Jean Paul Sartre – Özgürlük Yolları 1 – Akıl Çağı

Vercingetorix Sokağı’nın ortasında, irikıyım bir adam Mathieu’yü kolundan yakaladı; karşı kaldırımda bir polis geziniyordu. “Bana biraz para ver patron, karnım aç.” Birbirine yakın gözleri, kalın dudakları vardı; şarap kokuyordu. Mathieu, “Acıktın mı, yoksa susadın mı?” dedi. Adam güçlükle homurdandı: “Yemin ederim doğru söylüyorum, yemin ederim…” Mathieu cebinde bir on santim bulmuştu: “Sen bilirsin,” dedi, “laf olsun, diye söyledim.” Parayı verdi. Adam duvara yaslanarak, “Bu yaptığın,” dedi, “iyi bir şey senin… Ben de sana Tanrı’dan çok büyük bir şey isteyeceğim. Bil bakalım, ne isteyeceğim?” İkisi de düşündüler; Mathieu, “Ne istersen,” dedi. “Eh, öyleyse ben de senin mutluluğuna dua ederim. İşte bu kadar…” Bir iş başarmışçasma güldü. Polisin yanlarına geldiğini gören Mathieu, adam için ürktü. “Haydi bakalım,” dedi, “eyvallah!” Uzaklaşmaya davrandı, ama adam tekrar yakaladı. Peltek peltek, “Mutluluk dilemekle olmaz yani,” dedi. “Bu kadarı yetmez…” “Ya daha ne olacak?” “Sana bir şey vermek isterdim…” Polis, “Dilencilik yaptığın için seni deliğe tıkacağım,” dedi. Pembe yanaklı, gepegenç bir adamdı; sert görünmeye çalışıyordu.


Gene de güvensiz bir sesle, devam etti: “Yarım saattir gelip geçeni rahatsız ediyorsun.” Mathieu telaşla, “Dilenmiyor,” dedi, “konuşuyorduk.” Polis omuz silkti, yürüdü. Sarhoş kaygı verecek şekilde sallanıyordu; polisi bile pek fark etmemişti. “Sana ne vereceğimi buldum. Bir İspanyol pulu vereceğim.” Cebinden üç köşe yeşil bir karton parçası çıkardı ve Mathieu’ ye uzattı. Mathieu okudu: 7 “C.N.T. Diario Confederal. Ejemplares 2. France. Anarşist Sendikalistler Komitesi, 41 Belleville Sokağı Paris.” Adresin alt tarafına bir pul yapıştırılmıştı.

Pul da yeşildi, Madrid damgasını taşıyordu. Mathieu elini uzattı: “Teşekkür ederim.” “Ama dikkat et,” dedi adam. Öfkelenmiş gibiydi… “Bu… Bu Madrid… Ya!” Mathieu baktı, adamın heyecanlı bir hali vardı. Düşündüklerini söyleyebilmek için kendini zorladığı belliydi. Vazgeçti, yeniden, “Madrid,” dedi. “Evet.” “Oraya gitmek istiyordum, yemin ederim. Ama olmadı işte… Ayarlayamadım. ’ ’ Birden kapanmıştı. “Dur!” dedi. Parmağını ağır ağır pulun üzerinde gezdirdi: “Oldu. Artık alabilirsin.” Mathieu iki-üç adım yürümüşken adam gene seslendi: “Hey!” “Ne var?” dedi Mathieu. Adam uzaktan on santimi gösteriyordu: “İneğin biri bana bir onluk tosladı.

Gel sana bir rom ısmarlayayım.” “Yok! Başka bir akşam.” Mathieu, içinde belirsiz bir buruklukla uzaklaştı. Yaşamında, herkesle birlikte sokaklarda, barlarda sürttüğü, önüne gelenle kadeh tokuşturduğu bir dönem olmuştu. Ama o fasıl çoktan kapanmıştı; bu çeşit numaralar artık ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Gülünçtü bu… İspanya’ya gidip dövüşmeye can attığı da olmuştu. Mathieu adımlarını sıklaştırdı; canı sıkılarak, “Aslında birbirimize diyeceğimiz bir şey yoktu,” diye düşündü. Cebinden yeşil kartonu çıkardı: “Madrid’den geliyor, ama ona gönderilmemiş, herhalde biri vermiştir. Bana vermeden önce Madrid’den geliyor, diye pulu kaç kez okşadı.” Adamın yüzünü ve pula bakarken gözlerinde beliren anlamı hatırlıyordu: Bir tutku ifadesiydi bu… Yürümeye devam ederken Mathieu de pula baktı, sonra karton parçasını cebine koydu. Bir tren düdüğünü öttürdü ve Mathieu içinden, “ihtiyarladım ben,” diye geçirdi. Sâat onu yirmi beş geçiyordu, vakti vardı. Küçük mavi evin önünden durmadan, başını çevirmeden geçti, ama gözünün ucuyla bakmıştı. Madame Duffet’ninkinden başka bütün pencereler karanlıktı. Marcelle sokak kapısını açacak zaman bulamamıştı: Asma cibinlikli karyolaya doğru eğilmiş, erkeksi hareketlerle annesinin yorganını düzeltiyordu.

Mathieu düşünceliydi: “29’una kadar beş 8 yüz frank, günde aşağı yukarı otuz frank eder. Altından nasıl kalkacağım?” Geri döndü ve yürüdü. Madame Duffet’nin odasında ışık sönmüştü. Birkaç saniye sonra Marcelle’in penceresi aydınlandı; Mathieu karşıya geçti ve yeni ayakkabılarının ses çıkarmasından korkarak dikkatle bakkalın önünden yürüdü. Kapı aralıktı; usulca itti, kanat gıcırdayarak açıldı: “Çarşambaya biraz yağ getirip şu menteşeleri yağlayayım.” İçeri girdi, kapıyı kapadı, karanlıkta ayakkabılarını çıkardı. Merdiven de gıcırdıyordu; Mathieu, ayakkabıları elinde, usul usul çıkıyor, her basamakta adımım atmadan ayağının ucuyla önünü yokluyordu: “Ne komedi,” diye düşündü. O daha sahanlığa varmadan Marcelle kapıyı açmıştı. Odasından pembe, süsen kokulu bir buhar süzüldü, merdivene doğru yayıldı. Yeşil gömleğini giymişti. Arkasından vuran ışıkta Mathieu, onun yumuşak ve etli kalçalarının yuvarlaklığını gördü. İçeri girdi, kapıyı kapadı; bu odaya her girişinde ona, dev bir deniz böceğinin kabuğuna giriyormuş gibi gelirdi. Marcelle kapıyı kilitledi. Mathieu duvardaki gömme dolabı açtı, ayakkabılarım içine koydu. Sonra Marcelle’e baktı ve işlerin yolunda gitmediğini anladı.

Alçak sesle, “Ne var?” diye sordu. “Kötü bir şey mi oldu?” Marcelle alçak sesle, “Yo, hayır,” dedi. “Sende ne var, ne yok?” “Hiç, parasızım! Üst tarafı iyi işte…” Kızı boynundan, dudaklarından öptü. Teni amber kokuyordu, ağzı tütün. Mathieu soyunurken Marcelle yatağın kenarına oturdu, dikkatle bacaklarına bakıyordu. Mathieu, “Bu da ne?” diye sordu. Ocağın üzerinde o güne kadar görmediği bir fotoğraf duruyordu. Yaklaşıp baktı ve utangaç, ama dik bakışlı, erkek halli, zayıf bir genç kız gördü. Üzerinde uzun bir erkek ceketi, ayağında düz, kapalı ayakkabılar vardı. Marcelle başını kaldırmadan, “Benim,” dedi. Mathieu döndü; Marcelle’in gömleği kalçalarına kadar sıyrılmıştı; öne eğilmişti; Mathieu, onun iri göğüslerinin gömleğinin altında titrediğini fark etti. “Nereden buldun bunu?” “Eski albümlerden birinde. 928 yazında çektirmişim.” Mathieu ceketini dikkatle katladı ve ayakkabılarının yanma koydu. Sordu: “Aile resimlerine bakarak zaman geçiriyorsun, desene…” “Hayır, ama nedense bugün canım eski günlere ait bir şeyler görmek istedi.

Henüz seninle tanışmadığımız, daha sağlam, sağlıklı olduğum günlerde nasılmışım, görmek istedim. Versene şunu.” 9 Mathieu resmi uzattı, kız sert bir hareketle, koparırcasına aldı. Mathieu yatağın üzerine, kızm yanına oturdu. Marcelle irkildi, usulca uzaklaştı. Anlamsız bir gülüşle resme bakıyordu. “Ne tatsızmışım,” dedi. Resimdeki genç kız bir bahçe duvarının demir parmaklığına yaslanmıştı. Dimdik duruyordu, dudakları aralıktı. Herhalde o da aynı batıcı açık sözlülük, aynı dengesiz cüretle, “Ne tatsızım,” diyordu. Yalnızca o daha genç ve çok daha zayıftı. Marcelle başını salladı. “Tatsız ya,” dedi. “Tatsız! Bu resmi Luxembourg’da eczacı okulundan bir oğlan çekmişti. Üzerimdeki ceketi görüyor musun? O gün satın almıştım.

Bir sonraki pazar Fontainebleau’da şenlik vardı. Hey Tanrım!” Mutlaka bir şey vardı: Hareketleri hiçbir zaman bu kadar sert, sesi bu kadar kırıcı, bu kadar erkeksi olmamıştı. Yatağın kenarında, çırılçıplakken olduğundan çok daha iç gıcıklayıcı, savunmasız, oturuyordu; bu her şeyi pembe olan odanın ortasında iri hatlı bir Çin vazosu gibiydi. Bedeninden o kışkırtıcı koku yükselirken sert, erkek sesiyle konuştuğunu duymak insanı şaşırtıyor, üzüyordu. Mathieu onu omuzlarından yakalayarak kendine doğru çekti: “Geçmiş günleri mi özlüyorsun?” Marcelle kuru bir sesle, “Hayır,” dedi. “O günleri değil. Yalnızca o günlerde hayalini kurduğum yaşamı özlüyorum.” Genç kız üniversitede kimya öğrencisiydi. Sonra hastalanmıştı. Mathieu, “Beni mi suçluyor yoksa,” diye düşündü. Bir soru sormak için ağzını açtı, ama kızın gözlerini görerek sustu. Marcelle, yüzünde gergin, kederli anlamlarla hâlâ resme bakıyordu. “Şişmanlamışım, değil mi?” “Evet.” Omuz silkti, fotoğrafı yatağın üzerine fırlattı. Mathieu, “Gerçekten, ne şanssızlık,” diye düşündü.

Yanağını öpmek istedi, Marcelle yumuşak bir hareketle onu itti. Sinirli bir gülüşle, “On yıl geçti,” dedi. Mathieu düşünüyordu: Ona hiçbir şey veremiyorum. Haftada dört gece geliyordu; günlerini en ince ayrıntılarına kadar ona anlatır, Marcelle de ciddi, hatta biraz emreden bir tavırla akıllar, öğütler verirdi ona… Mathieu sordu: “Dün ne yaptın? Sokağa çıktın mı?” Marcelle gelişigüzel bir hareket yaptı. “Hayır, yorgundum. Biraz bir şeyler okudum, ama annem ikide bir dükkâna çağırdı, rahat bırakmadı.” 10 “Bugün?” “Bugün çıktım,” dedi. “Canım biraz hava almak, iki insan yüzü görmek istedi. Gaite Sokağı’na kadar yürüdüm, iyi geldi; sonra Andree’ye gittim.” “Görebildin mi?” “Evet, beş dakika. Ondan ayrıldığımda yağmur başlamıştı, ne biçim haziran; insanlar öyle keyifsiz görünüyorlardı ki… Bir taksiye atlayıp eve döndüm.” Zoraki bir ilgiyle, “Ya sen?” diye sordu. Mathieu’nün canı anlatmak istemiyordu. Ama, “Dün son derslerde bulunmak için liseye gittim,” dedi. “Öğlen Jacques’ta yemek yedim, her zamanki gibi korkunçtu.

Bu sabah muhasebeye uğradım. Belki biraz avans koparabilirim, diyordum; ama olmazmış. Halbuki Beauvais deyken idaredeki herifle işimi uydurmuştum… Sonra Ivich’i gördüm.” Marcelle kaşlarını kaldırarak baktı. Mathieu ona Ivich’ten bahsetmeyi sevmiyordu. Sözünü tamamladı: “Pek bozuktu.” “Neden?” Marcelle’in sesi yeniden dikleşmiş, yüzüne düşünceli ve ciddi bir anlam gelmişti. Şu anda tombul bir Doğuluya ne kadar benziyordu. Mathieu yarım ağızla, “Çakacak galiba,” dedi. “Hani çalışıyor, demiştin?” “Eh, sözümona… Kendince çalışıyor. Yani saatlerce, kitap önünde, kımıldamadan oturuyor. Ama bilirsin onu, tıpkı deliler gibi o da bazen, bir an gerçeği görüverir. Eylülde biyolojiyi çalışmıştı, biliyordu. Smav iyi gidiyordu, profesörün ağzı kulaklarındaydı; sonra nasıl olduysa birden, çıplak kafalı, çirkin bir adamın karşısında oturmuş, selentereleri anlattığını fark ediverdi. Bu ona aşağılık, gülünç bir şey gibi geldi.

‘Selenterelerden bana ne? Topunun Allah belasını versin!’ diye düşündü ve dazlak kafalı herif bir daha ağzından tek kelime alamadı.” Marcelle, dalgın, “Ne tuhaf kız,” dedi. “Neyse,” dedi Mathieu, “bu numarayı ikide bir tekrarlamaya kalkışmasın da! Ama bu olmasa da başka bir delilik bulur gene.” Bu ses tonu, bu koruyucu, ama umursamaz ton düpedüz yalan değil miydi? Sözcüklerle anlatılabilecek her şeyi söylemiyor muydu? “Zaten sözcüklerden gayrı ne var ki…” Bir an tereddüt etti, cesareti kırılmış gibi başını öne eğdi; Marcelle’in, onun Ivich’le ilgili duyguları konusunda bilmediği bir şey yoktu; onu sevmesine bile göz yumabilirdi. Tek istediği, Mathieu’nün Ivich’ten işte bu tonla söz etmesiydi. Mathieu kızın 11 sırtını okşuyordu, Marcelle’in gözkapakları ağırlaşmaya başlamıştı; onun böyle sırtını, iki kürek kemiğinin arasından ta kuyruk sokumuna kadar usul usul okşamasına dayanamazdı. Ama birden dikildi, yüz hatları sertleşmişti. Mathieu, “Bak Marcelle,” dedi. “Ivich çakmış, çakmamış umurumda değil. Zaten doktorluğa benden daha yatkın olduğunu kimse söyleyemez. Hem bu yıl EC.N.’i geçse bile, gelecek yılı atlatamaz. Daha ilk kadavrada aklı başından gidecek, bir daha fakülteye adımını atmayacak. Ama bu kez tökezlerse bir çılgınlık yapar, diye korkuyorum.

Çünkü bu yıl geçemezse ailesi onu bir daha üniversiteye yollamaz.” Marcelle sordu: “Yani, nasıl bir çılgınlık, demek istiyorsun?” Mathieu bocaladı: “Ne bileyim…” “Ama ben biliyorum, canım. Söylemeye dilin varmıyor, ama kalbine bir kurşun sıkıp canına kıyar diye korkuyorsun. Her ne kadar bu sence pek modası geçmiş, çok romantik bir hareket sayılırsa da… Seni duyan da kıza alıcı gözle bakmamış sanır. Cildini yakından görmedin mi hiç? Ben olsam, elimi sürmeye korkarım, yırtılıverir diye, öyle ince ki. Hiç böyle teni olan güzel bebekler bir kurşunla o câmm deriyi parçalamayı göze alabilirler mi? Ben kendimi, saçım başım birbirine karışmış, elimde küçük bir tabancayla bir koltuğa yığılmış kalmış tasarlayabiliyorum. Ama bu dekor, bu poz içinde o… Olmaz, olamaz! Anladın mı? Tabancalar bizim gibi katır derililer için yapılmıştır.” Çıplak kolunu Mathieu’nünkine yapıştırdı. JVIathieu’nün kolu Marcelle’inkinden daha beyazdı. “ Şuraya bak! Hele benimki, kayış gibi.” Gülmeye başladı. “Ne dersin, kalbura çevrilmek için yaratılmışım, değil mi? Bak, gözümün önüne geliyor: Sol mememin altında küçücük, yuvarlacık bir delik; düzgün, tertemiz kenarları var, kıpkırmızı! Vallahi, hiç de çirkin olmaz hani…” Yüksek sesle gülüyordu. Mathieu eliyle ağzını kapattı. “Sus, ihtiyarı uyandıracaksın.” Marcelle sustu.

Mathieu, “Ne kadar sinirlisin,” dedi. Marcelle yanıt vermedi. Mathieu elini yavaşça onun bacağına koyarak okşamaya başladı. Elinin altında her an ürperir gibi kımıldayan incecik, ipek gibi tüyleriyle bu yumuşak, sıcak ete dokunmak hoşuna gidiyordu. Mathieu birden elini çekti. “Bana bak bir dakika!” Bir an kızın etrafı hafifçe morarmış, yorgun gözlerinde umut12 suz bir bakış yakalayarak şaşırdı. “Neyin var senin?” Marcelle başını çevirdi. “Bir şeyim yok!” Her zaman böyle olurdu: Marcelle birden kapanıverirdi. Birazdan dayanamayacak, kendini daha çok tutamayarak boşalacaktı. O ;ını beklemekten başka çare yoktu. Mathieu bu sessiz isyanlardan ürkerdi: Bu böcek kabuğu odada tutku ve heyecan, boğacak, öldürecek kadar bastırırdı; çünkü Madame Duffet’yi uyandırmak korkusuyla insan konuşamaz, keyfince hareket edemezdi. Mathieu ayağa kalktı, dolaba gitti ve ceketinin cebinden karton parçasını çıkardı. “Şuna bak.” “Bu ne bu?” “Az önce sokakta bir adam verdi bunu. Sempatik bir adamdı, ben de ona üç kuruş para verdim.

” Marcelle kartı ilgisiz bir tavırla aldı. Mathieu’ye sanki o sokaktaki adamla aralarında bir suç ortaklığı varmış gibi geldi. “Biliyor musun? Bu karton parçasının onun için ayrı bir önemi vardı.” “Komünist miydi?” “Bilmem… Bana içki ısmarlamak istedi.” “Kabul etmedin mi?” “Hayır.” Marcelle heyecansız, “Neden,” diye sordu. “Belki hoşuna giderdi.” “Yok canım,” dedi Mathieu. Marcelle başını kaldırdı, miyop gözlerle duvardaki saate baktı. “Ne tuhaf,” dedi. “Böyle şeyler anlattığın zaman keyfim kaçıyor. Hele bu günlerde… Senin yaşantın kaçırılmış fırsatlarla dolu Mathieu.” “Sen buna kaçırılmış fırsat mı diyorsun?” “Tabii. Eskiden sen böyle biriyle tanışabilmek için bahane arardın.” Mathieu, iyi niyetle, “Belki biraz değişmişimdir,” dedi.

“Sen artık ihtiyarladığımı mı düşünüyorsun?” Marcelle kısaca, “Otuz dört yaşındasın,” dedi. Otuz dört yaş. Mathieu, Ivich’i düşündü ve içinde bir rahatsızlık duydu. “Öyle… Ama bu yüzden olduğunu sanmam; aslında, canım çekmedi. Anlıyor musun, günümde değildim.” Marcelle, “Son zamanlarda gününde olduğun anlar o kadar seyrek ki,” dedi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir