— Biliyor musunuz, Tanrılık gerçekten çok zor, dedi ses. Göğe gelen dualar ve sonsuz dilekler. «Bu dileğini yerine getirirsen şunu vadediyorum» veya «Tövbeler olsun ki bu günahı tekrar işlemeyeceğim» gibi sözler ve sonra savaşlar. Fakat bu işi biraz olsun zevklendiren bir şey varsa o da savaşlar. İnsanlar bir başkasının yaptığını örneğin bir ülkeye saldırmayı günah biliyor fakat yine kendileri aynı maksatla savaşıyor. Hem de benim adıma. Şaşkın bir ifade, duvarları parlayan büyük mağarada yalnız olan adamın yüzüne yayıldı. — Savaşlar mı? dedi. — Evet, savaşlar diye cevap verdi ses. Tarihten insanlara faydası olmuş bir savaş göster bana. Bu sıkıntını da giderecektir. — Sıkıntınızı mı? — Evet, hem de oldukça sıkılıyorum. Mağaraya uzun müddet bir sessizlik hakim oldu ince ve uzun boylu adam parmaklarını kızıl saçında gezdirdi. — Tanrı’lar hakkında pek az bir şey biliyorum, diye sessizliği bozdu. — Ziyanı yok, zaten bende fazla düşünmeden konuşuyorum. — Öyle mi? — Bu işe Tanrı olarak başlamadım. Bir çeşit… kendime inancım vardı. — Kendine inanç mı? dedi adam anlamamış bir tonda. — Evet, kendime inanç. Cevap kısaydı «Dünyadaki milyonlarca devir öncesiydi.» — Hangi devirler? — Gece ve gündüz, gece ve gündüz, ses kızgın ve sabırsız konuşuyordu. Mevsimler yıllar, nesiller. — Anlıyorum, bu çeşit devirler. — Evet fakat sözümü kesiyorsun. Tanrı’lar sözlerinin kesilmesine alışık değildirler. — Özür dilerim. — Ziyanı yok. Ses yumuşamıştı, lafıma karıştığında daha önceleri Tanrı olmadığını söylüyordum. Fakat… — Affedersiniz. — Yine ne var? — Bir Tanrı’ya nasıl hitabedilir? Kusura bakmayınız fakat… — Niye durmadan «kusura bakma» «kusura bakma» diyorsun. Tabiî ki kusurlusun. Bu sefer ne öğrenmek istiyorsun. Söyle! — Size nasıl hitap etmeliyim? Adam yavaşça sordu. Demek istiyorum ki… yani… ben şimdiye kadar bir Tanrı ile konuşmadım. Zaten bir çok toplumda Tanrı artık yok. — Yerliler beni onbeş-yirmi şaşaalı isimle çağırır. Fakat bu şartlarda, sen bu gezegenin yabancısı olduğun için bana «En Ulu», «Dünyanın anası» veya sadece «zat-ı aliniz» diyebilirsin. İstediğini seç. Ben ileri görüşlü bir Tanrı’yımdır. — Dünyanın anası mı? Yani siz dişi misiniz? — Hayır. Bütün ileri kavimler yaşadıkları yere dünya veya bu benzer bir şey der. Ve dünyayı ana gibi düşünür. Ses devam etti: Benim için bir şey değişmez. Eğer beni erkek olarak düşünmek sizi rahatlatacaksa öyle düşünün. — Teşekkür ederim. Bir şey değil dedi ses kibarca. 1. Bill Warden uzay gemisinin kontrolünü otomatik pilota verdi ve aşağıdaki gezegeni yakından görmek için radarın düğmesine bastı. Gezegen soul güneşinden aldığı mavi ve yeşil ışıkları yansıtıyordu. Bill günlerce önce enfra-ruj teleskobuyla bu gezegeni bulmuş ve elektronik cihazlarla, gezegende işe yarar maden yatakları olduğunu tespit edince derhal buraya yollanmıştı. Warden, içinden, diğer kuruluşlara ait uzay gemilerinin oraya kendisinden önce varmamasını diliyordu. Altı aydır insanların henüz yerleşmemiş olduğu bu yıldız sisteminin bu bölümünü tarıyordu. Bu zaman zarfında işe yarar üç gezegen bulmuştu. Fakat bunların hepsine bir müddet önce diğer şirketlere ait olduğunu gösterir işaretler konmuştu. Bu işaretler, gezegenin, ancak keşfeden kuruluş tarafından işletilebileceği anlamına da geliyordu. Warden yıldız sistemi şirketinin araştırcısıydı. Bulduğu her gezegen için bir miktar ücret ve gezegenin işletilmesinden bir miktar komisyon alıyordu. Yıldız sistemi şirketi diğer korporasyonlar arasında her zaman yaya kalan bir şirketti. Çünkü insanların yıldızlara akın ettiği devirdi küçük bir organizasyondu ve şimdi ise büyük kuruluşların uğraşmayacağı kadar küçük gezegenleri işletiyordu. Bu yüzden büyük personelli uzak gemileri gönderemiyordu. Şirket ancak Warden gibi maceraperestlerin çalışmasıyla gelişiyordu. Şirketin bu yüzden pek tanınmamış olduğunu biliyordu Warden. Aynı zamanda kendisi gibi uzay adamlarının diğer gruplar tarafından biraz çılgın gözüyle bakıldığını da biliyordu. Çünkü, Warden uzaya yalnız çıkmıştı, yalnız çalışıyordu ve bütün mesuliyet de kendisine aitti. Eğer hastalanırsa gemideki imkanlar ancak bir yere kadar kendisine yardım edebilirdi. İnmiş olduğu herhangi bir dünyada yaralanırsa mesuliyet kendisine aitti. Şimdiye kadar çabuk karar verebilmesi, tecrübesi ve hızlı refleksleri ile yaşayabilmişti. Bu meslekteki son on yılında Warden bir çok kere acaip bitkilerin, vahşi hayvanların, birkaç kerede karşılaştığı yerlilerin saldırısına uğramıştı. Bu zaman zarfında, Keşfedilmemiş gezegenlere inmek veya tekrar ayrılmak için kendisine göre bir metod geliştirmişti. Warden, gezegenden uzaya, burasının keşfedildiğine dair radyo yayını olup olmadığını kontrol için standart kanalları dinlerken ıslık çalıyordu. Gezegenin etrafındaki iki turu sırasında hiçbir radyo yayını bulamadı. Gezegeni incelemek için radar kontrol tablosunun önüne geçti. Eğer buraya gelen ilk kendisi ise zengin olacağını düşünerek sevindi. Elektronik beyin, analiz sistemlerinden gelen bilgileri birleştirirken Warden gezegeni gözle incelemek için teleskoplardan birini ayarlıyordu. Gezegenin gece tarafında gayet hafif ışıklar vardı. Şimdiye kadar gelişmemiş pek çok gezegen görmüş olduğu için bu duruma şaşırmadı. Mırıldanarak not aldı. Radyo yayınlarını kontrol için otomatik radyoyu açtı. İbre bütün dalgaları taradı. Hiçbir şey yoktu. Warden bunu da «elektronik beyin» fişine kaydetti. Daha sonra bir araştırma için daha karışık bir televizyon alıcısı ile bütün dalgaları taradı. Elektronik beyine şunu kaydetti: «Gezegendeki hayat dünyadaki 19’uncu asır hayatının altındadır. Hiçbir elektronik haberleşme vasıtası yoktur.» Monitorlar elektronik beyni beslerken Warden paketlenmiş yemeğini fırına koydu. Paketi alıp tırnağıyla açtı ve bir tabağa boşalttı. Paketi tekrar fırına koydu. Ekmek olarak yiyecekti. Warden yemeğini yerken bir yandan da elektronik beynin tablosundan raporu okuyordu. Bu gezegen dünyadan biraz daha büyüktü. Üç büyük kara parçası vardı. Atmosfer yere yakın kısımlarda uzay gemisinin bulunduğu kısımdan biraz daha fazla oksijen ihtiva ediyordu. Demek gezegende rahatça nefes alabilecekti. Fakat gezegenin yerlilerine zarar vermeyen herhangi bir mikrop onun için öldürücü olabilirdi. Büyük Sihirbaz cenneti tahayyül ederek ziggurat da duruyordu. Kutsal mağarada uzun müddet vecd içinde dua etmiş fakat «En Ulu’dan» hiçbir cevap alamamıştı. Artık ayrılmak üzeriydi. Ve niçin mabuttan cevap gelmediğini düşündü. Çoğu kere «En Ulu» insanlara kızdığından müthiş fırtınalar, tayfunlar, depremler gönderirdi. Fakat bu günlerde havalar çok iyi gidiyordu. Güneş her zaman saatinde doğuyor, her öğleden sonra aynı saat ve aynı miktarda yağmur yağıyordu. Mahsül iyiydi. Çenesini kaşıdı. Her şey hiç bu kadar iyi gitmemişti. Fakat Zelnak üzülüyordu. Böyle bir şey duyulmuş işitilmiş değildi. Batıdaki düşman kabileler sakindi. Köylüleri ok yağmuruna tutmaktan vaz geçmişlerdi. Ve en kötüsü nüfus gittikçe artıyordu. Eski Büyük Sihirbaz’ın yazılarını okumuştu. O’nun «İnsanlar, çekiştirecek bir konu bulamazlarsa Baş Sihirbaz’ı çekiştirirler.» sözünü prensip edinmişti. İçinde filizlenmeye başlayan panikle, mabudun önünde diz çöktü. — «En Ulu», diye fısıldadı yere, bu asla olmamalı. Tapınağın kurbanlığındaki mabudla gezegenin yerlileri arasında büyük şekil benzerliği vardı. Parlak renkli heykel uzundu ve rengi kertenkeleyi andırıyordu. Çamdan yapılmıştı. Yer yer reçinenin aksettirdiği ışık vecde davet eden esrarengiz bir parlaklık veriyordu, heykele. Sihirbaz doğruldu. Tacını düzeltirken gözü gezegenin iki ayının olduğu tarafa kaydı. Göğün katlarından bir yıldız geliyordu. Sihirbaz yıldızın arkasındaki ince kuyruğa baktı. Sonra ellerini çırparak hızla merdivenlerin tepesine doğru koşmaya başladı. Eliyle yıldızını göstererek muhafızlara bağırdı. — İşaret! En Ulu bize işaret gönderiyor. Aşağıda, ötede beride dolaşan sihirbaz gruplarından mırıltılar geldi. Birden bir yerden davul sesleri gelmeye başladı. Büyük Sihirbaz tekrar yıldıza baktığında, bir kere En Ulu’nun şerefine bir oratoryo okumaya başladı. Warden elektronik beyinden aldığı bilgiye göre gemiyi gezegene varacak şekilde otomatik pilota devretti. Gururluydu. Çünkü araştırmaları gezegende kıymetli ve zengin maden yatakların olduğunu göstermişti. Bir müddet yerlilerin medeniyet seviyesini inceledi. Elde ettiği bilgileri elektronik beyine verdiğinde, şu sonucu aldı: Medeniyet seviyeleri eski dünya tarihinde İspanyollar tarafından bulunan Aztekler seviyesindeydi. Köylüler tarafından çevrilmiş toprak saraylar ve piramitler vardı. Bu Warden’e sihirbazlar tarafından idare edilen kabile hayatını hatırlattı. Binaların duvarlarındaki basit çizgiler yazının keşfedilmiş olduğunu gösteriyordu. — Herhalde yerlilere Tanrı veya Tanrı’lardan gelen bir haberci rolü oynayabilirim, diyerek gülümsedi Warden, tabiî araştırmalarımı bitirip gerekli sinyali verinceye kadar. Yerliler, görebildiği kadar, kertenkele derili yaratıklardı. Yerlilerin memeliler cinsinden olmasını diledi. Fakat nasıl olsa kendi öz dünyasında hayat daha güzeldi. Yerlilerin, biri başparmağa karşılık olan 4 parmağı vardı. Warden, bütün dikkatini toplayarak gemiyi seçmiş olduğu noktaya doğru indirmeye başladı. Kontrolü otomatik pilottan aldı ve gemiyi, gezegenin gece tarafındaki en büyük şehrin dört kilometre açığındaki tepelerin arasına indirdi. Seçmiş olduğu vadinin yanında bir şelale görülüyordu. Nehir yerliler tarafından görülemezdi. Kendisi ise radarla şehri gözleyebilirdi. Ormanlık tepeler, kendisi temas kurmak isteyinceye kadar yerlilerden gemisini kolayca saklardı. Gemi atmosfere yaklaşırken Warden bütün motorları çalıştırdı. Jeti yavaşlattı. Bu sırada elektronik beyin bilgi vermeye devam ediyordu. Fakat Warden gemiden ayrılmadan bu testleri tekrarlayacaktı. Mavimsi yeşil ağaçlarla çevrili bir alana doğru ilerliyordu gemi. Ağaçların bir kısmında çiçekler vardı. Warden nehrinin üstüne gemiyi indirdi. Geminin soğuması için bir müddet nehrin üstünden uçtu. Jetler nehrin suyunu buharlaştırıyordu. Gemi orman yangınına meydan vermeyecek kadar soğuyunca, Warden gemiyi bir alana getirdi ve indirdi. Warden, ertesi günü, şehirdeki yerlilerin yaşayışını incelemekle geçirdi. Oradan oraya koşuyorlar ve heyecanlıydılar. Belki de bu onların her günkü haliydi kim bilir? Daha sonra gezegenin keşfedilmiş olduğunu gösterecek ışıklı işareti açtı. Kontrol ederek çalıştıklarına emin oldu. Sonra tekrar kontrol odasına geçti. İşaret traktörünü dışarıya çıkaracaktı. İşaret traktörünün tekerlekleri nehir yatağındaki yosunumsu şeyleri kesti. Warden, traktörü nehrin yatağından sürerek şelalenin altına getirdi. Başkaları tarafından görülmemesi için su sütunun arkasına yerleştirdi. Sonra tekrar gemiye, kontrol masasının başına geçti. Yıldızlar arası haberleşme sistemini açtı. Gururla: — Burası Yıldız sistemi şirketinin MX L2-3030 No.lu uzay gemisi. Bu gezegen keşfedilmiştir ve bütün hakları Yıldız Sistemi Şirketine aittir, dedi. Cihazı bu sözleri devamlı yayınlayacak şekilde kurdu. Şirket karargâhına göndermek üzere bir rapor hazırlamaya koyuldu.
Jeremey Strike – Kutsal Gezegen
PDF Kitap İndir |