıkla kocasıyla paylaştığı uğursuz yastığa koydu. Sonra, evlendiğİnden beri ilk kez hareketlerinde ve düşüncelerinde özgür davranabiliyormuş gibi, kafesteki bir kuşunkilere benzer hafif devinimlerle boynunu uzatıp çevresindeki nesnelere baktı. Gören daha kısa bir süre önce şen şakrak biriymiş de, ansızın yazgı onun o ilk umutlarını silip süpürmüş ve saf neşesini hüzne döndürmüş sanırdı. Oda bugün bile hala kimi seksenlik bekçilerin eski şatoları ziyaret eden gezginlere “İşte XIII.

Louis’nin yattığı kraliyet odası” diye tanıttığı türdendi. Genel olarak kahverengi tonlarındaki güzel duvar halıları narin yontuları zamanla kararmış, ceviz ağacından büyük kenar süsleriyle çerçevelenmişti. Tavanda, kirişler geçtiğimiz yüzyıl biçeminde, arabesklerle bezeli ve kestane ağacı renkleri bozulmamış tavan tekneleri oluşturuyordu. Kasvetli renklerle dolu bu bezekler ışığı o kadar az yansıtıyorlardı ki üstlerindeki desenler zar zor seçiliyordu, oysa bu gösterişli, geniş ve uzun oda çok iyi güneş alıyordu. Geniş bir şöminenin davlumbazının üstünde duran gümüş lambanın hafifçe titreyen ışığı da bir güz gecesinin boz örtüsünü zaman zaman delip geçen belli belirsiz yıldızlarla karşılaştırılabilecek denli cılızdı. Kontesin yatağının karşısındaki o şöminenin mermerine sıkıştırılmış yontucuklar o kadar tuhaf ve gudubet figürler sergiliyorlardı ki kadın onlara uzun süre bakamıyor, hareket edecekler ya da bir karış açık ve yamuk ağızlarından bir kahkaha çıkacak diye ürküyordu. O sırada en ufak yelin sesine bile iç karartıcı bir anlam yükleyen şöminenin içinden korkunç bir fırtına gürlüyordu, geniş hacası gökyüzüyle öyle bir iletişim kuruyordu ki ocaktaki bir sürü köseği soluk alıp veriyor gibiydi, yelin keyfine göre bir yanıp bir sönüyorlardı. Herouville ailesinin beyaz mermerden yontulmuş arma levhası tüm o sarkık saçakları ve onu taşıyanların figürleriyle, evlilik onuruna yapılmış bir başka anıt olan yatakla birlikte bu tuhaf yapıya bir mezar görünümü kazandırıyordu. Çağdaş bir mimar odanın mı yatağa göre, yoksa yatağın mı odaya göre tasarlandığını kestirmekte zorlanırdı. Taçlada bezeli, ceviz ağacından bir gökte aynaşan iki aşk tanrı- sı melekleri andırıyorlar; bu kubbeyi taşıyan, aynı ağaçtan yapılma sütunlarda açıklamaları hem Kutsal Kitap’ta, hem de Ovidius’un Başkalaşımlar’ında bulunan söylensel sahneler betimleniyordu. Yatağı kaldırın, bu gök bir kilisedeki vaiz kürsüsünü ya da kilise büyüklerinin oturduğu sırayı süsleyebilirdi pekala. Çift, çevresinde bir seki bulunan ve yeşil hareli kumaştan, belki de üstlerindeki kuşlar ötüyarmuş gibi göründüğünden adına cıvıltı1 denen, büyük parlak desenlerle dolu iki yatak perdesiyle süslenmiş bu görkemli yatağa üç hasarnakla çıkıyordu. Kocaman perdelerin kıvrımları o kadar sertti ki gece bu ipek madeni bir kumaş sanılabilirdi. Bu beylik yatağının arkalığını oluşturan, altın tel saçaklada bezeli yeşil kadifenin üstüne, Herouville Kontlarına özgü bir boşinançla büyük bir haç iliştirilmişti, küçük kilisenin papazı Hurma Pazarı gününde2 oraya yeni kutsanmış bir şimşir dalı koyup hacın altında bulunan kakmalı kaptaki okunmuş suyu değiştiriyordu. Şöminenin bir yanında, o zamanlarda da taşrada genç eviilere düğün armağanı olarak verilen, değerli, işlemeleri göz alıcı bir dolap duruyordu.

Bugünlerde antikacıların gözdesi olan bu eski dolaplar kadınların debdebeli olduğu kadar zarif süslerini koydukları bir depoydu. Onaltıncı yüzyılda süs meraklıların kullandığı ne varsa onlarla, dantellerle, mintanlarla, yakalarla, çok pahalı giysilerle, para keseleriyle, maskelerle, eldivenlerle, peçelerle doluydu içi. Öteki yanda, bakışımlı olsun diye, kontesin kitaplarını, kağıtlarını ve değerli taşlarını koyduğu diğerine benzer bir mobilya yükseliyordu. Odadaki eşyayı damasko antik koltuklar; Venedik’te üretilmiş, bir tür tekerlekli tuvalet masasında zengin bir tarzda çerçevelcnmiş, yeşile çalan büyük bir ayna tamamlıyordu. Zemin gösterişliliğiyle kontun hoşa gitme arzusunu açığa vuran bir İran halısıyla kaplıydı. Yatağa çıkan basamakların sonuncusunda, hizmetçinin üstüne her akşam gümüş ya da altın bir kupada, baharatlada hazırlanan bir içecek koyduğu sehpa duruyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir