Kemal Tahir – Damağası

Yazarın en çok merak edilen, sabırsızlıkla eklenen romanlarından birisi olan «Damağası»nı Kemal Tahir, bilindiği gibi, tamamlayamadan aramızdan ayrılmıştı. Bu kitaptan, elimizde, 1948’den başlayarak tuttuğu notlar, ünlü sarı defterlerindeki bazı müsveddeler, bu müsveddelerin tekrar tekrar elenip işlenmesiyle geliştirilmiş bazı taslaklar kal-uştır. Kemal Tahir’e ait herşeyin yayınlanması ararmda olan yayınevimiz, yazarın eşi Sıdıka Ke-lal Tahir’ce derlenen «Damağası» dosyasını okur-rına sunuyor. İlk bakışta görüleceği gibi bu dosyada roma-in hareket noktasını oluşturan 1948 tarihli ‘Not-ır’, 1949’d’a yazarın cezaevinde iken giriştiği ilk amanlaştırma denemesi, ömrünün son yıllarında u denemeye vermeye başladığı yeni biçimin bazı ölümleri bulunmaktadır. «Notlar» bir yana bıra-lırsa, çalışmaların hiçbirisi son biçimine kavuşa-lamış, yazarın ölmeden eliyle düzeltmeler yaptığı ısım bile yarım bir taslak halinde kalmıştır. Yaınevimiz, çalışmaları, tarih sırasına koyarak yanlamayı uygun gördü, böylelikle Kemal Tahir gi-i bir romancının kafasında bir romanın hangi oktalardan başlayarak doğduğu, nasıl değiştiği ve eliştiğinin daha iyi izlenebileceğini düşündü. Kitap baskıya hazırlanırken ‘sarı defterler’den aktilo edilmiş notlara sadık kalınmakla birlikte, Odur okunamamış ya da yanlış okunmuş bazı sözcük] rin yerini boş bırakmamak, ya da tamamlama için eklenen takı ve sözcükler ayraç içinde göst rildi. Bunun dışında metin bütünüyle Kemal T hir’in kaleminden çıkan metindir. Başından son na okunduğu zaman, yazarın bu romanını bitir meden göçmüş olması daha derin bir üzüntü ka nağı olmaktadır. Bütün bu aşağıda okuyacağınız zincirleme meselelerin, günlerden bir gün, Çorum Cezaevi’nde, mahsustan yere düşürülüp, kırılan bir saatten doğduğuna inanmak güçtür. Amma neylersiniz ki, re-aüst bir hikayeci sıfatıyle, şüphecileri şüphelerinde serbest bırakarak, hakikati gördüğümüz gibi kaydedeceğiz. Çorum Cezaevi birinci sınıf gardiyanlarından Hasan Kıratı’ efendi, iyi kalpli bir insandı. Tahtakurusu şurada dursun, mahpusları bile herhangi bir maksatla ezmek istemezdi. Bir devirde, bizim memleket, iyi kalpli insanı korkak ins(an karşılığımda kullandığından, bu ezmek istememek meziyetini Çorum Cezaevi birinci sınıf gardiyanlarından Hasan Kırat efendinin, manasız korkusuna verenler çoktur. Hasan Kırat, mensup olduğu aile dolayıSiyle, korkak bir adam olmamak icabederdi.


Çünkü, evvelâ, kahraman bir Türk zabitinin mahdumu idi. Sonra, askerliğinde önce jandarmalık etmiş, ihti-yatsı çağrılınca sahil muhafaza kıtasında bulunmuş, inzibatlık yaparak, belinde tabanca, kolunda kırmızı pazbant taşıyarak, Bursa kerhanesinde askerlerin orospularla temasına mani olmak için saj-bahlaraı kadar nöbet beklemiş’J. Yine inzibatlığı sırasında, alay komutanının muvazaa ile kiraladığı meyve bahçesini cansiperane müdafaa, etmiş, tavukları bile telörgüden beriye geçirmemişti. Yüzbaşı pedere gelince, onun ahvali bütün vi lâyetçe meşhurdu. Çorum vilâyetinin pek garip bi talihi var. Burası padişahımız efendimize alaylı za bitler, cahil emir kulları yetiştirir. Bunların en şaşaalısı Yedisekiz Hasan Paşa’dır. Abdülhamid’ir eli sopalı, ağzı küfürlü Beşiktaş Muhafızı, Çorum lu öldüğüyle —yani padişahımız efendimizin en sa dik beldesi ahalisinden bulunduğuyle— senelerce iftihar ettiği gibi; Cumhuriyet inkılabından çok sonra, 1942 senesinde, Çorum Halkevi tarafından neşredilen «Çorumlu» nam inkılâpçı mecmuada, münevver Çorumlular da, Yedisekiz Hasan Paşa’ nın Çorum hemşerilerinden oluşuyle iftihar etmek için bir seri makale kaleme aimışlarmış. Çorum Cezaevi birinci sınıf gardiyanlarından Hasan Kırat efendinin merhum yüzbaşı pederi, Ço rum’un korkunç zaptiye kumandanlarından bir alaylı yüzbaşı idi. İşine çavuşlukla başlamış, Abdülha-mid devrinde jöntürk sürgünlerine yollarda göz açtırmadığından şöhretlenerek süratle yükselmiş; 31 Mart’ta marifet bırakmayıp çıkardıktan sonra., it-îihatçılarca, tabii bir yanlış eseri olarak tekaüde ssvkedilmiş; Balkan Harbinde tekrar zabitliği iade olunmuş; Seferberlikte, Ermeni tehciri işinde yararlığı görüldüğünden, rütbesi mülâzimisânilikten (şimdiki asteğmenlikten) mülâzimievvelliğe (teğmenliğe) çıkarılmış; Mütareke devrinde, kuv-vayi milliyecileri takipte ve Geyve baskınında gösterdiği maharet sayesinde Liyakat Madalyası verilmiş; sonra kuvvayi milliyeciler tarafına geçip, Yozgat’ta Kavla Ali nam şakinin af numarasıyle ele geçirilip idam edilmesinde ayrıca kendini gösterdiğinden; yüzbaşılığı gelmiş, Çorum Merkez Bölük Kumandanlığı vazifesine geçirilmişti. Burada İstiklâl Madal-yasi’nı taktıktan iki sene sonra tekaüt edilmişti. Gerek Ermeni tehcirinde, gerek Rum katliamından para vurduğu, Çomar’daki bağı, Çöplük mahallesindeki evi bu para ile aldığı; bundan başka, eşkıyaJ-k devrinde, eşkıyalara el altından mermi satarak, Sa-aîhane’deki dükkânın hissesine, karıştığı söyleniyor10 u. Tekaütlüğünün ikinci senesinde, Yüzbaşı bey, ‘aşa Hamamı’nı kiralayıp çekmecenin başına kurul-[u, beş sene kemal-i ciddiyetle hamamcılık yaptı. !38 senesinde, küçük evlâdı Hasan Kırat kura as-‘kerliğini yapmak için götürüldükten iki ay sonra, bir gece Yüzbaşı beyi halvette ölü buldular.

Sırtını sabunlayan çocuk feryad ederek dışarı fırladı. Kahraman askeri çekemeyenler, her ne kadar, ahir ömründe kulamparalığa bu derece kuvvet vermemesini kaç kere tembih ettikleri halde dinletemediklerini söylemişlerse de, büyük caminin imamı hiç kulak almayıp, memleket şerefi namına bir büyük cenaze merasimi tertip ettirmiş, zaptiye yüzbaşısının tabucunu. Vahdettin tarafından verilen Liyakat Madalyası ile Musltafa Kemal Paşa tarafından verilen İstiklâl llvladalyası ile süsleyerek, — bilhassa fesini giydirmek şartıyle— azametle kaldırmıştı. Hasan Kırat efendi tezkere alıp yetişinceye kaı-dar, agabeysi sürücü Kör Ahmet, dükkân hissesiyle ev hissestfni derakap elden çıkarıp, Ala Yusuf’un kah. vesinde kumara bastı. Hasan Kırat efendi tezkeresinde ‘muallim nefer’ kaydıyle dönünce, kendi hisselerini de evlenmek için sattı. Çomar’daki bağ ikiye bölündü. Çaresizlikten ne yapacağını şaşıran Hasa,n efendi —eski harfleri, yeni harfleri, bildiğinden efendiliği hak etmişti— Yüzbaşı evlâdı olmanın icap ettirdiği yoksulluk karşısında hiçe sayarak Ebniyazade-ier’in hurda dıemir ambarına, .mahiye on iki lira maaşla, yardımcı girdi. Tuttuğu iş ne olursa olsun, gayretle çaılışmak, Hasan Kırat efendiye babadan sirayet etmiş bir meziyetti. Hurda eşya arasında, kendisini o kadar paraladı ki, Çorum’da hasisliği ile msşhur olan Ebniyazadeler bile prensipleri haricine çıkarak, delikanlının maaşını dokuz ay sonra/ on iki liradan onbeş liraya çıkarmak mecburiyetini hiss^t-tiler. Fakat talih yine yâr olmadı. Kime karşı olduğu pek bilinmeyen askeri hazırlıklar. Hasan Kıra,t efendi, yi, ikinci defa şerefli vatan vazifesine çağırdı. On-dört ay süren ihtiyatlıktan geri gelince, Ebniyalar’da 11 artık eski iş kalmamış, diğer büîün büyük tüccarlar gibi bu firma da, kârın mal satmakta değil, mal sat-mamaktai olduğunu anlamıştı.

Binaenaleyh, müşteriyi memnun ©den hizmetkâr^ aftık ihtiyaçları yoktu. Şimdi boş bir dükkânda nargile içerek, —zoraki bir kederle kaşları çatılmış— oturuyorlar, borcunu istemeye gelenlere bile ağız alışkanlığıyla «Yok» diyorlardı. Ticaret işi gündüzden geceye intikal etmişti. Yalnız emniyetli akrabaların eliyle dönecek hâle gelmişti. Halsan Kırat iyi idi, hoştu amma, biraz saftı. Karısının yaren kullandığını bile, iki günlük ahbaplarına, «Namus meselesidir, ssr arşımızda kalacak birader. Ya ben anlatamadım, ya sen anlaya-madın» kaydıyla hikâye ekmekten çekinmezdi. Halbuki artık Ebniyalaır, malları gece vakti satmayı âdet edinmişlerdi. Çorum Mebusu Doktor Mustafa beyle ortak iş yaptıkları fısıldaşılıyordu. Hatta Mustafa beyin yeğeni Müteahhit Eşref bey tarafından yaptırılan asri cezaevi mahzenlerine, şeker sandıkladı kahve çuvalları istif edildiği, vilâyete ihbar edilmişse de, Vali el altından haber uçurup, dağ gibi emtiayı bir gece içinde Ortamektebe naklettirmiş-ti. Vilâyete gelen gazyağları, Ebniyalar’m eliyle, köylüye tenekesi doksan liradan satılıyor; Emniyet Müdürü evinde, ekseri geceler, mum yakmak mecburiyetinde kalıyordu. Bütün bu işlerde Hasan Kırat’ın göreceği bir vazife kalmamıştı. Binaenaleyh, ekmek parasını başka kapıdan aramak lazımdı. Gene Eb-niy,£iz!ad’eler’in yardımıyle o ziamanın Müddeiumumisi meşhur Kemal Kan’a —bu zat sonraları karaborsayı ve her türlü irtikâp ve irtişayı önlemek vazifesiyle. Zonguldak Toplu Millî Korunma Mahkemesi Reisliğine tayin buyurulmuştur— takdim edildi.

Kema,l bey de Hasan Kırat efendiyi ondo-kuz lira ücretle cezaevine gardiyan verdi. Maaşın aslı yirmi lira idi. Her ay bir lirası vergiye kesiliyordu. Gene o sıralarda bu para ile geçinmek kabildi. Çünkü damağalığından kalma bir âdetle, mahpusaneye girenlerden de, çıkandan da baç alınıyor; bu baç, bir elde toplanıp, hafta sonu, gar12 diyanJar hissesi iktidar derecesine göre pay olunuyordu. Filhakika Hasan Kırat efendinin bu işteki iktidarı pek parlak sayılmazdı. Lâkin ne de olsa, gene hissesi vardı. Bundan başka üç öğün yemeği, diğer gardiyanlar gibi, mahpusların üzerinde idi. Haftanın ziyaret günlerinde gelen ziyaretçilerin, adamlarına getirdikleri bilcümle yiyecekten münasip bir miktarı da gardiyanlar için ayrılıp bir yere toplanıyor, bunlar müsavi hisselere bölünerek evlere taşınıyordu. Binaenaleyh, ondokuz lira maaştan, para biriktirmek bile kabildi. Hasan Kırat pek uzun boylu, pek zayıf, ipert-ropi bulunan sırtı kamburca, bir delikanlıydı. Her rastladığı yazıyı, ne kadar acele işi olursa olsun, okumak âdetiydi. Kendisine dehşetli itimadı olduğu halde, kibirli değildi. Herkese, yaşça daha, küçük olanlara biie, «ağabey» demekten çekinmez, bu suretle etrafında meydana getirdiği bütün anti-p^tileri bir kısa müddet için de olsa,, giderirdi. Hiç kimseye yüzyüze fenalık etmeye cesaret edemez, faka^t kahraman arkadaşları bir mahpusun elini bağlayıp dövmeye başladılar mı, aradan ve de(ima arkadan «namussuzun kıçına» mükemmel tekmeler atar, çelmeler takardı.

Herifin yüzü gözü kanre-van içinde zindana atıldıktan sonra, keyifle çay içmeye koyulan arkadaşlara bir hizmet yapıyormuş gibi, nöbette olsun olmasın, anahtarları ajır, mahpusları kontrola gitmek bahanesiyle mutlaka zindana iner, dayaktan yarı ölü bir hale gelmiş zavallıya bir şey isteyip istemediğini sorduktan sonra sesini gayet alçaltarak, başta Müdür ve Sergeırdiyan olmak üzere, kendisinden başka bütün gardiyanların «puşt» olduklarını sföyler, su i&-terse su, ekmek isterse ekmek getirerek, kendini temize çıkarırdı. Bir huyu da bütün iyi işlere meraklı olmasıydı. Kimde bir güzel mintan, bir gü-zıel yelek, bir iyi çorap, mendil, kundura, şapka, gıravat, ten fanilası, palto, elbise, teşbih, kol düğmesi, halı heybe, seccade, semaver, çay ve kahve fincanı, bilhassa saat görse, derhal gönlü akar, idi gelip tekraır tekrar bakar, bütün bu eşyaları eller, Ebniyazadeler’de çalışmanın verdiği selâhiyet-!e manifaturacıların, züccaciye eşyaları satanların hususi tabirlerini kullanarak metheder, birkaç günlüğüne kullanmak için ister, sahibinden daha iyi giyip, daha itina ile taşıdıktan sonra, içini çekerek iajde ederdi. Dünyada iki tarıe hakiki emeli vardı: Birisi başgardiyan olmak, diğeri bir saat satın almak. Başgardiyan olmaya imkân göremediği belliydi. Fakat bu ihtirasını, gece olup el ayak çekilince, — bahusus Başgardiyanın diğer uçarı arkadaş-larlaı beraber, meyhaneye, kerhaneye gittikleri gecelerde— pekâlâ tatmin ediyor, böyle sıralarda tek başına sergardiyan rolüne çıkarak, mahpusane içinde sanki gardiyanlar varmış da onları teftiş ediyormuş gibi azametle dolaşıyor, kapıların kilitlerini yokluyor, şayet sergardiyan olsa, buralara nasıl nizam vereceğini uzun uzadıya düşünüyordu. Böyle gecelerde bir de telefon çalmışsa derhal önünü kavuşturup koşar, ahizeyi hörmetle alır, «Burası Merkez Cezaevi, ben Cezaevi Memuru Hasan Kırat!» diye kendisini takdim ederdi. Buna o kadar alışmıştı ki, artık gündüzün kalabalığında da böyle söylüyor, 18 seneye mahkûm Tuburlulu Deli Bekir tarafından alaya alınıyordu. Cebi asla saatsiz kalmadığı, her hafta başka bir saat ‘taşıdığı, çeşitli Serkisofları, Omegalsn, Ze-nithleri, Arlonîafi, Lonjinleri, bunların kol ve cep için yapılanlarının başka başka biçimde olanlarını, âriyeten kullandığı halde, kendisini bir türlü tatmin edemiyor, ille bir saat sahibi olmsk istiyordu. «İnsana saat gibi dost yoktur» diyordu, «Ya ben anlatamıyorum, ya siz anlamıyorsunuz! Saat bir kere iyi maldır. Ne zaman satarsan para… Tık tık işlen. Kurarsan işler. Çıkarır, bakarsın. Vakti bildin mi, nöbete zamanında girersin. İzinden zamanında dönersin.

Ya ben anlatamıyorum, ya siz anlamıyorsunuz.» Hasan Kırat biraz somurtmakla beraber şakaya dayanıklı idi. Yani kundurasını banyo küvetinde yüzdürseler seslenmez, gözünün kör olduğunu, 14 iki adım ilerisini görmediğini söyleseler aldırmaz, el-yazısını çirkin bulsalar, eski harfleri okuyamadığını ileri sürseler, gülüp geçerdi. Yatağından yün çıkarıp satmışlar, yastığını değiştirmişler, evden getirdiği peynirli börekleri çalıp yemişler, battaniyesine tükürmüşler, şapkasına ve ceplerine çamur doldurmuşlar, umursamamıştı. Her şakadan sonra, yatağını hsjsmyle beraber başka bir köşeye naklediyor, orada diğer bir şakaya kadar tek basma yatıyordu. Arkadaşları olsun, mahpuslar olsun, kendisinden bir büyük fenalık ummadıklarından, işine nihayet vereoek kadar ileri gitmiyorlar, arada sırada, “birbirlerine düşüp karşılıklı gardiyanlıktan koğula-cak iftiradır ‘lertip ettikleri, bazı yolsuzluklar hakkında istidalar yazıp ifadeler verdikleri sırada, Hassan Kırat efendiyi akıllarına bile getirmiyorlardı. Bu sebeple gardiyan oldu olalı, Çorum Cezaevinde, üç müdür, üç kâtip değiştiği, müddeiumumi gelip gittiği, bilhassa, dokuz kişilik gardiyan kadrosu, —kendisi müstesna—, başgardiyandan karı gardiyana kadar, yukardan aşağıya birkaç kere yenilendiği haıde, Hasan Kırat efendi yerinde kalabilmiş, hem zorlamadan —harp dolayısıyle yükselen ve muhtelif sınıflara ayrılan gardiyan ücretlerinden— kırk liralık birinci sınıf gardiyanlığa kadar terakki etmişti. Günlerden bir gün, hükümetin aynî yardımları, altı ayda toptan vereceği haber alındı. Aynî yardım harp içinde icad edilmiş bir acaip dermandı ki memurlarla halkın arasını açmaktan, bu suretle «parçala) hükmedersin» sözünün doğruluğunu isbat etmekten başka, pratik ve ekonomik yararı görülmemiştir. Şeker otuz kuruşken evine bir kilo şeker adamayan küçük memura, ailesinin nüfusuna göre, 9 kilodan 49 kiloya kadar, hem de beş kilosu 125 kuruştan şeker dağıtmak, nüfus başına metresi 99 kuruştan basma vermek, ne gibi iktisadi faydalar temin eder, anlaşılır bir şey değildir. Küçük memur, bu toplu parayı bir günlüğüne alır, şekerin iki kilos(unu kendisine ayırıp, geri kalanını kilo başına 25 kuruş kârla beş bakkala 75 tılan şekeri bakkal yüzelli kuruştan temin etmiş olur, memurun elinde 10 kilodan 250 kuruş kâr kalır. Ahval böyle olmasına rağmen, halk «Tanrı uludur, Tanrı uludur; / memurlar İsmet’in kuludur, / İsmet’ten başka yoktur, tapacak!» diye lâtife etmeyi —hâşâ sümme hâşâ— âdet haline getirdi. Nihayet mal sevkiyatının bir iş© yaramadığı Ankara’da bile sezilerek, ve bunun müşkülâtı, bilhassa trenlerdeki alenî soygunculuktan sonra anlaşılarak, aynî yardım ismi bakî kalmak şartıyle, işbu yardımın maktuen onbeş lira üzerinden nakit halinde ödenmesi kararlaştırıldı. Bu suretle maaşlar ve ücretler, birdenbire onbeşer lira yükseldi. Bir müddet bu şekil münasip ve mükemmel görüldü ise de, gerek Perihan Altındağı meselesinden gayrı insan içine çıkmaya yüzü kalmayan, gerek Reisicumhurun «Hırsızlığı çok şükür büyük makamlarda oturanlar yapmıyor» tesellisine rağmen memleketin umum bağlarını ayırmaktan Bakanlar Kurulu içinde barınması nihayet imkânsız görülen.

Maliye Vekili Fuat Ağralı beyin istifasından (sonra) yerine geçen yeni Maliye Vekili, selefinden geri kalmamak, ve mutlaka bir «nümayiş etmek» gayretiyle, işbu maktuen onbeş lira tahmin edilen aynî yardım paralarını her altı ayda bir kere toptan vermek davasını çıkardı. Bu suretle, her ay elli beş lira küsur kuruş ücret alan Hasan Kırat efendiye ve emsali misillü aylardan bir ay, —galiba mübariek bir yıl başında— altı aylığı doksan lira tutar aynî yardımla beraber, tam kırk beş lira küsur kuruş veriverdiler. < Bütün arkadaşları gibi, gazeteler aylardanberi bu yem borusunu çaldığı halde, Hasan Kırat efendi de, paraları eline almadıkça meselenin hakikat olabileceğine inanmajmtştı. Cezaevi Mutemed Muavini Çökük Rıza bankonotlafi önüne sayınca Hasan Kırat efendi bir kere sarsıldı. Yutkundu, o anda derhal bir saat almağa şart etti. 16 ….wirum — paıuuıı L/^K ayı — Ol-duğU halde henüz bir palto uyduramamış, haftalardanberi «Eğer gazeteler yalan yazmıyorsa, parayı alır ajlmaz paltoyu sırtımıza sardık ağabey… Ya ben anlatamıyorum, ya siz anlamıyorsunuz.» diyen Hasain Kırat efendi, maaşının’ yüz kırk beş lira küsur olarak dağıldığı gün, başgardiyan odasında, palto şartını tamamiyle unutup niyeti saat almaya nasıl çevirdiğini, aylardan sonra bile bir türlü anlayamamıştır. Soba pek şiddetli yanıyor, insa,nı terletiyor, ondan mı; yoksa Cezaevi Mutemedi Muavini Çökük Rıza, hesapta ajlta kaçırıp tarn aim dört lira açık verdiği için bar bar bağırıyordu onun için mi, işte her nedense saat kararı verildi. Dünyada hiç bir kafar, — hatta Mareşal Fevzi Çakmak’ın komünistleri mahkûm etmek için, kurşun kalemle «onbeş seneden eışağı olmamak üzere» diye havale buyurduğu mahut ve melun kararlar bile — bu kadar kati nâkabil-i temyiz olamamıştır. Karısının ağlaması, kendisinin paltosuzluktan titremesi, ve gece nöbetlerinde, buz dolabına benzeyen beton binanın, mütemadiyen ceryan yapan koridorunda, dizleri arasında bir mangal ve sırtında yorganla oturması, «Yahu oldu olacak, saatlerin fiyatı düşer… Sen delirdin mi?» diyenlerin baba öğü’Jeri dahi para etmedi. Hasan Kırat efendi bir münasip saat tedarikine girişti. Evvelâ Çorum’daki bütün saatçileri gezdi. Cezaevinde, Adliye Sarayında, saatli adamlara birer kere başvuruldu. Hiçbirinde gönlü çekecek bir saat yoktu.

İşte bu sırada Ebniyalar’ın küçük kardeşi istanbul’a gidiyordu. Hasan Kırat efendi, İstanbul’ oep .getirilmesinin saate elbette bir başka şeref vereceğini düşünerek eslki patronuna koştu. İstanbul’dan bir münasip saat alarak diğer emtia ile bereler, fakat kendi namına mağazaya yollamar sini, burada parasını peşin vererek alacağını söyledi. Bundan sonra günler feci bir bekleme heyecanı içinde geçti. Her postada Hüseyin Kırat efendi, bir kere mağaızayaı koşuyor, saatt soruyordu. 17 tonıyaıar m ı\uvuı\ ı\aıu^p, satır» almayci gitmişti. Apartman almaya uğraşan bir zatın, Hüseyin Kırat’a ait saati ne derece aklında tutacağı kolayca; kesftirilir. Hasan Kırat efendi güdük kaleme çöktü. Birisi eski, birisi yeni türkçe olmak üzere, haftada iki mektup döşeniyor: «Velinimetim efendim, ya ben anlatamıyorum, ya siz anlamıyorsunuz.» diye başlayıp, «Velinimetim “

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir