İbn Sina – Kategoriler

Daha önce bileşik ve tekil lafzın mahiyetini öğrenmiştin. Bileşik lafzın ancak tekil lafızdan oluştuğunu öğrenmiştin. Tekil lafızların, tümel, tikel, zati ve arazi olmaları bakımından beş kısma ayrıldığını öğrenmiştin. Şimdi ise şunu öğrenmen gerekmektedir: Tekil lafızların bu beş durumunu bilmenin bileşik lafızları bilmeyi amaçlaman bakımından bileşik lafızları bilmeye yardımcıdır; tekil lafızlara ait başka durumlar vardır ve bileşik lafızların bilgisinde bu durumlara gerek duyulmaz. Dolayısıyla Mantıkta kastedilen bileşimle (terkip) bileşik olan lafızların durumlarını bilmede tekil lafızların bütün durumlarına ihtiyaç duyulmaz. Fakat bunlara gelince bilinmesi Mantık sanatında yarar sağlayan şeylerdendir. Bileşik lafızlar ancak Mantık sanatı açısından tasavvur ve tasdikin ifade edilmesinde faydalı bir yolun bilinmesi amacıyla bileşime girer. Tasavvur ve tasdikin ifadesi ise kıyaslarla, tanımlarla ve resimlerle tamamlanır. Kıyaslar, ilerde öğreneceğin gibi, öncüllerden oluşur ve ilimlere girebilmeleri için konularının tümel olmasına muhtaç oldukları gibi burhana girebilmeleri için de konularının ve yüklemlerinin zatilik ve arazilikte zikredilen nispetlerden olan nispetlerde bulunmasına muhtaçtırlar. Taksim (bölme) de bilinmeyenin bilgisine götüren yollardan biridir. Bölen taksim, cinslerin fasıllar yoluyla türlere bölünmesi ve bu bölümlemede türün hemen ardından gelen türden başkasına sıçramanın olmaması için türlerdeki sıralamanın korunmasıdır. Bu bölümleme bazen hassalar (özellikler) ve arazlarla da yapılır. Söz konusu beş tekilin bilinmesi kıyaslarda yararlıdır. Bunların tanımlar ve resimlerdeki yararı daha da açıktır. Çünkü tanımlar, cinsler ve fasıllardan (ayrımlardan) oluşur ve resimler de cinsler, hassalar ve arazlardan oluşur.


Bunlar ise çoğunlukla türlere aittir. Tekil lafızlara eklenen bu durumların bilinmesinin, bileşikleri bilmenin önüne alınması ya zorunludur ya da zorunlu gibidir. Tekil lafızların başka durumları da vardır. Bu durumlar, mantığın konusunu tanıttığımız esnada açıkladığımız iki varlıktan biriyle var olan şeylere delalet etmeleridir. Mantık sanatını öğrenmemizde bu durumu bilmemiz kesinlikle zorunlu olmadığı gibi zorunluya benzer de değildir. Bu gerekmezlik durumu şu üç yöndendir; a) tekil lafızların tikel fertlere delalet etme halleri bakımından zorunlu veya zorunluya benzer değildir, çünkü bu bırakın Mantıkta yarar sağlamayı hiçbir ilimde kesinlikle yarar sağlamaz; b) türlere delalet etme durumları bakımından zorunlu veya zorunluya benzer değildir, çünkü Mantık sanatında hiç kimse bunu amaçlamamış ve Mantık sanatı bunlar olmaksızın tamamlanmıştır; c) Yüksek cinslere -ki öteden beri bu cinslere kategoriler denmesi ve Mantığın başında kategoriler adı verilen müstakil bir kitapta incelenmeleri adet olagelmiştir- delalet etme durumları bakımından da zorunlu veya zorunluya benzer değildir. Çünkü Mantık öğrencisi, tekil lafızların durumlarına dair tarif ettiklerimizden onu öğrendikten ve yine isim ve kelimeyi öğrendikten sonra önermeleri ve kısımlarım, kıyasları, tanımları ve kısımlarını, kıyasların maddelerini, burhani olan ve burhani olmayan tanımları, tanımların cinslerini ve türlerini öğrenmeye geçebilir. Her ne kadar on kategori diye bir şeyin olduğunu ve bu kategorilerin tekil lafızlarla kendilerine veya kendilerinin kapsamına girenlere delalet ettiğini bilmese de onları öğrenmeye geçebilir. Bunu (kategorileri) görmezden gelmekten dolayı dikkate değer bir zarar ortaya çıkmaz. Bir kimse söz konusu kategorilerin sayısının daha fazla veya daha az olduğunu düşünse bile bundan dolayı Mantığa bir zayıflık girmez. Bu şeylerin cinslikle nitelenip nitelenmediğini bilmesi, başka şeylerin türlükle nitelenip nitelenmediğini bilmesinden daha zorunlu değildir. Bilakis bu kategorilerin varlıklarının niteliği bakımından bilgisi İlk Felsefenin (Metafiziğin) işidir; nefsin bunları tasavvur etmesi bakımından bilgisi, İlk Felsefenin komşusu olan Doğa ilminin bir kısmının (yani Psikolojinin) işidir ve bunların kendilerine karşılık olarak belirlenmiş lafızları hak ettiklerinin bilgisi dilcilerin sanatının işidir. Tekil lafızların bu kategorilerden biri üzerine vaki olduğunu, üzerine vaki oldukları lafızlar belirlenmeksizin bilmek, var olan şeylerin bilfiil veya bilkuvve vazedilmiş tekil lafızlara sahip olduklarını bilmek gibidir. Mantıkçının mantıkçı olması bakımından bunu kategoriler hakkında bilmesi, başka şeyler hakkında bilmesinden daha öncelikli değildir. Çünkü mantıkçı olması bakımından mantıkçının, tekil lafızların genel tümel olan şeyler sınıfı için konulduğu bilmekle uğraşıp da bunu özel tümel olan şeyler sınıfı hakkında bilmemesi gerekli değildir.

Evet, burada önemli bir şey vardır ki o da şudur: Öğrenci bu öğretimden bir yönden yararlanabilir. Bu yön ise (kategorileri bilme sayesinde) öğrencide bir şekilde şeyleri kuşatma durumunun meydana gelmesi ve örnekler verebilmesidir. Tanımlananların çeşitli kategorilerde bulunuşlarından kaynaklanan farklılık nedeniyle kimi zaman tanımlara da farklılık arız olmaktadır. Buna görelilik kategorisinde olan bir şeyin durumunu örnek verebiliriz. Çünkü bu şey tanımlanırken, ona cevher kategorisinde bulunması nedeniyle arız olmayan bir takım durumlara muhtaç olması arız olur. Bazen tanımlamada nicelik türlerine bir takım özellikler hususi el-Mekulat 2 olur ki bunlar nitelik türlerine değil onlara aittir. Bu şeyler kendi başına anlaşılabilir olduğunda, bu öğretimin fertlerine duyulan ihtiyaç bu anlamda acil olmadığı takdirde öğrenilmeleri kolaydır. Çünkü sanatın fertlerine (yani tek tek kategorilere) ve “eğer şeyler görelilik kategorisinden ise hükümleri şöyledir, eğer kuvvet ve nitelik iseler hükümleri şöyledir” denilmesine muhtaç olmaksızın tanımlama sanatını tam olarak öğrenmen mümkündür. O halde bu sanatı (Kategorileri) öğrenme hırsından dolayı bu ölçüyü aşmamalı ve onun gerçekte Mantık sanatına dışarıdan sokulduğundan emin olmalısın. Bir şeyi daha bilmelisin: Bu kitabı Mantığa koyan kimse (felsefi) öğretim yöntemini dikkate alarak koymamıştır, aksine kabul ve taklit yöntemini dikkate alarak koymuştur. Çünkü Kategorilerde tahkik yoluyla bilinen şeyleri Mantığa uygun bir açıklamayla bilmen mümkün değildir. Bilmelisin ki, onların bu on kategorinin sayısını ispatlama çabaları, onların ilimleri olmadığı, bunların birbirine girişliliği olmadığı, her birinin şu özelliğe sahip olduğu, bunlardan araz olan dokuz tanesinin cevher olan birincinden farklı olduklarını vb. bütün hususlar başka disiplinlerden edinilmiş açıklamalardır ve bunlarda tam anlamıyla eksik kalınmıştır. Çünkü bunlar ancak derinliğine bir incelemeyle bilinebilir ve derinlemesine inceleme ise ancak İlk Felsefe (Metafizik) denilen ilmin seviyesine ulaşıldıktan sonra yapılabilir. Buna göre, şu hakikati bilmelisin ki bu kitaptaki amaç, (a) on şeyin mevcutları kuşatan yüksek cinsler olduğuna ve tekil lafızların bunları ifade ettiğine doğru kabul edilen bir ilke olarak inanman ve (b) bu on şeyden birisinin cevher, geri kalan dokuzunun da araz olduğunu bilmendir.

Ancak söz konusu dokuzun araz olduğu sana kanıtlanmayacaktır, bilakis senin bunu yalnızca kabul etmen gerekir. Çünkü şu anda sana nitelik ve niceliklerin araz olduğunu bu sayının zorunluluğunu kanıtlamaksızm kanıtlamamızın yolu yoktur, aksine sen bunu yalnızca kabul etmelisin. Yine bu dokuz arazdan her birinin gerçekte cins olduğunu, dereceli anlamdaş (müşekkek) lafız olmadığı gibi mahiyetin kurucu unsuru olmayan bir gerekene de delalet etmediğini sana kanıdamayacağız. Çünkü öğretimin başında örneğin niteliğin, altındaki türlere cins gibi vaki olduğunu ve onun eşadlı veya dereceli anlamdaş (müşekkek) veya eşit anlamlı (mütevatı) bir isim olmadığını ama altında-kinin mahiyetini kaim kıldığını ve niceliğin de böyle olduğunu bilmen mümkün değildir. Bu kitapta bunlarla uğraşan kimse gücünün yetmeyeceği bir işi üstlenmiş demektir. Zikredilecek hassalar (özellikler) da böyledir. Çünkü hassalar da yalnızca zikredilmektedir. Benim sana söylediğimin doğru olduğunun delili şudur: Bu bahisler/meseleler, asıl olan kitaba terk edilmiş ve ileri gelen mantıkçıların hepsi bu kitabın mevcudarın doğalarını inceleyen bir kitap olması (iddiasından) tiksinmiş dahası şöyle demişlerdir: Bu kitap, tekil lafızlarla delalet edilmesi bakımından mevcudatı incelemektedir. Bu dokuz (kategorinin) araz olduğunu temellendiren burhanlar, bunların varlıklarının hallerine delalet eden burhanlardan başka değildir. Bu kitapta ise tekil lafızlarla delalet edilmeleri bakımından bunlar (kategoriler) hakkında burhan bulunmamaktadır. Diğer bahislerde de durum böyledir. Kategoriler hakkındaki bu durumların açıklaması, kategorilerin var olmaları bakımından incelemesiyle ilgili olduğuna göre, söz konusu mantıkçıların inandıkları iğrenmenin hiçbir anlamı yoktur. Aksine onlar hakkmdaki bu inceleme, mevcut olmaları bakımından sonra, lafızla delalet edilen olmaları bakımından olur ki bu iki inceleme yönü bir araya gelmiş olur. Fakat var olması bakımından durumları incelenen her şey, bununla birlikte, lafızla delalet edilen olması bakmamdan da durumunu fark ettirir/hissettirir. Çünkü varlıktaki her hakikatin örtüştüğü bir lafız vardır.

Evet, hakikatin lafızla delalet edilen olması bakmamdan salt varlığın içermediği özellikleri bulunsaydı ve bu kitaptaki inceleme de söz konusu özelliklerle sınırlı olup onlara yönelik olsaydı, ileri gelen mantıkçıların bu kitabın amacı olarak tanıtıp doğal ve metafizik değil mantıkî bir inceleme olarak soyutladıkları şeyin derinlikli bir durum, incelikli bir çıkarım ve kapalı bir ayrım olduğunu zannetmek uygun olurdu. Şayet bu şeylerin tamamını teslim/kabul yoluyla vazetse-lerdi ve “Bunlar, tekil lafızların delalet ettiklerinin toplamı olan şeylerdir ve bileşik lafızlar bunlardan oluşur, dahası bu şeylerin nefisteki anlamları, her ne kadar orada herhangi bir lafız bulunmasa da, bilinmeyenlerin idrakine ulaşılacak şekilde onlardan bileşen bileşik anlamların nefisteki parçaları olan maddelerdir” deselerdi yine bir şey söylemiş olurlardı. Fakat onların bunun mantıkî bir araştırma olup lafızlarla ilgili olduğu üzerine ısrarları, hiç kuşkusuz saf bir zorlamadır. Bu nedenle aptallaşmış ve şaşırmışlardır. Biz ise söyleyeceğimizi söyleyeceğiz, sonra da ister kabul edelim isterse de açıklayıcı olalım mantıkçıların yollarını ve adetlerini izleyeceğiz. Bu amaçla şöyle deriz: Bu kitap (Kategoriler) ve onun mantığın başına konulması, çok yararlı olmamasının yanı sıra başlangıçta zarar verebilir. O kadar çok (müptedi/yeni öğrenmeye başlayan) insan gördüm ki bu kitabı okuması sebebiyle zihni karışmış hatta bu kitapta künhünün tam olarak kavranması mümkün olmayan şeyleri hayal etmiş, onda hakikatle alakası olmayan hayaller gelişmiş ve bu hayaller üzerine görüş ve düşünceler kurularak el-Mekulat 3 bunlarla zihni kirlenmiş ve akıl levhasına başka bir şeyin yazılmasıyla silinemeyecek ve başka şey karıştığında aklını karıştıracak şeyler yazılmıştır. İKİNCİ FASIL EŞSESLİ (MÜTTEFİK), EŞİT-ANLAMLI (MÜTEVATI), AYRI (MÜTEBAYİN), TÜREMİŞ VB. LAFIZLAR Farklı ve çok şeylerin bir kısmı, tek bir isimde ortak olanlardır. Bu, iki şekildedir: (a) Ya eşit anlamlılık (tevatu) yoluyla olur (b) ya da eşit anlamlılık yolundan başka bir yolla olur. Eşit anlamlılık yolu, hem ismin aynı olması hem de cevher sözünün, yani zatın tanımının veya o isimden anlaşılan olması bakımından betiminin bütün yönlerden aynı olmasıdır. Örneğin, insana, ata, öküze, hatta Ali’ye, Zeyd’e, Amr’a, şu ata ve şu öküze “canlı” dememiz gibi. Zira bunların tamamı “cardı” diye isimlendirilir. Tanım veya betim/resim yapılmak istediğinde özetle cevher sözü yani bunların tamamında zatın anlamına delalet eden ayrıntılı lafız söylenmek istendiğinde bu, betim veya tanım olur. Çünkü söz, onların her birinden daha geneldir.

Oysa onun tanımı, onlarda bütün yönlerden aynıdır, yani hem anlam bakımından hem hak etme bakımından bir olup daha layıklık ve daha uygunluk, öncelik ve sonralık, güçlülük ve zayıflık bakımlarından farklılaşmaz. Bu eşit anlamlılığın, söz konusu isim bakımından olan sözde olması gerekir. Çünkü onda birleşen ve ortak olan başka bir söz bulunduğunda ve bu isim bakımından olmadığında isim ona eşit anlamlılıkla söylenmiş olmaz. Burada isimle ister isim ismine özgü olsun isterse kelime/fiil ismine özgü olsun isterse de daha sonra açıklanacak olan eşadlıhkla delalet eden üçüncüsü olsun delalet eden bütün lafızları kastediyoruz. İşte bu, eşit anlamklık yoluyla söylenendir. Eşit anlamlılık yoluyla olmayanlara gelince, bunların tamamı isim ittifakıyla (eş seslilikle) söylenir ve üç kısma ayrılır. Şöyle ki: Bunlardaki anlam (a) ya başka yönlerden farklılaşsa bile kendinde aynıdır/birdir (b) ya aynı değildir, ama aralarında bir tür benzerlik vardır (c) ya da aynı da değildir, aralarında benzerlik de yoktur. Aynı anlamda olup sonra farklılaşalım örneği, “varlık” anlamıdır. Varlık anlamı, pek çok şeyde aynıdır, fakat onlarda bütün yönlerden tek bir biçimde mevcut olmadığı için o şeylerde farklı farklıdır. Bir kısmı için önce, bir kısmı için sonradır. Cevher için, cevherin ardından gelen diğer şeyler için varlıktan öncedir. Cevherlerin bir kısmı için varlık, cevherlerin diğer bir kısmından öncedir. Aynı şekilde arazların bir kısmı için varlık, arazların diğer bir kısmından öncedir. İşte bu, öncelik ve sonralık yoludur. Yine varlık, daha layıklık ve uygunluk yoluyla da farklılaşır.

Varlık, şeylerin bir kısmının zatından gelirken, bir kısım şeylere başkasından gelir. Bizatihi mevcut olan ise varlık bakımından bigayrihi mevcuttan daha evladır. Anlam bakımından daha önce olan her şey, o anlama daha layıktır, ama bunun aksi doğru değildir. Bazen iki şey, herhangi bir anlamda ortak olurlar ve o anlam, iki şeyden biri için daha önce olmaz, aksine anlamda ikisi beraber olurlar. Fakat ikisinden biri, o anlama diğerinden daha layık olur, çünkü anlam ondan daha tam ve daha süreklidir. Şiddet/Güçlülük ve zayıflık bakımından farklılaşana gelince bu, aklık gibi güçlülük ve zayıflığı kabul eden anlamlarda olur. Bundan dolayı kardaki aklık ile fildişindeki aklığa mutlak eşit anlamlılık ile “aklık denmez” ve Meşşâîlerdeki felsefe ile Revâkîlerdeki felsefeye mutlak eşit anlamlılıkla “felsefe” denmez. Burada meşhur örnekler veriyoruz, maksat anlaşıldıktan sonra örneklerde hoşgörülü olmak gerekir. Lafızdan anlaşılan anlam soyutlandığı takdirde bir olan, ama o lafızda ortak şeylerde bütün yönlerden bir ve benzer olmayana gelince, buna bazen “dereceli anlamdaş” isim denir, bazen de başka bir isim verilir. Dereceli anlamdaş (müşekkek) isim, yukarıda belirttiğimiz gibi bazen mutlak olur, bazen kitaba, neştere ve ilaca tıbbî dememiz gibi tek bir ilkeye nispeti bakımından olur veya ilaca, spora ve tedavi amaçlı kan almaya sıhhî dememiz gibi tek bir amaca nispeti bakımından olur ve bazen de bütün nesnelere ilâhı dememiz gibi tek bir ilke ve gayeye nispeti bakımından olur. Ata ve resme “canlı” dememiz ve canlının ayağına ve divanı taşıyan şeye “ayak” dememiz gibi cevher sözünde ve isim açıklamasında ittifakı bulunmayan, ama benzer bir anlamda bir olana “isim benzerliği” denir. Bu, isimde ittifak/ortaklık grubuna girmektedir. Bu yolla isimlendirilenler yalnızca isimde birleşirler ve isim bakımından olan cevher sözünde birleşmezler. Şöyle ki: Sen ata canlı dendiği yerde cevher sözünü söylediğinde “o, nefis sahibi, duyumsayan ve iradeyle hareket eden bir cisimdir” dersin. Ama bu sözün, duvardaki resme söylenmesi bakımından canlı isminin açıkladığında söylediğin sözle aynı olmadığını görürsün.

Çünkü (duvardaki resim için) “duyumsayan ve iradeyle hareket eden cismin suretinin görüntüsünü taklit eden yapay bir şekildir” dersin. Aynı şekilde canlıdaki ayak isminin açıkladığında “o, canlıyı taşıyan ve canlının yürümesi sağlayan doğal bir organdır” dersin. Ama bu resmi, divanın ayağında bulamazsın, aksine “o, divanın ince bir yapısı olup divanı taşıyan yapay bir cisimdir” dersin. Bununla birlikte iki şey arasında ya şekilde ya da diğer durumlarda bir benzerlik bulursun. İşte bu benzerlik, seni iki el-Mekulat 4 durumdan birine diğerinin ismini vermeye sevk etmektedir ve iki durumdan birinde isim, önce daha belirlenmiş olurken İkincisinde, ikinci olarak belirlenmiş olmaktadır. Bu isim her iki şeye “benzer isim” adını alırken İkincisine aktarılmış (menkul) isim adını almaktadır. Bazen benzerliği sağlayan anlam, doğal canlıyla beraber çizilmiş canlı için bulunan anlam gibi kendinde karar kılmış bir anlam olurken bazen de çizginin bir ucuna ilke ve illete ilke dememiz gibi bir nispet olmaktadır. Bu benzerlik bazen hakiki bir benzerlik olmaktadır. Bazen de yıldıza ve canlı köpeğe köpek demeleri gibi uzak mecazi bir benzerlik olmaktadır. Çünkü yıldız ve canlı köpek arasında gerçek bir şeyde değil istiari/eğreti bir şeyde benzerlik vardır. Zira yıldız, insan yerine konan sureti izlemesi gibi efendiye bağlıdır. Sonra köpeğin canlılar arasında insanı en çok izleyen canlı olduğu görülmüş ve yıldıza, köpek ismi verilmiştir. Bir şeye isim naklinin yapıldığı yol, bu yol değildir ve dolayısıyla bu kısma sokulması gerekmez. Aksine isim nakli, gerek hakiki bir ortaklığın gerekse de bir benzerliğin bulunmadığı üçüncü kısma sokulmalıdır. Bunun örneği göze ve dinara ayn denmesidir.

Her ikisine de bu ismin verilmesinin nedeni “nesneler sonsuz olduğu ve lafızlar da sonlu harflerden oluşmaları bakımından sonlu olduğundan tek bir isimde onun gereği olan pek çok nesnenin ortak olması gerekmiştir” diyenin söylediği değildir. Durum böyle değildir. Böyle olmamasının nedeni ise sonlu harflerden sonsuz bileşimler oluşturmanın mümkün oluşu bakımından değildir. Çünkü bu imkân, harflerden bileşen şeyin ölçülerinin artmasıyla ilgilidir. Sonra dil ve adet, harflerden yapılacak bileşimlerdeki her türlü uzatmayı taşıyamaz, aksine orada insan doğasının artık daha uzununu kullanmaktan kaçınacağı bir sınır vardır. Böylece olunca uygun bir bileşimin belirli bir sınırı vardır ve harflerden bileşen şeyin o sınırda durması gerekir. Yine böyle (söz konusu şahsın söylediği gibi) olmamasının nedeni, sonsuzluğun onların düşündüğü gibi türlerde değil de fertlerde olması da değildir. Onlar diyorlar ki: isimdeki ortaklığı gerektiren şey sonsuzluk olsaydı türlerin isimlerinde de ortaklık olmazdı. Kuşkusuz bu açıklama kusurludur, çünkü türler daha önce öğrendiğin gibi bir yönden sonsuzdur ve çünkü fertler sonsuz oldukları ve türlerin ortak olduğu şeyler olmaları bakımından alındıklarında kendilerinde türler bulunan şeyler sonsuz olacaktır ve türler de sonsuz olan şeylerden olacaklardır. İsimlendirme, fertler olmaları yönünden değil şeyler olmaları yönünden şeyler üzerinde gerçekleşir. Dolayısıyla bu iki itiraz, bundaki yanılgıyı açığa çıkarmamaktadır. Aksine onu şeylerin sonsuz olmasıyla gerekçelendirmeye çalışan kimsenin uğraşısındaki yanılgı şudur: Şeyler, her ne kadar şeyler olmaları bakımından sonsuz olsalar da onlar isimlendirenlerin isimlendirmek için onları amaçları bakımından sonludurlar. Çünkü isimlendirenler, sonsuz şeylerden her birini isimlendirmeye girişmemektedir. Çünkü bu akıllarına gelmediği halde nasıl onu isimlendirmeyi amaçlarlar! Bilakis isimlendirilmesi amaçlanan her şey, sonludur. İsimlendirilen şeylerin her birinin tekil bir isminin olması mümkündü.

Bunun delili şudur: Sen şu anda istesen isimde ortak olan şeylerin her birine ayrı bir isim verebilirsin, çünkü onların hepsi sonludur. Bu görüş ancak bu açıdan iptal edilebilir. Bununla birlikte bu görüşü zorlamalı yönlerden birine göre başka ifade ile dile getirmek mümkündür.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir