Kolektif – Yarın Cumhuriyeti İlan Edeceğiz

Nutuk, İsmail Arar, Uğur İğdemir, Sami N. Özerdim tarafından günümüz Türkçesiyle hazırlanmıştır. Baylar, Lozan Antlaşması’nın eklerinden olan boşaltma protokolu uygulandıktan sonra, tümüyle düşman elinden kurtulan Türkiye’nin bütünlüğü eylemli olarak gerçekleşmişti. Artık yeni Türkiye devletinin başkentini yasa ile saptamak gerekiyordu. Bütün düşünceler, yeni Türkiye’nin başkentinin Anadolu’da ve Ankara kenti olması gerektiğinde toplanıyordu. Coğrafya ve strateji durumu en kesin önemi taşıyordu. Devletin başkentini bir gün önce saptayarak iç ve dış kararsızlıklara son vermek çok gerekli idi. Gerçekten, bilindiği gibi, başkentin İstanbul olarak kalacağı, ya da Ankara’ya taşınacağı sorunu üzerinde öteden beri içerde ve dışarda kararsızlıklar görülüyor, basında demeçlere ve tartışmalara rastlanıyordu. Bu arada İstanbul’un yeni milletvekillerinden kimileri, Refet Paşa başta olmak üzere, İstanbul’un payitaht (1) olarak kalması gereğini, kimi örneklere dayanarak tanıtlamaya çalışıyorlardı. Ankara’nın gerek iklim, ulaştırma araçları, (gelişim) yeteneği, gerekse kuruluş ve örgütler bakımından hiç de uygun ve elverişli olmadığını söylüyorlar ve: ”İstanbul’un başkent olması gereklidir ve buna yazgılıdır” diyorlardı. Bu sözlere dikkat edilirse, bizim başkent teriminden çıkardığımız anlam ile, bu sözlerde payitaht terimini kullananların görüşleri arasında bir ayrılık görmemek elden gelmez. Bundan dolayı, başkent seçiminde daha önceden verilmiş kararımızı resmi olarak ve yasa ile saptayarak böylece ”payitaht” teriminin de yeni Türkiye devletinde anlamı ve yeri kalmadığı belirtilmiş olacaktı. Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, 9 Ekim 1923 günlü bir maddelik yasa tasarısını Meclis’e önerdi. Altında daha on dört kadar kişinin imzası olan bu yasa önerisi, 13 Ekim 1923 günü uzun görüşme ve tartışmalardan sonra, pek büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Yasa maddesi şudur: Türkiye devletinin başkenti, Ankara kentidir.


… Baylar, çok geçmeden Meclis’te Fethi Bey’in Başkanlığındaki Bakanlar Kurulu’na ve özellikle Fethi Bey’in kendisine karşı sataşmalar ve eleştiriler başladı. Anlaşıldığına göre kimi milletvekillerinde bakan olmak isteği ve dileğe artmıştı. İş başındaki bakanları beğenmiyorlardı. Yeni seçimde Partimiz adına milletvekilliğine seçilmeleri sağlanmış olan birtakımları da Bakanlar Kurulu’na karşı olan akımları körükleyerek kendi amaçlarına göre yararlanma ortamları hazırlamaya çalışıyorlardı. Karşıcıl duruma geçecekleri sezilen milletvekillerinin Meclis çoğunluğunu aldatarak, hükümete ve Meclis’e etkin bir durum almak amacında oldukları anlaşılıyordu. Fethi Bey, dikkatini ve gücünü Bakanlar Kurulu Başkanlığı görevinde toplayabilmek için İçişleri Bakanlığı’ndan çekildi. Yine o gün, Meclis İkinci Başkanlığı da Ali Fuat Paşa’nın çekilmesiyle boşaldı (24 Ekim 1923). Bizimle görüşte ve çalışmada uzlaşıp birleşmeyi gerekli görmeksizin bağımsız ve gizli olarak çalışan bir grup belirdi. Bu grup temiz yürekli ve haksever gibi görünerek, bütün parti üyelerine kendi görüşlerini benimsetmede başarılı olmaya başladı. Örneğin, bir parti toplantısında, İçişleri Bakanlığı’na Erzincan milletvekili Sabit Bey’in ve Meclis İkinci Başkanlığı’na da İstanbul’da bulunan Rauf Bey’in, Meclis’çe seçilmesini sağladı (25 Ekim 1923). Oysa ben, Sabit Bey’in İçişleri Bakanı olmasını uygun görmemiştim. Sabit Bey’in kimi illerde vali olarak çalıştırılmış bulunmasını, Yeni Türkiye’nin içişlerini yeni koşullarla yönetebileceğine yeter kanıt sayamıyordum. Rauf Bey’in de, Meclis İkinci Başkanlığı’na seçilmesini doğru bulmuyordum. Çünkü Rauf Bey, daha dün Bakanlar Kurulu Başkanı idi. Ne gibi duyguların etkisi altında çalıştığından dolayı Başbakanlık’tan çekilmek zorunda bırakıldığı biliniyordu.

Buna karşın, onu Meclis’in İkinci Başkanlığı’na getirmekle, bütün Meclis’in onun görüşüne katıldığını; yani bütün Meclis’in Lozan Barış Antlaşması’nı yapan ve Bakanlar Kurulu’nda Dışişleri Bakanı olarak bulunan İsmet Paşa’ya karşı olduğunu göstermek amacı güdülüyordu. Baylar, yeni Meclis, daha ilk zamanlarda, gizliden gizliye muhalefet yapan küçük bir grupça aldatılma durumuna düştü. Fethi Bey ve arkadaşları, hükümet görevlerini rahatça yapamayacak bir duruma getirildi. Fethi Bey, bu durumdan, bana birçok kez yakındı ve Bakanlar Kurulundan çekilmek istedi. Öbür bakanlar da onun gibi yakınıyorlardı. Kötülük, hükümetin Meclis’çe seçilmesinden doğuyordu. Bu gerçeği çoktan görmüştüm. Ben, Meclis’te gizli ve muhalif bir grup bulunduğunu sezdikten, Meclis çalışmalarında duyguların etkin olduğunu gördükten ve Bakanlar Kurulu çalışmalarının her gün temelsiz birtakım nedenlerle düzeninden çıkarıldığı kanısına vardıktan sonra, uygulamak için sırasını beklediğim bir düşüncenin uygulanma zamanının geldiği yargısına varmıştım. Bunu açıkça söylemeliyim. Buna göre, şimdi vereceğim bilgileri ve yapacağım açıklamaları anlamak daha kolay olacaktır. Baylar, Halk Partisi’nin Rauf Bey’i, toplantıda bulunmadığı bir sırada, Meclis İkinci Başkanlığı’na, Sabit Bey’i de İçişleri Bakanlığı’na aday seçtiği gün, 25 Ekim 1923 Perşembe günüdür. O gün ve ertesi cuma günü Bakanlar Kurulu Çankaya’da benim yanımda toplandı. Gerek Bakanlar Kurulu Başkanı Fethi Bey’in ve gerek öbür bakanların çekilmeleri zamanının geldiğini ve bunun gerekli olduğunu ileri sürdüm. Meclis’çe ”Yeni Bakanlar Kurulu seçiminde, şimdiki bakanlar yeniden seçilirlerse; bunlar, bu seçimden sonra da çekilecekler ve Bakanlar Kurulu’na girmeyeceklerdir” ilkesini de kabul ettik. Yalnız, o zamanlar, bakanlar gibi seçilen ve Bakanlar Kurulu’nun bir üyesi olan Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa bu karar dışında bırakıldı.

Çünkü ordu yönetim ve komutasının rasgele bir kimseye verilmesi doğru görülmedi. Baylar, alınan bu kararın ve böyle davranışın iç yüzü incelenirse şu sonuç çıkar: hırslı bir grubu hükümet kurmakta tümüyle serbest bırakıyoruz. Şimdiki kurulda bulunan bakanlardan hiçbiri katılmaksızın, hepsi de istedikleri kişilerden olmak üzere, diledikleri gibi bir Bakanlar Kurulu kurarak ülkenin alın yazısına el koymalarında bir sakınca görmüyoruz. Ama, Hükümet kurmaya ve kursalar bile, ülkeyi yönetmeye güçleri yetebileceğine inanmıyoruz. Meclis’i aldatmaya çalışan hırslı grup, şu ya da bu yolda bir hükümet kurmayı başarabilirse, bu hükümetin yönetim biçimini ve yönetimdeki becerisini bir süre izlemenin ve dahası, ona yardım etmenin uygun olacağı kanısına vardık. Ama, böylece kurulacak hükümet ülkeyi yönetmede ve yeni ülkülerimize doğru ilerlemede güçsüzlük ve sapma gösterirse, bunu, Meclis’te belirterek, Meclisi aydınlatmayı yeğ gördük. Hükümet kurmayı başaramazlarsa ortaya çıkacak düzensizlik, elbette Meclis’i uyarmaya yarayacaktı. Bunalımın ve düzensizliğin sürdürülmesi uygun görülemeyeceğinden işte o zaman, işe kendim el koyarak tasarladığım şeyi ortaya atıp sorunu kökünden çözümleyebileceğimi düşünmüştüm. Bakanlar Kurulu ile Çankaya’da yaptığımız toplantı sonunda, yazıp birlikte imzalayarak bana verdikleri çekilme yazısı şu idi: Yüce Başkanlığa Türkiye devletinin karşısında bulunduğu güç ve önemli iç ve dış görevleri kolaylıkla sonuçlandırabilmesi için çok güçlü ve Meclis’in tam güvenini kazanmış bir Bakanlar Kurulu’na kesin gerekseme bulunduğu kanısındayız. Bunun için yüce Meclis’in her bakımdan güvenine ve yardımına dayanan bir Bakanlar Kurulu’nun kurulmasına hizmet etmek amacıyla çekildiğimizi, üstün saygılarla bilginize sunarız efendim. Baylar, bu çekilme yazısı, 27 Ekim 1923 Cumartesi günü öğleden sonra saat birde başkanlığımda toplanan Parti Genel Kurulu’na bildirilmiş ve saat beşe doğru açılan Meclis’te okunmuştur. Bakanlar Kurulu’nun çekildiği belli olur olmaz Meclis üyeleri, Meclis odalarında, evlerinde grup grup toplanarak, yeni Bakanlar Kurulu listeleri düzenlemeye başladılar. Bu durum Ekim ayının 28’inci günü geç vakte dek sürdü. Hiçbir grup, bütün Meclis’çe kabul olunabilecek ve kamuoyunca iyi karşılanacak adları içine alan bir aday listesi saptayamıyordu. Özellikle, bakanlıklara aday düşünülürken, o denli çok hevesli ve istekli ile karşı karşıya kalıyorlardı ki herhangi birini öbürlerine yeğleyerek saptanacak listeyi kabul ettirmekteki güçlük, liste düzenlemekle uğraşanları umutsuzluğa ve kaygıya düşürdü.

Gerçi, İstanbul’da çıkan kimi gazeteler, kimi kişilerin resimlerini basarak Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na seçileceği umulan ”sayın kişi”leri hatırlatmalarıyla dikkati çekmekten geri kalmadı. Gerçi gayretli kimi gazeteciler de 28 Ekim günü erkenden: ”İstanbul’un yüzünü örten sabah sisinin ördüğü tül yeni sıyrılırken; deniz, gökten, kıyılardan yansıyan renklerle boyanmış, kımıltısız duruyorken”, Marmara’nın durgun sularını yararak ilerleyen Deniz Yolları (1) vapuruyla Kalamış İskelesi’ne çıkıyor… Yolda Rauf Bey’e rastlıyor. Ondan sonra: ”Büyük bir bahçenin içinde, güzel Kalamış Köşkü’nün çok güzel döşenmiş süslü salonuna” giriyor ve köşkte oturan kişinin çeşitli sorunlarla ilgili düşüncesini alıyor; özellikle: ”Ulusal egemenliğimizi her şeye ve her şeye (!) karşı koruyalım…” öğüdünü yayımlayarak kamuoyunu aydınlatma ödevinden üşengeçlik göstermiyordu. Ama, bu uyarma ve aydınlatmalar Ankara’ya etki yapamıyordu. Baylar, her şeye ve her şeye (!) karşı ulusal egemenliğin korunmasını öğütleyen kişi, halifenin okşamasını ”Tanrı kayrası” sayan kişidir! Kimi gazetelerin, Konya’ya, (ordu müfettişliğine) atanan Fuat Paşa’nın 28 Ekim’de İstanbul’a varışında onun, Rauf Bey, Refet Paşa, Adnan Bey ve daha birçok kişilerce karşılandığını bildiren tel haberleri ile Rauf Bey’le Kâzım Karabekir Paşa’nın resimlerini basarak Mondros Ateşkes Anlaşması’nı ve Kars’ın kurtarılışını hatırlatmak için yazdıkları yazılar da yeterince dikkati çekmeye yaramadı. 28 Ekim günü geç vakitte toplantı halinde bulunan Parti Yönetim Kurulu beni çağırdı. Parti Yönetim Kurulu Başkanı Fethi Bey’di. Fethi Bey, Parti adına Yönetim Kurulu’nca, bir aday listesi düzenlendiğinden ve Parti Genel Başkanı olduğum için bu konuda benim de düşüncemin öğrenilmesi uygun görüldüğünden, toplantılarına çağırdıklarını bildirdi. Düzenlenen listeye göz gezdirdim. Bence uygun olduğunu, ama bu listede adları bulunan kişilerin de düşüncelerinin ve kabul edip etmeyeceklerinin sorulması gerektiğini söyledim.Bu önerim uygun görüldü. Örneğin, Dışişleri Bakanlığı’na aday gösterilen Yusuf Kemal Bey’i çağırdık. Yusuf Kemal Bey, bu listeye giremeyeceğini bildirdi. Bundan ve buna benzer başka durumlardan anladım ki, Parti Yönetim Kurulu da kabul edilebilecek kesin bir aday listesi düzenleyememektedir. Yönetim Kurulu üyelerine, gerekenlerle daha çok görüşerek kesin bir liste yapmalarını öğütledikten sonra yanlarından ayrıldım.

Gece olmuştu. Çankaya’ya gitmek üzere Melis’ten ayrılırken, koridorlarda beni beklemekte olan Kemalettin Sami ve Halit paşalara rastladım. Ali Fuat Paşa, Ankara’dan ayrılırken bunların Ankara’ya geldiklerini o günkü gazetede ”bir uğurlama ve bir karşılama” başlığı altında okumuştum. Daha kendileriyle görüşmemiştim. Benimle görüşmek için geç vakte değin orada beklediklerini anlayınca, akşam yemeğine gelmelerini Milli Savunma Bakanı Kâzım Paşa’ya ve Fethi Bey’e de Çankaya’ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya’ya varınca, orada beni görmek üzere gelmiş olan Rize milletvekili Fuat, Afyonkarahisar milletvekili Ruşen Eşref beylere rastladım. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek yenirken: ”Yarın cumhuriyet ilan edeceğiz!” dedim. Orada bulunan arkadaşlar, hemen düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. Hemen o dakikada nasıl davranılacağı üzerinde kısa bir program saptadım ve arkadaşları görevlendirdim. Düzenlediğim programın ve verdiğim yönergenin uygulanışını göreceksiniz. Baylar, görüyorsunuz ki cumhuriyet ilanına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı çağırmaya ve onlarla görüşüp tartışmaya gerek ve gereksinme görmedim. Çünkü, onların öteden beri ve doğal olarak bu konuda benim gibi düşündüklerinden kuşkum yoktu. Oysa, o sırada Ankara’da bulunmayan kimi kişiler hiçbir yetkileri yokken, düşünceleri ve olurları alınmadan cumhuriyetin ilan edilmiş olmasını, gücenme ve ayrılma nedeni saydılar.

O gece birlikte bulunduğumuz arkadaşlar erkenden ayrıldılar. Yalnız İsmet Paşa Çankaya’da konuk idi. Onunla yalnız kaldıktan sonra, bir yasa tasarısı hazırladık. Bu tasarıda 20 Ocak 1921 günlü Anayasa’nın devlet biçimini saptayan maddelerini şöylece değiştirmiştim: Birinci maddenin sonuna: ”Türkiye devletinin hükümet biçimi cumhuriyettir” cümlesini ekledim. Üçüncü maddeyi şöyle değiştirdim: ”Türkiye devleti, Büyük Millet Meclisi’nce yönetilir. Meclis, hükümetin yönetim kollarını Bakanlar Kurulu aracılığıyla yönetir.” Bundan başka, anayasanın temel maddelerinden olan 8’inci ve 9’uncu maddeleri de, değiştirilerek ve açıklığa kavuşturularak şu maddeler yazıldı: ”Madde – Türkiye Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nca ve kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilir. Başkanlık görevi, yeni cumhurbaşkanının seçilmesine değin sürer. Eski başkan yeniden seçilebilir.” ”Madde – Türkiye Cumhurbaşkanı, devletin başkanıdır. Bu kimliği ile gerekli gördükçe Meclis’e ve Bakanlar Kurulu’na başkanlık eder.” ”Madde – Cumhurbaşkanı, başbakanı Meclis üyeleri arasından seçer. Öbür bakanları da başbakan, yine Meclis üyeleri arasından seçtikten sonra hepsini cumhurbaşkanı Meclis’in onayına sunar. Meclis toplantı halinde değilse, onaylama Meclis’in toplantısına bırakılır.” Bu maddelere komisyonda ve Meclis’te, din ve dille ilgili, bildiğiniz bir madde de eklenmiştir.

Saygıdeğer baylar, şimdi, isterseniz yüce kurulunuza 29 Ekim 1923 Pazartesi günü Ankara’da geçen olayı, kısaca anlatmaya çalışacağım. Pazartesi günü öğleden önce saat onda, Halk Partisi Grubu, Grup Yönetim Kurul Başkanı Fethi Bey’in başkanlığında toplandı. Bakanlar Kurulu seçimi görüşmelerine başlandı. Başkan: ”Yönetim Kurulu, Genel Kurul’a sunulmak üzere, hazırlık niteliğinde, bir Bakanlar Kurulu listesi düzenledi. Yönetim Kurulu kesin bir şey saptamış değildir. Karar sayın kurulunuzundur. Kabul ederseniz okunsun” diyerek Genel Kurul’a, Fuat Paşa’nın başkan olarak gösterildiği bir aday listesi sunar. Okunan bu listede İktisat Bakanlığı’na aday gösterilen Celâl Bey (İzmir) söz alarak, Bakanlar Kurulu’nun önemini belirtmiş ve kendisinin seçilmemesini önermiş. Özellikle: ”Bu listede adları görülen kişiler, çekilenlerden daha güçlü değildir. Bizden gönenç ve yenilik isteyen ulus vardır. Herhalde, yeniler eskilerden güçlü olmalıdır. Seçimde acele etmeyelim. Özellikle Bakanlar Kurulu Başkanı için düşünelim” demiş. Saip Bey (Kozan) – Meclis Başkanlığı’na Fethi Bey, Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na İsmet Paşa seçilmelidir, demiş. Ekrem Bey (Rize) – Yeni kurul, eski kurulun boşluğunu doldurabilecek mi? Bu konudaki düşüncelerini Başkan Paşa Hazretleri, uygun görülürse, bildirsinler aydınlanalım düşüncesini ileri sürmüş! (Ben, o sırada Mecliste bulunmuyordum).

Zülfü Bey (Diyarbakır) – Yetki, Parti Meclisi’nindir. Bu hak, Grup Yönetim Kurulu’nun değildir. Parti Meclisi toplansın! dileğinde bulunmuş. Mehmet Efendi (Bolu) – Seçilecek Bakanlar Kurulu ancak bir ay çalışabilir. Seçimlerin böyle sık sık yenilenmesi ülkeyi ve ulusu kötü ve güç bir duruma sürükler. Bakanlar Kurulu, çekilme nedenini açıkça anlatmazsa herhangi bir Bakanlar Kurulu seçimine katılmam. Nedeni anlayalım, sonra seçelim. Faik Bey (Tekirdağ) – Listede gösterilen kişiler öncekilerden güçlü değildir. Parti Meclisi toplanıp bu sorunu çözümlesin. Vâsıf Bey (Tekirdağ) – (İsmet Paşa’nın hizmetlerinden söz ettikten sonra) Ülkeyi, ulusu ne için bırakıyor? Önderlerimiz bizi aydınlatmamıştır. Sayın Başkanımız (beni söylemek istemiş olacak) bizi niçin aydınlatmıyor? demiş ve uzun bir konuşma yapmış. Necati Bey (İzmir) – Ülkenin dayandığı kişilerin bizi bırakıp ayrılmalarını kabul edemeyiz. Sayın Başkanımız bizi aydınlatsın ve uyarsın. İçeriye ve dışarıya karşı güçlü bir Bakanlar Kurulu’na kesin gereksinmemiz vardır. Başkan Fethi Bey – Yönetim Kurulu’nun yaptığı bu liste, ne Paşa’nın ve ne de Yönetim Kurulu’nundur; diye bir açıklama yapmayı gerekli görmüş.

Doktor Fikri Bey (Bilecik) – Vâsıf ve Necati beylerin görüşlerine katılıyorum. Ülke, sütliman değildir. İşleri gelişigüzel yapılacak bir seçime bırakmak olmaz. Yeterli kişileri içine alan bir kurul seçilmelidir. Recep Bey (Kütahya) – Arkadaşlar sözlerini bitirsinler, sonra Gazi Paşa Hazretleri söylesinler. (Henüz toplantıda değildim). İlyas Sami Bey (Muş) – Sayın Başkanımız Gazi Paşa Hazretleri düşüncelerini söylesinler. Bunalımın ortaya çıktığı gün giderilmesi daha yararlıdır. Duraksama bunalıma yol açar. Bir Bakanlar Kurulu Başkanı seçelim. Yirmi dört saatlik bir süre verelim, arkadaşlarını bulsun. Güçlü bir hükümet kurulsun. Abdurrahman Şeref Bey (rahmetli İstanbul milletvekili) – Kimi arkadaşlar telaşa kapılıyorlar. Bu, her ülkede olagelen bir şeydir. Hepimizin amacı ülkenin mutluluğudur.

Bir makine kurup tıkır tıkır işletemiyoruz. Bu da doğru. Güçlü bir hükümet nasıl bulmalı, derdi nasıl anlamalı? Anayasamızı göz önünde tutalım. Hükümetin görevini belli edelim. Meclis görüşlerini söylesin. Ondan sonra Başkan Paşamız da görüşlerini bildirsinler. Bir sonuç çıkaralım. Herkes bir işe yarar. Herkesi yaradığı işte kullanmalı. Kişilerden söz etmeyelim. Yüce amaçlarda birliğiz. Başkan Paşa Hazretleri görüşlerini bildirsinler. Eyüp Sabri Efendi (Konya) – Ne olursa olsun bir seçim karşısındayız. Eski Bakanlar Kurulu’nu, yeniden seçilse bile kabul etmemeye karar verdiklerini işitiyoruz. Bu kararı Yüce Meclis bozmalıdır.

Recep Bey (Kütahya) – Üç ana noktadan söz edeceğim. Birincisi biçim, ikincisi çalışma eksikliği, üçüncüsü manevi birliğimizde beliren çatlaklıklar. Biçimlerde eksiklik olursa iyi sonuç vermez. Elde bulunan listedeki değerli arkadaşlar, hangi zamanda, hangi koşullar altında çalışacaklardır? Belli değil. Güçlü bir kimsenin kendi arkadaşlarını bularak güçlü bir hükümet kurması gerekir. Recep Bey, özellikle bu son düşünce üzerinde uzun bir konuşmada bulunmuş. Talât Bey (Artvin) – Recep ve Abdurrahman Şeref beyler pek güzel açıkladılar. Bakanlar Kurulu Başkanı’nın görevi nedir? Görev ve sorumluluk yasasını bugüne değin çıkarmadık. Gazi Paşa Hazretleri bizi aydınlatsınlar; demiş.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir