Hüseyin Engin – Fuzuli; Yaşamı, Sanatı, Yapıtları

Fuzuli’nin şiiri hakkında en meşhur tezkirelerden Ahdi tezkiresi şu mütalaayı yürütmektedir: “Kendü tarzında muhter� ve tanyk-ı maanide mübdi’ ve şahid-i fikri elfaz-ı pak ile müzeyyen ve gün gibi came-i zerrin-i ma’na ile a’­ yan içinde muayyen ve lisan-ı Tazide olan ebyatı, fusaha-yı Arata meşhur ve güftar-ı Nevai-ayini Türkan-ı Mogol yanında mezkur ve zeban-ı fürste o�an divanı pesendide-i her merzibüm ve eş’ar-ı türkisi makbul-i zurafa-yı Rum olmuştur.” Şairlerin değerlerini belirtınede ve haklarında haklı ve çok yerinde hükümler verınede hakikaten büyük bir isabet gösteren Latifi de Fuzuli’nin şiiri hakkında “Nevayi tarzına karib bir tarz-ı dil-firib ve üslub-ı acibi vardır. Tarzında mübd� ve tarıyianda muhteri’dir” diyor. Diğer tezkireler de umumiyede onu övmede ve bilhassa Nevai tarzına yakın bir tarzda şiir yazdığım ve vadisinde garib ve muhteri yani bir edebiyat tarihçisinin garip anlayışı gibi şimdiki manada garip değil, eşsiz, tek· ve · örneksiz, aynı zamanda da ihtira sahibi olduğunu söylerler. Hakikaten de lehçe ve edası bakımından, artık İstanbul şivesini umumi yazı şivesi olarak kabul etmiş olan Anadolu, Rumeli ve İstanbul şair ve müdekkiklerince garip, eşsiz, örneksizdir. Fuzuli de doğrucası şöhretinin mühim bir kısmını bu edaya ve Azeri lehçesine borçludur. TÜRK KlASiKLERİ ll Fuzuli, Türkçe Divan mukaddimesinde şür� her şeyden ·önce bir istidat ve binaenaleyh bir yaradılış işi olarak görmekte, bu istidadın, muhit ve cemiyette inkişaf edeceğini söylemektedir. Fakat “İlimsiz şür, esası yok dıvar gıbi olur ve esassız dıvar, gaayette bi itibar olur” diyerek şürin, ilimle gelişebilece� ilimsiz şürin, ruhsuz kalıp olduğunu bildirir. Bu fikir, yalnız onun fikri değildir. Devrindeki divan şairlerinin hepsi aynı fikirdedir. Daha çocuk denecek bir çağdayken şür söylemeye başladığını, şöhretinin dünyayı tuttuğunu söyleyen şair, Türkçe Divanı’m nasıl tertip ettiğini şöyle bir hikayeyle anlatır: “Yüzündeki bene Huten miski demek hata olan, saçiarına çektiği haset yüzünden Tatar ülkesindeki nafenin bile günü, zamani kara bir hale gelen, saçı, sakalı miskler kokan kara gözlü bir güzel, günün birinde yürüyen bir selvi gibi salına-salına geldi, aşkından topraklara döşenmiştim de beni görtip üstüme merhamet gölgesi saldı. Tatlı tatlı hatırımı sordu, gönlümü aldı. Konuşur-görüşürken ey fesahat bahçesinin çiçeği, ey güzel söz ilkbaharının yeşilliği dedi, hamdolsun Tanrıya, iradesi, kaderi, sana kuvvet vermiş, başarılar ilisan etmiş, nazım ve nesir fenlerinin ülkelerini zaptetmeyi sana müyesser eylemiş. Söz iklimlerinin başbuğluk nöbeti, yavaş yavaş sana gelip çatmış. Arapta, acemde, türkte eşi bulunmaz kamiller çok amma senin gibi bütün dillerde ş ür ve n esir yazacak yok.


Dilinin anahtarı, zamanın yüzüne feyiz kapılarını açmada. Bir dalgıç olan şairlik tabiatin, halkın ileri gelenlerine de, aşağı tabakasına da fesahat denizinden belagat incilerini çıkarıp saçmada. Dünya halkının kimisi nesir ve muamma incilerinden feyiz almış, kimisi mesnevilerinle kasidelerinden faydalanmış. Bazısı farsça gazellerini gönüllerine nakşetmişler, bazıları arapça recizlerinin zevkına varmışlar. Türk-zade güzellerin, şiliinin feyzinden mahrum kalmaları, zevk sahibi Türk tanesinin, sözlerinin bahçesinde gazel divammn çiçeklerini bulmamaları hiç de doğru değil. Bu yüzden şairlik binanın kusurlu kalması ve bu sebeple yücelik istidadımn esasının rahne- 12 FUZULi lenmesi yakışmaz”. Burada şairin, gazel hakkında altı beyitlik bir mesnevisi _ var. Diyor ki: “Nazar ehline safa bağışlayan, onları tertemiz bir hale getiren gazeldir. Gazel, hüner bahçesinin gülüdür. Gazel ceylanını avlamak kolay değildir. Gazeli inkar eden İrfan sahibi olamaz. Şairin kudretini gazel gösterir. Nazmın şöhretini gazel arttırır. Gönül, şiirin birçok tarzı var amma sen, hepsinin içinden gazeli seç. Çünkü gazel, her topluluğun ziyneti ve akıllıların sanatıdır.

Devrinde ve dünyada meşhur olan, okunması, yazılması kolay bulunan gazel söyle sen.” Şair, bu güzelin sözünü dinliyor ve çocukluğunda yazdığı gazelle ri, kendisinden reca ve minnetle alanlardan recalarla, minnetlerle alıp toplayabildiklerini topladığını, bu suretle de muhtasar bir divan meydana getirdiğini söylüyor. Türkçe divanındaki şiirler, Fuzull’nin çocukluğunda, yahut çocuk denecek çağlarında söylediği şiirler midir? Buna imkan yok. Bu gazelierin çoğu, Nevai’ye, Anadolu şairlerinden Nizami’ye, Necati’ye vesaireye nazirelerdir. Bunlara nazireler söylemiş, mazmunlarını tasarruf etmiş, İran şairlerinden mülhem olmuş, Hafız’dan, Sadi’den, Selman’dan, Katibi’den . mazmumlar almıştır. Belki gazellerinin bir kısmı, gençlik çağına aittir. Fakat çoğunun olgunluk devrine ait olduğu şüphe götürmez bir hakikattir. Fuzuli, Hayali Bey’le İran seferi münasebetiyle Bağdad’da 940.- 942′ de, yani ölümünden yirmi küsur yıl önce tanışmıştır. Rum ülkesine gitmeyi arzularlığını bildiren gazeller şüphe yok ki Osmanoğullarının Bağdad’ı almasından sonra yazılmış gazellerdir. bile, Bükülmüş kaddimi kurtaragör kuliab-ı zülfünden Hatadır çekmesin çok bağrı çökmüş bir çürük yayı beytİndeki bükülmüş bel, şairane bir tarzı ifade sayılsa TÜRK KLASiKLERİ Verdi rihletden haber muy-ı sefid ü ruy-ı zerd Çihre -f handam vü zülf-i perfşanı unut beyti ve, Gönül yetti ecel zevk-ı ruh-f dildar yetmez mi Ağardı muy-ı ser sevdal-yı zülf-i yar yetmez mi Yetirdi başını gerdun ayağa bar-ı mihnetden Hayai-f halka-i giysu-yı anber-bar yetmez mi ı3 Sana yetdi ecel peymanesin nuş etmeğe növbet Reva-yı çeşm-i mest ü gamze -i hun-har yetmez mi Yeter oldu kulağa bang-i rihlet dehr bağından Ne durmuşsun temaşa-yı gül-f ruhsar yetmez mi Yeter cem ‘ey/e bar-i ma ‘siyet tagyir-i atvar et Raya kıl yok mudut insaf ol kim var yetmez mi Hidayet menziline yetdiler say ile akranın Dalalet içre sen kaldın sana ol ar yetmez mi Fuzulf sanma yetmek menzil i maksuda müşkildir Tutan daman- şer’-i Ahmed-i Muhtar yetmez mi gazelinin, ölüme yaklaşmış, beli bükülmüş, saçları ağarmış, yaptıklarina nadim mü’min bir ihtiyarın ağzından çıktığı muhakkaktır. Kıtalarından biri de aynı mealdedir ve aynı inkisarla yazılmıştır. Kadılara, Padişaha, valilere hitap eden kıtaları, bilhassa kasideleri, Osmanoğulları’nın Bağdad’ı almalarından sonra yazıldığı gibi gazelleri de hayatının muhtelif devirlerine aittir. Zamanının ziyaına yanıp yakılan, ihtiyarlığıriı belirten ruhaileri de vardır.

Hasılı bütün bir ömür mahsulü olan bu divanın, bir güzelin isteği üzerine toplanması da, içindeki şiirlerin, çocukluğuna ait şiirler olması da şairane bir hayalden ve divan edebiyatının esas unsuru olan yalanın şairce ifadesinden başka bir şey değildir: 14 Ger derse Fuzuli ki güzellerde vefa var, Aldanma ki şair sözü elbette ya/andır! FUZULi Şair, farsça divan mukaddiınesinde de hemen-hemen_ aynı şeyleri söyler: “Bir gün bir mektep sahasından geçiyordum, yolum oraya düşmüştü. Peri yüzlü bir Fars gördüm. Öyle usul boylu bir selviydi ki güzel yürüyüşü, o yürüyüşe dalıp şaşıran elifi hareketten alıkoymuş, mushaf yüzünü mütalaa, şevkı, sad’ın görmez gözünü görüşün ta kendisi etmişti. n(*) o güzel, şairin şiirlerinden birkaç beyit okumasını istiyor, şair, arapça ve türkçe şiirlerinden birkaç beyit okuyar. Güzel, ben bunları anlamam. Bu dil benim dilim değil ki. Bana farsça ve ciğerler yakan gazeller gerek diyor. Bunun üzerine Fuzuli, birkaç gece içinde farsça gazellerden bir divan meydana getiriyor. ** ) Bu sözlere inanırsak Fuzu11, evvelce yalnız arapça ve türkçe şiir yazarmış, farsça divanını sonradan meydana getirmiş. Halbuki türkçe divan mukaddiınesinde türkçe divanını, arapça ve farsça şiirleriyle şöhret bulduktan sonra ve çocukluk şiirlerinden tertip etmiş olduğunu söyler. O söze ne kadar inanabilitsek bu söze de o kadar inanabiliriz, “Ve ennehum yekuliine ma la ye f a lA un. n(***)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir