Lev Nikolayevic Tolstoy – Polikuska

Kâhya, “Nasıl emir buyurursanız, efendim,” dedi. “Ama Dutlovlara yazık olacak. Delikanlıların hepsi de birbirinden üstün, iyi çocuklar; eğer askere kölelerinizden bir başkasını göndermezsek bu aileyi güç duruma sokarız. Herkesin gözü onların üstünde, gene de siz bilirsiniz…” Göbeğinin üstünde sağ elini sol elinin üzerine koydu, başını öbür yana çevirdi, ince dudaklarını şapırdatacakmış gibi içine çekti, gözlerini kaydırdı, hanımefendisinin kendisine söylemesini beklediği saçmalıkları, ağzını açmadan, itirazsız dinlemeye hazır olduğunu gösteren saygılı bir tavırla sustu. Kölelikten {1} yetişme, (özellikle kâhya biçimi) bir pardösü giymiş, sinekkaydı tıraşlı çiftlik kâhyası, bir sonbahar akşamı hanımefendisine rapor vermekteydi. Hanımefendi’ye göre rapor, geçmiş çiftlik işleriyle ilgili hesapları dinlemek, gelecek işler için de emir vermek demekti. Kâhya Yegor Mihayloviç’e göreyse, hanımefendinin oturduğu koltuğun önünde kıpırdamadan dikilmek, işe yaramayan gevezelikler dinlemek, kendisinin ileri sürdüğü önerileri karşısındakinin, “Olur, peki, peki,” sözleriyle onaylaması için türlü çarelerle kadını dize getirmekten başka bir şey değildi. O andaki raporun konusu, asker toplamayla {2} ilgiliydi. Pokrovsk köyünden üç kişi göndereceklerdi askere. Aile durumu, gönderileceklerin köy içindeki davranışları göz önüne alındığında, bunlardan ikisi kendiliklerinden belirlenmiş gibi kolayca seçildiler. Çiftçiler Birliği Mahkemesi, hanımefendi ya da bir başkası bu seçime itiraz edemez; değil itiraz etmek, doğruluğuna toz konduramazdı. Üçüncü kişinin durumu ise tartışmalıydı. Kâhya, üç delikanlı yetiştiren Dutlovları kayırmak; çuval, dizgin ve kuru ot hırsızlığından birçok kez yakayı ele vererek oldukça kötü bir ün kazanan konak uşağı {3} Polikuşka’yı seçtirmek istiyordu. Polikuşka’nın paçavralar içindeki çocuklarını sevip okşayan, uşağının ahlakını İncil’in telkinleri aracılığıyla düzelttiğine inanan hanımefendiyse, adamını vermeye kesinlikle karşıydı. Bununla birlikte tanımadığı, yüzlerini bile görmediği Dutlovlara da kötülük yapmak niyetinde değildi.


Polikuşka gitmezse, Dutlovlardan birinin gideceği nedense bir türlü aklına gelmiyor, Kâhya ise bunu açık açık söylemiyordu. Hanımefendi heyecanla, “Dutlovların kötülüğünü istemiyorum,” dedi. Ona verilecek yanıt, “İstemiyorsanız, ödeyin üç yüz ruble!” {4} olmalıydı. Ama güttüğü ince siyaset böyle bir sözü dedirtmezdi Kâhya’ya. Yegor Mihayloviç rahatça durdu, hatta efendisi farkına varmadan pencerenin pervazına yaslandı. Öte yandan dalkavukluğunu belli eden bir yüz anlatımıyla kadının dudaklarının kıpırdamasına baktı, beresindeki tüle ve bundan duvardaki küçük tablonun altına düşen gölgenin titremesine gözlerini dikti. Efendisinin söylediklerini anlamayı hiç de gerekli bulmuyordu. Kadın uzun bir süre konuştukça konuştu. Kâhya’nın kulaklarının arkasında bir esneme seğirmesi belirdi, ama elini yüzüne kapayıp mahsustan boğazını temizleyerek bu seğirmeyi, ustalıkla öksürüğe çevirdi. Oturduğu bakanlığa bir muhalefet parti üyesi atıp tutarken, Lord Palmerson’un Lordlar Kamarası’nda şapkasını yüzüne örterek uyukladığını, ama birden kalkıp üç saatlik söyleviyle rakibinin bütün sorularını tek tek yanıtladığını okumuştum. Bunu okuyunca hiç şaşırmadım, çünkü Yegor Mihayloviç ile efendisi arasında buna benzer olaylara bin kez tanık olmuşumdur. Bu kez de ayakta uyumaktan mı korktu, yoksa hanımının konuşmasında derin konulara daldığını mı düşündü bilmem, Kâhya gövdesinin ağırlığını sol bacağından sağına aktardı, her zamanki gibi gizemli bir girişle konuşmaya başladı: “Siz bilirsiniz efendim, yalnız … yalnız kurul {5} şimdi yazıhanenin önünde toplandı. Bir son vermeli bu işe. Emre göre, Pokrov Yortusu’na kadar acemi erler kente götürülecek. Köylüler, Dutlovlardan biri gitsin diyorlar da başka bir şey söylemiyorlar.

Mahkeme sizin ilgilendiğiniz şeyi umursamaz bile. Dutlov ailesini dağıtmışız, dağıtmamışız, onlara göre hepsi bir. Zavallıların nasıl çalışıp didindiklerini ben bilirim. Çiftliğinizi yönetmeye başladığım günden beri hep yokluk içinde yaşıyorlar. Şurada ihtiyarcığın küçük yeğeni büyüyecek oldu, biz hemen tepesine çullanıyoruz. Şunu bilin ki, malımdan çok titrerim sizin malınız mülkünüz üstüne. Sizin bileceğiniz iş, efendim, ama zavallılara yazık olacak. Eşim değiller, dostum değiller, bir şeylerini de almadım.” Hanımefendi, adamın sözünü kesti: “Böyle bir şeyi düşünmedim bile.” Ama birdenbire Dutlovların Kâhya’ya rüşvet vermiş olabilecekleri geldi aklına. “Ne var ki, bütün Pokrovsk’ta en iyi aile Dutlovlardır. Dindar, işlerine düşkün köylüler tümü de. İhtiyar Dutlov, otuz yıldır kilise büyükleri başkanıdır; içki içmez, ağzına kötü söz almaz, kiliseye gider. (Kâhya, hanımının aklını nasıl çeleceğini biliyordu.) Sonra, efendime söyleyeyim, asıl sorun şu ki, iki oğlu vardır kendisinin, öbürü yeğenidir.

Mahkeme başka türlü gösteriyorsa da, gerçekte onların iki kişilik kuralılar arasına girmeleri gerek. Birçok aile geçimsizlikleri yüzünden oğullarını evden kaçırıp yükümlülükten kurtuldular, bunlarsa doğrulukları nedeniyle haksızlığa uğrayacaklar.” Kadın, Kâhya’nın açıklamasından fazla bir şey anlayamıyordu. “İki kişilik kura”, “doğruluk” sözlerinin ne anlama geldiğini kavrayamamıştı. Adamın ağzından çıkan birtakım sesler “dan dan dan” diye kafasına iniyor, giydiği pardösünün bez düğmelerine bakıyordu: Üst düğme sıkı durduğuna göre, seyrek düğmeleniyor olmalıydı; ortadakiyse iyice gevşemiş, sarkıyordu; pekiştirme zamanı gelmişti çoktan. Bilirsiniz ya, bir konuşma, hele iş üzerinde konuşma sırasında size söylenenleri anlamak hiç de gerekli değildir; yalnız ne söyleyeceğinizi aklınızda tutun, yeter. Hanımefendi de öyle yapıyordu. “Yegor Mihayloviç, nedense beni anlamak istemiyorsun. Dutlovlardan birinin askere gitmesini ben de istemiyorum. Sanırım, beni iyi tanıdın; köylülerime yardım etmek için elimden geleni yapacağımı, onların kötülüklerini istemeyeceğimi bilirsin. Bu can sıkıcı yükümlülükten kurtulmak, Dutlov’u da Horyuşkin’i de teslim etmemek için neleri vermeye hazır olduğumu bilirsin. (Can sıkıcı yükümlülükten kurtulmak için ‘nelerin’ değil, yalnızca üç yüz rublenin yeteceği Kâhya’nın hatırına geldi mi, bilmem. Aslında bu düşünce kafasında kolayca doğabilirdi.) Yalnız bir şeyi açıkça söyleyeyim: Polikey’i {6} asla vermem. Şu saat çalma olayından sonra kendisi gelip itiraf etti, düzeleceğine ant içti.

Onunla uzun uzun konuştum, çok üzüldüğünü, pişmanlık duyduğunu anladım. (Yegor Mihayloviç, “Zırvaladı yine,” diye düşündü, hanımefendinin su dolu bardağının dibindeki reçele bakmaya başladı. Portakal reçeli miydi, yoksa limon reçeli mi? “Heyecanlandı yine,” diye düşündü.) Bak, yedi aydır bir gün olsun ağzına içki koymadı, hali, gidişi düzeldi. Karısı onun tümüyle değiştiğini söylüyor. Adamcağızı tam düzeldiği zamanda cezalandırmamı mı istiyorsun? Beş çocuğu olan, evin tek erkeğini askere yollamak insanlığa sığar mı? Hayır, Yegor, onun adını bir daha ağzına alma!” Hanımefendi böyle diyerek bardağındaki reçelli sudan içmeye başladı. Yegor Mihayloviç suyun kadının boğazından geçişini izledi. Sonra soğuk bir sesle, kısaca, “Bu duruma göre Dutlovlardan birini göndermemizi mi buyuruyorsunuz,” diye sordu. Kadın ellerini salladı. “Neden beni anlamıyorsun, bilmem ki! Dutlovların kötülüğünü mü istiyorum? Onlara düşmanlığım mı var benim? Böyle hamarat köylüler için neler yapabileceğime Tanrı tanığım olsun. (Köşedeki tabloya baktı, ama bunun Tanrı {7} olmadığını anımsadı. ‘Aman canım, ne olacakmış, hepsi bir!’ diye düşündü. Üç yüz ruble konusunun gene hatırına gelmeyişi çok tuhaftı.) Şimdi ben nasıl davranayım? Açıkçası ne yapacağımı kestiremiyorum. Allım ermez böyle şeylere.

Sana güveniyorum işte, ne istediğimi biliyorsun. Yasaya göre ve herkesi memnun edecek biçimde yaptır seçimi. Başka ne diyeyim? Yalnız Dutlovların değil, herkesin durumu sıkışık. Ama bak, Polikey’i vermek yok ha! Onu göndermenin benim için ne korkunç bir şey olacağını unutma!” Kadıncağız coşmuş, konuştukça konuşuyordu; o sırada hizmetçi kız içeriye girdi birden. “Dunyaşa, ne var kızım?” Hizmetçi kız, Yegor Mihayloviç’i öfkeyle süzdükten sonra, “Bir köylü geldi, Yegor Mihayloviç’ten ‘Kurul beklesin mi?’ diye soruyor,” dedi. “Ne biçim kâhya bu böyle! Hanımefendinin sinirlerini bozdu, saat ikiye kadar uyumaz gayrı,” diye düşünüyordu hizmetçi kız. Hanımefendi, Kâhya’ya, “Hadi git artık Yegor, iyi düşün, öyle yap,” dedi. “Başüstüne! (Dutlovlarla ilgili tek söz söylemedi.) Parayı aldırmak için bahçıvana kimi göndereceksiniz?” “Petruşa kentten dönmedi mi daha?” “Hayır efendim.” “Onun yerine Nikolay gidemez mi?” Dunyaşa, “Babam bel ağrısından yatıyor,” dedi. Kâhya, “Benim yarın gitmemi emir buyurursanız eğer…” diye söze başladı. “Hayır Yegor, senin burada işlerin var. (Kısa bir süre düşündü.) Para ne kadardı bakayım?” “Bin beş yüz ruble, efendim.” Hanımefendi, Yegor’un yüzüne kararlı gözlerle baktı.

“Polikey’i gönderelim.” Yegor Mihayloviç gülümsüyormuş gibi dişlerini aralamadan dudaklarını yaydı, yüzü hiç değişmedi. “Başüstüne, efendim.” “Onu hemen bana gönder.” “Peki, efendim.” Böyle dedikten sonra Yegor Mihayloviç yazıhaneye yollandı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir