Jorge Amado – Kızgın Toprak

Vapurun düdüğü şehrin üstüne çöken alacakaranlığı delerek acı acı inledi. Yüzbaşı Joao Magalhaes derme çatma ev kümelerine, kiliselerin çan kulelerinin sivri uçlarına, kapkara çalılara, kaldırımlı caddelere bakıyordu. Bakışı türlü biçimlerdeki çatıları kavrıyor, ama kimsenin geçmediği caddenin bir köşesini ancak görebiliyordu. Köle eller tarafından caddelere döşenen bu taşlarda neden böylesine heyecan veren bir gizem bulduğunu anlamıyordu. Kapkara çatılar dışında, şehri duaya çağıran ilk çan sesleri de hoştu. Bahia şehrini saran alacakaranlığı bir kere daha yırttı vapurun düdüğü. Yüzbaşı Joao da veda etmek için kollarını uzattı. Sevilen bir varlıkla, yüreğini çalan bir kadınla vedalaşıyor sanardınız. Gemide erkekler, kadınlar birbirleriyle sohbet ediyorlar, daha ileride, kaptan köşkünün altında, teni tunç renkli, fötr şapkası elinde bir adam solgun bir genç kadının dudaklarını öpüyor, Joao’nun yanında, güverte şezlonglarından birine kurulmuş şişman bir adam Portekizli bir gezgin tüccarla yarenlik ediyordu. Portekizli saatine baktı, sonra herkesin işitebileceği kadar yüksek bir sesle, “Daha beş dakika var,” dedi. Joao kendi kendine satıcının saatinin geri olduğunu 9 düşündü. Çünkü gemi son düdüğünü çalmıştı; uğurlamaya gelip de gecikenler gemiden iniyor, yolcular da güvertede küpeşteye doğru yığılıyorlardı. Makinelerin birdenbire homurdanmaya başlaması geminin harekete hazırlandığını gösterdi. O zaman, Joao şehri bir defa daha seyretmek için döndü, garip bir heyecana kapılmıştı; bu eski çatılara, kaldırımlı caddenin bir parçasına yine gözleri takılmıştı. Bir çan çaldı.


Joao bu çanın kendisini yine sokaklarda dolaşmaya, o debdebeli dini törenleri izlemeye, büyük meydanda yemeğini yemeye, kokulu romunu içmeye, öğleden evvel pazarın bir köşesinde kağıt oynamaya, her zaman neşeli arkadaşların toplandıkları Violeta’nın evinde öğleden sonra bir yedi buçuk çevirmeye, kendisine saygı gösteren zenginlerle birlikte akşam kahvede poker oynamaya davet ettiğini hayal etti. Soğuktan kollarını göğüslerinde kavuşturmuş, erkek avına ve aşağı şehrin gitar seslerini aramaya çıkmış kadınlarla şakalaşmak için, Joao kahveden sabaha karşı, kakülleri alnına dökülmüş bir halde çıkardı. Sonra, odanın penceresinden ışık sızar, rüzgar bahçedeki iki kakao ağacının dallarını sallarken, Violeta’nm o iç çekmeleri. Aşk iniltilerini rüzgar uzaklara, kim bilir, belki de aya kadar götürürdü. Solgun genç kadının hıçkırıkları Joao’yu hülyasından uyandırdı. Kesin bir tavırla, “Hiçbir zaman, Roberio, hiçbir zaman,” diyordu. Adam kadını çok heyecanla öpüyordu; derin bir üzüntüsü vardı. Karşılık vermek için çabaladı: “Bir ay sonra döneceğim sevgilim, çocukları da getireceğim … Hem daha da iyi olacaksın. Doktor bana söyledi … ” Genç kadının sesi ağlamaklıydı. Kadının, “Gayet iyi biliyorum ki, ben öleceğim, Roberio. Seni bir daha göremeyeceğim, çocukları hiç … hiç göremeyeceğim!” sözlerini işitince, Joao da kederlendi. Genç kadın sesini daha alçaltarak, “Çocukları hiç göremeyeceğim,” diye tekrarladı. Yine hıçkırmaya başladı. Adam bir şeyler söylemek istedi, ama ancak başını salla10 yabildi, kaptan köprüsüne baktı, sanki yardım, teselli dilermiş gibi bakışlarını Joao’nun olduğu tarafta gezdirdi. Kadın artık hıçkırmıyordu: “Seni bir daha göremiyeceğim.

” Yüzü tunç rengi adam Joao’ya bakmaktaydı; ıstırabın yalnızlığını duyuyordu. Ne türlü bir yardımda bulunacağını bilemeyen Joao bir an öyle kararsız kalakaldı; bir hamlede kaptan köprüsünden inmek istedi, ama gemiciler kadını çekiştiriyorlardı, gemi de hareket etmişti. Adam, genç kadının göğsünü kemiren hastalığa kendisi de yakalanmak istermiş gibi, onu son bir defa, uzun uzun, hararetle, dudaklarından öpmeye ancak vakit bulabildi. Sonra güverteye sıçradı, tasası gururundan üstün geldi, hıçkırmaya başladı. Hıçkırıkları hareket eden gemiyi doldurmuş gibiydi; şişman albay bile gezgin tüccarla konuşmasını kesti. Uzaktan: “Mektup yaz, mektup yaz!” diye seslenildiği, hatta bağırıldığı duyuluyordu. Daha sonra da: “Beni unutma, beni unutma!” II Mendiller sallandığı görüldü; ama, tek bir yüzden yaşlar akıyordu: o da, hıçkırıklarla göğsü inip kalkan genç kadının yüzüydü. Bahia’nın yeni rıhtımı artık belli olmuyordu, sular caddenin seviyesine kadar yükselmişti. Ağlayan kadın mendilini salladı, ama karşılık veren yolcular arasında kalbini fetheden adam artık seçilemiyordu. Gemi hızlanmaya başlamıştı, uğurlamaya gelenler de dönüyorlardı. Orta yaşlı bir bay genç kadının koluna girdi, teselli, umut veren sözler mırıldanaraktan götürdü … Gemi uzaklarda kayboldu. Yolculuğun ilk dakikalarında türlü gruplar birbirine karıştı; sonra kadınlar kamaralarına çekildiler; erkeklerse, güvertede kalıp gemi pervane kanatlarının denizi kamçılayışına bakıyorlardı; çünkü, o zamanlar, Bahia ile 11 İlheus arasında işleyen gemiler yandan çarklıydı; kuzey rüzgarlarının estiği açık denizleri fethe gidecek yerde, sanki sadece nehirlerde sefer yapmaya mahkumlarmış gibi. Rüzgar daha hızlı esmeye başladı; Bahia üzerine çöken geceye gemiden kopuk kopuk sözler, parlak kelimeler getirdi: Toprak, zenginlik, kakao, ölüm … III Evler gözden kaybolurken, Joii.o, gözlerini kurulayarak sahneyi açıklamak için konuşan esmer tenli adama bakmamak için yüzüğü parmağında döndürüyordu. Genç adam, “Verem, zavallıcık.

Doktor umut olmadığını söyledi,” derken, gözleri kurumuştu. Joii.o gözlerini koyu yeşil denize dikmişti; ancak o zaman şehirden kaçmasının bir sebebi olduğunu hatırladı. Mühendisin yüzüğü parmağına gayet iyi geliyordu. “Benim parmağım için yapılmış sanki,” diye mırıldandı. Bunun üzerine mühendisi hatırlayarak gülümsedi. Kolay bir av! Ömründe bu kadar kolay bir av görmemişti. Bu adam pokerden hiç anlamıyordu, ama kendini kaptırmış … Her şeyi, evet, mezuniyet hatırası yüzüğüne varıncaya kadar, her şeyini vermişti. Tam bir hafta önce o gece Joii.o onların canına okumuştu, yalnız Albay Juvencio’dan bir conto, bin milreis 1 almıştı. Kabahat kendisinde miydi? Violeta’nın yatağına yarı çıplak uzanmış, pek keyifliydi; Violeta da ince ve dokunaklı sesiyle ona şarkı söylüyor, saçını okşuyordu. Ansızın Tabaris’in uşağı görünmüş, kendisini bulmak için şehirde aramadık yer bırakmadığını söylemişti. Rodolfo her zaman ona kumarda bir yer bulurdu. Herhangi bir masada dördüncü eksik olunca, o oyunculara, “Baylar Yüzbaşı Joii.o Magalhii.

es’i tanıyorlar mı?” derdi. Her zaman da onu tanıyan biri, evvelce onunla kumar oynamış biri çıkardı. ‘ Bir conto 1.000.000 reis, 1000 milreis’tir. (Y.N.) 12 Oyuncular, “Sakın dolandırıcının biri olmasın?” diye sorunca, Rodolfo gücenik, “Yüzbaşı namuslu oynar,” diye karşılık verirdi. “Sizi temin ederim ki, iyi oynar. Ama namuslu oyunla anlatmak istediğim, yüzbaşının oyun tarzıdır … ” Dünyanın en hayasız yalanını söyler, sözlerini “Yüzbaşının katılmadığı oyun, oyun değildir,” diye bitirirdi. Bu küçük nakarata karşılık, Rodolfo komisyon alırdı. Ayrıca bilirdi ki Joao Magalhaes’in oturduğu masada içki su gibi akar, gazinonun kızları iyi para çıkarırlardı. Onun için, kendisi kağıtları hazırlarken, birini yollayıp Joao’yu aratırdı. Bakın nasıl olmuştu: Uşak geldiği zaman, Joao, saçlarında Violeta’nın parmakları, kulağında onun şarkısı, yarı uykulu keyif çatıyordu. Oğlan gelir gelmez Joao hemencik giyindi, biraz sonra gazinonun bir ucundaki odalardan birine kapanmıştı.

Albay Juvencio’dan bir conto kazanmış, mühendisin üstündeki bütün parasını, hatta delikanlı kendi elinde dört dam görünce parmağından çıkarıp masanın üstüne fırlattığı üniversite yüzüğünü bile almıştı. Joao Magalhaes hiç kağıt istememiş, mühendis kaybetmişti. Yüzbaşının elinde dört rua vardı. Talih, aşağı şehirde tacirlik eden dördüncünün de yüzüne gülmüş, o da iki yüz milreis kadar kazanmıştı. Joao’nun oynadığı masada dördüncü daima kazanırdı; bu onun tekniğiydi. Hem yüzbaşının bu türlü işlerde burnu gayet iyi koku aldığından, kazananı daima gözlerinin renginden anlardı. Bu gözler bir vakitler Rio’da, Joao’nun profesyonel yüzünü hor görerek, nefretle inceleyen bir çift göze çok benzerdi. Masadan kalktıkları zaman gün ışımıştı. Rodolfo yüzüğe bir conto’dan fazla paha biçmişti. Mühendis dört damına 320 milreis basmıştı. Joao geminin güvertesinde kendi kendine gülüyordu: “Dört dama güvenmek için insan budalcı. olmalı.” Violeta’nın yanma pek keyifli dönmüştü. Vitrinde gördüğü o güzel mavi elbiseyi hediye ettiği zaman Violeta’nın duyacağı sevinci düşünüyordu. Mühendisin kumar masa13 sında olup biteni saklayacak yerde, bunları gidip polise bir soygun hikayesi olarak anlatacağı kimin aklına gelirdi? Joao hakkında söyledikleri yeter de artardı.

Mühendis onun bu şeritleri hangi orduda, hangi savaşta kazandığım öğrenmek istemişti. Polisin küçük bir konuşma için Joao’yu çağıramamasının nedeni ortadan kaybolmasıydı doğrusu. Rodolfo onu saklamış, bu işi gayet iyi becermişti. Agrippino Doca, İlheus ile kakao toprağı üzerine efsaneler anlatmıştı. Tam da bu nedenle, Bahia’da sekiz ay geçirdikten sonra, bu gemiyle İlheus’a gitmek üzere yola çıkmıştı. İlheus’ta kakao yetişir, kakao sayesinde büyük servetler kazanılırmış. Parmağında mühendisin yüzüğü vardı. Bir cebinde bir deste oyun kağıdı, öteki cebinde de üstünde Yüzbaşı Joao MAGALHAES İstihkam Subayı sözleri yazılı yüz kadar kartvizit. Sekiz ay oturup pek hoşlandığı bu şehirden ayrılırken içini kaplayan tasa yavaş yavaş dağılıyordu. Joao önündeki manzarayla ilgilenmeye başladı: uzaklarda gittikçe küçülen ağaçların, evlerin görünüşü. Yine vapur düdüğü duyuldu, Joao’nun şapkasına sular damladı. Yüzbaşı şapkasını çıkardı, kokulu mendiliyle tepesini sildi, koltuğunun altına sıkıştırdı. Sonra, dalgalı, kendi haline bırakılmış karışık saçlarını şöyle bir düzeltti. Güverteye göz gezdirdi. Bakışı, gözlerini şimdi artık görünmez olmuş rıhtıma dikmiş olan tunç yüzlü adamdan, gezgin tüccara, yarı vahşi Sao Jorge dos İlheus topraklarındaki serüvenlerini anlatan şişman albaya1 kaydı.

Yüzü- ‘ Brezilya”nın kakao ve kahve yetiştirilen bölgelerinde, büyük toprak ağaları “albay” lakabıyla anılır. Askerlikle ilgisi yoktur. Kakao ya da kahve plantasyonlarının ilk kurulduğu dönemde, silahlı fedailerden, kiralık katillerden ve çapulculardan oluşturdukları, küçük birer ordu sayılabilecek silahlı topluluklarla, yerli halkı öldürerek ormanları ve arazilerini gasp etmişler, kakao ya da kahve yetiştirmek için tarlalar açmışlardır. Yasa tanımaz, gerektiğinde toprak için birbirleriyle de savaşmaktan kaçınmayan, feodal beyazlardır. Bu dönem Brezilya tarihinin kanlı bir sayfasını oluşturur. Yerli halk çoğu kez bu plantasyonlarda boğaz tokluğuna, sefalet içinde, ölesiye çalışmak zorunda kalmıştır. (Y.N.) 14 ğü parmağında döndürerek yol arkadaşlarının yüzünü inceliyordu. Bunlar arasında küçük bir parti çevirecek kumarbazlar bulur muydu? Gerçi, cebinde küçük bir ganimet vardı, ama fazla mal göz çıkarmaz. Kendi kendine hafiften ıslık çalmaya başladı. Gemide herkes sohbet ediyordu. Joao Magalhaes bu konuşmalara katılmakta gecikmemeye karar verdi, hem de bir poker partisi çevirmeyi düşünüyordu. Paketinden bir sigara alıp yaktı, güvertede gezindi. Yine gözü manzaraya takıldı.

Çünkü, gemi liman mendireğini izleyerek kıyıya yakın seyrediyordu. Görünüşü perişan çamurdan bir kulübenin önünde kocaman karınlı, iki çıplak çocuk gemiye bağırıyorlardı. Başka bir evde, yüzünün yarısı pencereden görünmeyen genç, güzel bir kız birine el sallıyordu. Joao bu uğurlamanın süvariye mi, yoksa bütün yolculara mı olduğunu düşündü. Uğurlamaya karşılık verme arzusuyla içten bir hareketle elini uzattı. Şişman albay, Bahia’daki bir genelevde atlattığı tehlikeyi anlatarak gezgin tüccarı hayretten hayrete düşürüyordu. Bir kaç genç kabadayı genç bir melez kız meselesinde kendisini tongaya düşürerek dalga geçmek istemişlerdi. Ama, o hemen tabancasını çekip altı el ateş etmiş, “Gelin, bakalım! Ben İlheusluyum, hey!” diye bağırmıştı. Çapkınlar çil yavrusu gibi dağılıp kaçmışlardı. Gezgin tüccar albayın gösterdiği cesarete şaşmıştı. “İşte ben böylesine erkek, sapına kadar erkek derim!” diye haykırdı. Yt.i.zbaşı Joao Magalhaes onlara doğru ağır ağır ilerledi. IV Kamarasından çıktıktan sonra, Margot gemiyi bir baştan bir başa geçti.

Tül şemsiyesini döndürüyor, elbisesinin ağır eteklerini kaldırıyor, önlerinden geçerken şehvet düşüncelerine dalan gezgin tüccarlara, gözlerini dört açıp kendisine bakan plantasyon sahiplerine, ya da Bahia’nın kuzeyinde iş aramaya giden üçüncü mevki yolcu15 larına kendini hayran hayran izlettiriyordu. Öbek öbek insanların arasından, fısıldar gibi özür mırıldanarak kendine yol açıyor; her öbek, Margot kendilerine yaklaşırken, göz zevklerini tatmin etmek ve onu iyice arzulayabilmek için sohbete ara veriyorlardı. Sonra, konuşmalar yine başlıyor, ezeli ve tek konu olan kakaoya dönülüyordu. Gezgin tüccarlar Margot’yu, toprak ağalarını süzerken gülüyorlardı. Pek iyi biliyorlardı ki, bu kadın parasını kolayca yiyeceği kimseleri arar, koyunlarına girinceye kadar da bu sert ve haşin oğlanlara epey pahalıya patlardı. Ama, karanlığın içinde Juca Badar6 belirince, tüccarlar gülmelerini kestiler. Juca Badar6, Margot’yu belinden tuttu, küpeştenin yanma doğru götürdü. Ufukta kaybolan İtaparica ile Bahia şehirlerinin yüksek binaları buradan daha iyi görünüyordu. Dalgaların çırpıntısı arasında gemi ilerlerken, gece de bastırıyordu. “Sen nerelisin?” Juca Badar6’nun küçük gözleri genç kadının vücudu üzerinde dolaşmış, sonra gelip oyluklarında ve göğsünde karar kılmıştı. Elini kalçalarına uzattı, etinin sıkılığını yokladı. Margot öfkeli bir tavır takındı. “Ben sizi tanımıyorum ki. Bana böyle teklifsizce davranmanızın anlamı nedir?” Juca Badar6 kadının çenesini tuttu, sarışın başını kaldırdı, Margot’nun gözlerinin içine baktı. Sözlerinin üstüne basarak, “Unutma ki, dedi, Juca Badar6’nun adını çok işiteceksin.

Hem bil ki, bugünden tezi yok benimsin. Ayağını denk al; çünkü, boş laf etmek için ağzını açanlardan değilim.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir