Kemal Turan – Gul Kokulu Hikayeler

Islâm’ın iki muhteşem temel esasından biri olan sünnet-i seniyye, Kur’ân’la birlikte yazılmış, ezberlenmiş ve hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Sünnet, Allah Resûlü’nün hayatıdır; İslâm’ın yaşanma şekli, Allah ve Resûlü’nün ahlâkıyla ahlâklanma modelidir. Sünnet, Resûlullah’a açılan bir penceredir. Ve o, bütün asırlarda her şahsa uzanan ve üzerinde yürünmekle İslâm’ın yümn ve bereketine ulaşılan kutlu ve mübarek bir yoldur. O yolun kutlu yolcusu Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bir söz sultanıdır. Bugüne kadar herkesin derecesine göre ve belli ölçüde söylemeye muktedir olduğu bir hayli güzel söz olmuştur; ama Allah Resûlü’nün sözlerinde bir başka derinlik, bir başka lezzet, bir başka tatlılık vardır. Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sözleri öte kaynaklıdır. Diriltici soluğuyla söylediği her söz, başları döndürmüş ve kalpleri duracak hâle getirmiştir. İşte elinizdeki bu çalışma, Efendiler Efendisi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) sözleri içinde yer almış olan teşbih ve temsillerden bir güldeste sunmak için kaleme alındı. -Bu çalışmada yer alan misallerden bazıları Kur’ân-ı Kerim’de de geçmektedir.- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bazı hakikatleri temsil yoluyla yani misallendirmek suretiyle, hikâye ederek anlatırdı. Temsil, iki şey arasındaki ortak mânâdan dolayı birinde bulunan hükmü diğeri için de vermek mânâsına kullanılan bir ifade1 olmasının yanısıra teşbih ve darb-ı mesel mânâsına da kullanılır.2 Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) misallendirerek anlattığı gerçekler pek çok konuyu içine almaktadır. Bunların hepsini bu çalışmada ele almak mümkün değildir. Bu çalışmada daha çok, uzun bir hikâye içeren ve alınacak ders ve ibretin durumuna göre bir seçki yapılmıştır.


Hadislerde anlatılan misaller, yeni bir kurgu ve üslupla ele alınmıştır. Hadisin orjinal metninde yer almayan fakat anlatılan hikâyedeki kurgunun tamamlanması adına bazı idraçların (eklemelerin) yapıldığını da belirtmek yerinde olacaktır. Fakat şu bilinmelidir ki yapılan idraçların, mümkün mertebe hadiste anlatılan hakikatin ve genel mânâda İslâmî anlayışın ruhuna uygun olmasına özen gösterilmiştir. Hadisin metninde kişi olarak belirtilen şahıslara bazen bu kurgu içinde birer isim verilmiştir. Ayrıca hadislerde geçen hikâyelerin daha iyi anlaşılması için bazı tamamlayıcı ve açıklayıcı bilgiler metin içine derc edilmiş/yedirilmiştir. Bazı hadislerde anlatılan kıssaların giriş ve sonuç bölümlerine konunun daha iyi anlaşılmasına vesilelik edecek malumat eklenmiş, bununla da konunun zihinlerde daha iyi yer etmesi ve herhangi bir eksikliğin olmaması amaçlanmıştır. Şu hususu da belirtmek yerinde olacaktır ki; çalışmada geçen hikâyelerin yer aldığı muteber hadis kitaplarında, hadislerin mânâ olarak rivayet edilmiş olma ihtimaline binaen, bu çalışmada yer alan ve her biri Efendimiz’in bir sözüne dayanan misallerin bire bir aynıyla Efendimiz’in sözü olduğu zannedilmemelidir. Fakat hikâyelerde verilmek istenen mesaj Efendimiz’in hadislerinde verdiği mesaj ile aynıdır. Her kesimden insanın çok rahatlıkla okuyup anlayabileceği bir metin hâline getirmeye çalıştığımız hadis hikâyelerinin sonunda ilgili hadisten alınması gereken ders ve ibretler de maddeler hâlinde bildirilmiştir. Bu çalışmada yer alan hadislerin kaynakları bire bir aynı metin alınmadığı için dipnot şeklinde belirtilmemiş, kitabın sonundaki “İstifade Edilen Kaynaklar” bölümünde ele alınmıştır. Çalışma bizden, gönüllere hakikatleri duyurmak Allah’tandır. Aralık 2005 Kemal TURAN Finike 1 Bkz. Cürcânî, Tarifat, s. 91-92. 2 Ebû’l-Bekâ, Külliyat, s.

295. Z İnsanları Allah’a Çağıran Çocuk amanın birinde bir kral ve büyücüsü vardı. Gel zaman git zaman büyücünün yaşı ilerlemiş ve ihtiyarlamıştı. Yaşı epeyce ilerleyen büyücü bir gün krala: – Artık iyice yaşlandım. Bana bir erkek çocuk bul da ona bildiklerimi öğreteyim. Ben öldükten sonra yerime onu görevlendirirsiniz, dedi ve kralın kendisine verdiği çocuğa büyü öğretmeye başladı. Bu çocuk, yeni büyüler öğrenmek için her gün evinden çıkıp büyücünün yanına gidiyordu. Yine bir gün büyücüye giderken yolda yaşlı bir insan dikkatini çekti. Bu kişi, kendisini Allah’a ibadete adamış, yaşlı ve âlim bir insandı. Çocuk bu yaşlı adamla tanıştı ve onun sohbetlerinden çok zevk almaya başladı. Artık büyücüye gitmek için evden her çıktığında önce ona uğruyor, onun sohbetlerini dinliyor, daha sonra büyücünün yanına gidiyordu. Çocuk bir gün saraya doğru giderken yolda bir kalabalık gördü. İnsanlar, yolları üzerine yatmış ve kimseye geçit vermeyen vahşi bir hayvandan dolayı yolda kalmışlardı. Bu insanlar büyücü çocuğu görünce çok sevindiler ve: – Hey, şuraya bakın. Büyücünün talebesi geldi.

O şimdi bir büyü yapar da bizi bu hayvandan kurtarır, dediler. Bu sırada çocuğun aklına bir şey geldi ve içinden şöyle dedi: – Şimdi tam zamanı. Büyücünün büyüleri mi, yoksa ihtiyar adamın anlattıkları mı doğru, şimdi anlayacağım. Ardından hemen korkunç bir büyü yaptı. Halk bu büyüden çok korktu, ancak hayvan yerinden hiç kıpırdamadı. Gerçeği anlayan çocuk ellerini açarak: – Allah’ım! Eğer Sen âlim zatın yaptıklarını büyücünün yaptıklarından daha çok seviyorsan bu hayvanı öldür, insanlar yollarına gitsinler, diyerek yerden bir taş aldı ve taşı hayvana attı. Hayvan oracıkta ölüverdi ve insanlar da yollarına devam ettiler. Çocuk bütün bu olup bitenleri âlim kişiye anlatınca, ondan şu nasihati aldı: – Evladım, sen şimdi mertebece benden üstünsün. Bundan ötürü imtihan edilebilirsin. İmtihan anında benden kimseye bahsetme. Gün geçtikçe çocuk daha bir seviye kazandı ve meşhur oldu; öyle ki yapmış olduğu dualarla körü, abraşı (bir tür cilt hastalığı) ve diğer hastaları iyileştirmeye başladı. Artık ünü bütün ülkeye yayılmıştı. Derken, bir gün kralın kör olan bir yardımcısı, kendisini iyileştirmesi için çocuktan istekte bulundu. Çocuğun ona karşı cevabı: – Ben kimseyi iyi edemem, ancak Allah iyi eder. Eğer Allah’a inanırsan, O sana şifa verir, şeklinde oldu.

Daha sonra da çocuk dua etti ve adamın gözleri açıldı. İyi olan adam, kralın yanına gidince, kral hayret etti ve bunu kimin yaptığını sordu. O da: – Rabbim iyi etti, diye cevap verdi. Kralın: – Yani ben mi, sorusuna ise: – Hayır, hem benim, hem de senin Rabbin olan Allah, cevabını verdi. Kral: – Senin benden başka Rabbin mi var? Sana bunları kim öğretti? Bana o kişinin ismini söyle, diye adama çıkışıp ona eziyet etmeye başladı. Yapılan işkenceye dayanamayan adam, sonunda çocuğun ismini söyledi. Kral, çocuğu çağırtıp ondan da aynı cevabı alınca ona da işkence etmeye başladı. İşkenceyle bu inancı kimden öğrendiğini itiraf ettirmek istiyordu. İşkencelere daha fazla dayanamayan çocuk, ihtiyar adamın yerini söylemek zorunda kaldı. Daha sonra kral, Allah’a inanan bu üç kişiyi de çağırarak dinlerinden dönmelerini istedi, aksi takdirde onları ölümle tehdit etti. Onlar inançlarında ısrar edince, yaşlı adamı ve kendi adamını testereden geçirdi. Çocuğa gelince, onu da yüksek bir dağdan aşağıya atmaları için adamlarına teslim etti. Dağdan atılacağı zaman çocuk: – Allah’ım, beni bunlardan kurtar, diye dua edince, dağ aniden sarsıldı ve kralın adamları aşağı yuvarlanıverdi. Kralın adamlarından biri kurtulmuştu. Bu kişi, tekrar kralın yanına geldi ve başlarından geçenleri anlattı.

Kral, bu kez çocuğu başkalarına teslim etti ve eğer dininden dönmezse onu denizin derin bir yerine atmalarını emretti. Çocuk, duasıyla onlardan da kurtuldu ve krala gelerek, söylediklerini yapmadığı sürece kendisini öldüremeyeceğini bildirdi. Ardından da insanları bir yere toplayıp, kendisini bir kütüğe bağlamasını, sonra da torbasından bir ok çıkararak, “Çocuğun Rabbi olan Allah’ın adıyla.” diyerek atmasını ve ancak bu şekilde kendisini öldürebileceğini ifade etti. Kral, çocuğun söylediklerini yaptı. Ok, çocuğun bağrına saplandı ve çocuk öldü. Baştan beri olup bitenleri izleyen halk ise, “Biz çocuğun Rabbine inandık.” dediler. Zaten daha önce de çocuk, her vesileyle insanları bir olan Allah’a iman etmeye çağırmış ve çoklarının imanına vesile olmuştu. Bunun üzerine kral, hendekler kazdırıp içlerini ateşle doldurttu ve inananları o hendeklere atıp yakmaya başladı. Bu sırada ateşe atılacaklar arasında kucağında henüz konuşamayacak kadar küçük çocuğu olan bir anne de vardı. Bu kadın da diğerleri gibi krala değil Allah’a iman etmişti. Zaten onun suçu da, diğer inanan insanlar gibi sadece Allah’a iman etmiş olmasıydı. İçinde ateş yanan hendeğin başına getirilen kadın, anne şefkatinin gereği çocuğuyla birlikte ateşe atılmaktan endişe etmişti. Her anne gibi kendi canından daha çok yavrusunu düşünüyordu.

Tam bu sırada Allah’ın izniyle kadının kucağındaki minik yavru dile geldi ve şöyle dedi: – Anneciğim! Sabret, zira sen hak üzeresin ve dosdoğru yoldasın. Bu olağanüstü hadisenin vermiş olduğu güven ve teslimiyetle kadın, kendisini kucağındaki çocukla birlikte yükselen alevlerin içine atıverdi. Kıssadan Hisse 1. Hikâyenin kahramanı olan çocukta bir peygamber mantığı sezilmektedir. İhtimal o çocuk, yüce bir hakikati temsil ediyordu ve Allah da onu şerli insanlara karşı koruyordu. Öyle ki, teslim edildiği adamların kimisi dağdan aşağı düşüp ölüyor, kimisi de denizde boğulup gidiyordu. Tabi bütün bunlar, Cenâb-ı Hakk’ın ona olan inayeti ve yardımı sayesinde oluyordu. Ne yapıp yapıp onu öldürmeyi düşünüyorlardı, ama nafile, Allah fırsat vermiyordu. İhtimal kral, biraz da demokratik davranıyor ve çocuğun toplum içinde uyarmış olduğu teveccüh ve ilgiden ötürü hemen tepesine binip öldüremiyordu. Belki de onu öldürmenin bir kısım sosyal komplikasyonları olabileceği endişesi de taşıyordu. Bu mevzuda açık bir şey olmamakla birlikte, bütün bunları satır aralarından çıkarabilmek mümkündür. Çocuğun şehit edilmesinden sonra geride bıraktığı ses, arkadakilerine yetip artıyor; madde temelinden sarsılıyor ve Allah’ın varlığı bütün vicdanlarda duyuluyordu. 2. Allah’ın inananlara vermiş olduğu kredinin çok iyi kullanılması gerektiği de bu hikâyeden alınacak dersler arasındadır. Herhangi bir hizmetten bazen iki, bazen üç netice alınıyorsa, onu daha rantabl şekilde değerlendirip daha fazlası alınmalıdır.

Mesela, Allah (celle celâluhu), bizim bir iyiliğimize bazen on, bazen yetmiş bazen yedi yüz sevap vereceğini bildirmekte ve bununla bize aynı zamanda bir hedef göstererek, âdeta “Siz de, toprağın bağrına attığınız her şeyi, yerinde yedi yüz olarak nemalandırabilirsiniz.” demek istemektedir. Madem her işte bir hikmet var, o hâlde meseleyi sadece öteler ötesi âlem olan ahiret buuduyla ele almamak lâzım; bunun dünyamıza ait yanlarının olabileceğini düşünmek gerek. Kur’ân ve Sünnet’in bu kabil işaret ve remizleri, tükenmez bir hazinedir ve mutlaka çok iyi değerlendirilmelidir. 3. Hz. Âdem’den günümüze kadar hak ile batıl hep mücadele edegelmiştir. Bu mücadele kıyamete kadar da devam edecektir. Bazı durumlarda şer güçler geçici olarak galip gibi görünseler bile netice itibariyle muvaffakiyet, zafer ve başarı her zaman inananların olacaktır. Bu sebeple müminler, kendilerini hedef alan kimselere karşı sabırlı olmalı, aktif bir sabır göstererek yollarına devam etmelidirler. Ç Babasını Tanıyan Bebek ok eski dönemlerde “Cüreyc” isminde bir genç vardı. Cüreyc, dinine bağlı, güzel ahlâklı, namaz kılmayı çok seven bir kişiydi. İbadetini rahat bir şekilde yapabilmek için, evinin avlusunda kendine bir ibadet yeri yapmıştı. Orada devamlı ibadet ederdi. Namazlarını çok uzun kılmaya özen gösterirdi.

Bu, ona çok derin bir mânevî haz ve lezzet verirdi. Bir gün namaz kılarken annesi çıkageldi: – Cüreyc! Cüreyc, diye seslendi. Cüreyc, namazına daha yeni durmuştu. Ya namazını bozup çok sevdiği annesine cevap verecek ya da namazına devam edip annesini bekletecekti. İçinden, “Allah’ım! Annem ve namazım arasında kaldım.” dedi. Sonra yarım bir namazla Allah’ın huzurundan ayrılmanın doğru olmayacağına karar verdi ve namazına devam etti. Annesi biraz bekledi. Baktı ki Cüreyc’ten bir ses çıkmıyor, çaresiz geri dönüp gitti. İkinci gün annesi tekrar geldi: – Cüreyc, diye seslendi. Cüreyc yine: – Allah’ım! Bir tarafta annem diğer tarafta namazım var, dedi. Yine namazına devam etti. Üçüncü gün Cüreyc’in annesi tekrar geldi. Cüreyc, yine namaz kılıyordu. Annesi, ona seslendi.

Cüreyc, bu sefer de namazını bozmak istemedi. Üçüncü gün de oğlunun ibadet etmekte olduğunu bilmeyen ve onunla görüşemeden dönmek zorunda kalan annenin canı çok sıkılmıştı. Oğlunun bu davranışı onu çok üzmüştü. Bu sebeple ağzından oğluna karşı şu ifadeler döküldü: – Evladım! Allah seni kötü bir kadınla imtihan etmeden canını almasın. Aradan uzun zaman geçti. Cüreyc ibadetine devam ediyordu. Herkes Cüreyc’in namaz kılışını, Allah’a bağlığını ve günahlardan uzak bir hayat yaşadığını konuşuyordu. Hiçbir güç Cüreyc’i namaz ibadetinden vazgeçiremezdi. İnsanlar bu konuda bahse bile girebilirlerdi. Günlerden bir gün güzelliği dillere destan olan ahlâksız bir kadın: – Ben Cüreyc’i, Allah yolundan uzaklaştırabilirim, diyerek bahse girdi. Daha sonra, Cüreyc’in ibadet ettiği yere gitti. Onunla konuşmak ve onun aklını çelmek istedi. Ne yaptıysa Cüreyc’i ibadetinden vazgeçiremedi. Cüreyc kadının yüzüne bile bakmadı. Bu duruma sinirlenen kadın oradan ayrıldı.

Aklına başka bir fikir geldi. Gidip Cüreyc’in çobanıyla gizlice beraber oldu ve ondan bir çocuk dünyaya getirdi. Daha sonra “Bu çocuk, Cüreyc’in çocuğudur.” deyip halkı Cüreyc’e karşı kışkırttı. Bu haberi duyan herkes Cüreyc’in başına üşüştü. Ona namazını bozdurdular ve onu tartaklamaya başladılar. Üstelik ibadet ettiği yeri başına yıktılar. Kendisine kurulan tuzaklardan haberi olmayan mazlum Cüreyc: – Benden ne istiyorsunuz, beni niçin dövüyorsunuz, diye sordu. Oradakiler: – Sen ırz, namus düşmanı bir adamsın! Şu kadınla birlikte olmuş ve ondan bir çocuk sahibi olmuşsun. Bir de kendini Allah yolunda gösteriyorsun, dediler. İftiraya uğrayan bu genç, büyük bir sabır gösterdi. Güçlü bir imanı vardı. Yüce Allah’a güveniyor, kendisini bu durumdan ancak O’nun kurtarabileceğini düşünüyordu. İftira ve horlama dolu bu sözler üzerine Cüreyc: – Çocuğu bana getirin, dedi. Çocuğu getirdiler.

Cüreyc, iki rekât namaz kıldı. En samimi duygularla Rabbine yönelip, O’ndan yardım istedi. Ardından yeni doğmuş bebeğin karnına hafifçe dokundu ve çocuğa sordu: – Evladım! Senin baban kimdir? Bebek cevap verdi: – Babam, falanca çobandır. Bebeğin konuştuğunu görenler, Cüreyc’in elini öpmeye ve ondan özür dilemeye başladılar. Kendilerini affettirmek için, Cüreyc’e altından bir ibadethane yapmak istediler. Fakat gösterişi sevmeyen Cüreyc, bunu kabul etmedi. Onlara: – Bana eskisi gibi topraktan bir ibadet yeri yapın, yeter, dedi. Ahlâksızlığı ile tanınmış birinin sözüne inanarak, dürüst bir insana kötülük edenler bu yaptıklarına çok pişman oldular. Özürlerinin kabulü için çalışmaya başladılar ve Cüreyc’in ibadethanesini hemen eski hâline getirdiler. Kıssadan Hisse 1. Anne ve babamız bizim hayat vesilemizdir. Onlarla ilgilenmek, ihtiyaçlarını gidermek ve rızalarını kazanmak bizim için bir vazifedir. Çünkü bunu bizden bizzat Allah şu şekilde istemektedir: “Rabbin şöyle buyurdu: Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, “öf !” bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle.

Şefkatle, tevazu ile onlara kol kanat ger ve şöyle dua et: “Ya Rabbi, onlar küçüklüğümde nasıl beni ihtimamla yetiştirdilerse, ona mükâfat olarak Sen de onlara merhamet buyur!” (İsrâ, 17/23-24) 2. Özellikle annelerin, evlatlarına kızdıkları zaman ağızlardan bazı beddua lafızları çıkabilir. Bu, doğru bir hareket değildir. Netice itibariyle evladının başına bir şey geldiği zaman buna en çok üzülen yine kendisi olacaktır. 3. Gönlü ve kalbiyle Allah’a bağlı olan bir insanı Allah asla yüz üstü bırakmaz. Hadisin ifadesiyle onun yürüyen ayağı, tutan eli, konuşan dili olur. Her zaman kulunun yanında olur ve ona zora düştüğünde yardım eder. 4. Hikâyeden Cüreyc isimli zatın, Allah’ın sevgili kullarından biri olduğu anlaşılmaktadır. Allah sevdiği kullarına keramet dediğimiz bazı olağanüstü nimetler lutfedebilir. Hikâyede de Allah, beşikteki çocuğu konuşturarak kuluna bir keramet lutfetmiştir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir