Jean Meslier – Sagduyu

Yaratılışı, uyruğunun zihnini karıştırmaya çok uygun mutlak bir hükümdar ile yönetilen bir ülke var. Bu hükümdar, bilinmek, sevilmek, itaat edilmek istiyor. Ancak hiçbir zaman kendisini göstermiyor ve her şey hakkında edinilebilen bilgiyi kuşkulu kılmaya çalışıyor. Hakimiyet ve saltanatına bağlı kavimler, görünmeyen hükümdarlarının karakteri ve yasaları hakkında sözcülerinin verdiği fikirlerden başka fikirlere sahip değil. Sözcüler bile, hükümdarlarının karakteri ve niyetleri hakkında hiçbir fikre sahip olmadıklarını, bu hükümdara giden yolların geçilmesinin olanaksız olduğunu, niyet ve sıfatının bilinmesinin hiç mümkün olmadığını kabul ediyor. Öte yandan, icra aracı olduklarını söyledikleri efendilerinden çıkan emirler hakkında, bu sözcüler arasında birlik yok. İmparatorluğun her ilinde bu emri başka başka ilan ediyor. Birbirlerini küçük düşürüyorlar, birbirlerine hileci, sahtekar diyorlar, ilanını görev edindikleri emirler, fermanlar açık değil. Bu emirler ve fermanlar, uyruğun eğitim ve aydınlanmasına özgü, ancak bunlar uyruğun akıl erdiremeyeceği, anlaşılmaz şeyler. Gizli hükümdarın yasaları, çevirmenlere, açıklayıcılara muhtaç; ancak bunları açıklayanlar da, gerçek anlamı hakkında sürekli olarak çekişme halindeler. Dahası var. Bunlar kendi kendileriyle de uyuşmuş değil. Gizli hükümdarlarına dair ettikleri söylentilerin tümü bir çelişkiler yumağından başka bir şey değil, hemen yalanlanmayacak hiçbir kelime söylemiyorlar. Bu gizli hükümdarın son derece iyi olduğunu söylüyorlar; oysa onun isteklerinden, emirlerinden şikayet etmeyen kimse yok. Sonsuz hakim olduğu varsayılıyor; oysa yönetiminde her şey mantığa ve sağduyuya aykırı.


Adaleti övülüyor; oysa uyruklarının en iyileri genellikle en az yardım ve iyiliğe erişiyorlar. Her şeyi gördüğü, her yerde hazır ve nazır olduğu temin olunuyor; oysa, bu hazır ve nazırlığın hiçbir şeye yararı yok. Düzen ve doğruluk dostu olduğu söyleniyor; oysa, ülkesinde her şey alt üst olmuş, karışıklık içinde. Her şeyi o yapıyor; oysa olaylar, ender olarak tasarılarına uygun görülüyor. Her şeyi önceden görüyor, ancak hiçbir şeyin olmasına engel olamıyor. Kendisine yapılan saldırı ve tecavüze karşı sabır ve tahammülü yok; bununla birlikte herkesi kendisine tecavüz edebilmeye güçlü kılıyor. Eserlerindeki bilimselliğe hayranlıkla bakılıyor, oysa çelişkilerle dolu eserleri kısa ömürlü. Sürekli olarak yapmakla, bozmakla, işinden asla memnun kalmaksızın yaptığını onarmakla uğraşıyor. Her girişiminde, kendi büyüklüğünden ve şanından başka bir amaç yok; oysa büyüklüğü ve şanıyla yüceltilmeye hiç ulaşmıyor. Yalnızca uyruğunun refahı için çalışıyor, uyruğu ise çoğunlukla zorunlu ihtiyaçlarından bile yoksun. Armağan ve iyiliklerine erişmiş gibi görünenler, genellikle hallerinden en az memnun olanlar. Bunların hemen tümü, büyüklüğüne hayran olmaktan ve olgun hikmetini yüceltmekten, iyiliğine tapmaktan, adaletinden korkmaktan, asla itaat etmedikleri emirlerine saygı duymaktan ayrılmadıkları hükümdarlarına karşı aralıksız isyan halinde bulunuyorlar. Bu ülke dünyadır; bu hükümdar Allah’tır; vekilleri rahiplerdir; uyruğu insanlardır. 2. Konusu yalnızca anlaşılmaz şeyler olan bir bilim vardır.

Bütün bilimlerin dışında olan bu sözde “bilim”, duygularımızla, araştırılmayan ve değerlendirilmeyen şeylerle uğraşır. Hobbs bu bilime Melekülüzzulümat (Ro-yaume de tenebres) adını verir. Bu ülke, herkesin, oturmakta olduğu alemde tanıdıkları yasalara muhalif olan yasalara bağlı olduğu bir ülkedir. Bu tuhaf ülkede ışık, karanlıktır; sağduyu, deliliğe dönüşür. Bu bilime, teoloji (ilahiyat) denir ve bu teoloji, insan aklına sürekli bir hakarettir. “Eğer”leri, “belki”leri birbiri üzerine yığa yığa, en açık bilgileri unutturacak ve en olumlu gerçekleri kuşkuya düşürecek ölçüde insanların zihnini karıştırmaya yetenekli, birleşme ve ilerlemeden yoksun hoyrat bir sistem, bir manzume vücuda getirebilmişlerdir. Bu düzenlenmiş Galimatias* ile, doğa, insan için açıklanması mümkün olmayan bir muamma olmuştur; gerçek alem, gerçek dışı alemlere yer açmak için takatsiz bırakılmıştır; tek bulucusu olduğu kuruntular ülkesinin yegane yol göstericisi olan hayal gücüne yerini terk etmeye, akıl mecbur edilmiştir. * Galimatias, açık olmayan, belirsiz, karmakarışık söz demektir. (A.C.) 3. İNSAN NE SOFU Her dinin ilkeleri Allah düşüncesi üzerine kurulmuştur. Oysa duyuların hiçbirine etkisi olmayan (duyuların hiçbiriyle hissedilmeyen ve araştırılmayan) bir zat hakkında gerçek düşüncelere sahip olmak, insanlar için mümkün değildir. Bütün düşüncelerimiz ve duygularımız aracılığıyla bizde bir etki yapan ve uyarıda bulunan şey, maddelerin, şeylerin temsilleri, simgeleri, tasvirleridir. Zihin dışında bir konusu, bir maddesi olmayan Allah fikri, gözümüzün önüne ne getirebilir? Böyle bir düşünce, etkisiz eserler kadar kuruntu değil midir? Zihin dışında bir ilkel örneği, asıl nüshası, prototipi bulunmayan bir fikir, bir kuruntudan başka bir şey midir? Bununla birlikte bazı inanç ustaları, Allah fikrinin insanla yaşıt olduğunu insanların ana rahminden başlayarak bu Allah düşüncesine sahip olduklarını ve bu düşünceyle doğduklarını ileri sürerler.

Her ilke bir hükümdür; her hüküm tecrübe eseridir; tecrübe ancak duyularımızın çalışmasıyla kazanılır. Bundan şu sonuç çıkar: Dini ilkeler kuşkusuz bir temele dayanmaz ve asla yaşa bağlı değildir. Tanrı düşüncesi ve din ilkeleri kesinlikle doğuştan kazanılmaz, insan bunları düşünce halinde taşıyarak ve sahip olarak doğmaz. Sonradan, aile, toplum ve genel çevre bunları kendisine aşılar. 4. DÜŞÜNMEMEKTİR Her dini sistem ancak Allah’ın ve insanın doğası ve bunların aralarındaki ilişki üzerine kurulabilir. Ancak bu ilişkinin gerçek varlığı hakkında bir hüküm vermek için tanrısal doğa hakkında bazı fikirlere sahip olmak gerekir. Oysa, bütün ilahiyat, Tanrının içyüzü anlaşılmaz diye bize bağırmaktan ve öte yandan bu anlaşılması mümkün olmayan Allah’a sıfatlar tayin etmekten ve insanın anlaşılmaz Allah’ı onaylamada çekingen olamayacağını söylemekten bir an geri kalmamaktadır. İnsanlar için en önemli olan şey, anlamanın tam ve kesin bir olanaksızlığı içinde bulunmalarıdır. Eğer Allah, insan için anlaşılması mümkün değilse, onu hiç düşünmemek en akla uygun yoldur. Ancak din, insanın bir cinayet işlemiş olmaksızın Allah’ı hatırından çıkaramayacağı hükmünü vermektedir. 5. DİN, SAFDİLLİK ÜZERİNE KURULMU Bize, “Tanrının sıfatı sınırlı zekalar için anlaşılabilir içerikte değildir” deniliyor. Bu ilkenin doğal sonucunun şu olması gerekir: Tanrının sıfatı, sınırlı zekaları uğraştırmak için değildir. Oysa din, sınırlı zekaların, sıfatı insanlar tarafından anlaşılmayan bir zatı (yani Allah’ı) asla gözden kaybetmemeleri gerektiğini belirtiyor.

Dolayısıyla, pekala görülüyor ve anlaşılıyor ki, din, insanların sınırlı zekalarını, anlaşılması kendileri için olanaksız olan bir şeyle meşgul etme sanatıdır. 6. “Din insanı Allah ile birleştirir ya da Allah’la ilişkiye geçirir; bununla birlikte Allah sonsuzdur” demiyor musunuz? Allah sonsuz ise, sonu olan hiçbir varlık onunla ne işlemde bulunur, ne ilişkide. İlişki olmayan yerde, ne birleşme, ne işlem, ne de görev olabilir. Allah’la insan arasında görev ilişkisi yoksa, insan için din hiç yoktur. Allah sonsuzdur demekle, sonu olan insan için her dini hemen sürgün ediyorsunuz. Sonsuzluk fikri bizim için örneği olmayan, prototipsiz , konusuz bir fikirdir. 7. ALLAH’I SINIRLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR Allah sonsuz bir varlıksa, ne bu dünyada, ne ahirette Allah’la insan arasında hiçbir ilişki olamaz; dolayısıyla Allah düşüncesi insanın kafasına hiçbir zaman girmeyecektir. İnsanın bu hayatta olduğundan daha aydın olacağı diğer bir hayatta (ahiret hayatında) bile, Allah’ın sonsuzluğu, Allah düşüncesiyle insanın sınırlı zekası arasına öyle bir uzaklık koyar ki, insan, ahirette de dünyada olduğundan fazla Allah’a akıl erdiremeyecektir. Bundan, açıkça şu sonuç çıkar: Allah düşüncesi ahirette de insan için bu dünyada olduğundan daha anlaşılır bir şey olmayacaktır. Bundan şu da çıkar: Melekler, Archange’lar1, Seraphin’ler2 gibi üstün zekalar dahi Allah hakkında, bu dünyada hiçbir fikri olmayan insandan daha çok fikre sahip olamazlar. 1 Büyük melekler: Cebrail, Azrail gibi. 2 Melaikei mükerremenin israfiliyyun denilen sınıfı. 8.

En çok mümkün olmayan şeyin, kendileri için en esaslı şey olduğuna insanları inandırmayı nasıl başardılar? Çünkü, insanlara korku saldılar. Korktuğunda, insanın muhakemesi artık işlemez; insan düşünemez, değerlendirme yapamaz. Öte yandan insanlara, akıl ve muhakemelerine güvenmemeleri de öğütlendi; zihin böyle karıştırılınca artık her şeye inanılır ve hiçbir şey araştırılmaz. 9. Cehalet ve korku… İşte her dinin başlıca iki nedeni. Allahı hakkında insanı kuşatan belirsizlik, kendisini dine bağlayan birinci bağımsız nedendir. İnsan gerek maddi, gerek manevi karanlıkta korkar; korkusu ihtiyat olur ve korkmak ihtiyaç halini alır, korkacağı bir şey olmadığında kendisinde bir eksiklik, bir boşluk olduğunu sanır. 10.1 YARARLANIRLAR Ta çocukluğundan beri, bazı kelimeleri her işittiğinde titremeyi alışkanlık haline getirmiş olan kimse, bu kelimelere ve titremeye muhtaçtır. İşte bu nedenle, böyle bir adam, korkacak bir şey olmadığına garanti vermeye çalışan kimseden çok, bu korkuları içinde tutacak kimseyi dinlemeye eğilimli olur. Aslı astarı olmayan şeylere inanan adam, korkuyu arzular; hayal gücü bunu ister. Denilebilir ki, korkacak hiçbir şeyi olmamaktan korktuğu kadar, hiçbir şeyden korkmaz. İnsanlar hayal hastalarıdır. İlaçlarına alıcı bulmak için, çıkarcı şarlatanlar, hep insanların deliliklerini, budalalıklarını sürdürmeye özen gösterirler. Çok sayıda ilaç veren doktorlar, iyi bir rejim, iyi bir hayat tarzı öğütleyen ya da doğanın yapacağı etkiye bırakan doktorlardan daha çok dinlenir ve daha çok güvenilir olurlar.

11.D Din açık olsaydı, cahiller için daha az çekici olurdu. Onlar için, karanlık ve esrarlı şeyler, korkular, masallar, kerametler ve sürekli olarak beyinlerini işletecek, yoracak, akla sığmaz şeyler gereklidir. Romanlar, inanılmaz cin ve cadı hikayeleri, sıradan insan ruhu için, gerçek tarihlerden daha çekicidir. Din konusunda insanlar büyük çocuklardır. Bir din ne kadar saçmalık ve mucizelerle dolu olursa, halkın ruhu üzerinde o oranda tahakküm hakkı kazanır. Sofu, bönlüğüne hiçbir sınır koymamak zorunda olduğuna inanır. Bir şey ya da şeyler ne kadar çok anlaşılmaz olursa, halka o oranda ilahi görünür. Bu şeyler ne kadar az inanılabilir olursa, bunlara inanan sıradan insanlar, o oranda erdem ve üstünlükler olduğunu sanır. 12. AH Dini düşüncelerin başlangıcı, genellikle vahşi milletlerin henüz çocukluk halinde bulunduğu dönemdir. Din koyanlar; tanrılar, ayinler, efsaneler, şaşırtıcı ve korkunç masallar sunmak için, her dönemde hep kaba, cahil ve ahmaklara başvurmuşlardır. Babalar tarafından incelenmeksizin kabul edilen batıl ve esassız inanışlar, az çok değişerek, baskı ve sıkı düzen altında bulunan ve çoğu kez babalarından daha çok düşünce ve muhakemede bulunmayan çocuklara geçmiştir. 13.H Kavimlerin ilk yasalarının konuşu, halkı egemenlikleri altına almak olmuştur.

Bu amaca ulaşmak için en kolay çözüm, onları korkutmak ve muhakemeyi yasaklamak oldu. Bu yasa koyucular, kavimleri dolambaçlı yollardan götürdüler; ta ki, kılavuzlarının amaçlarını anlayamasınlar; bastıkları ve geçtikleri yeri görmesinler diye onlan semaya baktırdılar. Yol üzerinde onları masallarla eğlendirdiler. Sözün kısası, çocukları uyutmak ya da susturmak için ninniler söyleyen ve tehditlerde bulunan sütannelerinin yöntemlerini uyguladılar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir