Jean Starobinski – Eleştirel İlişki

Eleştiri hakkında son zamanlardaki tartışmanın oldukça kesin proje ve kararlan ortaya çıkarma gibi değerli bir yönü oldu. Tartışmanın başlıca tarafları, inandırıcı olmak ve taraftar bulmak için, , .ayırıcı özellikleri vurgulama gereği duydular. Bakış açılarının birçok polemik arasından geçerek bu şekilde belirginleştiğini görmekten hiç kimsenin şikayetçi olacağı yok. Açıkça ortaya konan her tavır alma, her anlaşmazlık, bir dönemi belirler ya da daha doğrusu dönemin ta kendisi olur. Neyin ancak bir ikincil fenomen (epifenomen) olarak kalacağına gelecek karar verecektir. Edebiyatın var olması, edebiyat incelemelerinin kültürün bir parçasını oluşturması: İşte bir sorgulamayı gerekli kılmaya başlayan şeyler. Ben, edebiyatı konu edinen ve bugün kendilerini ne söylediklerinden emin disiplinler gibi tanımlamaya çalışan kuram ve yöntemlerle ilgili genel bir düşünce geliştirmekle yetineceğim. Bir araştırma konusunu aydınlığa kavuşturacak bir kuramın, etkili olacak bir yöntemin peşine düşerken ne isteniyor? Eleştirinin görevi nedir? Söz konusu olan bilgidir. Oysa bundan, sanki bilme ve anlama arzusu henüz en uygun araçlara sahip değilmiş gibi söz ediliyor. Ayrıca betimleyici kavram ve sözcük dağarcığının tamamlanmasının da önemli olduğu bir gerçek. 9 Kuram, yöntem. Birbiriyle örtüşmeyen bu iki terimin birbirinin yerine geçebilirmiş gibi kabul edilmesine biraz fazla sıkça rastlıyoruz.


İkisinin de saygın bir geçmişleri var. En eskiye dayanan kullanımıyla kuram, felsefenin vizyonunun keşfettiği haliyle dünyanın anlamlı düzeni üzerinde derin düşüncelere dalma demekti. Daha sonra, özellikle fizik alanında, uygulamayı tasarlayıp ona eşlik eden ve deneyle geçersiz kılınabilecek soyut güç oldu. Ampirizm ve pozitivizm, kuramın daha sonra doğrulanması gerekecek varsayımsal bir önceleme olduğunu kabul ediyorlardı. Deniliyordu ki, kesin olgular1 ortaya çıkhğında, kuram artık aradan çekilip daha ileriye yönelir. Kuram yalnızca öncelemelerde bulundu ve ulaşılabilir gerçeklerin araştırılmasına bir çerçeve oluşturdu. Yakın geçmişte, daha başka türlü anlaşılan bir kuram -eleştirel kuram- öne sürüldü; bu, insanın ve toplumsal hayatın varlık nedenini oluşturacak bir düşünceyi kendinde barındırdığı varsayılan bir kuramdı. “Somut” bir eylemin doğurabileceği değişiklikler açısından bakınca, sarsılmaz bir dikkat gerektirecek vizyondu. Gerçekte, edebiyat düzleminde, bugün tartışılan kuram, az ya da çok bilinçli bir şekilde, eski şiir sanatlarının ve retorik kitaplarının betimsel bölümünü miras olarak devralmıştır. Yönteme [methodos] gelince, bu da en eski entelektüel sözcük dağarcığına ait bir terimdir ve yine burada da, düşüncenin üstesinden gelmeye giriştiği sorunlara uygun bir prosedür fikri varlığını sürdürmektedir. Bu sözcük, bütün kullanımları boyunca, eski Yunancadaki ilk anlamına, güvenle izlenebilecek yol (metafizikte, geometride, diyalektikte, mantıkta, vb.) anlamına göndermede bulunmayı sürdürdü. Yöntem, en sonunda bilinebilir ve bilinen -ya da bilinemez- şey olarak ortaya çıkacak olanla ilgili en kesin kanıtları bir araya getirmeyi amaçlayan yolu belirler. Yöntem, işe koşulmuş kuram demektir, etkililiğini kanıtlar, bulma sanatı olur (ars inveniendi). Aslında, bir çemberin varlığı hissedilir: Yöntem kuramdan çıkıyorsa, kuramı oluşturmak için de bir yöntem gerekmiştir. Bir rasyonellik sözleşmesi, yöntem ve kuramın birbirleriyle kurdukları işb�rliğine yön verir. Günü1 Bu çeviride, “olgu” sözcüğünü, Fransızcadaki “fait” sözcüğüne karşılık olarak kullanıyoruz.

(ç. n.) 10 müzde “yöntem” sözcüğünün edebiyat incelemeleri alanında bu kadar sık kullanılıyor olması, edebiyat bilgisinin kendini bir bilime ve bu durumda, mümkünse kesinlik niteliği açısından doğa bilimleriyle eşit olacak bir “insan bilimi”ne ne denli yakın kabul ettiğini gösterir. Niçin bir yöntem açıklamasına öncelik tanınıyor? Bakıyorum da yalnızca felsefeciler kitaplarının önsözlerinde, girişlerinde ya da ilk bölümlerinde buna katlanmak zorunda kalıyorlar. Bu belki de bir sunuş hilesinden ibarettir. Çoğu kez, tarihçi, eleştirmen ve hatta felsefeci, ancak tekrar geri dönüp katettikleri yolun izlerine başvurduklarında yöntemlerinin bilincine tam olarak varabiliyorlar. Yöntemle ilgili önsöz çoğu kez en son yazılıyor. Bazı açıkgözler de yöntemlerini çalışmaları ilerledikçe oluşturdular. Çalışmalarının nesnelerine yönelerek en acil olana doğru koştular. Edebiyat alanında, sonuçlar elde edilmişken bir yöntem beyan etmek doğru mudur? Bir yöntemi tek o baskın çıksın diye oluşturmak? Bazıları bunu, eğer bir savunmaya gerek duyarlarsa kendilerini temize çıkarmak için, sonradan sonraya yapıyorlar. Bazıları da ders çıkarma işini okuyucularına bırakıyorlar. Kuşkusuz bu kısıtlama daha şık oluyor. Ortaçağdaki triviumu -dilbilgisi, retorik, mantık- oluşturan eski serbest “sanatlar”2, yöntemler ve örnekler konusunda çalışır. Bu “sanatlar”ın ortaya koyduğu bilgi, bir parçanın ya da bütün bir yapıtın hangi yönlerden incelenebileceğini ve değerlendirilebileceğini ayrıca ele almaya olanak sağlıyordu. Düşüncenin ve sözün etkili kullanımı için sundukları araçlar aynı zamanda onama ya da kınamayla ilgili eleştirel bir yargının da araçlarıydı.

Elbette, bu sanatlar teolojinin hizmetindeydiler. Bu hizmetkarlık işlevi ortadan kalkmışsa da, yine de, incelediğimiz eski ya da yeni metinlerde, bu eski “sanat”larm denk düşeceği düzey ya da düzlemleri kolaylıkla bulabiliriz. Yeni bilimlerimizden bazılarının bu disiplinleri geliştirecek eklemeler ve yeniden ifade ediş biçimleri olduğunu ileri sürmek pek de yanlış olmaz. Dilbilim ve göstergebilim, dilbilgisini tamamlıyor; 2 Fransızca metinde: arts liberaux; eski üniversitelerde, trivium (dilbilgisi, mantık, retorik) ve quadrivium (aritmetik, geometri, tarih, müzik) aşamalarındaki yedi “sanat”. (ç. n.) •· 11 psikoloji, en modern biçimleriyle, retoriğin ruh doktrininden ya da doğa felsefesinden ödünç aldığı tutkular kuramının yerini alıyor ve özellikle de onu karmaşıklaştırıyor. Klasik çağda bile altbölümleri açısından zaten zengin olan retorik, yenilerini de kucaklamaya hazır durumdaydı … Pek çok kez, az ya da çok bilinçlice yapılmış biçimde, bulduğumuz yenilikler daha önceden var olan kavramlarla uyuşuyor. Onları sınamaktan çekinmemek gerekir, yalnızca, yazınsal olguyu kesin bir açıdan ele aldıkları ve onunla ilgili yepyeni yönleri ya da sonuçları ortaya çıkardıkları için değil, bu alanda, insan gruplarının ortalama davranışlarını incelemeyi terk etmek wrunda oldukları için ve üretilmiş en özgür ve en yaratıcı şeyler karşısında doğruluklarını kanıtlamaları gerektiği için. En kesin bilimsel disiplinlerde, yöntemler ancak yöntemin kendisinin öngörmediği bir yöntem eleştirisi -uygulama sırasında ya da kuramlarda uyuşmazlık durumunda- ortaya çıktığı için değişir ve gelişir. Edebiyat alanında da bunun aynı şekilde olması gereklidir, çünkü bu alanda, yöntemin eleştirisini yapma yeteneği yöntemin kendisinin güvencelerinden biridir. Yöntemsel bir eleştiri düşüncesinin, ki bu edebiyat bilimi olacaktır, ortaya çıkışı nispeten yenidir. Kökenlerini, Germaine de Stael tarafından yeniden ele alınan, Victor Cousin tarafından devam ettirilen ve Taine tarafından düzeltilen, klasik “iklimlerin etkisi” kuramından almıştır. Ben bu düşüncede, XIX. yüzyılda edebiyat incelemeleri ve öğretimi ile ilgilenenlerin coğrafya, tarih, dil, toplum, ruh ve ekonomi bilimlerinin ilerlemesi karşısındaki yarışlarının ve nerdeyse kıskançlıklarının bir sonucunu gördüğümü kolaylıkla söyleyebilirim.

Söz konusu bilimlerin zaten kendilerinin de daha önceki bir edebi ve felsefi yapıtlar derlemesinin meyveleri olduğu düşünüldüğünde, bu yarışa hak vermemek mümkün olabilir mi? Ayrı ayrı disiplinler oluşturarak farklılaşmış bilgiler arasında yeniden bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi kurmak anlaşılabilir bir tutkudur. Tıpkı, yaşadığımız zamanın tam da içindeyken, kendimizi anlamamıza yarayan araçları geçmişe uygulamanın da -tarih bakımından uyuşmazlıklardan sakınmaya çalışarak- anlaşılabilir oluşu gibi. 12 Seçmek, Onannak, Yorumlamak Eleştiri söz konusu olduğu için, burada bu sözcüğün kullanımlarına tarihsel açıdan bir göz atmak gerekiyor. Fransızcada, sözcüğün başlangıçtaki anlamı “bir fikir yapıtını değerlendirme sanatı” (Acad�ie, 1694) olmuştur. Eleştiri, örtük ya da açık ölçütlerden hareketle, güzellikleri kabul ediyor ya da kusurları kınıyordu. Burada uygulanan şey bir seçme yetisidir. Bu sanat, güzellikleri övmekten ziyade genellikle kusurları kınamak için çaba gösterdiğinden, eleştiri kötüye alınmış ve çoğunlukla yalnızca kınama anlamında kullanılmıştır. Eleştirmek, “kınamak, kusur bulmak” demektir. Bir eleştirmen, düşünce yapıtlarını iyi tanıyan bilgili bir uzmandır, ama aynı zamanda da bir “kusur bulucu” dur … Aynı çağdaki bilginlerin Latincesinde, Ars critica ya da kısaca Critica sözcüğünün başka bir anlamı daha vardır. İşte polemikçi Johannes Clericus’un verdiği tanım: “İster nazım ister nesir kullansınlar, eski yazarları anlama sanatı; onların yazdıkları arasında gerçek olanlarla düzmece olanları ayırt etme; ayrıca sanat kurallarına uygun olanlarla bu kurallardan uzaklaşanları ,birbirinden ayırma3 .” O halde eleştirmenler metinleri açıklayan, onların kurallara ve değişmezliklerinden kuşku duyulmayan normlara uygunluğuna değer biçen kişilerdir. Daha sonra, Fransızca sözlükler, 1740’dan itibaren, bu sözcüğe aydınlatıcı bilgi ve açıklama anlamlarını da eklerler. Ama, XX. yüzyıla kadar kullanıİan anlamlarında, öncelik yargılama edimine aittir. Sözcüğün kökenine indiğimizde (Latincedeki cerno ile akraba olan Yunanca krinein eylemi), seçme, süzgeç, kalburdan geçirme imgelerini buluruz; bir de Hippokrates’çi tıptaki “kritik günler”in, “karar”m bahis konusu olduğu günlerin -yani hastalıklar hakkında sonit iyileşme ya da ölüm diye “karar verildiği” kriz döneminin- izini de bulabiliriz4.

“Eleştiri” birçok anlamla yüklü bir sözcüktür. Ben bu değişik anlamlan bir tarihin sonucu gibi görüyorum. Bu nedenle, bu 3 Johannes Clericus, Ars Critica, 4. basım, 3 cilt, Amsterdam, H. Schelte, 1702, cilt 1, Praifatio, Il, s. l. 4 Bu etimoloji George Blin tarafından La cribleuse de ble (Paris, Corti, 1 %8) kitabmda yer almıştır. Homeros’ta (İlyada, V, 501) kalburdan geçirmek eylemi “sarışın Demeter” tarafından yapılır. - 13 üst üste binmiş anlamları düzene sokmak için, bir soykütüğü önereceğim. Birtakım simgesel örnekler çağrıştırmaya (ya da uydurmaya) girişecek, onları, Aydınlanma Çağı felsefecilerinin çok sevdiği şu gözü pek varsayımsal tarihler gibi, zaman ekseni üzerinde yerleştireceğim. Başlangıçlarla ilgili her çağrıştırma varsayımsaldır ve insanı bir öykü kurmaya sürükler. O halde eleştirinin geçirdiği devirlerin kısa bir öyküsünü sunuyorum. “Edebiyat”tan önce, çok uzun zaman jestin ve dilin hiçbir eleştiri kabul etmeyen buyurgan kullanımları oldu. Bunlar ritüellerdi. Ritüeller, eleştirinin hiç söz konusu olmadığı bir düzeyi gösterir.

Çünkü onlarla dile getirilen şeyler, doğumu, evliliği ve ölümleri göstermek üzere, günün saatlerini ve yılın mevsimlerini göstermek üzere, yeniden başlayışları kutlamak üzere, tapınılana kurban sunmak üzere … bir daha hiç değişmeyecek şekilde saptanır. Ritüelin -dua, yemin, beddua- özelliğini belirtmek için, onun ifadelerinin üretilmesine yön veren seçme biçimi, bu ifadeleri içinde güvenle korunacakları grubun kolektif belleğine bağlayan seçme biçiminden ayrılmaz diyebiliriz. Ritüel söz, bir şeye mecbur eder ve bir şeyi yerine getirir, zorunlu bir modele uygun biçimde tekrarlanır, anlaşılmaz bile olsa nasıl söylendiyse öyle anlaşılsın ister. Ritüelin egemen olduğu dönemde, sözcüğün ilk anlamıyla, yani kişisel ayırt etme ve seçme eylemi anlamıyla eleştiri, kutsallığa saygısızlığın başlaması demek olacaktır. O zamanlar yalnızca inananlar vardır, kuralları öğrenmişlik düzeyleri farklıdır, ama hepsi de itaat eder. Biraz daha farklı biçimde söylersek: Ritüel kendini daha önceki bir gücün gereği olarak kabul ettirir. Ritüelde, söylenen söz çoğu kez bir edimsözdür’, ama bireysel ve kişisel bir iradeden kaynaklanmaz. İnsan ağzı bir başka gücün zorunlu kıldığı şeyi iletmekle yetinir. Ritüel, yeni bir buluşu, hatta esinlenmiş doğaçlamayı kabul etse de, önceden saptanmış bir koda bağlı kalır: Hiçbir itiraz götürmeyen Önceki’ne uygunluk aranır. Ritü5 Fransızca metinde acte performatif: Edimsöz, bir sözceyi kullanırken aynı zamanda bir edimde bulunmak anlamına gelir; rica etmek, uyarmak, emretmek, söz vermek, vb. söz edimleri edimsöz niteliğindedir. (ç. n.) 14 el, gerekli olanı yerine g

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir