Jeffrey Burton Russell – Mephistopheles Modern Dünyada Şeytan

Gerek bu kitabı gerekse dizinin daha önceki bölümlerini yazarken Şeytan düşüncesini lbrani-Hıristiyan-Müslüman bağlamında ele aldım; çünkü bu düşünceyi ortaya çıkartan ve geliştiren dinsel gelenekler bu inanç sistemlerinde yer alır. Sorunla en dolaysız biçimde karşı karşıya gelenler de bu üç din olmuştur; çünkü sorun en kesin biçimiyle, tektanrılı dinlerde Tanrı’nın birliğine, iyiliğine ve kadiri mutlaklığına duyulan inançla kötülüğün varlığı arasındaki zıtlıkta kendini göstermektedir. Çalışmalarımda kötülük sorununu özellikle Hıristiyanlık bağlamında ele alışımın nedeni kısmen kültürel ve dilbilimsel yönden bilgi alanımın Hıristiyanlık üzerinde yoğunlaşmış olmasından, kısmen de Hıristiyanlığın ve Hıristiyanlık kültüründen kaynaklanan felsefi geleneklerin kötülük sorunuyla en açık biçimde yüzleşerek formüle etmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Hiçbir tarikatin yolundan gitmediğim gibi, hakikati olabildiğince açık ve geniş bir biçimde aramaya yönelik arzumun dışında hiçbir genel kabul görmüş bir düşünceye bağlı kalmadım. Bu dizide yer alan çalışmaların ilk cildini oluşturan Şeytan, konusunu en eski çağlardan Yeni Ahit dönemine kadar geçen zaman içinde ele almaktadır; lhlis, erken Hıristiyanlıktan beşinci yüzyıla kadar geçen dönemi kapsar; Ltıc!fer ise ortaçağ dönemini ele almaktadır. Bu cilt, Reformasyondan günümüze kadar geçen dönemi incelemektedir. llk üç ciltte Şeytan konusunda ayrıntılarda da olsa belli bir görüş birliğinin gelişimi görülürken, dördüncü ciltte geleneğin parçalanışı 7 MEPHISTOPHELES gözlemlenir. Kitabın başlığı da bu parçalanma sürecini yansıtmaktadır; çünkü Mephistopheles adı onaltıncı yüzyılda Faust mitindeki Şeytan figürü için uydurulmuştur ve mit Batı yazınında, Goethe’nin kesinlikle Hıristiyan olmayan Faust’unda olduğu gibi gelenek dışı birtakım görüşlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Reformasyonla birlikte ortaya çıkan Protestan/Katolik bölünmesi, bu parçalanma sürecini başlatmıştır, ancak Protestanlık başlangıçta Katolik diaboloji geleneğinin izinde gittiği için kavram konllsunda ciddi bir bölünmeye ancak onyedinci yüzyılın sonundan itibaren rastlanrnaktadır. O dönemde “cadı çılgınlığı”nın inanılırlığını yitirmesi, Şeytan’a duyulan inancın da yitirilmesiyle sonuçlanmıştır; onsekizinci yüzyıldaysa Aydınlanma’nın usçu felsefi sistemleri Hıristiyanlık geleneğinin epistemolojik temellerini zayıflatmış ve diabolojinin daha da güçsüzleşmesine neden olmuştur. Onsekizinci yüzyılın sonlarına doğ- · ru (Hıristiyanlar da dahil olmak üzere) eğitimli insanların büyük bir bölümü Şeytan düşüncesini tümüyle göz ardı etmeye hazır duruma gelmişlerdi. Bununla birlikte tam o dönemde romantizm, güçlü ve ikircikli bir simge olarak Şeytan kavramının yeniden canlanmasına neden oldu. Romantik Şeytan, zorbalığa karşı soylu bir başkaldırının simgesi ya da en azından, hem özgürlüğün hem de bencilliğin ikircikli bir temsilcisi olarak görülüyordu. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Şeytan, genelde insanlığın yozlaşmasının ve budalalığının alaycı bir eğretilemesi olarak yazında, ·güzel sanatlarda ve müzikte yaygın biçimde yararlanılan bir figür durumunu aldı. Yirminci yüzyılda yaşanan soykırımların ve savaşların doğurduğu dehşet, kökten kötülüğe duyulan ciddi felsefi ilginin yeniden canlanmasına neden oldu ve bunun sonucu olarak da Şeytan bir kez daha modem teoloji için ciddi bir konu olarak ortaya çıktı.


8 ôNSÔZ Birkaç bölüm dışında yalnızca özgün dilde okuduğum eserleri ele aldım; çünkü kavramlar tarihi gibi hassas bir konuda, çevirilerde hem temel birtakım noktalar hem de bazı ince ayrımlar yitirilebilmektedir. Başka türlü belirtilmedikçe tüm çeviriler bana aittir. Çalışma boyunca “diaboloji” terimini Şeytan kuramı anlamında kullandım. Kesin olmak gerekirse, terimin “diabololoji” biçiminde kullanılması gerekirdi (Yunanca diabolos + logos), ancak bu sözcük hem tanıdık gelmiyor, hem ukalaca hem de telafuzu oldukça zor, bu nedenle de terimi modernleştirdim. Bu konu üzerinde düşünmeye ve eserler üretmeye başladığım yirmi yıllık süre içinde görüşlerim sürekli bir gelişim sürecini izledi. Kişi zaman içinde bilemeyeceğini bilmeyi öğreniyor ve geride yalnızca bilme arzusu kalıyor, çünkü bilgelik bilgiden daha önemli ve bilgelikten de daha önemlisi, sevgi. Bu çalışmam sırasında benden özellikle yardımlarını esirgemeyen aşağıda adlarını belirttiğim şahıslara teşekkürlerimi sunmak isterim: Stuart Atkins, Cari Berkhout, Richard Comstock, Kara Enroth, Robert Erickson, Alberto Ferreiro, Sally Fitzgerald, Abraham Freisen, David Griffin, Robert Griffin, Eloise Hay, Richard Helgerson, Walter Kaufmann, Henry Ansgar Kelly, Gerald Larson, Leonard Marsak, Pamela Morgan,]. Sears McGee, Michael Q’Connell, Narman Ravitch, Cheryl Riggs, Diana Russell, jack Vizzard ve Michael Whitacre. Ayrıca, Santa Barbara’daki California Üniversitesi Araştırma Komitesi’ne ve Kütüphanelerarası Kitap SerYisi’ne de teşekkürlerimi sunarım. JEFFREY BURTON RUSSELL Santa Barbara, Califomia 9 1 Kötülük Şeytan, kökten kötülüğün en iyi bilinen simgesidir. Kökten kötülük, günümüzde hayli revaçta olan göreceliğin körleştirmediği herkesin kolayca anlayabileceği bir kavramdır. Dünya düzeyinde kötülük, tüm gezegenin nükleer bir tehlikeyle karşı karşıya kalması konusundaki isteklilikte kendi ifadesini bulur. Bugün, yeryüzünde yaşayan tüm omurgalıları öldürmeye yeterli miktardaki nükleer şilahın yetmiş katı nükleer silahı barındıran cephaneliklere sahip olarak, hiçbir bireyin, hiçbir ulusun ya da ideolojinin herhangi bir çıkar sağlamayacağı, ancak milyarlarca insanı en korkunç biçimde ölüme mahkum edecek bir savaş için ciddi ciddi hazırlıklar yapıyoruz. Gün be gün daha tehlikeli bir hde gelen bir yolda ilerlememiz konusunda bizi zorlayan güç nedir? Gezegenin nükleer silahlarla yok oluşu kimin işine gelecektir? Ancak en baştan bu yana sınır tanımayan bir acımasızlık ve kin içinde evrenin yokoluşunu arzulayan o güç … Eğer amacımız bir nükleer savaşın engellenmesiyse, kökten kötülükle dolaysız bir biçimde karşı karşıya gelmemiz gerekecektir. Bireysel düzlemde kökten kötülük, insan aklının alamayacağı gaddarlıklarda kendini gösterir.

Kötülük gerçeğine en çok yaklaştığımız an, gerek kendi içimizde gerekse diğerlerinde var olan kötülükle dolaysız bir biçimde yüz yüze geldiğimizde ortaya çıkar. Olasılıkla yalnızca sosyopatlar bu dolaysız sezgiden yoksundur. UPI, 14 Kasım 1 984 tarihinde şöyle bir haber geçiyordu: 11 MEPH!STOPHELES Cynthia Palmer (29) ve birlikte yaşadığı erkek arkadaşı John Lane (36), Bayan Palmer’ın 4 yaşındaki kızının fınnda yakılarak öldürülmesiyle ilgili davada suçsuz olduklarını öne sürdüler. Tutuklanmalarından kısa bir süre önce komşulara “Lucifer’i pişirdiklerini” söyleyen çift, salı günü Androscoggin Bölgesi [Maine] Yüksek mahkemesinde yargılandılar. Çift, 27 Ekim günü Auburn’de kiracı olarak oturdukları apartman dairesinde tutuklanmışlardı. Angela Palmer’ın içi doldurulmuş cesedi. bir elektrikli fırının içinde bulundu. Dışarıdan açılmasını önlemek üzere kapının arkasına bir sandalye yerleştirilmişti. Kötülüğü bundan önceki çalışmalarımda her zaman iki kategoride tanımladım. Birincisi, yani edilgen kötülük, hissedebilen bir varlığın duyduğu acıdır. Acı çekme, bilinçli bir biçimde hissedilen korku, dehşet, derin üzüntü, depresyon ya da bir· acıya ya da acıya yönelik tehdit ya da anıya eşlik eden keder duygusudur. ikincisi, yani etken kötülük, sorumluluk sa�ibi hissedebilen bir varlığın, hissedebilen diğer bir varlıkta aô uyandırma isteğidir. Geleneksel olarak kötülük üç kategoriye ayrılmıştır: (1) metafizik kötülük, yaratılan herhangi bir dünyada kusursuzluğun eksikliği; (2) doğal kötülük, örneğin kanser ya da kasırga gibi “doğal olaylar”dan kaynaklanan kötülükler; (3) ahlaki kötülük, kasıtlı bir biçimde acı uyandırma duygusu. Bizi öncelikle ilgilendiren ahlaki kötülüktür, ancak bir anlamda bu üç kategorinin birbirleriyle kesiştikleri gözlemlenebilir; çünkü Tanrı eğer varsa, son kertede doğal kötülüklerin sorumlusu da odur. Kötülüğün köktenci doğası yukarıda belirttiğimiz örnekte ortaya çıkmaktadır.

Fırında yakılan çocuğun çektiği acı, mutlak b\r yoğunluğu içerir; nükleer bir savaşta can veren milyarlarca yaratığın çektiği acı, tüm bir gezegen üzerindeki mutlak ıstırabı yansıtır. Kişinin bu gezegene ve onun yaratıklarına duyduğu sevgi ne denli yoğunsa, onu bozan kötülük karşısında duyduğu üzüntü de o denli derin olur. Kö12 KôTüLÜK tülüğe karşı olan duyarlık, sevgiden kaynaklanan bir duyarlıktır. Şeytan, kökten kötülüğün simgesidir. Ancak gerçekten var mıdır ve hangi anlamda vardır? Bu sorunun anahtarı hangi anlamda olduğunda yatıyor. Bilinmesi gereken ilk konu, Şeytan’ın varlığına yönelik olarak nasıl bir yaklaşım içinde olduğumuzdur. Nasıl bildiğimiz sorusuysa görünürde aşina olduğumuz bir soru değildir; çünkü çocukluğumuzdan bu yana bizden hep bir şeyin ya “gerçek” ya da “gerçekdışı” olduğunu düşünmemiz istenmiştir. Sanki geçerli olan yalnızca bir tek dünya görüşü varmış, olaylara ancak tek bir bakış açısıyla bakılabilirmiş, hakikate yalnız tek bir biçimde yaklaşılabilirmiş gibi. Geçen yüzyıl boyunca doğa bilimlerinin ezici üstünlüğü göz önüne alındığında, çoğunlukla gerçeğe tek doğru yaklaşımın doğa bilimleri yoluyla olduğunu kabul ederiz. Toplumumuzda bu varsayım öylesine geniş bir kesinliğe sahiptir ki, artık bu “sağduyu” olarak kabul edilmektedir. Ancak filozoflar ve bilim adamları bilirler ki, çoğul hakikat sistemleri vardır ve gerçeğe birden fazla yaklaşımla ulaşılabilir. Bilim, bu yaklaşımlardan yalnızca biridir. Ancak bilim de, diğer yaklaşımlar gibi insan zihni tarafından üretilen bir kavramdır, zaman içinde değişir ve inancın gösterilemeyen �arsayımlarını temel almıştır. Bilimin temeline ilişkin olası hiçbir bilimsel kanıt, “insan bilinci tarafından etkilenmeden dışımızda, orada uzanan nesnel dünyaya ilişkin hiçbir veri yoktur …. Fiziğin nitelikselliği, nesnel bir fiziksel dünyanın varlığı konusunda bize herhangi bir güvence sunmaz … ve şeylere yönelik nesnel ve öznel yaklaşımlar arasında anlamlı bir sınır -ya da gerçek anlamda herhangi bir fark- yoktur.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir