Ken Wilber – Holografik Evren 2

“İki kişi arasındaki ilişkide bile, her biri ötekinin hareket ilkesidir. Genellikle bu hareket ilkesini deneylemeyiz ve dolayısıyla her birini ayrı ve bağıms1z bir varlık olarak görürüz ki, bu aslında doğru değildir. Bir insan birşeyler düşünür ve hisseder. Eğer yalnız ise, belli bir türde hareket edecektir. Başka bir insanın yanında ötekine karşılık olarak farklı bir biçimde davranmaya başlar” der. David Bohm. “Holografik Evren” in elinizde tuttuğunuz ikinci cildi, üst düzey bilinç boyutlarının da incelenmesini bilimselleştiren, görünen düzenin yanısıra görünmeyen düzeni de inceleyen bilim insanlarının felsefi görüşlerini içeriyor. “Holografik Evren”in yine Kuraldışı Yayınları’ndan çıkan birinci cildinde ise holografinin ve holografik evrenin teorik tarhşması yer alıyor. (Holografik Evren !-Gerçeğin Yeni bir Yorumu) Birinci ciltte Battista’nın Bilgi ve Bilinç düzeylerini gösteren tablosunu ilginç bulacağınızı umuyorum. Bohm, maddenin devasa enerji okyanusunda küç\ik bir dalgacık olduğunu söyler. Bilim son yıllara kadar inceleme alanını dalgacıkla sınırlamakla kalmadı, okyanusu da yok saydı. Bir takım kuramlar yarattı, onları mutlak saydı ve bu kuramlara uymayan her şeyi gözardı etti, Okyanus da bilmeye çalışan geniş düşünceli bilim insanlarını’ da bilimsel olmamakla suçladı. Hele mistik deneyimlerden bahsetme cesareti gösteren Bohm, Capra, Shepherd gibi bilim insanları kariyerlerinde az zorlukla karşılaşmadılar. Oysa görelilik ve Kuantum Mekaniği, Newton mekanistik düzeninin yetersizliğini açıkça ortaya koymuştur. “Sonsuz.


7 sonluyu içerir” diyen Hegel gibi Bohm’ da sonsuzun, çeşitli sonlu biçimlerde görünmek zorunda olduğunu söyler. “Metafizik d.üşünce bir dansın hareket sıraları gibidir. Bu dantsla yaptığımız hatalardan öğrenebiliriz, kendimizi ve herşeyi değiştirebiliriz. İnsan düşüncesi tam olarak kullanılmamış ve bu yüzden yakıcı etkileri ön plana çıkmış olan olağanüstü bir araçtır” der. Shepherd, “Dünyaları”, birbirinden ayıranın uzay değil bilinç düzeyleri olduğunu söyler. Ona göre daha yüksek dünyaların faaliyetleriyle alt düzey dünyaları biçimlerinin ve varlıklarını sürdürür. Ama alt bilinç dünyaları, daha üst dünyaları denetleme kapasitesine sahip olmadığı gibi, kendi varoluşlarının nedeninin bile farkında değildir. Shepherd’in “Dünyalar”la ilgili düşünceleri farklı bilinç boyutlarına sahip insanlar için de geçerli değil mi? Capra’nın ise hiyerarşiye karşı çıkıp Holoarşi (Katmanlaşmış Düzen) kavramını kullanması bence onun fikirlerinin en can alıcı noktalarından biri. Aslında fizikçi ve mistik bu katmanlaşmış düzenin ayn boyutlarını inceler. Fizikçi, atomaltı dünyayı bir bütün, insan ve oturduğu sandalyeyi ayrı ve farklı görür. Mistik, atomaltı alemi görmediğini, ama insanın, sandalyenin ve her şeyin bir bütün olduğunu söyler; Bohm gibi mistik fizikçiler ise “İnsan maddeyi yeterince mükemmel bir biçimde kavrarsa, normal, paranormal ve mistik deneyimin hepsinin de örtük düzende bir ve aynı köke sahipolduğunu anlar” der. On� göre sıradan deneyim ile mistik deneyim arasında sadece derece farklılığı vardır. Bohm, Krishnamurti’nin yakın arkadaşıydı. Sevgili arkadaşlar ‘kuantum fizikçiler içinde özellikle David Bohm’a Vi onun “Holografik Beyin-Holografik 8 Evren”ine ilgi duyan biri olarak onu, 9 Eylül 1990 tarihli Güneş Gazetesi’nin Pazar ekinde yayınlanan bir yazıyla tanıtmaya çalışmışhm.

Özellikle holografi ve holografik evren konusuyla yeni karşılaşan okurlara basit bir anlahm sunmak ve kitabın birinci ve ikinci cildi arasında bir köprü oluşturmak için ·sunuşa uygun olduğunu düşündüğüm bu yazıyı sizlerle yine paylaşmak istiyorum. Uzun zamandır psişik fenomenler üzerinde çalışmalar yapan moleküler genetikçi Gunther Stent, elinde psişik fenomenin varolduğunu kanıtlayan birçok veri olmasına rağmen, araştırmalarını bilim dünyasına kabul ettirmekte güçlük çekiyordu. Yani fenomenin sonuçları yadsınamıyordu ama nedenleri de izah edilemiyordu. Ama Stanford nörobilimcisi Kari Pribram’ın, beyin araştırmaları ile teorik fizik kuramlarını içeren paradigması, birdenbire her şeyi açıklayabilecek bir boyut kazandırdı Stent’in çalışmalarına. Pribram’a göre paranormal ve transandantal mistik algılar da, normal algılar gibi doğaldır ve “realite”nin bir parçasıdır. Pribram’ın “Holografik” tarifi mistiklerin, peygamberlerin tarif ettikleri ilüzyonik evren anlayışına, kendimiz dahil gerçek diye nitelediğimiz her şeyin bir ilüzyon (maya) olduğu görüşüne anlam kazandırıyordu. , Pribram’ın derdi mistiklere kredi kazandırmak değildi. Sadece Stanford’ daki laboratuvarında elde ettiği verileri mantıksal olarak açıklamaya çalışıyordu. Kariyerinin ilk dönemlerinde beyin cerrahı olarak, ünlü Kari Lashley’in altında çalışan Pribram, Lashley’in beyin engramları yani bellek üzerindeki çalışmalarıyla yakından ilgileniyordu. Hayvan beyinleri üzerinde çalışan Lashley, otuz yıl boyunca, beynin-değişik bölümlerine hasar vermiş ve bu hasarların ettikleri9 ni incelemişti ama öldürücü beyin hasarı dışında hiçbir şey öğrenilenleri yokedemiyordu. Bellek nasıl oluyordu da beynin bir kısmında değil de her hücresinde saklanıyordu? Pribram, bu gizemden müthiş rahatsızlık duyuyordu: Nasıl hatırlıyorduk? Altmışlı yılların ortasında “Scientifie American” dergisinde “hologram” üzerinde yapılan çalışmalara ait bir yazıya gözü takıldı. Hologram, lenssiz fotoğrafta aJınan bir çeşit üç boyutlu “resim” idi. Hologram prensiplerini 1947′ de bulan Dennis Gabor’un çalışmaları ona Nobel kazandırmıştı. Ama hologramı uygulamaya koymak için lazerin keşfi gerekiyordu. Holograni modern fiziğin olağanüstü keşifierinden biri.

İlk kez görüldüğünde hayret uyandırıyor. Herhangi bir şeyin hologramı, hayalet gibi boşlukta duruyor ve her açıdan görülebiliyor. En önemlisi hologram parçalandığında, her bir parçası imajın bütününü yeniden inşa edebiliyor. Pribram, hologramı, beynin belleği nasıl depoladığı konusunda harika bir model olarak gördü. Bellek de holografik olabilirdi. Daha sonraki yıllarda Pribram ve birçok araştırmacının çalışmaları sonucu, beynin beş duyumuzun verileri dahil her şeyi biyoelektrik frekanslar olarak algıladığı keşfeqildi. Rengin kırmızılığı, tahtanın sertliği ya da, kolonyanın kokusu beyin açısından sadece frekanslardan ibaretti. Yani beyin, depodaki belleğin deşifresini, hologramın orijinal imajı deşifre ettiği gibi yapıyordu. Ayrıca holografik plakada zaman, mekan boyutu yoktu. Milyonlarca bilgi parçacıkları küçücük bir yerde depolanabiliyordu. Aynı beyinde olduğu gibi. 1971’de, ana soru Pribram’ı rahatsız etmeye başlamıştı. Eğer beyin hologram yaratmayı biliyorsa bir yerlerden aldığı frekansları transformasyona uğratabiliyorsa, “Kim” beyindeki hologramları deşifre ediyordu? Eski Yunanlılar’ın “makinedeki hayalet” dediği, beyni kullanan “Ben” neredeydi? Yani, aradığımız şeyi arayan kimdi? Bir akşam, Minnesota’ da bir sempozyumda konferans verirken, 10 Pribram, yanıtının gestalt psikolojide olabileceğini mırıldandı. Yani ·algılanan, algılayanın algılayışına göre gerçeklik kazanıyordu. Birdenbire ağzından şu sözler döküldü: “Belki de dünya hologramdan başka bir ş’ey değil!” Ağzından çıkanları farkettiği zaman duraladı.

Şu anda karşısında oturan seyirciler hologram mıydı? Kendi beyninin ve diğer beyinlerin deşifre ettiği frekanslar mıydı? Eğer realitenin doğası, holografik ise ve beyin holografik olarak işlev görüyorsa, o zaman dünya da Doğu felsefelerinin söylediği gibi “maya” idi. Her şeyin somutluğu da bir illüzyon idi. Daha sonra fizikçi olan oğluna düşüncelerini anlattığında oğlu, Einstein’ in en değerli öğrencisi olan David Bbohm’ dan bahsetti. David Bohm’un yeni fizik çalışmalarını okuyan Pribram, elektrik şokuna uğramış gibiydi. Bohm, holografik evreni tarif ediyordu. Bohm dengeli, somut gibi görünen dünyanın bir illüzyon olduğunu söylüyordu. Evren dinamik ve kaleidoskopik bir illüzyondu. Gördüğümüz her şey bir sinemadan farklı değildi. Üç boyutlu bir sinemadan … Her şeyin altında yatan bir düzenin ikinci kademedeki ortaya çıkış şekliydi bizim realite dediğimiz. Tıpkı hücrenin nükleusundaki DNA’nın potansiyel yaşam kodlarını içinde barındırdığı ve adım adım kodları açarak, kendi doğasını yönlendirdiği gibi… Bir ışıklı tabelada yanıp sönen elektriksel ışığın hareketli resimler yarattığı yani bir hareket illüzyonu verdiği gibi … Bohm, maddenin ve hareketin illüzyon olduğunu söylüyordu ve buna “holohareket” diyordu. Pribram, beynin realiteyi mercek gibi odakladığını düşünüyordu. Matematiksel sıratejilerle, frekanslardan objeler yaratıyordu. Belki de realite gözlerimizle gördüklerimiz değildi. Belki de dünya, frekansların beyin tarafından organize edilmesinden başka bir şey değildi. Eğer beyin denilen mercek olmasaydı, dünyayı, organize olmuş frekanslar olarak tanıyacaktık; zamanın, mekanın olmadığı olayların hologramik zinciri… 11 Pribram, transandantal, mistik boyutlarda kişinin bu zamansız ve mekansız boyuta ulaşabileceğini öne sürüyor.

Bu boyutlara ulaşabilmiş kişilerin subjektif anlatımlarının kuantum realitesini tarif etmeleri de, birçok fizikçiyi aynı konular üzerinde çalışmalara itiyor. Aldous Huxley de, beynin faaliyet gösteren küçük bölümünü, realitenin kaynağına kanalize olmamızı engelleyen “voltaj düşürücü sübap” olarak tarif ediyor. Beynin halen kullanılmayan bölümü de devreye girdiği takdirde, matematiksel işlevi, evrenin orijinal yapısıyla tıpatıp aynı olabilir. Fizikçiler ve astronomlar evrenin gerçek doğasının madde olmadığını ama bir düzenin varolduğunu söylüyorlar. Einstein, “Evrendeki düzeni gördüğümde mistik bir şaşkınlığa düşüyorum” diyor. Astronom /ames /eans, evrenin büyük bir makineden çok, büyük bir düşünce olduğunu, astoronom Arthur Eddington, evrenin yapıtaşının düşünce olduğunu söylüyor. Sibernetikçi David Foster ise “Bilinçli Evren” in somut görünümünün bilinmeyen, organize bir kaynağın kozmik verilerinin sonucu olduğunu ileri sürüyor. Psikokinesis, yani düşüncenin maddeyi etkilemesi de bu holografik modelin naturel bir sonucu olarak görülüyor. · Anlatmaya çalıştıklarımızı şöylece özetlemeye çalışırsak, holografik süperteori şunları söylüyor: Beyinlerimiz, zamanı ve mekanı aşan bir boyuttan gelen frekansları tercüme ederek matematiksel “somut” realiteyi oluşturuyor. Beyin, holografik evreni yansıtan bir hologramdır. Tüm evreni, hologramın “ana plakası” olarak düşündüğümüzde, gördüğümüz ve bildiğimiz düzenin ardında uzay-zaman boyutunun ötesinde bir “ana kaynak” vardır. İşta bu BİR’in tüm özellikleri farklılaşmış gibi görünen bütünün parçalarının her birinde mevcuttur. Ama canlı ya da cansız olarak algıladığımız her parçacık kendi 12 bilinç seviyesine uygun olarak, bilginin algılayabildiği kadarının çözümlemesini yapabilir. Yani herkes, ana bilgiden kendi kapasitesi oranında yararlanabilir. Hallac-ı Mansur, bu birliği, bu bütünlüğü ne de güzel ifade etmiş, “Enel Hak” sözleriyle.

Sevgi ve dostlukla.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir