Leandra Logan – Dogumgunu

Las Vegas Hastanesi kanser koğuşunun koridorunda telaşlı adımlarla yürürken, başlar ona doğru çevrilmişti. Bu bakışlarda korku ya da şaşkınlık değil, acıma vardı. Kahverengi üniformasıyla, gencecik kadın polis beklenmedik bir ziyaretçi ya da yeni birisi değildi. Dört haftadır her gün yaptığı ziyaretlerden sonra, Memur Karen Bradford’un oraya bir kuşkuluyu izlemek ya da bir tanığı köşeye kıstırmak için görevle gelmediğini hastane personeli artık biliyordu. Düşman ölümdü ve uzun süren tedavilerden sonra hayatta kalma mücadelesi en sonunda bitmişti. Karen yer yüzünde tek ve koşulsuz sevdiği kişi olan halası Irene’yle vedalaşmak için gelmişti. Tombul, orta yaşlı hemşire Milly, Irene’nin kapalı kapısı önünde Karen’i bekliyordu. “Tanrıya şükür, zamanında geldin, dedi. Karen’in güzel yüzü Milly’nin endişeli bakışları altında çöktü. îşinde ve halasının yanındayken duygularını bastırıyordu. Yaşadığı karışıklığı göstermek için kendini ancak hastane personelinin yanında rahat hissediyordu. ^Yapabilecek misin?” diye sordu Milly. “Evet. Beni bulmaya çalıştığın için teşekkür ederim.- “irene Bradford bir şey isteyince insanlar ayağa fırlar,” diye fısıldadı Milly.


“O harika bir kadın.” Karen’in mavi gözleri gururla parladı, “öyledir.” “ihtiyacın olursa kapının önündeyim/’ dedi Milly, Karen’in koluna hafifçe vurarak. “Ama bana içeriye girmememi söyledi.” Karen derin bir soluk aldıktan sonra odanın kapısını açtı. Geniş kapı Karen’in arkasından kapanarak halayla yeğeni ağır kokulu odada sessizce baş başa bırakmıştı. “irene Hala. Beni duyabiliyor musun?” Örtülerin altındaki ufak tefek kadın Karen’in sesini duyunca gözlerini kırpıştırdı. Bir zamanlar sağlıklı ve güçlü irene Bradford’dan geriye fazla bir şey kalmamıştı. Bedeni incecik, bir tutam saçı bembeyaz ve küçülmüş yüzü kırış kırıştı. Karen yatağın yanındaki iskemleye oturduktan sonra eğilip İrene’nin titreyen parmaklarını tutarak sıktı. Karen yaşlı kadının zayıf elini yeniden yorganın üstüne koyarken, o elin bir zamanlar ne kadar güçlü olduğunu düşündü. Ama irene’nin gücü yaşlılık ve hastalıkla kurumuştu ve eski canlılığı artık bir anıdan başka bir şey değildi. İrene birkaç dakika sonra gözlerini açtığında Karen eğilmiş, yatağı düzeltiyordu. Yaşlı kadın Karen’in üniformalı olduğunu görünce gülümsemeye çalıştı.

“Çalışıyordun…” diye mırıldandı. “Evet,” dedi Karen iskemleye otururken. “Ama her zaman okuldan kaçacak kadar cesaretliydim, biliyorsun.” “Seni bundan vazgeçirdiğimizi sanıyordum,” diye karşılık verdi yaşlı kadın. Karen halasının onun gülmesini beklediğini bildiği için küçük bir kahkaha attı. Ama sessizlikte çok yüksek çıkan sesinde bîr zorlama ve boğukluk vardı. “Saat kaç?” diye sordu irene. “On,” dedi Karen saatine bakarak. irene son dakikalarında bile saatin kaç olduğunu bilmek istiyordu. Her zaman dakik ve düzenli olduğu için kendisiyle gurur duyardı. irene zorlukla yutkundu. “Konuşmak istiyorum.” “Kendini yorma,” dedi Karen halasının ateş gibi alnıni okşayarak. “Seni buraya beni dinlemen İçin çağırdım/ diye üsteledi irene. “Bak, irene Hala,” dedi Karen hemen itiraz ederek.

“Yaptığımız onca konuşmadan sonra, artık lütfen gücünü harcama.” Irene’nin gri gözleri parladı. “Ne için?” “Lanet olsun!” dedi Karen yüksek sesle. “Ölmek mi istiyorsun?” “Evet.” irene dudaklarını yalarken hafifçe öksürdü. “Zamanım geldi.” “Sen ve şu zaman takıntın.” Karen o anda ağlamaması gerektiğini biliyordu. Çünkü bu Irene’nin hiç hoşuna gitmeyecekti. O sadece gücü ve cesareti severdi. “Şimdi konuşmak istiyorum,” dedi irene ısrarla. Karen’in gözlerine dolan yaşlar görüşünü bulanıklaştıriyordu. Cebinden bir mendil çıkarıp gözlerine bastırdı. “Dinlememeye hiç cesaret edebildim mi?” irene güç toplamaya çailışır gibi, yastığın üzerinde başının yerini değiştirdi. Ya da uygun sözcükleri bulmaya çalışıyor olmalıydı? Karen o kadar önemli ne olabileceğini tahmin edemiyordu.

Irene’nin akciğer kanseri, sonunda hastaneye yatmasını gerektirmişti. Sonraki birkaç hafta içinde, orada beraber uzun saatler geçirmişlerdi. “Bana geldiğin zamanı hatırlıyor musun?.” “Evet, tabii,” dedi Karen burnunu çekerek. Karen’in on altı yaşındayken evde kalmış halasının kapısına gittiği günün üzerinden on yıl geçmişti. Karen’in babası, yani irene’nin kardeşi olan Milton Bradford da bir süre önce kanserden ölmüştü. Sorunlu bir kadın olan Karen’in annesi ise, sonunda kızından ellerini çekmişti. Karen iki büyük bavul ve bir kamyon dolusu duygusal yükle Irene’nin mütevazi yeşil evinin kapısında durduğu günü çok canlı bir şekilde hatırlıyordu. Evsiz bir isyankar, hamile bir genç kızdı. Ondan sonra irade savaşları başlamıştı. Karen’in isyankarlıkları karşısında, Irene’nin cezaları vardı. Sonunda Karen kendini disipline girmiş bulmuştu, irene iyi ya da kötü zamanlarda daima tutarlıydı. Bu garanti, Karen’e daha önce duymadığı bir güven hissi vermişti. “Sana karşı çok kötü olmadığımı umarım, Hala,” diye mırıldandı Karen hıçkırmamak için mendili ile ağzını kapatarak. “Kötü değildin, Karen.

Biraz vahşiydin. Yönsüzdün.” irene soluk almak için çabaladı. “Bir şansa ihtiyacın vardı.” “Hemşireyi çağırayım mı?” diye sordu Karen panik içinde. “Hayır.” Yaşlı kadının başı sallandı. “Sadece telaştan.” “Bütün yaptıkların için sana yeniden teşekkür etmek istiyorum.” “Benden… nefret etme.” “Senden nasıl nefret edebilirim?” diye inledi Karen sarı saçlarını savurarak. Bu, onun eski isyankarlığından kalan bir alışkanlıktı. “Hayatımı kurtardın. Beni sevdin, bana katlandın.” “Zor, canım,” dedi irene boş bakışlarla.

“İkimiz için de zor. Seni yalnız bırakmayı hiç İstemiyorum. Artık büyüdüğün için seni… idare etmek daha kolay olurdu.” “Çok komik,” diye karşılık verdi Karen üzgün bir gülümsemeyle. “Ama inan bana, yalnız değilim. Arkadaşlarım var, Yargıç Stewart var.” Irene’nin solgun yüzüne bir duygusallık geldi. “Stew senin dostun. Bunu unutma, lütfen.” Karen halasına, bu saygıdeğer Yargıç Franklin Stewart hakkında birçok kez şaka yapmıştı. Irene’yte Stew üniversiteden beri dost ve dert ortağıydılar. Ve ikisi de hiç evlenmemişti. Stew, Karen’e karşı baba rolü üstlenerek onu hukuk öğrenimi yapmaya ve cesaretiyle enerjisini iyi kullanabileceği bir iş seçmeye yönlendirmişti. “Benim için endişelenmeyi bırak artık, irene Hala. Çok büyük bir iş yaptın.

İyi birisi oldum.” irene devam etmeye kararlı bir halde yutkunmaya çalıştı. “Çocukla geldiğin zaman.” Karen doğumda ölen, yüzünü bile görmediği bebeğini anımsayınca yüreği sızladı. Karen bu sırrını çok derinlerine gömmüştü. Aynı hastanede bir çocuk olarak çocuk doğurduğu günden sonra, bu konu halasıyla arasında on yıl boyunca hiç açılmamıştı. “Çok aptalca bir hataydı, Hala,” dedi. “Yalnız ve sevgi arayan bir kızdın,” dedi irene anlayışla. “Hepimiz yanılırız…” Karen o günlerde anlayış gördüğünü anımsamıyordu. Gördüğü sadece hoşgörüydü. Ama önemli olan durumun bütünüydü, irene ona evini açıp sahip olduğu şeyleri paylaşarak ona vasi ve dost olmuştu. O zamana kadar yalnız yaşamayı seçmiş olduğu düşünülecek olursa, bu onun için bir rahatsızlık olmalıydı. “Durumuma rağmen başını dik tuttun,” dedi Karen övgüyle. “Bu cesaret isterdi.” “Korkaktım,” dedi irene acıyla.

Karen şaşırdı. “Değildin! Hiçbir zaman olmadın!” İrene başını salladı. “Sana sevgiyi öğretmeye çalıştım. Sana yeni bir başlangıç verdim.” “Ümitsiz bir şeyi basardın,” dedi Karen. “Bebeğim yaşasaydı, o da senin sayende en iyi şeyleri görecekti.” Yaşlı kadının yüzünde bir heyecan dolaştı. Ömrünün son dakikalarında, duyduğu acıya rağmen bir iç çekişme yaşadığı belliydi. Karen boğazı daralarak halasını seyrediyordu. Saniyeler dakikalara dönüştü. Sessiz odayı kaplayan gizli bir el, yaklaşan ölümün peçesini yavaş yavaş kaldırıyordu. irene Bradford son sahnede neyle mücadele ediyor olabilirdi? Uykusuzluk ve endişeden iyice gerginleşen Karen, milyonlarca parçaya bölünebileceğini hissetti. irene boş laflar edecek ya da anılara kapılacak biri değildi. Konuyu bir yere götürmeye, Karen’e bir şey söylemeye çalışıyor olmalıydı. “Aklında ne var, irene Hala?” diye sordu Karen yumuşak bir sesle.

irene, “Seni seviyorum, Karen,” gibi basit sözcükler söylemezdi. Aynı evi paylaştıkları onca yıl içinde böyle bir şey hiç söylememişti. Sevgisini birçok değişik şekilde dile getirmişti, ama hiçbir zaman açıkça söylememişti. Bu Karen için unutamayacağı bir armağan olabilirdi belki, ama irene çok daha ciddi bir şeyler söylemek istiyordu. “Seni seviyorum, Hala,” diye fısıldadı bütün içtenligi ve duygusallığıyla. Irene’nîn gözleri birden açıldı. “Stevv’i gör. Seni seviyorum…” irene kendisinden bekleneceği gibi, son sözlerini söylemeyi başarmıştı. Ama mesajında söylemek istediği başka bir şey vardı. Karen bundan emindi. Ne var ki, halası ona ancak bu kadarını iletebilmisti. Irene’nin küçük ve rahat evi, Las Vegas’ın parlak ışıklı eğlence merkezinden uzakta bir yerleşim semtindeydi. Dışarıdan bakıldığında, dümdüz çölün ortasındaki diğer bütün evlerden biri gibi görünüyordu ama içi çok Özeldi. Yıllar önce burayı alan ve hayatının büyük bir kısmını bu evde geçiren Irene’yi yansıtıyordu İçindeki her şey. Karen o akşam, odaları dolaşırken bir sis perdesi içindeki anılan yeniden yaşıyordu.

Orası onun evi ve uzun süren fırtınadan sonra sığınabileceği bir barınak olmuştu. Polis akademisini bitirdikten kısa bir zaman sonra, oradan ayrılıp bir arkadaşıyla birlikte bir apartman dairesine taşınmıştı. Ama Irene’nin sağlığı iyice bozulunca, yeniden eve dönmüştü. O zaman Irene’yle rolleri değişmişlerdi; artık bakıcı ve koruyucu rolü Karen’in olmuştu. Karen yandaki komşunun getirip mutfak masasının üstüne bıraktığı ellenmemiş yemeğe bakarak, düzene koyması gereken çok şey olduğunu düşündü. Sevilen bir kişinin defterini kapamak üzücüye sıkıcı bir görevdi. Boğazından lokma geçmeyeceğini bildiği için, dönüp Irene’nin küçük çalışma odasına gitti. Gıcırtılı iskemleye oturup avuçlarını Irene’nin eski meşe masasına koydu. Karen geldiğinde, irene lisedeki İngilizce öğretmenliğinden yeni emekli olmuştu. Okuldan ayrılırken, sınıfındaki tahta masayla iskemleyi ona vermişlerdi, irene bu hikayeyi sık sık anlatırdı. Öğrenciler onu başlarından atmaya o kadar hevesliymişler ki, okuldaki son gününde masası ve iskemlesiyle birlikte kapıya taşımışlar. Aslında, öğrencilerin çoğu Miss Bradford’un aklı başında politikasına saygı gösterirlerdi. Ev Irene’nin öğrencilerinden gelmiş küçük anılarla doluydu. Öğrenciler artık çoluk çocuk sahibi insanlardı, ama bayramlarda Miss Bradford’u yalnız bırakmazlardı. Onu görmeye gelirler ve eski günleri anımsamak için ondan öğretmen masasına oturmasını isterlerdi.

Ve hepsi, son görevlerini yapıp onun cenaze törenine muhakkak ki geleceklerdi. Irene’nin onlara nasıl destek olduğunu, bazen ailelerinin bile haberi olmadan akşamları ders çalıştırdığını ve herbirinin hayatta başarılı olması için nasıl yönlendirip yüreklendirdiğini Karen defalarca dinlemişti. Onunla vedalaşmaya mutlaka geleceklerdi. Bu arada Irene’nin son dakikalarını, son sözlerini öğrenmek isteyeceklerdi. Sözcükleri hiçbir zaman şaşırmayan kusursuz bir İngilizce Öğretmenine yaraşır sözler bekleyeceklerdi ondan. Karen masanın üstüne eğilip başını kollarına gömdü. Gözyaşlarının tuzlu tadını alarak ve masanın limon kokulu cilasını koklayarak kendisini bıraktı. Doya doya ağlamak İstiyordu. Karen halasının eski öğrencilerine ne diyecekti? irene hala son dakikalarında kekeleyerek, tükürükler saçarak bir şeyler söylemeye çalışmıştı. Karen buna fazla hayal kırıklığı yaratmayacak bir açıklama bulmalıydı, irene son dakikalarında öğrencilerinin hatırladığı o güçlü öğretmen olmaktan çıkmış, tüm gücünü yitirmişti. Karen halasının yatağının yanında bu son dakikaları aklında yeniden canlandırarak uzun bir süre hareketsizce durdu, irene veda etmiş, sevgiden söz etmişti. Karen daha başka bir şey olup olmadığını merak ediyordu, irene önemli bir şey mi açıklamak istemişti acaba? Anahtar Yargıç Franklin Stewart’ta olmalıydı, irene, Karen’i ona doğru yönlendirmişti. Ne yazık ki, Stewart iş için iki gündür şehirden uzakta olduğundan Irene’nin son saatlerinde yanında bulunamamıştı. Yetmiş üç yaşındaki yargıç kürsüden inip emekli olalı neredeyse on yıl olmuştu, ama hala avukatlık mesleğini sürdürüyordu. Sekreteri Justine Wilson onu arayıp acı haberi vermiş, Stevv o gece geri dönmeye söz vermişti.

Karen teselli ihtiyacıyla, telefonu alıp Stevv’in evinin numarasını çevirdi. Stew’in yumuşak, ağırbaşlı sesini duyunca büyük bir rahatlık hissetti. “Ah, Karen, eve şimdi geldim ve seni aramak için çok geç olduğunu düşündüm.” “Yatmayı düşünüyordum,” dedi Karen. “Ama sağ salim döndüğünden emin olmak istedim.” “Evet, tabii. Lütfen, en içten duygularımı kabul et, canım.” “Sen de benimkileri,” diye karşılık verdi Karen. “Onun senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum.” “Evet, evet,” dedi Stew özlemle. “Uzun zamandır üçümüz bir aile gibiydik. Onu çok özleyeceğiz.” İkisi de kendi duygularıyla çekişirlerken, kısa bir sessizlik oldu. “Her şey hazırlandı,” dedi Karen sonra. “Tören yarın onun kilisesinde yapılacak.

Sonra evde öğle yemeği vereceğim.” Stew, “Küçük teşkilatçı her şeyi ölümünden önce kendi düzenledi, değil mî?” Karen gülümsedi. “Gösteriyi kendisi yönetmek istedi. Her zamanki gibi.” “Son anları senin İçin çok zor olmuş olmalı,” dedi Stevv. “irene bana yardım etti,” dedi Karen. Sonra bir soluk alıp kendi sorusunu sordu. “Stew, halamın bütün evrakları sendeydi, değil mi?” “Evet, canım. Justine onları bugün sana postaladığını söyledi.” Karen kalem kavanozunun yanında duran şişkin zarfa baktı. “Evet, buradalar.” “Yarın birkaç dakika ayırıp bakarız. Evi, birikimleri ve küçük bir hayat sigortası… bir de liseye yaptığı bağış var, biliyorsun.” “Hepsi bu mu, Stew?” “Evet,” dedi Stevv biraz şaşırarak. “Başka ne olacağını düşünüyorsun?” “Belki de aptalca bir duygusallık gibi görüneceğini biliyorum, ama Irene’nin ölmeden hemen önce bana bir şey anlatmaya çalıştığını hissettim.

” “Sahi mi? Ne kadar tuhaf.” Karen gözlerine dolan yaşları gidermek için gözlerini kırpıştırırken kaşlarını çattı. Stevv’in sesi bir an kısılmıştı. Bir şey mi gizliyordu, yoksa hayatında en yakın dostunun ondan gizli bir şeyi olabileceğini mi kabullenmek istememişti? “Bir hatadan söz etti, Stew.” “irene mi? Ne kadar garip, Karen! Yanlış anlamış olmalısın.” “Hayır, her sözcüğü dikkatle tartıyordu. Bir açıklama yapmaya hazırlandığından çok eminim. Birkaç dakikası daha olsaydı, söyleyebilecekti.” “Buna ihtimal vermiyorum,” diye karşılık verdi Stew. “irene Bradford eline aldığı kartları hemen masaya açardı. Hiçbir zaman bir düşüncesini kısıtlamaz, hiçbir zaman özür dilemezdi.” “Bence onu takdir etmemize, ona hayranlık duymamıza değer veriyordu,” dedi Karen üzerine bastırarak. “Bunu anlamam yıllar aldı, ama bütün o diktatörce davranışlarının altında onun için ne düşündüğümüzü de merak ederdi. Ve sonunda her zamanki düzenlilİğiyle, her şeyi düzgün bir şekilde bitirmek istedi. “Irene’yİ çok iyi anlamışsın, canım.

Ama son sözlerinden bir mana çıkarman galiba yanlış.” Karen dudağını ısırdı. Stevv’in sesinde açık bir rahatsızlık vardı. “Bir şeyden korkuyordu. Sanki benden bir şey saklamıştı. Sanki bir sırrı vardı da bunu söylemek itiraf etmek istiyor gibiydi.” “Sayıklamalar!” dedi Stew mahkemede konuşuyormuş gibi katı bir sesle. “Bununla, kendini daha fazla üzmekten başka bir şey yapmıyorsun,” diye devam etti. “O kadar güçlü ve canlı bir insanın son anlarını yaşamak, ölümünü kabul etmek her zaman zordur. Bu soruyu sorman doğal. ‘Hepsi bu kadar mı?’ Ama başka bir şey yoktur, inan bana.” “Ama o kadar değildi…” “Gerçeği kabul etmelisin,” diyerek Karen’in sözünü kesti Stew. “irene bütün hayatını gerçekler üzerine kurmuştu. Bu zor zamanında güç bulmak için kendine onu örnek alır, kendini hayali kaçışlara kaptırmazsan, seninle çok gurur duyardı.” Karen biraz sonra telefonu kapadığında bazı endişelerinin aşırı çalışan hayal gücünden kaynaklandığına inanmaya çalışıyordu.

Ama İrene ölmeden önce bütün bilmişliğine karşın oldukça aklı başında görünüyordu. Ve Karen onun önemli bir şey söylemeye çalıştığından emindi. irene sözcükleri dikkatle seçmeye çalışırken gücünü kaybetmişti. Karen’in onun yanına gelişinden ve hamileliğinden konuşmaya başladıkları zaman, irene heyecandan tıkanmaya başlamıştı, irene yeğeninin durumundan utanmış ve bu yüzden içinde bir suçluluk duygusu yaşatmış olabilir miydi? Ama irene gençlere karşı mümkün olduğunca hoşgörülü olmaya çalışmıştı hep. Karen içinde Irene’nin vasiyetinin olduğu kalın zarfı masanın ortasına doğru çekti. Yerine getirmesi gereken son bir görevi vardı. Konu Başlığı: Ynt: DOGUM GÜNÜ / Leandra Logan Gönderen: lara sila üzerinde Mart 23, 2007, 08:05:49 pm İKİNCİ BÖLÜM Ertesi gün iki buçuk sıralarında irene Bradford sonsuz uykusunda, toprağa verildi. Törenden sonra Irene’nin arkadaşları, eski öğrencileri ve Karen’in bazı polis arkadaşları evde toplanmışlardı. irene Ölmeden önce ona özgü bir davranışla son yolculuğu için kesin talimatlar bırakmıştı. Karen düz siyah elbisesini giyecek, Irene’nin opal gerdanlığını takacaktı. Gerdanlık Stew’in ona üniversite yıllarında vermiş olduğu bir armağandı. Fazla değerli değildi, ama ailenin kuşaktan kuşağa kalacak belki de tek yadigarıydı. Sonra yemek verilecekti, irene yemekte ne verileceğini ve nasıl servis yapılacağını bile tek tek saptamiştı. Mutfakta, oturma ve yemek odalarında toplanan herkesin elinde Irene’nin büyük koleksiyonundan birer fincan vardı. Her fincanın özel bîr anlamı bulunuyordu.

Herbir fincan bir öğrencisinin armağanıydı. Hepsi değişik renklerde ve şekillerdeydiler ve üstlerinde mesajlar yazılıydı. Çoğunda, En İyi Öğretmen veya Mükemmel Eğitici gibi övgüler vardı. Bazılarını ise, Las Vegas gazinolarının logoları süslüyordu. irene meslekler arasındaki uçurumu bir fincan kahveyle kapamıştı böylece. Onun her adımında bir anlam, bir eğitici mesaj bulunurdu. Karen elinde Irene’nin en sevdiği ceviz kokulu kahveyle kalabalığın arasında son bir kez daha dolaşırken, herkesin fincanının dolu olup olmadığım kontrol etti. Sıcak bir ilkbahar günüydü ve antika olmuş eski havalandırma cihazı içeriye en ufak bir serinlik bile vermiyordu. Bu sıcak havada herkes Irene’nin isteği olduğu için sıcak kahve içiyordu. Sonunda kalabalık dağılmaya başladı, insanlar el sıkışıp öpüşerek vedalaşıyorlardı. Karen, Stevv’in giden konuklan geçirmek için kapının yanında durduğunu gördü. Uzun boylu, kibar ve üzgün yargıcı sempati ve kuşku karışımı bir duyguyla inceledi. Karen onunla önceki gece yaptıkları konuşmadan ve Stevv’in katı tavrından duyduğu tedirginlikle gecenin yansını kahverengi, şişkin zarfın içindekileri incelemekle geçirmişti. Irene’nin evrakları arasında olağandışı bir şey yoktu. Ama Karen ne bulacağını ummuştu? Eğer Stew bir şey gizliyorsa, bunu elbette ki bu zarf ile onun eline verecek değildi.

Karen mutfağa dönüp kahveyi bırakırken, arka kapıya hafifçe vurulduğunu duydu. Arkasına döndüğünde, Stevv’in sekreteri Justine VVilson’un kolunun altında büyük bir zarfla içeriye girdiğini gördü. “Rahatsız etmek istemezdim,” dedi kadın biçimli kalçasıyla kapıyı iterek kaparken. Karen üstünde sarı keten bir elbise olan heykel gibi kadına sevgiyle gülümsedi. Eski bir revü kızı olan Justine, esmer teni ve egzotik gözleriyle Yargıç Stevvart’ın küçük bürosuna renk katan bir güzellikti. Justine aynı zamanda, her işte parmağı ve kulağı olduğu için, irene konusunda da araştırma yapabilecek en uygun insandı. “Rahatsız etmiyorsun, Justine. Seni ben çağırdım.” Karen umutla sekreterin elindeki zarfa bakıyordu. “Akıllıcaydı,” dedi Justine başını sallayarak. “Yargıcın gizli dolabında yanlış dosyalanmış evraklar olduğunu söylediğinde bana biraz saçma gelmişti. Ama onları tek tek okudum ve… bu yüzden…” “Tabii,” dedi Karen. Justine’yle göz göze gelmekten kaçınmaya çalışarak altın sarısı saçlarını kulağının arkasına attı. Oyuna devam etmek, Justine’nin gizli dolaptaki dosyalarda öğrendiklerini zaten biliyormuş gibi davranmak zorundaydı. Oysa, gizli bir dosyanın varlığından bile haberi yoktu ve kafadan atmıştı.

Justine’yi cenaze töreninden biraz önce, yargıcın büroda olmayacağından emin olduğu bir saatte aramıştı. Gerçeğe çok yaklaştığını hissediyordu. Karen masanın yanında duran polis memurlarına döndü. Şefleri George Bradîey’le birlikte vedalaşmak için bekliyorlardı. Karen onlarla kucaklaşarak yinelenen başsağlığı dileklerini kabul ederek onları uğurladı. Artık mutfakta Justine ile yalnızdılar. “Yargıcın bu kadar önemli bir şeyi nasıl atladığını anlamıyorum,” dedi Justine yumuşak bir sesle. “Özellikle de, irene için ne kadar önemli olduğunu düşünecek olursak.” “Evet, dediğim gibi, bütün kayıtları almamı sıkıca tembihledi.” “irene her şeyi çok iyi düzenlemişti,” dedi Justi-ne. “Sanırım, yargıç bazı şeylere dikkat edemeyecek kadar sarsılmış durumda.” “Neyse ki, sen varsın,” dedi Karen zarfı alırken. “Evet, geri dönsem iyi olacak.” Justine kolundaki altin saate baktı. “Yargıcın büroya hemen döneceğini sanmıyorum.

O evraklar hakkında konuşursunuz, tabii.” Karen zarfı bırakırken elleri titriyordu. O evrakları elde etmek için blöf yapmış olmak hoşuna gitmiyordu, ama Justine’nin Stew’e olan büyük bağlılığını bildiği için başka bir çözüm bulamamıştı. Yaptığı oyun yargıcın hoşuna gitmeyecekti, ama Karen nedense kendisi üzerinde uzun zaman önce bir oyun oynandığını hissediyordu. Justine’nin biraz da meraklı bakışlarla onu seyrettiğinin farkındaydı. O anda, Karen en çılgınca tahminini doğrulayan belgeyi gördü. Justine merakla kaşlarını kaldırdı. “İyi misin, Karen? İstediğin buydu, değil mî?” “Ah, evet,” diye yanıt verdi Karen soluk soluğa ve yüreği hızla atarak. “Çok teşekkür ederim, Justine.” Karen uyurgezer gibi yürüyerek oturma odasına dönerken, zarfı göğsüne bastırmıştı. Evde sadece birkaç konukla Stew’in arkadaşları kalmıştı, ama onlar da gitmek üzereydiler. Karen onlara geldikleri için teşekkür ettikten sonra Irene’nin çalışma odasına gitti. Güç kazanmak için bir soluk alarak masaya yaklaştı ve zarfı açtı. İskemleye oturup kağıtları masanın üstüne saçtı. Kendi kalıtımıyla ilgili ayrıntıları gözden geçirirken, şakakları zonklamaya başlıyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir