İbn Sina – Oluş ve Bozuluş

Doğa bilimlerinin genel meselelerini tanımlayıp tarif etmeyi bitirdik. Alemin en temel parçaları olan cisimleri tanımlamayı da tamamladık. Bu cisimler âlem dediğimiz tek olan bu bütünü oluştururlar. Âlemin en temel parçaları kaçınılmaz olarak yalındır (basittir). Ayrıca bu yalın parçaların bazılarının oluş ve bozuluşu kabul etmediklerini, bu parçaların ise özlerinde dairesel hareketin ilkeleri bulunan yalın parçalar olduğunu açıkladık. Doğrusal harekete sahip cisimlerin durumları, yani onların oluş ve bozuluşu kabul edip etmedikleri henüz bizce açıklığa kavuşmadı. Evet, doğaları gereği oluş ve bozuluşu kabul eden cisimlerin doğaları gereği doğrusal hareket ettiğini açıkladık. Sağlam akıl yürüten birisi için, buna göre doğrusal olarak hareket eden bazı cisimlerin oluş ve bozuluşu kabul etmesi gerekir. Dolayısıyla bazı yalın cisimlerin oluş ve bozuluşa tâbi olması zorunlu olur. Bunun zorunlu oluşunun sebebi ise şudur: Doğrusal olarak hareket eden cisimlerde dairesel hareketin herhangi bir ilkesi yoktur. Bu cisimlerin tamamı doğal mekânları içinde hem yer hem de konumda durağandırlar. Bu durumda varsayılan bir parçanın varsayılan bir yöne ait/özgü olması ya ona (dışarıdan) arız olan zorlayıcı bir durum nedeniyledir ya da (bu parçanın) doğası nedeniyledir. Zorlayıcı arızî durum ise ya buradaki oluşun başlangıcına veya ona yalan bir (zamana) rastlar ve ona özgü olur, ya da bir yer değiştiricinin (bu durumu) ona doğru nakletmesine rastlar ki, bu durumların onun doğasından kaynaklanması, bildiğin üzere mümkün değildir. Bütün bunların bir yer değiştiricinin yer değiştirme-si/nakletmesi nedeniyle olması da mümkün değildir. Öyle ki bu durumda eğer yer değiştirici yok ise parça için de asla bir aidiyet söz konusu olmayacaktır.


Özetle, zorlamalı olan, doğal olana arız olur. Şayet toprak veya diğer ana elementlerden (ustukuslardan) biri ezeli olsaydı, bunların parçalarının tamamının sürekli olarak bir zorlayıcının nakletmesinin yönlendirmesi altında olması gerekmezdi ve yine bunların yer değiştirici zorlayıcının dışında bir durumun gerektirdiği bir konumu olması gerekirdi. Hatta bu durumun bazı parçalarda olması mümkün olurdu. O halde bu durumla ilgili temel özellik şudur: Şayet parça, oluşumunun başında kendisine özgü bir hayyizde meydana gelmişse, onun bu hayyizde meydana gelmesi, kendisinden meydana gelen şeyin onunla birlikte olmasını gerektiren bazı illetlerden dolayı olurdu. İlk meydana gelmesi bu hayyizde olunca veya doğal hareketin külli konumdan o konuma götürdüğü başka bir hayyizde olunca, yukarıda öğrendiğin gibi, bu yer ona özgü kılınmış oldu. Bileşiğe gelince; bileşik olma özelliği dolayısıyla, onun önce yok iken daha sonra oluştuğunda şüphe yoktur. Biz sana her cisimsel oluşun bozulur olduğunu açıkladığımıza göre, bu nedenle doğası gereği onun bozulur olması gerekir. Buradan, oluş ve bozuluşun var olduğu açıldığa kavuşmuş oldu. el-Kevn vel-Fesad 1 Bundan önce de mahiyetleri açısından oluş ile dönüşüm, büyüme ve solup gitme arasındaki fark senin için açıklığa kavuşmuştu. Şimdi de geriye bunların her birinin varlığını tanımak kaldı. İnsanlardan bazıları bütün bunların varlığını ve hatta hareketin varlığını imkânsız gördü. Mekânsal ve konumsal hareketi geçersiz sayanın çelişkisiyle uğraşmanın, her ne kadar böyle yapılıyor olsa da, bize çok faydası yoktur. Zira bizi hükmü açık olmayan konularda söylenen görüşlerin çelişkisini göstermekten alıkoyan bir husus vardır. O da varlığının açıklığı sebebiyle açıklamaya ayrıca ihtiyaç bırakmayan durumlarda yük altına giremeyecek olmamızdır. Diğer hususa gelince; onun varlığını açıklığa kavuşturmakla meşgul olmak, üzerinde durulması gereken şeylerdendir.

Bazıları oluşu imkânsız gördü. Onlar toprak, ateş, hava ve su gibi yalın unsurların cevherlerinin bozuluşa uğramadığını iddia ettiler. Dahası bunlardan hiç birisi (onlara göre) salt kendi doğal haliyle bulunmayıp, kendisine nispet edilen doğa ile diğer doğaların bileşiminden meydana gelmiş bir halde bulunur. Bununla birlikte o ancak baskın olan doğaya göre isimlendirilir. Dolayısıyla saf toprak, saf ateş, saf su veya saf hava yoktur. Aksine bunların her biri hepsinin karışımından oluşur. Bunlardan biri kendisinde baskın olan unsurdan başka bir unsurun baskın olduğu bir diğeriyle karşılaştığında, karşılaşılan şeyde baskın olan, bu şeyde mağlup olanla aynı olduğundan, bu mağlup olan (özellik) ortaya çıkar ve açık hale gelir. Bu açık hale gelme kendisine baskın olana direnmeye ve ona baskın gelmeye yönelik hareketle olur ve (sonuçta) ona üstünlük sağlar. Bu tarzda hareket edince de baskın olanlar ile mağlupların toplanmasıyla ortaya çıkmış olan düzene değişiklik ve dönüşüm ârız olur. Duyu bu bağlamda parçaların açığa çıkan ve belirgin hale gelen baskın olanını gözlemler ve örnek olarak odunun veya başka bir şeyin ateş olmasıyla, (onun) tamamının baskın olana dönüştüğünü zanneder. Fakat diğerinin cevherinden yayılan, örnek olarak duman gibi parçaları gözlemlemez. Evet, (duyu) ilkinden hâli üzere kalan artığı gözlemler ya da -onun sureti parçalanıp dağıldığı veya ortadan kalktığı için- ilkinden arta kalan ateş külü kalıntısını gözlemler. Suyun cevheri ise asla ateş olmaz, ateşin cevheri de asla su olmaz. Aksine dağılıp duyu alanından çıkar. Duyu için açıkta olan şeyler görülür ve onun bütünüyle dönüştüğü zannedilir.

(Oluş ve bozuluşu inkâr eden) bu grup ateşin bir şeyden oluşmadığını, duyu için açığa çıkıp başlan hale gelen oluşun sonradan varlığa gelme olmayıp, belirgin bir hale geliş/ortaya çıkış olduğunu düşünürler. Yine onlar asla dönüşümün olmadığını düşünürler: (Onlara göre) su gerçekte ateşten dolayı ısınmaz, aksine ona ateşsel parçalar karışır. Dönüşün olduğu zannedildiği ilk anda duyunun parçalar arasında ayırım yapamayacağı tarzda sıcak parçalar soğuk parçalarla karşılaşır ve duyu burada çok sıcakla çok soğuk arasında bir durum hayal eder ki bu durum ılıklıktır. Ateşsel parçalar fazla olursa, durum yakma noktasına ulaşır. Yine onlar dediler ki; tek bir saç teli özü bakımından siyah veya beyaz olmaz, aksine bir an bu renklere bürünür. Onun besininde görünüşte siyahlığın baskın olduğu parçalara (beyazlık) karışır, ona üstünlük sağlar ve (saç) beyaz olur. Kahverengi siyah ile beyaz arasında orta bir renk olmayıp bu ikisinin karışımıdır. (Bu renkte) siyah ve beyaz parçalar bulunur, bunlar karışır ve açığa çıkarlar ve duyu bu ikisini ayırt edemez. Duyu bunu ayırt edemeyince bunların toplamım tek bir renk zanneder. Bu (görüş sahiplerinin) bazıları, örneğin sıcak parçada bir cevher bir de ona yüklenen bir sıcaklık olacak şekilde hem taşıyıcı hem taşınan (yüklem) bulunmadığını düşünür ve sıcaklığın kendisini başlı başına bir parça kabul ederler. Bunlardan bazıları ise burada hem taşıyıcı hem de taşınan olduğunu, fakat taşıyıcının doğası gereği, taşmanın ondan asla ayrılamayacağını düşünür. Görüşleri bunlara benzeyen diğer bir grup ise “oluş” olarak isimlendirdikleri şeyi benimsemekle beraber, dönüşümün bir varlığı olduğunu asla kabul etmezler. Bu bağlamda onlar suyun su olarak ısınmasını imkânsız görür, ısındığında özünün dönüşmüş olduğunu, su olarak kaldıkça ve onun ısınmış olduğu görülünce de onun bir karışım olduğunu düşünürler. Bazı gereklilikler Bağdat Hıristiyanları mezhebi üzere filozof geçinen birini bu (görüşü) söylemeye zorladı. Başka bir grup dönüşümü benimseyip oluşu asla benimsemezler.

Bunların çoğu ya ateş ya su ya hava veya hava, ateş ve su arasında orta bir şey olarak tek bir unsur kabul ederler. Mesela, şayet (onlar) bu tek olan unsurun ateş olduğunu benimsemişlerse, diğer varlıkları bu tek unsurdan sadece yoğunlaşma yoluyla oluşturdular. Buna göre o belli bir dereceye kadar yoğunlaştığında hava, daha üst derecede yoğunlaştığında su, daha üst derecede yoğunlaştığında da toprak olur. Bununla beraber onlar zati (özsel) ateşsel cevherliğin ortadan kalkmasını mümkün görmezler. Aksine onlara göre toprak, cevheri muhafaza edilmiş ve aşırı genleşme niteliği engellenmiş ateştir. Şayet (onlar) bu tek unsurun toprak olduğunu benimsemişlerse, yoğunlaşma yerine genleşmeyi koymuşlar ve (yukarıdakinin) tam tersini yapmışlardır. Şayet (unsurun) başka bir şey olduğunu benimsemişlerse, onda yoğunlaşma ve genleşme şeklinde her iki zıddı gerçekleştirmişlerdir. Dolayısıyla el-Kevn vel-Fesad 2 cevherliğini ortadan kaldırmaksızın bu tek (unsurun), yoğunlaştığında kendisinden daha yoğun bir unsur; genleştiğinde ise ondan daha ince ve hafif bir unsur kabul etmiş olurlar. Başka bir grup da unsurları birden fazla varsaymakla beraber, oluşun varlığını reddedip dönüşümün varlığını kabul ederler. Bunlardan bazıları unsurları toprak ve ateş olarak, bazısı toprak ve su olarak, bazısı da suyu yok sayarak toprak, hava ve ateş olarak varsayarlar. Çünkü onlara göre su yoğunlaşmış havadan başka bir şey değildir. Bazıları bu dördünü (unsur) olarak kabul ederler. Buna ilaveten onlar dönüşümü kabul etmekle beraber, unsurların asla oluşu kabul etmediğini savunurlar. Fakat bu görüşü savunanlar kendi görüşleriyle çelişirler. Çünkü onlar sevgi ve uyuşma olarak isimlendirdikleri gücün, dört unsur üzerinde etkide bulunarak onları küre olarak isimlendirdikleri, cevherleri benzer bir cisim olarak birleştirdiğini kabul eder görünürler.

Bunun ardından ona zıt olan gücün -ki bu gücü bazen düşmanlık, bazen baskınlık (galebe), bazen da nefret olarak isimlendirirler- hükümranlığı geri gelince, o (küreyi) dört doğasına ayırır. Sevginin hâkimiyeti geri geldiğinde artık dört unsurun sahip olduğu suretler bozuluşa uğramış haldedir. Hâlbuki bu (durum) reddedilmişti. Özetle, ayrışma ve iç içe geçmeyi kabul gücü doğası unsurlarda var olup, ortaya çıkması var eden sevginin veya ayıran nefretin baskınlığına bağlıdır. Bu da oluş ve bozuluşu kabul edenin durumudur. Unsurların çokluğunu savunanların çoğunun etkin ve edilgin niteliklerde dönüşümü inkâr etmeleri gerekir. Çünkü onlardan bazısı bu (niteliklerin) bir varlığının olmadığı görüşündedir, bazısı dabunları unsurların kendisi veya unsurların ayrılmaz lâzımı olarak düşünür. O halde onlar (unsurlara) nasıl dönüşürler? Böyle düşünen, unsurlardan hiç bir şeyin dönüşmediği görüşündeyken, bu nitelikler nasıl unsulara dönüşürler. Başka bir grup oluş ile dönüşümü ayırt edilemez bir açıdan bir birlerinden ayırmak ister. Şöyle ki, onlar cisimlerin tamamının ilkelerini, parçalanamaz cirimler veya yüzeyler olarak ortaya koyarlar. Bu (ilkeleri) parçalanamaz cirimler (atomlar) olarak kabul edenler, onların sadece şekil bakımından bir birinden farklı olduklarını, cevherlerinin ise doğası gereği tek bir cevher olduğunu ve bölünmediklerini savunurlar. Onlara göre (atomların bölünememeleri) görece bölünmeyi kabul etmemekten değil, atomlarda boşluğun olmaması sebebiyle sert ve sağlamlığından ayrışık (fiziksel) bölünmeyi kabul etmemesindendir. Çünkü onlara göre boşluk ancak iki doluluk arasındaki ayrışımdır. Onlar derler ki farklı şekillerinden dolayı bu (atomlardan) farklı etkiler ortaya çıksa da, şeklinden sıyrılıp çıkmak onlardan hiç birinin özelliği değildir. Onlar bu (atomları) küçüklük ve büyüklük açısından da farklı saymaktan kaçınmazlar.

Yine onlardan bazıları bu şekilleri sonlu olarak düşünürken, bazıları da onları sonsuz olarak düşünür ve parçalar sonsuz olduğu için rastgele hareket ettiklerini söylerler. Onlardan bazıları bu (parçaların) hareketlerinin her bir hareket bir çarpışmadan, o da bir hareketten, o hareket de bir çarpışmadan olmak üzere kendilerinden önceki sonsuz hareketlerden meydana geldiğini ve bazen de hareketlerin iç içe geçmesi ve zıt hareketlerin toplanması ile parçaların hareketsiz hale geldiğini düşünür. Onların bir kısmı bu şekillerin bazısının hafif) bazısının da ağır olduğunu düşünür. Onların tamamı bu cirimlerin doğaları için oluş ve bozuluş düşünmemekle beraber, bunlardan bileşik olanlar için oluş ve bozuluş düşünürler; oluşun onlardan, bozuluşun ise onlara doğru; oluşun onların bir araya gelmesi ile, bozuluşun ise onların ayrışması ile olduğunu ve onların dönüşümünün ise bütündeki parçaların konum ve sıralanışının farklılaşması olduğunu düşünürler. Şimdi bu sıralanışı bir örnek ile açıklayalım: Bu parçalar örnek olarak harfler olsa, onlarda yön bakımından M-L-Y-K’in diziliş modeli üzere bir sıralama vuku bulsa, sonra bileşim değişip K-Y-L-M’in diziliş modeli üzere olursa, bu durumda ayrışma olmadığından, onlara göre bozuluş olmamıştır, gerçekleşen şey onlara göre dönüşümdür. Konuma gelince, bu örnek olarak her ikisinin de M-L-Y-K dizilişi ile olması, fakat bunlardan birinde harflerin diziliş sırasına göre ve harflerin başları olmaları gereken yöne doğru yazılması, diğerinde ise harflerin konumlarının bundan sapması ve örnek olarak L’nin yönünün K’nın yönüne ters olacak tarzda (M- -Y-K) şeklinde yazılmasıdır. Bunlar bu hususta dönüşümü şeylerin doğasında var olan değil de, duyum ve algılamaya göre değişen bir durum sayacak kadar aşırıya gittiler ve dediler ki bu güvercin gerdanlığında görülen renk gibidir. Çünkü o kendisine bakana göre bir konumdan siyah görülür, bakan için başka bir konuma geçtiğinde erguvani görülür. Fakat onun kendisi ne siyahtır ne de erguvanidir; bu (görünüm) bakana göre değişir. İşte bunlar parçalanamayan cisim (atom) taraftarlarıdır. Yüzey taraftarlarına gelince, el-Kevn vel-Fesad 3 onlar oluşu (yüzeylerin) bir araya gelmesi, dönüşümü ise atomcuların savunduğu şeye yakan bir şey olarak düşünür ve yüzeylerin ilkesini üçgen yüzey kabul ederler. Özetle, bunlar oluşu ispat ettiklerini düşünürler, hâlbuki onu ispat etmemişlerdir. Çünkü doğalar, cevherleri şeklen benzer olan yalınlarda korunduğunda, bir araya toplanma ve ayrışma hacmi ve büyüklüğü artırıp şeklin durumunu değiştirmekten başka bir şey yapmaz. Bu da ya nicelikte ya da nitelikte bir değişmedir/başkalaşmadır. Büyümeye gelince, her ne kadar büyümenin hakikati hakkında şüpheler ortaya çıksa da, hareketi de inkâr eden grubun görüşünün dışında onu inkâr eden bir görüş bize ulaşmadı.

Bu sunumumuz için saydığımız görüşler bize yeterlidir. Artık o (grupları) bu görüşlere inanmaya sevk eden bozuk akıl yürütmeleri saymaya, sonra da bunları ve bunların neticelerini özünden çürütmeye başlayabiliriz

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir