Karrl Mannheim – Ideoloji ve Ütopya

Mannheim’tn sosyolog olarak etkinliğini, genel batlarıyla, yaşamının (yukarıda kısaca değinilen) dışsal koşullarıyla sıkı bir ilişki içerisinde bulunan iki ayrı evreye ayırmak mümkündür.1 Almanya’da faşistlerin iktidara gelmelerinden sonra İngiltere’ye kaçmak zorunda kalmasıyla sona eren ilk evre, farklı ideolojilerin ve toplumsal grupların taviz vermeksizin birbirleriyle çatıştığı Weimar Cumhuriyeti’nin siyasî olaylarınca etkilenen ve hatta zaman zaman belirlenen olayların ışığında yer bulan bir evredir. Yirminci asrın bu erken döneminin bu coğrafyasında düşünsel hayatın en özgül karakteristiklerinden bir tanesinin, Marksizm, liberalizm ve muhafazakârlık gibi “grand” teorilerinin yeniden yorumlanmalarından ibaret olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu süreci körükleyen, hızlandıran ve âdeta zorunlu kılan önemli etmenlerden birisi, Ekim Devrimi-Bolşevik Devrimi idi. Ya da Marksist politikanın Leninist eşdeyişle Bolşevik bir pratik olarak ilk kez hayata geçmesiydi. Yeryüzü topraklarının altıda birini kapi- ‘ Bkz.: Dieter Boris: Krise und Planung. Die politische Soziologie im Sptitwerk Karl Mannheims /Kriz ve Planlama. Karl Mannheim’ın Geç Eserinde Siyasi Sosvnlnji. Stuttgart 1971, s. 1-2. 29 ve sonrası; Remmling 1968, s. 6 vc sonrası 10 İDEOLOJİ VC ÜTOPYA talist dünyanın egemenliğinden çıkaran bu büyük tarihsel-toplumsal Marksist teorik ve politik pratikle birlikte Marksizm de artık o zamana dek politik iktidarı elde geçirememekten kaynaklanan teorik “m asunüyef’m yitirmiş ve (tüm diğer akımlar gibi) sorgulanmaya başlanmıştır.1 Aydınlanmanın teorik unsurlarınca donatılmış insan kavramı, Marksizmin politika ayağını aşil topuğu kabul ederek ‘neden Marksizm masum değildir’ araştırmasına girişmiştir. Dikkat edilirse Marksizmle doğrudan ilgi kuramamış olan düşünürlerin önemli eserlerinin 1.


Enternasyonal’in dağılmasının ve II. Enternasyonal’in ardından kaleme alınmış olması önemli bir rastlantı olarak kabul edilmekten ziyade. Marksizmin ve daha sonra Marksist politikanın etkilen diye belirlenmelidir. Durkheim’ın eserleri on dokuzuncu yüzyıl sonuna. Croce, Weber, Lukacs. Korseli ve Gram sci’nin eserleri yirminci yüzyılın başlarına rastlıyor. W eber’de (ve başka biçimlerde Durkheim’da) görülen tarihsel sosyolojinin “ insandan yola çıkan, tarih ve topluma insan etkinliklerinin, İnsanî ide ve değerlerin yön verdiği bir alan” olarak kavranan yönteminin Lukacs’ın Tarih ve Sınıf Bilinci’ildeki izlerini bulmak ya da Gram sci’nin, tarihçi ve Filozof olarak bugünün tarihini yapan insan özdeşliği kavramlarında İtalyan düşünür B. Croce dolayımını bulmak zor değildir. Weber’in tinselci tarihsel sosyolojisinin, G. Lukacs’ın şeyleşme ve sınıf bilinci bağıntıfı eş özne/nesnesinin, Gramsci ve C roce’nin ortak-duyulu (sağduyulu) toplum tez1 Hem Lukacs’ın Tarih ve S ın ıf Bilinci hem de K. K orsch’un, M arksizm ve Felsefe adlı eseri bu nedenle tesadüf sayılm amalıdır. M arksizm in, Gramsci tarafından tarihi dönüştürecek bir eylem felsefesi olarak kabul edilişi de aynı dönem dedir. K orsch’un L enin’e eleştirisi özgürlük ve felsefe kavram lannı temel alırken aslında olum suz ideoloji kavram ını da niteliyor. Korsch. Leniıı’i felsefeyi içeriğine hiç aldırm adan arkasını dönm ekle eleştirdikten sonra şunları söylüyor: Proletarya diktatörlüğü “R u sy a’d a bugün sözüm ona ‘proletarya diktatörlüğü’ adı altında ayakta tutulan m anevi baskı sisteminden hem de üç ayrı yönden farklı anlam a geliyor (…) Birincisi proletaryanın üstüne uygulanan değil, proletaryanın dikıatoryası söz konusudur (…) bu şekilde anlaşılan “bir ideolojik diktatoryanın” en özden görevi, kendi kendisinin m addesel ve ideolojik nedenlerini ortadan kaldırm ak ve böylece kendini fuzuli ve olanaksız kılm aktır (…) her birey için akıi-ruhsal özgürlüğün koşullarını yaratır (…) Sosyalizm , kendi hedefleri açısından tüm yörüngesi boyunca özgürlüğü ^gerçeklik haline getirm enin m ücadelesidir.

” 3 K. Korsch. M arksizm ve Felsefe, Çev.: Y ılm az Öner, 1. Baskı, İstanbul 1991. s. 130. SUNUŞ II leri tarihse! bir oydaşmanın izlerinin siirülebilmesine imkân vermekledir. Diğer ve ikinci bir etmen ise. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan faşist hareketlerdi. Böyle bir “ideolojik” dönemin (bilim ve kültür alanlarında etkin olan) “entelektüel” mensupları bilinçli ya da bilinçsiz olarak salt “içsel tinsellikleri”ni dışa vurma lüksüne sahip değillerdi artık. 1920’li yıllarda edebiyat alanında başlayan ve I930’lu yıllarda Komintern’in anti-faşist halk cephesi politikası bağlamında doruk noktasına ulaşan sanatla gerçekçilik tartışmaları tam da bu toplumsal-poütik sorumluluk teması üzerine odaklanmıştır. Mannheim böyle bir dönemde, ağırlıklı olarak Windelband, Kant, Hegel, Marx, Weber, Dilthey ve Freud gibi düşünürler tarafından etkilenmiştir. En çok etkilendiği Dilthey ve Windelband’di. Windelband, “bilimlerin birliği düşüncesini reddederek; doğal bilimlerle insan bilimlerinin birbirlerinden temelden farklı amaçlarının olduğu konusunda ısrar etmiştir: Doğal bilimler, bireysel görüngünün uyacağı genel ve evrensel yasalar arayışındadır-insan bilimleri ise, benzersiz olan tarihsel ve kültürel görüngünün tanımlanmasıyla ilgilenir.

Dilthey’de ise, insan bilimlerinin ayırt ediciliği konusunda kökten değil, ama küçük bir farklılık vardır: İnsan bilimleri, kültürel görüngünün hem gözlemcinin öznelliğine güçlü bir vurguda bulunan anlamının yansıtmacı bir anlaşılışım içerirler.” Max Sclıeler ile birlikte (“insanların gerçekte nasıl düşündükleri” sorusuna yanıt arayarak) tüm bilginin toplumsal-tarihsel belirlenmişliği varsayımı üzerine kurduğu bilgi sosyolojisi diye adlandırılan sosyoloji disiplini geliştirir. Böyle bir temellendirmenin görecelikle ilgili yönelimsizlik ve hiç-bir-şey-ifade-etmezlik tehlikesini sezmiş olacak ki, ideal tipik bir (bilgi) sosyologu modelini temsil eden (köksüz, sınıfsız, aidiyetsiz anlamına gelen) “serbestçe süzülen bir entelijensiya” tiplemesini inşa edip bu toplumsal tabaka sayesinde “n esn er bilgiye ulaşılabilmenin mümkün olabileceğini iddia eder. Alman tarihselci geleneğinin tepe noktasını temsil eden Mannheim’ın bilgi sosyolojisi konusunu sistematik bir şekilde işlediği ve baş yapıtı olarak kabul edilen eser bu yazıya vesile olan. 1929 vıhnda kaleme alınan “İdeoloji ve Ütopya”dır. 12 İDEOLOJİ ve ÜTOPYA Yukarıda bahsedilen loplumsal-politik sorumluluğunu, farklı dünya tasarıları bağlamında birbirleriyle çatışan politik akımlarının birinin “safları”nda mücadele etmekten ziyade (“değer serbestisine sahip”) “nötr” olarak tanımladığı (bilgi sosyolojisiyle ilgili) bilimle yerine getirebileceğine inanan Mannheim, döneminin birçok burjuva çağdaşı gibi, böyle “nötr*’ bir bilim konusunda iki yönlü bir hayal kırıklığına uğrar. Birinci yön, Mannheim’ın bilgi sosyolojisine yüklediği toplumsal işlevle ilgilidir: “İdeoloji ve Ütopya”da toplumu uzlaşıya ve barışa götürecek bir tabaka olarak tanımladığı “serbestçe süzülen”—entelijensiya ona yüklediği “görev”ini yerine getiremeyip faşizme engel olamamıştı. Faşizm gerçeği, Mannheim’ın genelinde bilime atfettiği “yüce”liğine ve özelinde Almanya’nın en geç Hegel’le birlikte başlayan düşünsel katkılarına gölge düşürmüştü. İnsanlık için (kelimenin tam anlamıyla) vahim bir kırılma noktası olan faşizm deneyimi, Mannheim’m tinsel-bilimsel hayata bağladığı umutlarını da kırmıştı. İkinci yön ise, bilgi sosyolojisinin yöntembilimsel varsayımlarıyla ilgilidir: Kendini çelişkili dünyanın ideolojik bağlanıldıklarından (ve sınıf mücadelelerinden) arındırma yoluyla “nesnel” bilgiye ulaşabilen bir tabaka mümkün müydü? Almanya ve İtalya’da faşizmin, Ispanya’da muhafazakâr-askeri, Avusturya ve Macaristan’da ise muhafazakâr diktatörlüklerin işbaşında olduğu bir Batı ve Orta Avrupa dünyasında böyle bir şey mümkün görünmüyordu artık. İngiltere’ye göç ettikten sonra Mannheim’m etkinliğinin ikinci evresi başlar. Kıta Avrupası’ndaki gelişmelerden fazla etkilenmemiş görünen İngiltere’de, parlamenter demokrasinin işlevselliğine yeniden umut bağlamıştır. Burada, ampirik sosyal araştırmalar, sosyal psikoloji, çevre teorisi ve behavyorizm gibi yeni sosyolojik yaklaşımları benimseyip pragmatik bir yöntemsel çoğulculuğa yönelir;’ ancak bir daha “İdeoloji ve Ütopya”nın teorik keskinliğine ve yüksek düzeyine ulaşamaz. Bundan sonraki çalışmalarında, bilgi sosyolojisi öğretisinden (ya da – en azından – onun felsefı-teorik nosyonundan) gitgide uzaklaşan Mannheim, daha pragmatik-pratik bir tarzla, özellikle Almanya’daki gelişmelerin nedenlerine ve bu gelişmelerin nasıl * Bkz.: Remmling 1968, s.

104 ve sonrası. SUNUŞ 13 engellenebileceğine ilişkin sorulara yanıt bulmaya çalışır. Arlık onun için sosyoloji, ”objektif’ bilgiye (ve bir yerde “hakikat”a\ ulaşmanın aracı olarak değil, sanayi toplumdaki bireylerin öz yönelimlerine katktda bulunabilecek modern bir düşünce tarzı olarak tanımlanmaktaydı.4 Yirmili yıllarda (birinci evrede) geliştirdiği bilgi sosyolojisi, bunalımlı bir kriz döneminin entelektüel yansıması/refleksi ve çok özgül bir Alman düşünsel ‘’ürün” iken (ki, bu bağlamda, yukarıda sıralamış olduğum Mannheim’ın etkilendiği düşünürlere bakmamız bile bir takım özlü ipuçları sunar diye düşünmekteyim),’ ikinci evrenin yöntemsel çoğulculuğu âdeta bir toplumsal mühendisliğe dönüşmüştü. Bunun sonucunda ileri sürdüğü planlanmış demokrasiyle ilgili normatif tasarısını. “Mensch und Gesellschaft im Zeitalter des Umbaus!Yeniden Yapılanma Çağında İnsan ve Toplum”,6 “Diagnose unserer Zeit/Çağımızın Teşhisi”7 ve “Freiheit und geplante DemokratielÖzgürUık ve Planlanmış Demokrasi”* adlı eserlerinde betimler. Bilgi Sosyolojisi Bilgi sosyolojisi, bilgi üretiminde etkili ve/ya da belirleyici olan toplumsal süreçleri inceleyen bir sosyoloji disiplinidir. Konusu, bireylerin (ve dolayısıyla toplumsal tabakaların) günlük fikir ve düşünceleri olduğu kadar, bilginin yaygın olarak ilişkilendirildiği bi- ■* Bkz.: Hans Gerih ve Ernst K. Branıstedt’in M annheim’ın 1951 yılında yayınlanan “Freedom. Power and Democratic planninglÖzgürlüV., İktidar ve Demokratik Planlama” adlı eserine yazdıkları Önsöz■ Londra: Rouılcdge & Kegan Paul, s. VI1-1X. 1 Volker Meja/Nico Stehr (1990), Knowledge and Politics: The Politics o f Knowledge Dispute /Bilgi ve Siyaset: Bilgi Tartışmalarının Politikası. Londra: Routledge, s.

74. 6 İlk olarak 1935 yılında yayımlanır; (“Man and Society in an Age o f ReconstructionlYentden Yapılanma Çağında İnsan ve Toplum”un çevirisi olarak. Londra 1940) düzeltilmiş ve genişletilmiş şekliyle ilk kez 1952 yılında Almanca olarak yayımlanır. 7 “Diagnose unserer Zeit. Gedanken eines SoziologenIÇağımızın Teşhisi. Bir Sosyologun Düşündükleri”. Frankfurt/M. 1952 (“Diagnosis o f Our Time. Wartime Essays o f a Sociologist”\n Almancaya çevirisi olarak, London 1943). * Köln/Opladen 1970 (“Freedom. Power and Democratic Planning’”w A lm anca’ya çevirisi olarak, yayına hazırlayan: E.K. Bramstedt ve H. Gerth, Londra 1950, ölümünden sonra). 14 İDKOI.

OJI vc (JTOPYA lim gibi olgulardır. Bilgi sosyolojisi, bilginin hem şeklini hem de içeriğini oluşturup belirleyen bilginin etkilerini ve toplumsal süreçleri anlamına gelen bilgi ile daha geniş toplumsal yapı arasındaki ilişkinin özünii ve etkinlik sahasını anlamaya çalışır. Bilgi sosyolojisi; bir yandan burjuva ampirik sosyolojinin ve faşist ideolojinin yaygınlaşmasına, öte yandan ise -ve ağırlıklı olarak- toplumsal varoluş ile toplumsal bilinç arasındaki ilişkiye, toplumsal yaşamda ideolojinin rolüne ilişkin Marksist analize karşı burjuva-liberal bir tepki olarak doğup gelişmiştir. Bir tarafta üretim tarzı ve ilişkilerini de, insan kavramım da içine alan metabolizma – öznesizlik- kavramıyla Marksizm ve öte tarafta yeganeleştirilmiş insan bilinci -özne- kavramıyla tarih felsefesi. Marksist kuramın orijinalliği tamamen “insanda değil, toplumsal ilişkilerin tarihsel yapısından kaynaklanmasından, bir başka deyişle, kavramsal olarak ne deneysel bireye, ne de insan türünün idealliğe dayanmasından kaynaklanır. Bilgi sosyolojisinde ise. bireye dayanan insan toplumu, bireyin deneyimleri, davranışları ve toplumsal olanın aklîliği önplana çıkmaktadır. Marx’a göre, yapı, üstyapıyı: ekonomi, politika ve ideolojiyi; üretim ve toplumsal varlığı; toplumsal varlıksa insan ‘bilinçliliği’ni belirler. İdeolojinin billûrlaştığı en sondaki insan ve topluluk bilinci en nihayetine kadar, her an kendini belirleyen öncelleri tarafından belirlenir. Yani birey-insan, içinde yaşadığı toplumun bütün bileşenlerinin sonucudur. Marx, bilimsel kategorik ayırımlarında insan bilincinin sırasını Alman İdeolojisi’nde “Yaşantı belirleyen bilinç değildir, ama bilinci belirleyen yaşamdır” ve Ekonomi Politiğin Eleştirisi’ne Katkı’dz “İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır” diyerek özenle gösterir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir