Jean Benjamin Stora – Stres

Stres “medeniyetle birlikte gelişen yeni bir hastalık” mı? Bu konuda yazılmış makale ve kitaplann sayısı -lOO.OOO’den fazla makale ve 200’den fazla kitap- kendimizi sorgulamamızı gerektirmektedir. Metalürji, psikoloji, psikiyatri, nöropsikoloji, nörokimya, immünoloji, psikososyoloji, psikanaliz, psikosomatik vb. gibi alanların sınırlan içinde yeralan bu kavramın semantik (anlambilimsel) zenginliği karşısında bir araştırmacının kayıtsız kalması olanaksızdır çünkü stres, bünyesinde pek sık rastlanmayan bir biçimde tüm bilim dallannı döllemenin ender rastlanan özelliğini taşımaktadır. Stres sözcüğü, sıkıca sarmak, sıkmak, sıkıştırmak, bağlamak anlamlannı içeren, Latince stringere’den 1 gelmektedir ve Fransızca’daki etreindre sözcüğü de buradan türemiştir; vücutla, kollarla kuşatmak, karşıt duygular içinde sıkı sıkıya sarmak; (çünkü birini kalbinin üzerinde ya da göğsünde sımsıkı kavramak olası olabildiği gibi onu boWrıak, boğarcasına sıkmak da sözkonusudur) boğmak sözcüğü ise bizi bunaltmak, canını sıkmak, sıkıştırmak yani kaygı, endişe, kalp ve ruh sıkıntısı, üzüntü sözcüklerine, oradan da yine stringere sözcüğünden, ihtiyaç, tehlike, acı gibi durumlarda görünen terkedilme, yalnızlık, güçsüzlük duygularını anlatan (1) Gaffiotsözlügü. 7 DETRESSE2 (sıkıntı, üzüntü, yıkım) sözcüğüne götürmektedir. • Stres sözcüğüne Fransızca’da 20. yüzyıldan önce rastlanmamaktadır, buna karşın İngilizce’de çağlar boyu kullanılagelmiştir. 17. yüzyıldan itibaren acı, yoksunluk, yıkım, sıkıntı, felaket ve düşmanlığı anlatmak için kullanılmış, güç bir yaşantının getirdiği tüm sonuçlar tek bir sözcükle ifade edilmiştir. Ancak 18. yüzyılda anlambilimsel bir dönüşüm sözkonusu olmuş, stresin duygusal sonuçlarından onun etkenlerine ve kökenine geçilmiştir. Böylelikle güç, baskı, zorlama, gerilime yolaçan yük ve uzun dönemde “nesne”nin biçiminde bozulma (deformasyon) olarak (metalüıji alanında) kullanılmaya başlanmıştır. Böylece görüyoruz ki stres sözcüğü, çoğunlukla biçim bozukluğu ve/veya kopmaya neden olan aşırı gerilim anlamındaki “strain” sözcüğü ile birarada bulunmuştur. Analojik bir bakış açısıyla fizik kavramlarından tıbbi ve psikolojik kavrarnlara geçtiğimizde, metallerin biçimini bozabilen fiziki gerilime bakarak stresin de uzun dönemde somatik ya da zihinsel hastalıklara yolaçabileceği söylenilebilir.


Bu yeni yaklaşım insan yaşamındaki olaylarla, ruh hastalıklan ve insanların ruhsal ve zihinsel faaliyetlerinin işleyişi arasında ilişkiler kurmaya başlayan araştırmaların da temelini oluşturmaya başlamıştır. Nitekim Sir William Osler, daha 1910 yılında The Lancet’ta, Yahudi toplumu üyelerinde görülen angina pectoris üzerinde bir makale yayınlamış ve neden olarak Yahudilerin sürekli koşuşturma içindeki hareketli yaşamlarını göstermiştir: “Çok yoğun, işleri tarafından tamamen yutulmuş, (2) Le RobertsözlllgO. 8 kendilerini ailelerine adamış bir biçimde yaşıyorlar, bu nedenle de sinir sistemleri son derece zorlanıyor, sonuçta çoğu da angina pectoris nedeni olarak görülen stres ve gerilimin egemenliğine giriyorlar.” Duygu faktörünün ve günümüz yaşa111 koşullarının hastalıklann ilerlemesindeki rolü, yüzyılımıZin yirmili yıllanndan bu yana, doktor, psikanalist, ve psikologlarca araştırılmakta ve aşağıdaki sonuçlara ulaşılmaya çalışılmaktadır: 1) Hastahğın yeni bir genel kuramının geliştirilmesi, 2) Evrensel bir ilacın keşfi. Pasteur-Virchow’un yıllarca tartışılmış klasik bio-medikal çizgisel modeli yeniden gündeme gelmiş olup, o dönemden beri de tartışılagelmiştir. Pasteur’un “omne vivum e vivo” (her yaşayan canlıdır) özdeyişi, Rudolph Virchow’un (1821-1902) “omnis cellula e cellula” (her hücre hücredir) özdeyişi ile birleşerek 19. yüzyıl boyunca biyoloji alanında en devrimci genellerneyi oluşturmuştur. Bu genelleme o dönemden Il. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar örgenci tıp tarafından stricto sensu (katı bir biçimde) izlenilen bir model .olmuş, hastalıklann ortaya çıkmasında görülea tüm duygusal ve durumsal etkiler reddedilmiştir. Sigmund Freud tarafından bilinçdışı ve psikanalizin ortaya atılmasından bu yana ise hastalıklara değişik bir açıdan yaklaşılmaya başlanmıştır Böylelikle otuzlu yıllarda bazı psikanalistler, bu konuda daha ortodoks bir yaklaşım içindeki meslektaşlan taTafından her zaman desteklenmemekle birlikte psikanalitik yönelimli bir psikosomatik yaklaşım geliştirmişlerdir. Psikosomatiğin öncüleri olan bu psikanalistler giderek psikosomatik diye adlandınlan hastalıklann psikolojik kökenli olduğu 9 fikrini kabul etmişlerdir. Ömegin Chicago Psikanaliz Enstitüsü Müdürü F. Alexander’e göre yedi psikosomatik hastalık vardır; astım, bağlrsak koliti, hipertiroidi, yüksek tansiyon, egzama, mide ülseri ve romatoid artrit. “Bir hastanın kalbinin çalışması ile ilgili bir tanımlama ne kadar aynntılı olursa olsun, e�er onun emosyonel durumu ve düşünceleri gözönünde bulundurulmamışsa bir değeri yoktur.

” Stres kavramı eliili yıllarda giderek psikoloji boyutunun hastahğın gelişiminde bir katalizör rolü oynayabilecegi düşüncesine yolaçmıştır. Prag Üniversitesi’nde tıp öğrencisi olan Hans Selye, yirmili yıllarda “hastalığın genel sendromu” ile ilgilenmiş ve çeşitli bulaşıcı hastalıklara yakalanan kişilerin hepsinde spesifik belirtiler olmaksızın ortak bir semptomatolojinin varlığım gözlernlemesinin ardından, bu sendrom ona organizmanın hastalığa karşı verdigi spesifik olmayan bir cevabı gibi görünmüştür. Genç bir tıp öğrencısının bu gözlemmin sonuçsuz kalma olasılığı büyüktü, çünkü Selye kendini o dönemde fareler üzerindeki deneylerden hareketle cinsellik hormonlannın araştırmasına vermişti. Bu araştırmalar bir sonuca ulaşamamış, ancak eski gözlemlerine yakın organik tepkilerin ortaya çıkması, Selye’yi organizmaya yönelen saldınnın türilne bakmaksızın, genel sendromun oluşmasını araştırmaya itmiştir. Böylece yaralanma, yanık, X ışınlan, soğuk … gibi çeşitli saldın etmenlerinin etkisini incelemiş ve Nature’de (1936) yayınlanan makalesinde, herhangi bir fizik saldın etkeni tarafından kışkırtılmış spesifik olmayan cevaplar bütününü tanımlayabilmiştir. Bu şekilde daha sonra “Genel Uyum Sendromu” olarak adlandıracağı bir tanımlama ortaya çıkmıştır. Selye ancak eliili yıllarda stres 10 kavramının babası haline gelmiş, o dönernde biyolojik olmaktan çok psikolojik anlarnlar yüklenen stres sözcüğünü yazılannda kullanrnarnıştır. 1946’dan 1950’ye kadar kuramının genel çerçevesini hazırlayarak, önce uyum hastalıkları denilen hastalıkların stres nedeniyle anormal uyum tepkileri tarafından ortaya çıkabileceği varsayımını geliştirmiştir. Burada stres kelimesini organizrnanın verdiği t�pkinin uyarıcısı anlamında kullanmıştır. Daha sonra STRESS adlı ilk kitabında ise bu sözcüğü değişik “stressors” (stres yapıcılar) ya da stres etmenlerine karşı organizrnanın verdiği cevap anlamında kullanmıştır Selye’ye göre stres, “spesifik olmayan tüm değişiklikleri karşılayan ve böylece biyolojik sisternde yeralarak spesifik bir sendroma dönüşen bir durum” dur. Hans Selye için stres temelde fiziksel bir cevaptır ve her ne kadar stresi n etkilerini eustress (stressizlik hali) ve distress (zorlanma, yüklenme)’inkilerden ayırsa ve kişinin üzerinde stresin iyi ve kötü etkilerini incelese de, stres saldın çerçevesi içinde ele alındığı için kişi üzerindeki sonuçlan da olumlu olamaz düşüncesi ile bu görüşüne sadık kalmıştır. Stresin incelenmesinde giderek artan sayıda değişkenin gözönünde bulundurulması, stresin çevreden gelen her tür talebe karşı organizrnamn verdiği spesifik olmayan cevaplan olduğu varsayımına yolaçmıştır (Selye’nin son görüşü). Görüldüğü gibi bu görüşte kişisel boyut eksiktir. 1950’den günümüze kadar yapılan yüzlerce araştırma psike-sorna (ruh-beden) ilişkilerinin incelenmesi yolunu açmış, bu eserde de görüleceği gibi yeni bir hastalık kurarnı kabul edilmeye başlanmıştır. Burada çizgisel biyolojik model tartışma konusu yapılarak, hastanın sadece basit ve gündelik varlığı ll içinde ele alınmamasını öneren ve hastalığı çevreleyen tüm boyutlan giderek içinde toplayan çokçizgisel bir model geliştirilrneye çalışılmıştır.

Şimdi yeniden stres sözcüğünün genelde kabul gören tanımianna dönersek, şöyle bir sıralama yapa liriz: \ 1) Stres gerilim yaratan bir güçtür. Bu güç nesne üzerine uygulandığında, nesnenin deforrnasyonuna (strain) yolaçar. Bu anlarnda sözkonusu olan bir dış uyarıcı, herhangi bir dış etkendir (fiziki etken: gürültü, sıcak, soğuk. ya da psikolojik etken: ölüm, işini kaybetme … ) Bu stresin aktif anlarnıdır. 2j Stres Hans Selye tarafından “stres yapıcılar” diye·· adlandınlan fizik ve/veya psikolojik ve/veya sosyal bir etkenin yolaçtığı etkinin sonucudur. O halde burada sözkonusu olan stres halinin, başka deyişle kişi sağlığı üzerindeki biyolojik, zihinsel ve ruhsal sonuçlarının incelenmesidir. Etki bir kereye rnahsus·ya da sürekli olabilrnekte, belirtilerin ortaya çıkmasına kadar geçen belirtisiz dönem de dahil olmak üzere hastalığın süresi araştınlrnaktadır: birkaç saat, birkaç ay, bir yıl ya da otoimmün (kendi kendine bağışıklık) hastalıkları örneğindeki gibi birkaç yıllık bir süre de sözkonusu olabilmektedir. 3) Stres hem stres yapıcı ya da stres etkeni, hem de bunun etkisinin çeşitli kişisel boyutlar içindeki sonucudur. Selye’nin ve psikosornatisyenlerin (F. Alexander … ) tüm araştırmalan ile son 40 yılın çalışmaları bu tanımlamadan yola çıkmaktadır. Bu dururnda tanımlamanın bir anlam kargaşasına yolaçtığı görülebilir. 4) Stres artık yalnız biyolojik boyutlar içinde düşünülrnernekte, aynı zamanda iç ve dış dinamik görünümleri içinde ele alınmaktadır. O halde stres, belli süre-zaman içinde kişi tarafından algılanan 12 bir dış etkendir. Buna karşı durmak için zihinsel savunmalar ile bunları destekleyen ve zihinsel savunma oyununa eşzamanlı olarak eşlik eden biyolojik özdevinimler devreye girmektedir. Stres nedeniyle kişinin ruhsal yaşamında düzensizlikler görülebilmekte, çünkü bu etki kişinin ruhsal yapısına, bedensel ve sosyal koşuHanna ba�lı olarak somatizasyon (bedenselleştirme) riski taşımaktadır.

(Dr. Pierre Marty.)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir