Kemalettin Calik – Cimri Aga

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde “Keloğlan” adında bir genç yaşarmış. Babadan kalma çorak tarlası artık Keloğlan’ın geçimini sağlamaya yetmiyormuş. Bunun için Keloğlan, kara kara düşünürmüş. Bir gün anasının yanına gitmiş, ona dert yanmış: – Ne olacak bu hâlimiz ay ana, demiş. Yaşlı annesi: – Ay oğul baban yaşasaydı bizi böyle ele güne muhtaç etmezdi, demiş. Keloğlan, üzülen annesine bakmış; sonra başını kaşımış. Daha sonra gözlerini evin tavanına dikerek annesine: – Doğru dersin ana! Ama ölenle ölünmez, sen üzme tatlı canını! Elbet bunun da bir çaresini buluruz, demiş. Annesi: – Beni çok düşünüyorsan ay oğul, gider bir hâl çaresi bulursun, demiş. Annesinin sözleri Keloğlan’ın kulaklarında bir zaman çınlayıp durmuş. Öyle ya, koca kadın boşuna bu kadar sözü niye söylesin? Keloğlan, odasına çekilmiş, sedirin üzerine oturmuş. Annesinin söylediklerini düşünmüş ama aklına bir şey gelmiyormuş. Keloğlan: – Bu iş böyle olmayacak? Anama, bize kim bakacak, diye düşünmüş. Uzandığı sedirin üzerinden kalkıp odanın içinde dolaşmaya başlamış: – En iyisi, bir işe girip çalışmak, demiş.


Tandırın başında yün eğiren yaşlı anasına: – Ben kasabaya ineceğim ay ana! İş bulup çalışacağım, demiş. Annesi: – Peki oğul, git sağlıcakla, demiş. Keloğlan, yola koyulmuş, epeyce yol gitmiş. Yorulduğu zaman bir ağacın altında dinlenmiş. Kasabaya ulaşmış ama kimseyi tanımıyormuş. Bunun için, karşısına çıkan bir konağın kapısını çalmış. Aradan fazla bir zaman geçmemiş ki kapıyı yaşlı bir kadın açmış. Yaşlı kadın, uykulu gözlerle Keloğlan’a bakmış. Keloğlan: – Hayırlı sabahlar! Ben iş arıyorum. Önümüz kış! Ne iş olursa yaparım, yeter ki beni geri çevirmeyin! Bana bir iş verin, demiş. Kadın, bir bakmış, iki düşünmüş: – Kusura bakma! Üç gün önce gelseydin işime yarardın. Şimdi adama ihtiyacım yok, demiş. Keloğlan, buna çok üzülmüş, kapının önünde bir süre beklemiş. Kapıyı tekrar açan olmamış. Keloğlan, başını sallayarak konaktan ayrılmış. Kasaba meydanında dolaşmaya başlamış.

Hangi kapıyı çalmışsa eli boş dönmüş. Bakmış umut yok, gidip çay bahçesine oturmuş. Bu sırada çay bahçesinin ortasında iki köylü konuşup pazarlık ediyormuş. Biri, “Cimri Ağa!” diye birinden söz ediyormuş. Öteki adam da kulağı onda, çayını yudumluyormuş. Cimri Ağa’nın yanında kimse durmuyor, hemen işten çıkıyormuş. Keloğlan, merak etmiş. “Belki beni işe alır!” diye umutlanmış. “Ne yapalım artık!” diyerek yerinden kalkmış. Gayet yavaş adımlarla ilerleyip kahveden dışarı çıkmış. Cimri Ağa’nın oturduğu evi sormuş, bilenler söylemişler. Keloğlan, zaman kaybetmemiş; hemen Cimri Ağa’nın evine gitmiş, kapıyı çalmış. Bu arada neredeyse ikindi olmak üzereymiş. Kapıyı açan hizmetçi, orta yaşlarda bir kadınmış. Hizmetçi: – Buyur, kimi aradın, demiş.

Keloğlan: – İş arıyordum, demiş. Hizmetçi, Keloğlan’ı içeri alarak: – Bekle burada. Ben ağaya haber vereyim, demiş. Keloğlan: – Tamam, burada bekliyorum, demiş. Keloğlan, odanın bir köşesinde beklemeye başlamış. Hizmetçi dışarı çıkmış, gözden kaybolmuş. Keloğlan, bir başına kalınca odada olan eşyalara bakmış. Öyle göze hoş gelen bir şey yokmuş. Burada da her evde bulunan eşyalar varmış. Keloğlan, kıvrılıp sedire oturmuş, Cimri Ağa’nın gelmesini beklemiş. Bir süre sonra içeri bir adam girmiş. İçeri giren kişi asık suratlı, aksi bir adama benziyormuş. Keloğlan’a bakmış, onu kafasındaki hesaba uydurmaya çalışmış. – Bak, Keloğlan! Kızmak, gücenmek olmasın. Otur hele, sözümü dinle, demiş.

Keloğlan: – Söyle bakalım beyim! Sizi dinliyorum, demiş. Cimri Ağa: – Önce seninle bir anlaşma yapacağız, demiş. Keloğlan: – Nasıl bir anlaşma, diye sormuş. Cimri Ağa: – Ne olursa olsun sinirlenmek yok! Sinirlenip bağırırsan bir altından olacaksın. Eğer altınım yok diyorsan, bir altın değerinde bana çalışacaksın! Kabul ettin mi, diye sormuş. Keloğlan: – Tamam, sinirlenen bir altın versin! Bu anlaşmaya her iki taraf da uysun, demiş. Cimri Ağa: – Kabul ettim! Şimdi çalışmaya başlayabilirsin, demiş. Cimri Ağa, yolu göstermiş, ikisi de dışarıya çıkmış. Tarlaya ulaşmışlar ve çalışmaya başlamışlar. Öğlen olduğunda Cimri Ağa: – Öğlen paydosu! Git bakalım bizim konağa, hizmetçi ne hazırlamışsa al getir buraya! Yiyelim afiyetle, karnımızı doyuralım, sonra çalışmaya devam ederiz, demiş. Keloğlan, hiç sinirlenmemiş. Cimri Ağa ile yaptığı anlaşma her an aklındaymış: – Hayhay! Baş üstüne beyim, demiş. Tabanları yağlamış, koyulmuş yola. Tarlayı geçmiş, düz bir yola varmış. Sonra patikaya benzeyen bir yol karşısına çıkmış.

Yürümüş de yürümüş… Kasabanın yoluna çıktığında, güneş tepesindeymiş. Keloğlan, çok yorulmuş ama sinirlenmemiş. Cimri Ağa’nın konağına ulaştığında kan ter içinde kalmış. Kapıyı çalmış, gölgede beklemeye başlamış. İçeriden hizmetçinin sesi duyulmuş: – Kimdir o? Keloğlan: – Aç, aç! Ben Keloğlan, ağanın yanında çalışıyorum, demiş. Demir kapı büyük bir gıcırtıyla açılmış. Hizmetçi: – Geldin mi? Bir sürü azık hazırladım. Bunları ağana götüreceksin, demiş. Keloğlan, börek ile birkaç parça yiyeceği ve yanındaki soğuk ayranı alıp yola koyulmuş. “Ağam kızar, geç kalmayayım!” demiş. Dere tepe düz gitmiş, sonra bayırlar aşmış. Tarlaya ulaşayım derken canı çekmiş, bir çörekten, birkaç dilim de börekten alıp ağzına atmış. “Ne olacak, bir şey olmaz!” diye düşünüyormuş. Keloğlan, birkaç dilim böreği “Bir şeycik olmaz!” diyerek midesine indiriyormuş. Keloğlan, tarlaya ulaşmış.

Cimri Ağa’nın bir kurt gibi acıktığını fark etmiş. O anda ne yapacağına karar verememiş. Cimri Ağa: – Çabuk ol biraz! Koşarak gel bakalım! Hizmetçi ne pişirmiş? O kadar acıktım ki ne olsa yerim, demiş.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir