J. M. Coetzee – Yavaş Adam

Darbe sağdan geliyor, sert ve şaşırtıcı, acı verici, elektrik çarpması gibi; adamı bisikletten düşürüyor. Gevşe, diye düşünüyor adam havada uçarken, (çok rahat uçarken!) salıiden de uzuvlarının kendisine uyarak gevşediğini hissediyor. Kedi gibi, diyor kendine: Yuvarlan, sonra ayağa fırla, daha sonra olacaklara hazırlan. Oynak ya da toparlak denen tuhaf kelime de ufukta. Ama işler öyle gitmiyor. Ya hacakları itaat etmediğinden ya da adam bir anlığına sersemlediğinden (kafatasının bitüme çarptığını işitmekten çok hissediyor hayal meyal; kafas1na tahta bir tokmalda vuruluyor sanki), ayağa fırlamak yerine tersine metrelerce yuvarlanıyor, durmadan, iyice sersemleyene dek. Yerde yatıyor, huzurla. Muhteşem bir sabah. Güneşin dokunuşu şefkatli. Hayatta gevşek bir halde yatıp gücünün geri gelmesini beklemekten daha kötü şeyler var. Hatta biraz kestirmekten daha kötü şeyler de olabilir. Gözlerini kapıyor; altındaki dünya yan yatıyor, dönüyor; adam kendinden geçiyor. Bir ara, kısa süreliğine geri dönüyor. 1-Iavada tüy gibi hafif uçmuş olan bedeni ağırlaşmış, hatta öyle ağır olmuş ki adam parmağını bile kaldıramıyor. Ayrıca tepesine eğilmiş biri nefes almasını engelliyor1 gür saçlı ve alnı nda- • 9 ki saç bizasında benekler bulunan bir delikanlı.


“Bisikletim,’, diyor adam çocuğa, bu telaffuzu zor sözcüğü hece hece vurgulayarak. Bisikletine ne olduğunu sormak istiyor; güvenceye alınıp alınmadığını, ne de olsa insanın bisikletinin bir anda ortadan kaybalabildiği bilinen bir şey; ama bunları söyleyemeden tekrar kendinden geçiyor. • • Iki Sallana sallana taşınıyor. Uzaklardan insan sesleri geldiğini işitiyor, kendine özgü bir ritimle alçalıp yükselen bir uğultu. Neler oluyor? Gözlerini açsa öğrenirdi. Ama şimdilik açamıyor. Bir şey yaklaşıyor. Her seferinde bir harf, tık tık tık, gözlerini her kırpışında su gibi titreştiğinden muhtemelen kendi gözkapaklannın içi olan gül pembesi bir ekrana yazılan bir mesaj . A-N-L-A harfleri yazılıyor, sonra A-N-L-A-M, sonra bir titreşme, sonra S, sonra 1-Z-L-1-K şeklinde devam ediyor. Anlamsızlık. Paniğe benzer bir hisse kapılıyor. Kıpraşıyor; içindeki mağaradan yükselen bir inilti boğazından fırlıyor. “Çok mu acıyor?” diyor bir ses. ”Kımıldama.” Bir iğnenin delişi.

Bir an sonra acısı kayboluyor, sonra paniği, sonra bilirici. Hareketsiz bir hava kozasında uyanıyor. Kımıldamaya çalışıyor ama başaramıyor. Sanki betonla kaplanmış. Etrafı bembeyaz; beyaz tavan, beyaz örtüler, beyaz ışık; aynca zihnini kaplamış gibi görünen ve son kullanma tarihi geçmiş diş macununu andıranı doğru dürüst düşünmesini engelleyip umutsuzluğa kapılmasına yol açan tane tane bir beyazlık. “Bu ne?” diyor, ağzını kımıldatarak ama ses çıkarmadan veya belki de haykırarak. Söylemek 1 1 istediği şu: Bana ne yapılıyor ya da kendinıi içinde bulduğunı bu yer neresi veya belki de, başıma ne geldi? Beyaz giysili bir kadın peydahlanıyor, duraksıyor, onu dikkatle süzüyor. Adam bulanık zihnin de bir soru biçimlendirmeye çalışıyor. Çok geç! Kadın gülümseyerek korkacak bir şey yok dereesine adamın koluna rahatlatıcı bir şekilde pat pat vurduktan sonra (adam tuhaf bir �ekilde bunu hissetmekten çok işitiyor sanki) çekip gidiyor. Ciddi bir şey 1ni? Sadece tek bir soruya vakti varsa sorması gereken soru bu, ciddi sözcüğünün anlamını düşünmek istemese de. Ama ciddiyet sorusundan da, Magill Sokağı’nda başına gelip de kendisini bu ölü mekanda bulmasına yol açan şeyin tam olarak ne olduğu sorusundan da daha acil olan şey evine gitme, kapısını kapama, o bildik ortamda oturma ve kendine gelme ihtiyacı. Sağ bacağına, artık sağ ve sağlam olmadığına dair hafif sinyaller gönderip duran hacağa dokunınaya çalışıyor ama eli kımıldamıyor, hiçbir yeri kımıldamıyor. Giysilerim: Belki de zararsız hazırlık sorusu bu olmalı. Giysilerint nerede? Giysilerim nerede ve durumum ne kadar ciddi? Genç kadın tekrar görüş alanına giriyor, süzülürcesine. “Giysiler,” diyor adam muazzam bir çabayla sorunun önemini belirtmek için kaşlarını elinden geldiğince kaldırarak.

“Merak etmeyin,” diyor genç kadın, yine o meleksi gülümseyişini bahşederek. “Her şey güvencede, her şeyle ilgileniliyor. Doktor bir dakika içinde yanınızda olacak.” Sahiden de daha bir dakika geçmeden, herhalde bahsedilen doktor olan genç bir adam kadının yanında bitip kulağına bir şeyler fısıldıyor. “Paul?” diyor genç doktor. “Beni duyabiliyor musun? İsminiz bu değil mi, Paul Rayment?, “Evet,” diyor adam ağır ağır. “Günaydın Paul. Kendini biraz sersemlemiş hissedi12 yor olmalısın. Çünkü sana morfin verildi. Birazdan ameliyata alacağız. Bir kaza geçirdin. Ne kadarını hatırlıyorsun bilmiyorum ama hacağın hasar gördü. Elimizden geldiği kadarını kurtarmaya çalışacağız. “Bacağını kurtarmaya çalışacağız,” diye tekrarlıyor doktor. ” Kesmemiz gerekecek ama elimizden geldiği kadarını kurtaracağız .

” O sırada Paul’ ün yüzüne bir şeyler olmuş olacak ki, genç doktor şaşırtıcı bir şey yapıyor. Elini uzatıp Paul’ ün yanağına dakunuyor ve elini orada bırakıyor, o ihtiyar başı avuçluyor. Bir kadının yapacağı türden bir hareket bu, birini sevmiş olan bir kadının. Paul bu hareket karşısında utanıyor ama geri çekilemiyor. “Bana bu konuda güvenecek misin?” diyor doktor. Paul sersernce göz kırpıştınyor. “Güzel.” Doktor duraksıyor. “Seçme şansımız yok Paul,’� diyor. “Seçeneklerimizin bulunduğu bir durum de- • ğil. Bunu anlıyor musun? Razı mısın? lmzanı istemeyeceğim ama devam etmemize izin veriyor musun? Elimizden geldiği kadarını kurtaracağız ama çok kötü bir darbe almışsın, hasar epey ağır, mesela dizini kurtarabilir miyiz emin değilim. Dizin un ufak olmuş, kaval kemiğinin bir kısmı da.” Sanki kendisinden bahsedildiğini anlamışçasına, sanki bu korkunç sözcükler tarafından huzursuz uykusundan uyandırılmışçasına, sağ hacağı korkunç acılar gönderiyor. Paul inlediğini işitiyor, sonra da kulaklarında gürleyen ka- • • nın sesını. uTamam,” diyor genç adam, Paul’ün yanağına pat pat vurarak.

“Artık başlayalım.” Uyandığında kendini çok daha rahat hissediyor. Zihni açık, eski haline dönmüş (zımba gibiyinı, diye düşünü13 yor) ama hoş bir şekilde uykulu da, her an şekerlerneye dalabilir. Darbe almış bacağı şişmiş1 davul gibi olmuş, ama ağrımıyor. Kapı açılıyor ve bir hemşire geliyor, yeni ve taze bir yüz. “Şimdi daha iyi misiniz?” diyor, sonra hemen ekliyor: “Bir süre konuşmaya çalışmayın. Dr. Hansen birazdan sohbet etmeye gelecek. Bu arada yapmamız gereken bir şey var. Lütfen biraz gevşeyin … ” O gevşerken hemşirenin yapması gereken şeyin bir sonda takmak olduğu anlaşılıyor. Sonda takılmak pis bir şey: Paul bu işi bir yabancının yapmasına memnun. Demek böyle oluyor, diye azarlıyor kendini. Demek dikkatin bir an bile dağılsa böyle oluyor! Peki bisiklete ne oldu? Artık nasıl alışveriş yapacağım? Hepsi benim suçum! Keşke Magill Sokağı’ndan gitmeseydim. Magill Sokağı’na küfrediyor, oysa Magill Sokağı’nı yıllarca başına bir iş gelmeden kullanmıştı. Dr.

Hansen gelince önce hemen Paul’ün durumunu kısaca özetliyor, olanlan anlasın diye, sonra da hacağı hakkında kimi iyi kimi kötü birtakım daha ayrıntılı bilgiler veriyor. Önce, genel durumu itibarıyla, insana hızlı giden bir araba çarptığıncia olabilecekler ve olanlar göz önüne alındığında, Paul durumunun ciddi olmadığına sevinebilir. Hatta kendini talihli, şanslı, ballı sayabilir. Evet, beyin sarsıntısı geçirdi, ama taktığı kask sayesinde kurtuldu. Durum takibi sürdürülecek, ama beyin kanaması belirtisi yok. Motor fonksiyonlara gelince; ilk belirtiler zarar görmediklerini gösteriyor. Biraz kan kaybetmişti, ama kan verildi. Çenesindeki uyuşukluğun sebebini merak ediyorsa … çenesi kırılın adı, sadece incindi. Sırtındaki ve kolundaki sıyrıklar göründükleri kadar kötü değil; biriki haftada iyileşirler. Şimdi bacağa, darbe alan hacağa geri dönerlerse; o 14 (Dr. Hansen) ve meslektaşları ne yazık ki dizi kurtarmayı başaramadılar. Uzun bir tartışma yaptılar ve oybirliğiyle karar verdiler. D arbe tam dize gelmişti (doktor daha sonra röntgen filminde gösterecek) ve ayrıca dönme hasıl olmuştu, yani eklem aynı anda hem parçalanmış hem bükülmüştü. Daha genç biri olsa belki rekonstrüksiyon denenebilirdi, ama bunun için bir-iki yıl boyunca bir sürü operasyon yapılması gerekecekti ve başarı ihtimali yüzde elliden düşüktü, bu yüzden adamın yaşı göz önüne alındığında, hacağının dizin üstünden düzgünce kesilmesine ve protez kullanabileceği kadar kemik bırakılınasına karar verildi. O (Dr.

Hansen), onun (Paul Rayment’ın) bu karann doğruluğunu kabul edece- – . gını umuyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir