Kemal Tahir – Körduman

Vakit geceyarısını çoktan geçmişti. Hava bulutlu olduğundan birkaç adım ilerisini görmek mümkün değildi. Bu sebeple Topal İsmail büsbütün ağır yürüyor, sakat bacağını zedelememek için arada sırada elektrik fenerini yakarak taşları, çukurları kolluyordu. Görülmek istemediğinden köyün içinden geçmemiş, Aşağı mahalle harmanlarından dolaşmıştı. Selim’in avlu kapısında feneri kuşağının arasına soktu, omzundaki boş çuvalı okşadı, avucuna tükürüp avluya girdi. “Bu Selim gurbete … Karısı Şadiye abla, bildiğimiz Osmanlı karılardan … Karının Osmanlısı kocasının yerini bir vakit boş koymayacak. İster misin içeriye hovardayı almış da sıcacık sarılıp yatmış … ” Topal İsmail bu düşünceyle hain hain güldü. Kapıya, hiç çekinmeden iki kere vurdu. Biraz bekledikten sonra ağzını kanatla pervazın birleştiği yere dayayıp seslendi : – Şadiye abla! Kız, Şadiye abla! – Kimsin? – Benim ben … – Sen kimsin? – Allah Allah, bilemedin mi? İsmail … Aç şunu. Karı kapının arkasına gelmişti: – Aman İsmail bu vakit ne vakit? il – Aç kız töbe ! Sana vakti-zamanı soran mı var? – Bu vakit kapı açılmaz, biri görür, Selim evde olsa neyse ne ! – Aç dedim rezil , göreni görmeyeni biz düşünmedik mi? Kimse yok. – Töbe heyallah! Dur biraz, hay İsmail, üstüm açık … – Başlarım üstüne başına. Aç yahu üşüdüm .


İserden ses kesildi. İsmail’in yüreğinde Şadiye ablaya karşı hiçbir kötülük bulunmadığı halde solukları ağzına sığmaz olmuştu. “Bacak yerinden kopsa hovardalık damarı bizde sağlam, aferin!” diye gülümseyerek elektrik fenerini hazırladı. Kapı karanlıkta açılıp İsmail içeri girince feneri parlatıp karının suratına tutuverdi. Şadiye elinin tersiyle gözlerini kapattı: – Çek şunu gözümden . – Çekeriz. Yavaş yavaş . Şadiye acelesinden iç gömleğini geçırıvermiş de şalvarı üstüne çekmiş. · İsmail , “Memelere bak ! Rezil kahpe !” diye düşündü. Oysa memeleri filan görünmüyordu. Karı, hınzır topalın ne düşündüğünü anlamış gibi kollarını göğsüne kavuşturup biraz eğildi: – Buyur içeri. Neye geldin, hayra mı geldin, şerre mi geldin? – Hele ışığı yak ki.�. Kız çengi, biz her zaman suratına elektrik mi sıkacağız? Topal İsmail sedire oturdu. Fenerin ak ışığını alışık alışık odanın dört yanında gezdirdi. Işık dolap kapaklarında, sandıkta, duvarda asılı şeylerin üzerinde biraz fazla duruyordu. En sonunda gelip orta yere serili yatakta karar kıldı. Şadiye başını örtüledikten sonra lambayı yakmıştı.

“Gözleri sürmeli. Kaşlarına rastıkları güzelce çekmiş … Şu halde karının oynlğı yalnız yatarken de süse kuvvet veriyor. Kalçalarının, besili koç kuyruğu gibi titremesine , ya ne demeli? Bu karının körpelik devri geçmiş ama güzelliği kendisine yeter.” Topal İsmail dudaklarını yalayarak şakalaştı: – Kahve istemez abla!. Başka bir zaman . şimdi bizim işimiz var. – Neymiş bizim işimiz? – Allah Allah! Kız senin herif giderken bir şey tembihlemedi il mi? – Tembihlemedi. – Şuna bak! “İsmail gelirse … ” falan demedi mi? – Demedi. – Selim’de akıl narasın, unuttu besbelli. Sana unutmuş ama bize unutmadı: “Aman İsmail, seni göreyim, bir iş olursa bizi unutma. Şadiye ablana gidersin. Benim karı yiğittir, yokluğumu belli etmez” dedi. Herif şimdi gurbete çıktı diyerek biz verdiğimiz sözü tutmayalım mı? – Aranızda konuşmuşsunuz, benim haberim yok. Şadiye esnedi, elini ağzından indirip gene göbeğinin üzerine koydu. – Haberin yok da bu gülüş neyin nesi? Yüzüme öyle bakma rezil , yüreğimi bozacaksın.

– Yürek bozulması oruç bozar, hey İsmail , cehennemde yanarsın yavrum … – Ulan o eski işi sen daha unutmadın mı? Cehennemde yanarmışım. Vara yanaydım hey Allah! – Tabakasından bir cigara çıkarıp yaktı, derin derin çekti – : Sen cahilliği nerden bileceksin bre abla! Allah insaflıdır , cahil kulunu cehenneminde temelli yakmaz. Lakin senin gibi bir imansıza geldi mi. Ulan bizi kaç yıldır yaktın kavurdun. – Cıgarasının dumanını tavana doğru üfürdü –: İşte isbatı: Dumanımız tepemizden çıkmada … – Önce gerekti topal ağa! Ne demişler? “O da ‘öyle bir esintiydi, geçti” demişler. Sen, sakın, gecenin bir vaktinde bunun için mi geldin? – Orası vicdanına kalmış bir mesele … – Sopayı çeker, kafanı kırarım rezil! – Dur yahu, biz hemen mi dedik7 Benim yüreğimde domuz pazarlığı aramayacaksın. Senin herifin bize sıkı tenbihi var. Şimdi söyle bakalım, geçen akşamki ekinler nerden geldi , Selim gurbete giderken tren navlununu nerden kazandı? – Herif ekinleri Himmet Çavuş’tan almış. Gelecek yaz tiftiklerini kırkacak. – Allah Allah ! Ekinler öksürüklü hocanın ekinleri … Biz resmen öksürüklü hocaya borçlanmışız. Himmet Çavuş’un tiftikleri kırkılınca öksürüklü hocanın borcu nasıl ödeniyor? Ulan bunlar nasıl bir yalan! Beni küfrün dininden başlatma! Bir de gülersin. 1 3 – Ciddileşti – : Bende akıl çoktur Şadiye abla. Köylü odaya toplanıp öksürüklü hocayı deflemeğe karar verince senin herife göz işmannı çektim. Köylü konuşur , ben Selim’e göz işmarı ederim. Selim bir şey anlamaz, kıvranır.

Bu bizim Yamören milleti imansız bir millet, “Herifin bağrı tutuk, makamı yok, sesi çevirmesine kulak asma” dediler , “bize Reşit Hoca gibi sedası gür bir hoca gerek … ” dediler. Doğru bir söz! Yamören’in hocası şurda ezana çöktü mü bağırtısı Sımıcak’tan duyulmazsa kaç para … Senin herif hitamında, işmarı aldı, almasıyla odadan dışarıya uğradı. Aklımı anlattım. “Ulan aferin!” diyerek elini dizlerine vurdu. – Herifi baştan çıkardın öyle ya … Günahı boynunadır. – Ulan bu ne biçim bir laf! – İsmail imdat arar gibi dört yanına baktı – : Biz ne yapalım yahu, biz bu Yamören’den çıkıp gidelim mi? Kanlarına bir söz açarsın, “Uy aman! Bizim herifi baştan çıkardın. Günahı boynuna!” derler. Heriflere bir laf edersin … Ulan biz bu elli hanelik namussuz köyün şeytanı mıyız? – Şeytanısın elbette. Şuna bak, gecenin bir vaktinde kendisini temize çıkaracak. – Şeytanmış. Sizdeki domuzluğa, bizim şeytanlığımız , korkma, dokunmaz. Bağrı tutuk hoca işinize geldiydi öyle ya … Tık nefes. Lakin gözü hata karılarda… Ben adamın yüreğini gözlerinden seyrederdim. Bir erkek hastalanır, “Aman hoca yetiş nefes ediver !” diye yalvarırsın , “Dur , elimdeki şu işi bitireyim de gelirim” der. Bir karı hastalanır, “Aman hoca” demenle pire gibi sıçrar , “Yürü evladım, aman gidelim yürü!” diyerek seğirtir.

Ulan, kurban olduğum Allah, işini bilmez mi? Karıların suratına fazla üflediğinden soluğunu kesivermiş. – Bir ıslık öttürdü – : Köyde buğday komamış hocaya vermişsiniz çengiler! Hocadır ekinleri evine tepe gibi yığmış. – Sesini alçalttı – : Üç gün evvel Selim’le birer çuval aldık. Şadiye korkmuş gibi irkildi: – Günah ! Hoca kısmının ekini çalınır mı? – Şuna bak! Kız senin günahtan filan haberin var mı demek? – Dua kuvvetiyle biliverse … Dua kuvvetiyle bilip “benim hırsızlarım falanca falanca … ” derse … – Dua kuvvetiyle hırsız tutan herifin Yamören hocalığında işi ne? Gitsin de Çankırı’ya candarma kumandanı olsun. Merak14 !anma ben hocanın oyununu aldım. Ekini güzelce yığmış, üstüne parmağıyle bir “Dahil ek” yazmış. Eski yazı üzerine bir yazı. Bozulursa ellendiğini bilecek… Senin herifle beraber gittik, çuvallara doldurduk. Sonra ben de yazdım onun gibi bir “Dahilek … ” – Benzetebildin mi hay İsmail? Ne mümkün ! Senin yazın hoca yazısını tutmamıştır. – Hüvesi hüvesine benzettim. Gülersin öyle ya, gül bakalım! Sen karı aklınla nerden bileceksin? Bu dünyada okumanın her çeşidi en baştan hırsız milletine yararlı … Hoca, eşeğine bindi de köy aramağa gitti. İki gün sonra dönünce neden kıyametleri koparmadı? Bizim Dahilek , hoca Dahilek’ini tuttu cıa ondan … Herif bu sabah gene köy aramağa gitti . Ekinler orada. Zahmeti çuval doldurmak. Hadi abla, irisinden bir çuval omuzla da gidip getirelim.

– Aman İsmail yakalanırız. – Ulan karı milleti ! Siz hep mi eşek olursı,ınuz? Benim işim sağlamdır. Selim’le yak<ılandık mı? Ekinler orada , Dahilek yazısı parmağımın ucunda … Tıknefes hoca dersen köy aramakta … Kız, yüzüme koyun gibi bakma, davran ! – Gene öfkelenmiş gibi çıkıştı – : Ulan Şadiye abla! Sen, demek, yeminli misin? Sen hiçbir hayır işine kolay gelmez misin? Rezile bak! Güler huzurumda … Sus ulan, kapa şu ağzını, sus çengi ! Evvelleri de avlulara çıkmak için böylece naz etseydin ya … Yedi köyün bir Şadiye’si olmasaydın. Şadiye gülmesini keserek somurttu: – Hele rezil topal , ben geceleri hangi avlulara çıkmışım? – Uzatmaaa ! Çıkmadığın avlu kalmadığından , “İsmail hepsini aklında tutamamıştır” diye güvenmektesin ama. Hangi birini saymalı? Himmet Çavuş bir … Battal’ın babası Kadir Ağa . – Sus alçak, sende iftira çoktur. Gidelim bari. Dur da çuval getireyim. Günahı vebali boynuna … – Boynuma evet. Öte dünyada ben diyeceğimi bilmez miyim? “Bacağa bu illeti vermeseydin” derim, “iki bacağı sağlam kulların kendi günahlarını götürmezkt(n ” derim, “sakat İsmail kulun Şadiye rezilinin dağ gibi günahını fazladan nasıl yüklenebilirmiş bakalım, hey Allah!” diye gücüm yettiğince bağırırım. Şadiye çuval getirmeye gidince Topal İsmail parmaklarını 1 5 gizlice şıkırdattı. Kalkıp lambayı üfledi. “Karanlığa getirip şuna bir sarılmayalım mı biz şimdicik?” diye dudaklarını yaladı. – Avluda etrafı dinlediler. Koca Yamören’de ses yok, soluk yok.

Bekar olan tıknefes hoca, Aşağı mahallenin sonunda bir küçük evde oturuyordu. Topal İsmail eve arkadan yanaşmıştı. Kısık bir sesle konuştu. – Abla! Sen şuraya uzan. Ben evi bir daha yoklasam gerek. Şadiye hemen çömeldi. İsmail sakat bacağını sürükleyerek avluyu dolaştı. Sayvanın karanlığında yanıp sönen cıgara ateşine yaklaştı, “Pelvan nöbette! Aferin!” diye gülümseyerek elektrik fenerini apansız yaktı. Pelvan Vahit gözlerini kırpıştırarak çıkıştı: – Söndür şunu. Kan nerde? – Meraklanma, getirdim. Şurda, avlu duvarının dibinde … – Aferin İsmail ! – Pelvan Vahit sıçrayıp kalmıştı – : Ulan aferin topal ağa, çok yaşa birader! ‘Getiririm Allah sayesinde . ’ der de ‘getirmez yalancı rezil’ diye kızdımdı. Aferin! – Oğlum biz ahbap uğruna kellemizi koymuşuz. Lafa bak! – Aman İsmail hiylelenmedi ya? · – Hiçbir bok olmadı. “Yakalanırsak oh İsmail” diye biraz mızıklandı, o kadar … – Öyleyse … karının yüreğine doğmuş … – Pelvan Vahit sinirli sinirli güldü – : Kan kısmının aklı var da fikri yok … – Doğru bir söz! Kan milletinde akıl ne arasın bre Pelvan! Koş seğirt! – Dur oğlum, cıgaramızı bitirelim.

– Cıgaranın sırası mı? Bir haftadır “Aman yandım, aman İsmail Efendi bana bir akıl. Karıyı yatsıdan sonra dışarı çıkar , gerisine karışma!” diyerek it gibi yalvardıklann nerde kaldı? Sakın korktun mu yüreksiz. Dur hele , yaprak gibi titremeye başladın öyle ya … – Hey topal ağa! Bizim titrememiz korkudan değil, yürek oynamasından … Lakin İsmail Efendi, bak ne var ! Şu var ki bağın verirse … – Bağırmaz ve de bağıramaz. “Hırsızlığa geldiğinizi ben anladım” diyeceksin, “Topal İsmail’e şurda rastladım. Siz beraber geldiniz” diyeceksin. “Beni buraya muhtar bıraktı. Hocanın 16 ekinleri çalınmış” diyeceksin. Bana küfretsen de önemi yok … Zamparalıkta icap etti mi arkadaşa söğmek vardır. Sıkışınca yalan yere yemin bile edersin. Karıyı razı edinceye kadar , akıllı bir adam öz babasına olmadık lafı söyler. Bunun da töresi böyle , canım! Pelvan Vahit cıgarayı atıp ezdi. Hırıl hırıl soluyarak kuşağını sıkmaya uğraşıyor, cesaretlenmek için zaman kazanmaya çalışıyordu. Sonunda avucuna tükürdü: – Aman İsmail dua et! Tuttuğum altın olsun. – Şadiye bu yaştan sonra altın olmaya olmaz. Lakin buna gönül demişler, hele ki Pelvan gönlü … Haydi var-yürü! Eline , diline , ille de beline kuvvet! İşte bunun duası da budur: Yalvarırsın, baktın olmadı; birkaç şamar çekersin, gene fayda vermezse, paça-kasnak dalarsın, bu da bir güreş sayılır.

“Zor oyunu bozar” demişler. – İnşallah ! Vahit avludan çıktı. İsmail bu sefer evi dolaşıp hiç gürültü etmeden avlu duvarına yanaştı. Yere serdiği çuvalın üstüne yeni oturmuştu ki Pelvan Vahit duvarın ötesinde kaba kaba sordu: – Sen kimsin ulan, kimsin gece vakti? – Aman … – Aman ne demek? Kıpırdama ! – Aman kardeş! Aman dur hele ! Vahit kardeşim sen misin? Beni bilemedin mi? – Dur bakalım, bilemedim. Vay sen misin? Kız buralarda ne işin var? – Vahit kardeş … – Kes sesini, hele rezil ! Elindeki çuval mı? Tu Allah belanı versin! Doğru şöyle buraya hırsızlığa geldin öyle ya … – Yallah billah hırsızlığa değil . Bahçelerden kuru diken toplanacak. Biz yarın sabah ekmek yapacağız. – Kuru diken toplanacaksa gündüze ne olmuş? Diken meselesi doğru diyelim, beni görünce neden yattın? – Baktım biri geliyor, korktum. Bildiğin gibi değil Vahit kardeşim, hemen hırsız dersin. Ben buraya kuru diken yolmaya geldim. · – Topal da mı kuru diken yolacak? Sana diyoruz. Şurada biz kime rastladık? Topal İsmail alçağına rastladık. Siz Topal’la birlik 17 olup ekin çalmaya çıktınız. Doğru söyle ! – Yallah billah hırsızlık yok … – Yokmuş. Ulan bu rezillik! Hocanın ekini noksan.

Herif ölçtü. Noksan. Çalmışlar. Ağladı fıkara … Muhtar bana kızdı. Muhtar beni buraya bekçi koydu. Kalk yürü, hey’ete gidilecek. Anlaşıldı, hocanın ekin hırsızları siz imişsiniz. Ulan sizde hiç insaf yok mu? Ulan siz hiç utanmaz mısınız? Yürü … Şadiye ağlamaya başlamıştı. Topal İsmail işi iyi idare ettiği için Vahit’i beğendi. Pelvan, çıkışıyordu: – Kes şu ağlamayı!. Kes dedim. Hemen ağlarsınız. Ulan karı milleti! Şurda yolunuza ölsek, sizde acıma yoktur. Ulan pekala! Şimdi ağlarsın. Karılarla o kadar haber gönderdim, “Ölüyoruz” dedim, imana geldin mi? Olmaz ne mümkün! Ben seni hey’ete götürmeden bırakmam.

Şadiye ağlamayı kesti: – Sen bana karılarla haber mi yolladın Pelvan Ağa? Ne haberi? – Elbet haber yolladım, “Amanı bilir misin?” dedim. – Hangi karıymış? Bana bir şey söyleyen olmadı. – Olmaz mı? Ne güzel oldu. Lakin ne demişler? “Bazı teker döner, bazı dingil” demişler. Şimdicik biz böylece hey’ete gidelim ki. – Sen bana ne üzerine haber yolladın kardeş? – “Sevdasından uyku muyku kalmadı. Ölüm bir mi, iki mi?” diyerek … – Aman kardeşim Vahit etme ! Bunlar nasıl söz? – Şuna bak! “Razı oldum. Sevaptır ” diyeceğine… Düş önüme , muhtara gitmemiş olmaz. – Vay başıma, vay başıma … Komşulukta bu nasıl bir iş? Demek sen komşu ırzına mı dolaşmaktasın oh Vahit. – Irzı, namusu ağzına alma! Biri duyar da gülmesinden karnı çatlar. – Ben o işlerden vazgeçtim Vahit kardeş, herif bana töbe çektirmedi mi? – Töbeymiş … Hırsızlık daha mı sevap? Yürü hey’ete … Şartolsun kurtuluş yok. Benim laf dinleyecek zamanım geçti. Bakalım muhtar, “Şadiye kahpesi töbelenmiş, ne güzel” der mi? Kolunu bağlar da seni Çankırı mahpusuna sürer. Topal da 18 birlikte … Çankırı’ya kadar yol boyunda millet seyrinize çıkar, “Maşallah!” diye bağırır. Şadiye fısıl fısıl bir şeyler söyledi.

Topal İsmail yüreğinin gümbürtüsünden anlayamadı. Vahit bu sefer gülüvermez mi, keyifle … – Söz mü şu? Topal geçti gitti. Beni görünce tedbiri şaşmıştır. Topal bana dayana mı bilir? – Kan gene bir şeyler fısıldadı – : Haydi ulan! Karşında senin serseri yok. Yarın ne demek? Şadiye yeniden ağlamaya geçti ama, bu seferki gönlü olmuş cilveli kan şımarması. – Bana bu oyunu namussuz Topal oynadı. Bana bu oyunu Topal’la birlik oynadınız.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir