Kemal Tahir – Dutlar Yetişmedi

Kemal Tahir’in, Dutlar Yetişmedi adını taşıyan Bütün Öyküleri’nin birinci cildinde bugüne dek hiçbir yerde yayımlanmamış ya da taslak olarak kalmış yirmi yedi öykü yer alıyor. Kemal Tahir Arşivi’ndeki dosyalardan derlenen bu öyküler, yazarın Osmanlıca elyazısından Sayın Melda Kalyoncu, Sayın Sabire Dosdoğru ve Sayın Hulusi Dosdoğru tarafından Latin alfabesine aktarılarak daktilo edilmişti. Bu kitabın yayımlanışını, maalesef üçü de göremedi, emekleri için onlara minnet borçluyuz. Öyküleri yayıma hazırlarken dosyaları yeniden inceledim ve daha önce daktilo edilmiş çevrimyazılar ile Kemal Tahir’in elyazılarını karşılaştırdım. Pek çok öykünün yazılış tarihi belli olmadığından, onları bir araya getirirken, öykülerin tematik yakınlığını göz önünde tuttum. Başlığı olmayan öykülere köşeli parantez içinde başlık koydum. Bir öykünün birden çok yazımı varsa, her biri için ortak başlık yeğledim ve bu öyküleri arka arkaya dizdim. Ayrıca öykülerle ilişkin gerekli açıklamalan, dipnotlarla sayfa sonlarında gösterdim. Kitabı yayıma hazırlarken dönemin dil anlayışına uygun yas zım biçimlerini günümüze uyarlayarak gerekli noktalama işaretlerini koydum. Bugünün okurları için kolay anlaşılamayacağını düşündüğüm bazı sözcükleri öykülerin sonundaki “Küçük Sözlük”te açıkladım Kemal T ahir’in edebt kimliği açısından büyük bir eksiği giderecek olan bu öyküler, yazarın kendisi tarafından yayımlanmaya değer bulunmamış olabileceği gibi, üzerinde çalışma düşüncesiyle bir kenarda bekletilmiş de olabilir. Ancak, Kemal Tahir’in, “beklettiği” bazı öykü kahramanlarına daha sonra romanlarında yer verdiği, Dutlar Yetişmedi öyküsünden anlaşılıyor. Bu öykünün kahramanları olan Sazlı Mustafa, karısı Güley ve Bakkal Ebu Efendi, Kanlar Koğuşu’nun da kahramanlarıdır. Dutlar Yetişmedi, Kanlar Koğuşu’nda anlatılan Malatya Cezaevi’nde yazılmış bir öyküdür. 1940’lı yıllarda yazıldığını düşündüğüm bu öyküler, çıraklık dönemi ürünleri olarak değerlendirilebilir. Öyküdeki ustalığını Göl lnsanları’nda sergileyen Kemal Tahir, Dutlar Yetişmedi adını verdiğim bu derlemede insanları gözlemeyi ve anlatmayı tercih etmiş.


Bu açıdan kitaptaki en etkileyici öyküler hapishane öyküleridir. Dutlar Yetişmedi, Hürriyet Nedir?, Acayip Düşmanlık. Kemal T ahir’in yaşamından da izler taşıyan bu öykülerin dışında hastane öyküleri de etkileyicidir. Taburcu, Kesilecek Bacak. Ahlak, namus, doğruluk kavramları üzerine düşünülerek kurgulanmış öyküler de kitapta önemli bir yer tutar. Dogruluk, Zavallı Namus, lhanet, İspiyon. Yine bu ciltte yer alan Bir Cinayet Hikayesi, mahkeme zabıtları ve tutanakları kullanılarak yazılmış bir öykü olarak kurgusal açıdan ilgi çekicidir. lş Arayanlar başlıklı kısa ve eğlenceli metinler de gazete ilanı biçiminde kaleme alınmıştır. Kısa Kısa başlığı altında bir araya topladığım öyküler ise bugünün ‘çok çok kısa öykü’ biçimini önceleyecek bir yapıdadır. 6 Terzi Nuri Usta, Alaybeyoğlu Yaşar, Satılmış Ağa, Marangoz Ahmet Çavuş ise birer portre öykü olarak değerlendirilebilir. Dön cilt olarak yayımlanması tasarlanan Kemal Tahir’in Bütün Öyküleri’nin -dördüncü cilt, Göl lnsanları olacak- bu ilk cildi, yazılışlarının üzerinden neredeyse yetmiş yıl geçmiş olan öykülerin, kar�nlıkta kalma yazgılarını sonlandırması ve okurla buluşturması açısından heyecan vericidir. 7 Sevengül SÖNMEZ 2 Eylül 2005, Cihangir [DUTLAR YETlŞMEDl] Karşıdaki duvarın dibinde, akşamüzeri, iki çocukla bir köpek yavrusu oturuyordu. Sekiz yaşında kadar görünen zayıf oğlan, sol koltuğunun altına yaı:ım kiloluk bir kare ekmeği sıkıştırmıştı. Sağ eliyle lokma lokma koparıp ağzına atıyor, sonra kendisinden bir iki yaş küçük görünen kızın omzuna, beline, boş böğrüne -yani neresine rastlarsa orasına-bir yumruk indiriyordu. Kız, her yumrukta “hıh” diye bir ses çıkararak önlerinde akan “harka” düşecek gibi sallandığından ve ağlama taklidi yaparak yüzünü buruşturduğundan, vuruşların pek de şaka olmadığı belliydi.

Oğlan, ekmek yemekten de, yumruk vurmaktan da pek memnundu. İkisini de ihmal etmiyor lokmadan ve yumruktan sonra üst kat pencerelerine .yan gözle -kabadayı kabadayı-bakarak gülümsüyordu. Köpek yavrusu-adını biliyorum: Gümüş’tür-art ayaklan üstüne oturmuştu. Siyah burnunu yalayarak oğlanın hareketlerini dikkatle takip ederken, ekmeğin her kopanlışında bütün vücudunu -bilhassa süpürge gibi yerde sürünen kuyruğunu- titretiyor, ön ayaklarıyla habersizce yerinde sayıyor, yumruklarda ise irkiliyordu. 9 Oğlan, bir iri lokma daha kopardı. Evvela köpeğe uzattı. Sonra kızın burnuna dokundurdu. Daha sonra ağzına attı. Ve kızın kürek kemikleri arasına bir yumruk indirdi. Bu sefer hepsinden daha kuvvetli vurmuş olacak ki kız nerdeyse suya düşecekti. Elinin tersiyle duvara tutunmaya çalışarak adeta kıvrandı. Yüzü buruştu. Tekrar duvara yaslanınca, gözlerini kapatarak saçlarını başının bir hareketiyle geriye attı. Bir cigara yaktım.

Kızın artık var kuvvetiyle ağlamasını istiyordum. Ağlamasını ve şu habisin yüzünü tırmalamasını. Oğlan filhakika gaddardı, rezildi. Kibrit çöpünü pencere demirlerinin arasından dışarıya attım. “Ekmeğe yumruk katık etmek … Yeni bir icat galiba” diye düşünerek gülümsedim. Karşıda, çocukların önünde oturdukları kerpiç duvarın yanında Abu Efendi’nin (Abu, Abuzer isminin kısaltılmışıdır.) bakkal dükkanı vardır. Abu Efendi gülümsediğimi fark ederek meraklandı. Gülerek üst çenesindeki takma dişlerini bembeyaz parlata parlata gelip pencereye yaslandı. Saati sordu. (Bu saat sorması, yalnızlıktan sıkılınca benimle konuşmaya vesiledir.) Söyledim. Başını salladı. Sesini alçalttı: – Dünya, akıl almaz bir dolap oldu bey … Dünyaya akıl ermedi mi, işler imanına kötü demektir, ne dersin? – Doğru Abu Efendi. Oğlan bu sırada ekmeği kıza verdi.

Köpek yavrusu hafifçe kımıldayarak bu sefer de kızın eline bakmaya başladı. Oğlan kalkıp gerindi. Önlerinden akan küçük suyun içine ; girdi. Sağ ayağıyla ovuşturarak sol ayağını bir müddet yıkadı. Tekrar yerine döndü. Islak ayağının parmaklarıyla kızın saçlarını tutmaya çalıştı. Beceremeyince -öfkelenmiş olacak-beline bir tekme indirdi. IO Kız, ağzı ekmekle dolu olduğu için boğulur gibi bir ses çıkarmıştı. Abu benim onlan seyrettiğimi anladığından seslendi: -Ulan kıza sataşma … Bırak şunu … Gelirim ha … -Buyur dayı … Bir tekme daha vurdu. Buyur. -Bırak dedim … imansız … -Kim bunlar? diye sordum. -Bunlar mı? Kardeş bunlar… Şu oğlan gibi imansız yoktur. Bacısını döver … Hiç aman vermez. -Demek kız bacısı… Burada ne arıyorlar? -Babalarına gelmişlerdir. Babaları içerde mahpus.

-Kim? -Sazlı Mustafa -Yok canım … Demek bizim Sazlı’nın çocukları … Sazlı Mustafa, Malatya havalisinde bir vakitler birçok cana kıymış meşhur bir eşkıya çetesine mensuptu. (Bu çeteden galiba bir yalnız Sazlı Mustafa sağ kalmıştı.) Sazlı gözlerimin önüne geldi. Sarı bıyıklı, ufak tefek; bir şey, birisinden her zaman korkuyormuş gibi çekinerek adım atan sessiz bir adam. lnsan onun gülmeyi hiç bilmediğinden şüphelenir. Daima kederlidir. Esen rüzgardan hile sezen bu halinden başka hiçbir tarafı eşkıyaya benzemez. (Zaten mahpusa girdikten sonra eşkıyalar asla eşkıyaya benzemezler. Asıl eşkıya, zannederim, uzun silahla üç kol fişekten ibaret cansız bir şeydir.) Sazlı’nın tuhaf bir talihi olmalı. Yedi senedir mahpusta yatmasına rağmen koğUş arkadaşlarına bile kendisi hakkında tam bir kanaat verememiştir. Eşkıyalıkta lakabı nedense “Stepan” imiş. Bu sebeple mahpusların yarısı onu Ermeni sayar. “Gavur dölü”, derler, gavurdan eşkıya mı olurmuş … Bu kitapsız, eşkıyaların ekmeklerini, sulaII nm taşırdı, yani hizmetkarlık ederdi. Diğer yarısı, -Sazlı Mustafa, Hekimhan kazasından olduğu için bilhassa Hekimhanlılarbizim tarafın adamı.

Biz biliriz, diye anlatırlar, Sazlı sütbesüt müslümandır. Hem de sünni müslüman … Şimdi hafız gibi gezer amma sakın aldanmayın … Stepan lakabının gaddarlığından kazanmış. Gaddarlıkta bunun ayarım analar kundağa sarmadı. Günde bir adam vurmazsa gözüne uyku girmezmiş. Diz çöktü mü yallah … Böylece nişancı mı olur? . Beşlinin kundağında -görenler yeminle söylüyor- vurduğu adam sayısınca çentik yapmış bu imansız. Saymışlar. Tamam 55 çentik. Demek şu bizim Mustafa elli beş kana girmiş … ipten kurtulması bir Allah’ın hikmeti işte … Bir Allah’ın hikmeti. – Köyden yeni geldiler … Anaları fabrikada çalışıyor. -Oğlan şimdi de kızın saçını çekiyordu- Abu hırslandı: – Bırak kızı… it oğlu it… Gel buraya Silo yavrum … Seni döverim … Silo bize yan yan bakarak güldü. Demek deminden beri kendisini seyrettiğimin farkındaydı, bana galiba gösteriş yapıyordu. Abu Efendi bir daha çağırınca, kasketini düzelterek ağır ağır -sağ ayağını belli belirsiz sürükleyerek- pencereye yaklaştı: – Buyur dayı … – Utanmaz … Bir de terbiyeli görünecek. Nesine buyuralım … – Adam bacısını bu kadar ezer mi? Fukaradan ne istersin hayvan … ! – Beni kızdırıyor dayı … – Ne yaptı? – ite ekmek vermiyor. – Ciddi mi? Abu Efendi uzun kiraz ağızlığıyla alnını kaşıdı.

Ben: I2 -Sen de ite ekmek verseydin, dedim. lşte bak deminden beri sizi seyrediyorum. -Ben başka, o başka … lti erkek beslemez. -Artık Abu Efendi’nin yüzüne bakıyordu- Adet böyledir. Köy yerinde adet böyledir … lti de erkek mi beslermiş … Kanlara ne hizmet kalır. -lt sizin malınız değil … jandarmaların köpeği… jandarmalar doyursun … -jandarmalar da erkek. jandarmalar buranın garibi. Evi, köyü, kansı yok.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir