Ismet Zeki Eyuboglu – Irtica

Cumhuriyet yönetimi, sekiz yüz yıllık yarı-dinci, yan-dindışı bir içerik taşıyan Selçuklu – Osmanlı geleneklerini, uygulamalarını, dünya görüşünü aşan bir nitelikteydi. Selçuklu devlet adamı Nizamülmülk’ün, 1080-1090 arasında kurduğu Harran, Bağdat medreselerinin eğitimsel egemenliği sekiz yüz elli yıl sürdükten sonra 1926’da tarihe gömüldü. Bu, uzun sayılan dönem içinde, Selçuklu – Osmanlı toplumu eğitim kurumlan Avrupa ölçüsünde bir aydın, bilgin, bilge yetiştirememiştir, bu olay açık, yadsınamayan, tartışılmaz bir gerçektir. Avrupa, ilerde görüleceği gibi, Humanizma – Rönesans – Reformasyon – Aydınlanma gibi uygarlığın değişik doruklarını oluşturan dört gelişim evresini geride bıraktı. Oysa Osmanlı toplumu yönetimi bunların birini bile göremedi. Toplumsal katmanların köklerini besleyen dinci gelenek, sık sık kılık değiştirerek, boya değiştirerek yerini korudu, durumun elverişliliğine göre yüzeye yansıdı, yerin altına girdi, uygun örtüyü bulmakta gecikmedi. Bu durumda bile çağın gerisinde kalmayı sağlayacak, çağdaş olanaklar bulmakta da güçlük çekmedi. Cumhuriyet yönetimi, daha önceden bilimsel – düşünsel bir taban bulamadı, yukardan geldi, ancak umulmadık bir çevre uygunluğu da buldu. Direnen odakların ereği değişmedi, Osmanlılığın özlem duyu5 lan “şeriat”ı, gündemden düşmedi, son yargıyı (din bakımından) sünni şeyhülislamın verdiği çağlarda bile alanlara dökülerek “şeriat isterük” diye haykıran sürüler, bugün daha örgütlü, daha düzenli, çağdaş buluşlardan yararlanarak seslerini duyuruyorlar. Bu durum sayrılığa varan, tinsel sağlığın bozulmasından kaynaklanan bir düşünce, bir inanç bunalımıdır, toplumsal boşalmaları gerektiren bir sayrılıktır. 1950 dönemi Türk uygarlığı için sağıltımı bitirilmeyen bir bunalımın yeniden yüzeye çıkmasıdır. Osmanlı eğitimi görmüş, ancak Avrupa buluşlarından yararlanmayı da çıkarına uygun gören, çağdaş kılıklı “beyni sarıklılar” çok partili dönemin bir “geriye dönüş” olanağı sağlayacağını önceden kolaylıkla gördüler, bunu devrimci, ilerici kesim aydınları göremediler. Çok partili dönemi isteyenlerin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında bile pusuya yattıklarını, seslerini istemeyerek kestiklerini düşünmediler. Atatürk’e, devrimlerine dolaylı olarak Cumhuriyet yönetimine karşı çıkanların TBMM’y e girişleri, pek de iyi olmadı, özlenen barış, istenen sevecenlik, giderilmeye çalışılan eski kırgınlıklar umulanı vermedi. Bu durum önden görülmeliydi, görülemedi, nedeni de, ülkemizin Avrupa’da yaşanan dört gelişim, yükseliş evrelerinden birini bile geçirmeyişidir.


Avrupa bu dört büyük gelişim olayıyla geçmişini unutmadı, yapılan yanlış uygulamaların utancını yaşadı, ancak bir daha geriye dönmek istemedi. Oysa Cum6 huriyct dönemini yaşayanlar arasında, önceden en yüksek görev aşamalarında bulunanlar arasında eskinin özlemini çekenler, devrim ışığından gözleri kamaşanlar az değildi, işte çok partili dönem denilen girişimle başlayan yozlaşmanın kaynağında bu etkinlikler vardır. Bugün “şeriat” isteyenler eskiden de yine “şeria t” isterdiler, bu özlem, bu istem gündemden düşmedi, yarın da, öbür gün de düşmeyecek, ancak içerden başlayan çürüme sesleri anlamsız uğultulara dönüştürmede de etkisini gösterecek. Bu toplumsal bunalımın eğitimle giderilmesi güçleşmektedir. Türkiye’de eğitim kurumlarının dışında, gizlilikler içinde sürdürülen, oy toplama yüzünden üzerine gidilmek istenmeyen, gizli kuruluşlar da vardır, ne yazık ki bunların güçlü savunucuları, besleyicileri, koruyucuları TBMM içindedir. Bunlar “türban”ı, “sarık”ı başından çıkarıp beynine giydirmiş kimselerdir. Ancak Cumhuriyet yönetimi, laiklik, uzun bir süreyi gerektirse bile, çağın akışına karşı olan bu ters girişimlerin yönetime, tümden egemen olmasına olanak sağlamayacaktır, bu çağın, uluslararası ilişkilerin etkinliğinden kaynaklanıyor. Çağımızda uluslar, yönetimler, evrensel insan özgürlüğünün denetimi altına girmiştir, çağdaş görüş ulusları yargılıyor, çağdaş uygarlık ulusları, yönetimleri başıboş bırakmıyor. 7 TARİKAT GİZLİ ÖRGÜTTÜR İslamın doğuşundan, aşağı yukarı, altmış yıl sonra “mezhep” denen kuruluşlar ortaya çıkmaya başladı. Günümüzde bunların sayısı, irili ufaklı 120 (yüz yirmi) dolayındadır. Bu kuruluşlar (mezhepler) genelde us ilkelerine, tinsel inanç birikimlerine göre ikiye ayrılır, başka bir deyişle “akla dayanan mezhepler, imana dayanan mezhepler”. Bunları, burada uzun uzadıya anlatmanın gereği yoktur. Mezheplerden sonra “hadis toplayıcılığı “başlamıştır. Ebubekir-Ömer döneminde “hadis” denen peygamber sözlerini toplamak yasaklanmış, ilk toplanan beş yüz dolayında “hadis” yakılmıştır. Bundan çok sonra, Kuran bugünkü biçimini alınca, bu ilk yasak kaldırılmış.

İlkin Buhari adlı Buharalı bir genç (doğumu Peygamber’in ölümünden 182 yıl sonra) bu işe başlamış, bugün en çok güvenilen kitabını düzenlemiştir. Bu ilk hadis toplayıcıları altı kişi olduğundan, yapıtlarına “kütüb-i sitte (altı kitap)” denir, bunlar da Müslim, Sicistani, Nesai, Kazvini, Tirmizi adlarıyla anılır. İşte bunlardan sonra, birden bire, yine İran kökenli tarikatlar, yerden ot bitercesine çoğalmaya başlamış, günümüzde dört yüz (400) dolaylarına varmıştır. Bu kuruluşların, günümüzde, ülkemiz için en sakıncalısı Nakşibendilik denenidir, on bir kolu vardır (şimdi çoğalmaktadır), bunun kurucusu İranlı Bahaeddin Nakşibend’dir, ailesi İslamdan önce Zerdüşt inançlarına bağlıydı. 9 Nakşibendilik görünüşte koyu İslamcı (şeriatçı), içerik bakımından ise lslamla yetinmeyen, Islama kendi anlayışına göre bir yorum getiren, dahası yeni bir İslam dini kurmayı amaçlayan bir yapıdadır. Bu kuruluş tapım (ibadet), gelenek, uygulama bakımından ancak görünüşte Müslüman sayılabilir. Osmanlı imparatorluğu döneminde bütün ayaklanmalara öncülük eden bu kuruluştur. Bunun iki kanadı vardır. Birincisi devleti dışardan yönetmek, devlet kurumlarında kendi inançlarına uygun davrananları görevlendirmektir. Nakşiler, değişik vergilerden oluşan hazineyi (Osmanlılar’da mali işleri kapsayan, “bütçe ” denen birikimi kuran odak) “haram” saydıklarından aylık (maaş) almak istemezler. Onlara göre vergilerin içinde azınlıklardan (Müslüman olmayan yurttaşlardan) alınan vergiler yasaklıdır, İslama göre davranmazlar. Bu nedenle Nakşiler, kendi şeyhlerinin denetimleri altında alış-verişle uğraşmayı, çok kazanmayı yeğlerler. Nakşiler, eski Zerdüşt inançlarına göre üçgen biçimli başörtüsü kullanırlar (erkekleri de, dişileri de), bunlar İran’da çarşaf giyerler (kadınlar), Arabistan yörelerinde, Arapça konuşulan ülkelerde tepeden ayaklara değin inen bir üstlük giyerler, buna kimi yerde “cilbab” denir. Arapçada “p” , “ç ” sesleri olmadığından “çarşaf”, “peçe ” sözcüklerini söyleyemezler. Bu iki örtü biçimi, yanma “cübbe”yi de alarak Süryani inançlarına karışmış, bir söylentiye göre de onlardan yayılmıştır (Sürya10 ni inançları İslamlıktan öncelere dayanır).

Islamda “din adam lan” diye özel bir topluluk olmadığından, bu tür giyimler de yoktur.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir