1993 yılının ilkbaharında Krishnamurti Foundation of America adlı kuruluş J. Krishnamurti’nin konuşmalarından ve yazılarından derlenen bir kitap hazırlamamı istedi benden. Onların fikri, özellikle akademik felsefecilerin ve felsefe öğrencilerinin ilgisini çekecek bir derleme yapmaktı. Bu istek bana yirmi yıl önce Krishnamurti’nin söylediklerini ve onların bir felsefeci olarak benim çalışmalarımla ilişkisini anlamanın ne kadar zor olduğunu hatırlattı. Bazı çekincelerim olduysa da ricayı kabul ettim. Başlıca çekincem görünüşe bakıldığında Krishnamurti’nin düşüncesinin akademik felsefeden, özellikle analitik gelenekten epey dışlanmış olmasıydı. Bunun yalın sebebi şuydu: Krishnamurti kuram sunmakla ilgilenmemişti ve kuramlar akademik felsefe için her şeydir. İkinci çekincem görünüşe bakıldığında, analitik felsefeci olarak benim Krishnamurti’yi anlamamın bir hayli güç olmasıydı. Bunun nedenleri ise karışıktır ve şimdi bile benim için yeterince açıklığa kavuşmamıştır. Zorluğun temelinde yatan şey ise Krishnamurti’nin söyledikleri “açık” olana değin onu anlayamamamdı. Bir analitik felsefeci olarak benim ele aldığım herhangi bir görüş için öngördüğüm açıklık Krishnamurti için de geçerliydi. Ne var 7 ki Krishnamurti’nin sözlerine bu açıklık kıstasını uygulamak elbette zordur. (Burada karşılaştığım sorun, sanırım, Budist bilginlerin bu kitabm “İnsan olarak” bölümünde karşılaştıkları soruna benzemektedir.) Sonunda bu kitabı hazırlamakla ilgili çekincelerimi aşmamı sağlayan şey, Krishnamurti’nin düşüncelerinden etkilenmem ve onlardan çok şey öğrenmemdi. Bu minvalde onun düşüncelerini felsefedeki akademik ilgi alanlarımla, özellikle benlik ve kişisel kimlik gibi konularla doğrudan ilişkilendirdim. Sözgelimi Krishnamurti’nin özdeşleşme ve gözlemci/gözlemlenen ayrımı konularındaki görüşleri yaşam mücadelesiyle ilgili Parfit sonrası meselelerle önemli bir ilişkiye sahiptir. Ve benim görüşüme göre Krishnamurti’nin sözlerinin akademik felsefeyle ilintisinden ayn olarak kendi başma önemlidir. Başkalarının da kendi çekinceleri vardı. The Krishnamurti Foundation Trust (İngiltere) adlı kuruluşun çekincesi şuydu: Benim Krishnamurti’nin benlik hakkında söylediklerine ve benlikle doğrudan ilişkili konulara bilhassa odaklanmam okurlarda sanki yazarın bunlardan başka bir şey söylemediği yönünde yanlış bir kanı uyandırabilirdi. Krishnamurti’nin sözleri bunlardan ibaret değildi. Onun ilgi alanlarının yelpazesi hayli geniş, hayat kadar zengindir. Bu kitabm amacı Krishnamurti’nin sözlerinin dengeli bir sunumunu yapmak değil, sadece o sözlerin özellikle felsefeciler ve felsefe öğrencileri için en ilgili çekici olan kısmım sunmaktır. Okurlar, eğer isterlerse Krishnamurti’nin yazılarından derlenmiş başka kitapları da bulup okuyabilirler. Seçilen bölümler Krishnamurti’nin ele aldığı konuların bazılarına diğerlerinden daha fazla vurgu yapmaktadır ve kapsamlı bir düzeltme işleminden geçmiştir. Bu yoğun edisyonun nedeni öncelikle yazıların Krishnamurti’nin dinleyici8 lerle yaptığı canlı konuşmalardan derlenmiş olmasıdır. Bu konuşmalarda Krishnamurti’nin düşünce akışı sık sık dinleyicilerin sorulan ve tepkileriyle kesintiye uğramaktadır. Krishnamurti sorulara cevap verirken bu kitabın öngörülen okur kitlesinin ilgisini çekecek konulara değinmekten ziyade kendi özgün temasının gelişimine hizmet eden yönlere sapmaktadır. Dolayısıyla Krishnamurti’nin düşüncelerinin muntazam akışım engellediğini düşündüğüm kısımları çıkardım. Elbette bunu yaparken Krishnamurti’nin söylemek istediği şeyleri kasıtsız olarak çarpıtmış olabilirim. Benim bu konudaki çekincelerimi hafifleten şey, konuşmaların özgün versiyonlarına okurların ulaşabilme imkânıdır. The Krishnamurti Foundation Trust adlı kuruluş Krishnamurti’nin 1933 ile 1986 yıllan arasmda yayımladığı külliyatı bir CD-ROM olarak piyasaya sürdü. Bu kitapta yer alan bölümlerin hepsi o kaynaktan alınmıştır. Bu çalışmamda birçok kişiden yardım aldım, özellikle The Krishnamurti Foundation of America adlı kuruluştan Tom Heggestad büyük çaplı teknik desteği sunmanın yanı sıra metinlerin seçilip düzenlenmesine de yardım etti. Froda Sten, Michael Lommel, Kathleen Quinn, Hilary Rodriguez, Ray McCoy, Rama Rao Rappu ve Mark Lee de değerli katkılarda bulundu. Böyle bir derlemenin yapılması gerektiği fikrini esasen Albion Patterson’a borçluyuz. Son olarak, daha önce Krishnamurti’nin yazılarına aşina olmayan ve bu derlemenin ilk halini okuyup eleştiriler, öneriler ve teşvikler sunan çoğu felsefeci veya psikolog olan arkadaşlarıma da teşekkürlerimi sunuyorum. Bu arkadaşlanm arasında Ailen Stairs, Rihard Gamer, Anna Taam, Michelle Higginbotham, Lynn Bemstein, John Barresi, Tara Brach, Magali Theodore, Stiv Fleishman, Tina Angle, Supriya Goyal ve Udaya yer almaktadır. 9 GİRİŞ © toriteye psikolojik olarak bel bağlamadan yaşamak mümkün müdür? Bu bizim dışımızdaki bir otorite olabilir, hatta kendi deneyimlerimizden doğan bir otorite olabilir. Jiddu Krishnamurti’ye göre anahtar soru budur. Onun bu soruya cevabı, mümkündür şeklindedir ve ona göre ancak bu yolla insan gerçekle tam bir temas kurabilir. Krishnamurti klasik anlamda bir düşünür değildir. O kuramlar ortaya atmakla veya kendi görüşlerini savlamakla ilgilenmedi. Yine de yaptıklarının felsefeyle yalandan bağlantısı vardır. Dinleyicilerine inançlarının dayandığı varsayımları kendisinin yaptığı gibi eleştirel yolla sorgulamalarım salık veren Sokrates gibi Krishnamurti de dinleyicilerine kendilerine ve dünyaya dair deneyimlerinin dayandığı varsayımları eleştirel sorgulamaya tabi tutmalarım önerir. Başka bir deyişle, Sokrates, bugün bizim eleştirel düşünce (ya da basitçe felsefe) dediğimiz şeyi teşvik ederken, Krishnamurti eleştirel bakışı (ve bazen kendisinin seçimsiz farkındalık dediği şeyi) teşvik eder. Sokrates’in Atmalılardan yapmalarını istediği şey bugün artık en azmdan felsefeciler ve felsefe öğrencileri için sıradan, bilindik bir şey. Onun vermeye çalıştığı dersi öğrendik. Fakat onun özgün dinleyicilerinden, Atmalılardan yapmalarını istediği şey, onların gözüne acayip ve hatta anlamsız görünüyordu. Çoğu, “Geleneksel bilgeliğe yüz çevirmenin ne faydasını göreceğiz ki?” diye düşünmüştür herhalde. “Bunca şeyi 11 biriktirdikten sonra neden baştan başlayalım ki?” diye sormuş olmalılar. Ne var ki Sokrates’in işaret etmek istediği sorun tam da biriktirdiğiniz şeylerin ağırlığıdır. Sokrates’in eleştirel düşünmeyi önerdiği zamanda AtinalIların bunun meyvelerini ileride alacaklarına inanmaları için fazla sebep yoktu. Ama gerçekte meyvelerini alacaklardı. Sözgelimi bilim bunun bir meyvesidir. Keza kabullenilmiş görüşlerin otoritesini sorgulamak da öyle. öğrenmemiz gereken tek şey otoriteyi sorgulamak değil midir? Bu kadar ileri gidebildik mi? Sorgulamamız hâlâ ciddi ölçüde sınırlı mı? Çağdaş felsefeciler ve felsefe öğrencileri sorgulama sürecini olabildiğince ileriye taşıdıklarına inanmaya yatkınlar. Hatta çoğu onu fazla ileriye taşıdığımız görüşünde. Fakat bu noktaya kadar bizler esasen sadece aşikâr, açık görüşleri sorguladık. O görüşlerin yam sıra kabullendiğimiz ama sorgulanması gereken çok şey yok mu? Eğer varsa aşılması gereken bir engel olarak önümüzde durmaktadır. Krishnamurti şüphelenme konusunda yeterince mesafe kat etmediğimizi savunuyor. Sorgulamamızın ciddi ölçüde sınırlı olduğunu ve bunun üstesinden gelmemiz gereken büyük bir sorun oluşturduğunu düşünüyor. Haldi olamaz mı? Krishnamurti eleştirel bakışı öneren ilk kişi değildi. Buddha gibi başkaları da aynı bakışı öne sürmüşlerdi. Ne var ki Krishnamurti’nin yaklaşımı farklıydı ve belki de şüpheci felsefecilere ve felsefe öğrencilerine daha uygundu. Öncelikle Krishnamurti çok az düşünürün ulaşabildiği ölçüde otoritekarşıtıdır. İnançlara ve kuramlara yüz vermez. İnsanların kendilerini kurumsal bir ortamda ya da ruhsal bir disipline bağlı kalarak incelemelerini teşvik etmez. İnsanların kendilerini incelerken önceki denemelerde öğrendiklerine bel bağlamamaları gerektiğini düşünür. “Doğru olanı görmek için ihtiyacımız olan özgürlük bilinenden kurtulmaktır,” der. Ve bi12 ze çağdaş bir söylemle seslendiği için onun sözlerini anlamamız kolaylaşmaktadır
Jiddu Krishnamurti – Kendimize Dair
PDF Kitap İndir |