Liz Fielding – Ask Bahcesi

“Oh, çok güzel Jake. Amy Hallam yeni doğmuş bebeğin yanağını okşadıktan sonra onu beşiğinden aldı ve omzuna yerleştirdi. Bebeğin küçük kafasını öperken kokusunu içine çekti. „Annesi onu Lucy Teyzenin kapısına mı bırakmış? Zavallı kadının aklı başından gitmiş olsa gerek.“ “Belki de ama Lucy’nin ona iyi bakacağını biliyor olmalı. Bir de not bırakmış.“ Jake karısına bir kâğıt parçası uzattı ve okuyabilmesi için bebeği ondan aldı. Amy kâğıdı açtı. Bunu yazan kadının duygu karmaşasını ve korkusunu hissedebiliyordu. “Sen iyi misin?“ dedi Jake elini ona uzatarak. “İyiyim,“ dedi kadın. Ağzı kupkuru olmuştu. Okumadan önce oturdu. “Sevgili Lucy Teyze, Daha önce bana da baktın. Şimdi senden başka güvenecek kimsem olmadığı için bebeğime de bakmanı istiyorum.


26 Eylül’de doğdu. Adı yok. Adını bilmezsem ona ihanet ediyor olmam diye düşündüm. Doğum kaydı da yapılmadı. Sana yalvarıyorum ve sana güveniyorum, lütfen onu otoritelere bildirme ve bana ulaşmaya çalışma. Bu ona ilgiyi çekmek demek olur ve onu tehlikeye atar. Onu alacak ve iyi bir hayat verecek iyi insanlar bulana kadar kullanman içi bütün paramı da bırakıyorum. Onu seviyorum ama o benim yanımda güvende olmaz. K.“ Amy gözlerini kırpıştırdı. Kendi oğlunu kucağına alıp onu ne kadar sevdiğini söylemek istedi. Ama yerine hiç bir şey söylemeden uzanıp kocasının elini tuttu. “Paranoya, ev içi şiddet?“ diye sordu adam. “Bilmiyorum ama bu kadın bir şeyden korkuyor. Sadece el yazısına bakmak bile yeterli.

Sorun her ne ise aklını kaybetmiş gibi. İstediği şeyin imkânsız olduğunu biliyor olmalı. Bunun çocuk yasalarına aykırı olduğunu da. Ama tek düşünebildiği bebeği saklamak.“ “Bunu uzun süre yapamayız.“ “Hayır, tabi ki hayır. Gereksiz riskler almaya hazır değilim. Bir kaç hafta hiç bir şeyi değiştirmez.“ “Sosyal hizmetlerin olayı böyle göreceğinden hiç de emin değilim.“ “Belki de ama eğer onu bulabilirsek…“ “O çocuğunu kendine göre güvenli bir yere bıraktı Amy. Herhalde aralarına elinden geldiğince fazla mesafe koyacaktır.“ “Emin olana kadar değil. Bebeğin güvende olduğundan emin olana kadar yakınlarda kalacaktır.“ “Bunun nasıl bir yararı olur ki? Onun neye benzediğini bile bilmiyoruz.“ Amy kaşlarını çattı.

„Belki de buna gerek bile yok. Bütün parasını Lucy’ye bırakmış. Zayıf olacak, aç ve kötü durumda. Lucy’nin kulübesinin çevresini araştırmalıyız Jake. Kaybedecek zamanımız yok.“ BİRİNCİ BÖLÜM “Keşke nedenler de böğürtlenler kadar verimli olsaydı.” William Shakspeare Eylül sonu için bir hayli bir sıcak hava vardı. Güneşli ve bulutsuz günde yazın bitmiş olduğunun tek habercisi böğürtlenlerdi. Kay alnındaki teri sildi ve geniş güneş şapkasını bir yelpaze gibi salladı ve ağır ağır çalılık boyunca yürüdü. Atladığı böğürtlen var mı diye bakıyordu. Dar yolun karşı kıyısındaki duvardan sarkan üstü meyve yüklü böğürtlen çalılarını görmezden geldi. “Haydi Polly. Bu kadarı yeter.” Dedi. “Yeterince topladın mı?” diye sordu kızı.

Topladıkları miktara şüphe ile bakıyordu. “Daha fazlası yok. Korkarım bu seneki turtalar böğürtlenden çok elmalı yapılacak.” Polly küçük yüzünü buruşturdu. ”Ama orada bir yığın böğürtlen var.” Duvarın tepesini işaret ediyordu. “Biliyorum böceğim ama onlara ulaşamıyorum.” “Diğer taraftan indirebilirsin. Neden kapıdan geçmiyorsun? Orada kimse oturmuyor. Birisi satılık levhası koymuş.” Altı yaşında olduğunuz zaman hayat ne kadar basit oluyordu. Ama Polly’nin haklı olduğu bir konu vardı. Linden Lodge onun Yukarı Haughton’da yaşadığı süre boyunca hep boş kalmıştı. Yatak odası penceresinden yüksek duvarlar arkasında kalan yabani bahçeyi az da olsa görebiliyordu. Güller yabanileşmişti.

Bahçedeki meyve ağaçlarının mahsulü yıllardır toplanmıyor ve bahçeye dökülüp çürüyüp gidiyordu. Bir peri masalından çıkmış gizli bir bahçe gibiydi. Doğru insanın gelip hayata döndürmesini bekler gibi. Ama bunun bir öpüşten daha fazlasını gerektireceği kesindi. Annesi cevap vermeyince Polly altı yaşındaki çocukların inatçılığıyla “Ama onlar hasat yemeği için…” “Ne?” Polly içini çekti. “Böğürtlenler tabi ki… Köydeki herkesin bir şeyler vermesi gerekiyor.” “Ah evet.” Plan buydu. Hasat zamanı yapılan kutlama yemeğine köydeki herkes katkıda bulunurdu. Bu onları köyün geçmişine bağlayan bir kaderdi. Kapıyı denemek konusundaki isteksizliğinin saçma olduğunu o da biliyordu. Eğer o toplamazsa meyveler çürüyüp gidecekti. Bu da gereksiz bir ziyandı. “Kapılarına teşekkür notu yazabilirsin.” Kay kendini gülümserken buldu.

“Teşekkür notu mu? Kime?” “Evi kim alırsa ona. Ben de turtaların resmini yaparım, böylece böğürtlenlerin ziyan olmadığını görüp mutlu olurlar.” Ufaklık annesini inatçı bir şekilde bahçe kapısına doğru çekiştiriyordu. “Kilitlidir.” Dedi genç kadın. Tabi ki kilitli olacaktı. Mantıklı düşününce doğru olanı yapıyordu ama yine de bahçe kapısının tokmağına dokunduğu anda kendini birden izinsizce haneye tecavüz ediyormuş gibi hissetti. Ama tabi bu sadece vicdanın sesi olabilirdi. Hızla çarpan kalbinin sesi dışında bahçede sadece arıların ve kuşların sesi vardı. Bahçede birbirinden güzel ve seçkin çiçek çeşitleri yabanileşmeye yüz tutmuştu. Bir bahçıvan olarak birisinin harcadığı büyük emeğin bozulmaya terk edilmiş olduğunu görmek içini acıttı. Ve merakı onu bahçe kapısının itip içeri bir göz atmaya itti. Dominic Ravenscar sırtını çalışma odasına döndü ve ihmal edilmiş bahçeye baktı. İşte bu nefret ettiği ve altı yıldır kaçtığı andı. Sara’nın bahçesini ilk kez görmek.

Ama ne kadar hızla koşarsa koşsun, kötü ruhlar onu rahat bırakmamış ve sonunda hiçbir yerin acısından saklanacak kadar uzak olmadığını anlamıştı. Bu Fransız penceresinden son baktığında bahar sonuydu. Meyve ağaçları çiçek açmıştı, sarı ve kırmızı laleler çiçek vermeye başlamışlardı. Sara’da yarattıkları yeni hayatın etkisiyle çiçek açıyordu. Bir kaç haftayı daha sapa sağlam geçirene ve emin olana kadar bu mutlu haberi kendilerine saklamayı tercih etmişlerdi. Ve genç adam bu çifte trajediyi de kendine saklamak zorunda kalmıştı. Genç kadının ölümünden sonra artık bu mutluluğu birileriyle paylaşmak için çok geçti. Ve ailenin ve dostlarının acısını çoğaltmanın da kimseye bir yararı olmazdı. Bu boşluğu sadece kendisine saklaması uygun düşerdi. Genç kadının ektiği sarmaşık bir gül Fransız penceresinin çevresini sarmıştı. Ve sanki genç adamı o ana odaklanmaya zorlar gibiydi. Yabanileşen tek şey de o değildi. Sara’nın ilgisi ve sevgisi olmadan doğa elini çabuk tutmuş ve hâkimiyeti ele geçirmişti. Evin her tarafını otlar ve yabani bitkiler sarmıştı. Taş merdivenlerin kırıklarının arasında da otlar fışkırmıştı.

Genç adam başını cama yasladı ve gözlerini kapatıp bahçeyi ve her şeyi aklından çıkarmaya çalıştı. Ama zihni onu rahat bırakacak gibi değildi. Bu evi almasının nedeni genç kadının bu bahçeye âşık olmasıydı. Burasının çocuklarının oynaması için güvenli bir yer olduğunu söylerdi. Eski moda bir İngiliz bahçesi yaratmak konusunda çok hevesliydi. Şimdi onu güneşe ve yağmura rağmen bahçede çalışırken hayal edebiliyordu. Ektiği meyve ağaçlarının arasında dolaşırken de… Karanlıkta bile acıdan kaçmak diye bir şey mümkün değildi. Gözlerini açtı. Ve gözlerini açtığında yine onu gördü. “Sara…” Dudaklarını kıpırdatsa da hiçbir ses çıkmamıştı. Sonra hızla kapıya koştu. Ona ulaşmak için umutsuzluk içinde çırpınıyordu. Ama kapı açılmıyordu. Kilitli olduğunu fark etti. Anahtarlar mutfak masasının üstündeydi, bıraktığı yerde.

Oraya ulaşamazdı çünkü yerinden kıpırdamaya cesareti yoktu. Eğer gözlerini onun üstünden ayıracak olursa kaybolmasından korkuyordu. Deli gibi camı yumruklamaya başladı. Onun dönüp kendisine bakmasını istiyordu. Eğer dönüp o da kendisini görürse her şey çok iyi olacaktı sanki… Bakmasını istiyordu. “Sara!” “Dom iyi misin?” Bir an dönüp baktı. Kafasını tekrar çevirdiğinde gitmişti işte. “Dom.?” Başlangıçta bu sürekli oluyordu. Baktığı her yerde onu görüyordu sanki. Ve bu duygu ona kendini çok kötü ve boş hissettiriyordu. “İyiyim Greg,” dedi. Sara’nın ölümünden sonra bu yüz ifadesine o kadar çok alışmıştı ki. Gitmesinin ve sürekli hareket halinde olup yabancıların arasında yaşamayı seçmesinin en önemli nedeni de buydu. Greg’in aklını kaçırmış gibi bakmaktan vazgeçmesini ve onu rahat bırakmasını istiyordu.

Ama bu adam onun sadece avukatı değildi. Sara’ya ölüm onları ayırana kadar ondan ayrılmayacağını söz verirken yanında duran sadık dostuydu. Anlamsız kelimelerdi bunlar… o kadar gençtiler ki. Ve o kadar âşık. Sonsuza dek yaşayacaklardı. “Sağ ol, Greg,” dedi. Arkadaşının ona yardım etmeye çalıştığını ama bunu nasıl yapacağını bilemediğini görebiliyordu. “Ben sana haber vereyim mi?” “Tabi ki. Burada iyi olacağından emin misin sen?” dedi Greg çevresine bakınarak. “Eğer bana önceden haber verseydin burayı yoluna koyacak birini ayarlayabilirdim. Öyle görünüyor ki ayda bir gelmesi için görevlendirdiğin kişiler pek de bir şey yapmamışlar.” “Ben de onlara bunun için para ödüyorum ya…” Onlara hiçbir şeyi yerinden oynatmamalarını söylemişti. “Su ve elektrik var. Cep telefonu da… Tek ihtiyacım bu…” “Peki ya ulaşım?” “Hiçbir yere gidecek değilim.” “Tamam,” dedi Greg bir süre tereddüt ettikten sonra.

“ O zaman ben gideyim. Tabi eminsen… Yani şu alış veriş torbasında temel ihtiyaçlar var.” “Endişelenme. Altı yıldır vücudumu ve ruhumu bir arada tutmayı başardım. Açlıktan ölecek değilim ya…” Greg sanki bir şey söylemek istermiş gibi bakıyordu ama hiçbir şey demedi. Hiçbir şey söylemesine gerek yoktu. Genç adam dönüp bir kez daha bahçeye baktı. Kalbi yerinden oynadı. İşte oradaydı yine. Sanki kaybettiği bir şeyi arar gibi. Uzun boylu, zayıftı ve üstünde eski püskü bir kot pantolon ve solmuş bir tişört vardı. Bu onun en sevdiği renkti. “Seni yarın ararım…” diye seslendi Greg kapıdan. “İşler için yardımcı konusunu konuşuruz.” “Aceleye gerek yok,” dedi Dom ama sanki kendinde değil gibiydi.

Genç kadının kafasını kaldırıp ona bakmasını istiyordu. Aynı anda küçük bir kız çalıların arasından elinde papatyalardan yapılmış bir taçla çıktı. Sara tacı küçük kızın başına yerleştirince çocuk bir prensese benzemişti. Onun güldüğünden emindi. Bir de yüzünü görebileydi. “Aceleye gerek yok.” Dedi bir kez daha. Genç kadın arka cebinden çıkardığı bir bahçe makasıyla ayrık otlarını kesmeye koyulmuştu. “O kadar çok vaktim var ki…” Sonra genç kadının elinde eldiven olmadığını gördü. Ona bir çift almıştı, ama her zamanki sakar kolayca yırtmayı başarmıştı. O sırada eline bir diken batmış olsa gerekti. “Ah hayır…” Dikeni elinden çıkardı ve parmağını ağzına sokup hafifçe emdi. Sanki tarih kendini tekrar etmeye başlamıştı. “Sara…” “Tanrım Kay, çok iyi iş başarmışsın…” Amy Hallam içinde biraz böğürtlen olan kâseyi mutfak masasının üstüne bıraktı. “Yardımcı olabileceğimi sanıyordum ama bizde de yeterince meyve yok.

Keçiler her şeyi anında yok ediyor.” Kay meyveleri duruladı ve sonra ocağın üstündeki tencereye attı. “Yine de düşündüğün için sağ ol. Bu sene turtaların sadece elmayla yapılmaması için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Linden Lodge’nin bahçesindeki meyveleri de topladım. Bunun sorumlusu da vaftiz kızınızdır…” “Bunun nesi kötü? Ziyan olmalarına izin vermek suç olurdu. Polly akıllı bir çocuk ve ben de ona inisiyatifini kullanmayı çok iyi şekilde öğretmişim demek ki…” “Ama bahçedeki kargalar senin kadar sakin değildi… Ve içeri girerken bahçe kapısının demirini kırdım… Kahve ister misin?” “Lütfen… Birini gönderip kapıyı tamir ettirmemi ister misin?” “Hayır, ben hallederim. Ben de bir tane yedek vardı sanırım.” “Orası nasıl bir yer?” “Neresi?” “Linden Lodge.” Tabi ki onun nereden bahsettiğini çok iyi biliyordu. Bu konuda konuşmak istediğinden pek emin değildi. “O yüksek duvarların arkası pek gizemli duruyor.” Dedi Amy. “Biraz yabanileşmiş o kadar,” dedi Kay. “Polly kendine bir papatya tacı yaparken ben de çalılıkları düzelttim.

Sonra birden ortadan kayboldu ve ben sandım ki…” O anı hatırlamak bile istemiyordu. Polly ona cevap vermeyince ve bahçe kapısını açık görünce aklından bin türlü düşünce geçmişti. “Çalıları mı düzelttin?” “Ne? Ah evet. Bir şeftaliyi rahatsız ediyorlardı. Zavallı şey…” genç kadın kahve makinesine kahve koydu. “Kıs kıs gülmeyi kes Amy…” “Ben mi kıs kıs gülmek mi?” “O zaman gülümsemeyi kes. Tamam, bunun hastalıklı bir davranış olduğunu biliyorum ama hiçbir şeyin acı çektiğini görmeye dayanamıyorum.” Genç kadın durdu ve bir çift kahve fincanı aldı. Açıklamasına gerek olmadığını biliyordu. Amy’nin hiçbir zaman açıklamaya ihtiyacı yoktu. O sanki hep bilir gibiydi. „Her neyse…” dedi. “Posta kutusuna bir mektup bırakacağım, durumu açıklamak için…” “Yani şeftali ağacını kurtarmak için çalılıkları budadığına dair mi?” “Hayır, böğürtlenleri topladığıma dair. İyi bir sebepten…” “O evde bunu önemseyecek hiçbir şey yok, hayaletlerin de açıklamaya ihtiyacı olduğunu sanmıyorum Kay.” Genç kadın şaşkın bir şekilde dönüp ona baktı.

“Hayalet mi?” “Hissetmedin mi? O bahçenin yakınından geçerken hep tuhaf bir ürküntü duyarım.” “Hayır, bence ürkütücü değildi sadece üzücüydü.” “Belki de benim söylemeye çalıştığım da buydu.” Kay hiç de böyle düşünmüyordu. Orada hayalet olduğunu hissetmemişti. Ama Amy’nin pek çok insanın göremediği şeyleri hissetmek konusunda yetenekli olduğunu herkes bilirdi. “Cuma günü satılık levhası asmışlar. Bunu biliyor muydun?” dedi konuyu değiştirmek için. Üzüntü dışında pek bir şey hissetmemişti. Ama yine de tüyleri diken diken olmuştu. Kapıyı tamir etmek için oraya geri gitmesi gerekecekti. “Satılığa çıktığını duydum. Çok yazık.” “Orada yaşayan insanları tanır mıydın?” “Ravenscar’ları mı? Pek sayılmaz. Köy toplantılarında falan karşılaşırdık tabi.

Yardım kermeslerinde falan.Ama ben hep çocuklarla meşguldüm.O sene Mark dünyaya gelmişti ve ben de hala işimi kurmaya çalışıyordum.Onlar bizden daha gençtiler,ve sadece birkaç yıllık evli oldukları için herkesten çok birbirleri ile meşguldüler.Ama yine de hasat yemeğine gelmişlerdi.Sara Ravenscar’ın köyün bu şekilde bir araya gelmesinden ne kadar etkilendiğini hatırlıyorum.Bence senin böğürtlenleri toplamanı kesinlikle onaylardı.” Amy bir an durdu ve sonra “Ölümü tam bir trajediydi…” dedi. “Onun tetanozdan öldüğünü duydum. Doğru mu bu?” “Şey sanırım bazı komplikasyonlar olmuştu ama bu zamanda buna inanmak zor. Öyle görünüyor ki anne ve babası aşı olayına pek inanmıyorlarmış ve pek çok hevesli bahçıvan gibi oda eldiven giymekten pek hoşlanmazmış. O öldükten sonra Dominic çok uzaklara gitti. Onun bir tür yardım programında çalıştığını duymuştum.” “Evi satmadığına şaşırdım. Yani boş bırakmak yerine… Kim satın alırsa çok uğraşması gerekecek.

Sadece bahçe değil her yer dökülüyor.” “Belki de çok kısa süre içinde elden çıkarmaya dayanamamıştır. Ve tabi buraya gelmek de çok zor geldiği için evi kapatmıştır. O şimdi bir gramofon iğnesi gibi hiçbir yere hareket edecek durumda değil.” Kay hafifçe ürperdi. “Ama şimdi satışa çıkarmış. Bu da bir nevi hareket sayılır.” “Umarım öyledir.” “Şey neyse… Kapıyı yapmaya gittiğimde budadığım çalıları da toplarım. Belki de emlakçıyla görüşüp bahçeye bakılmasını isteyip istemediklerini kontrol edebilirim. Polly yazın tatildeyken işlerimi bir kenara bıraktım.” Amy sanki bir şey söylemek ister gibi baktı ama duraksayınca Kay kaşlarını kaldırdı. Amy “Sara Ravenscar’a ne olduğunu aklında tut ve eldiven giymeye dikkat et. O çiziklere bir şey sürdün mü?” “Çay ağacı yağı…” genç kadın eline dikenin battığı yere baktı “Eve gelir gelmez… Ayrıca aşılarımı da zamanında yaptırdım.” “İyi .

” Polly üstünde pijamalarıyla içeri girince Amy dönüp onu kucağına aldı. “Hey tatlım. Ben de seni görmek istiyordum. Annenden yarın ayrılabilecek misin?” Polly “Yarın mı?” diye sordu. “Bütün gün. Oğlanları denize götürüyoruz ve Mark senin de gelmeni çok istiyor.” “Ah… Harika… Ama anneme turta yaparken yardım etmeye söz verdim.” “Sanırım ben idare edebilirim,” dedi Kay. “Tabi Amy’de idare edebilire… İdare edebileceğinden emin misin?” “Kesinlikle. Dört çocuk üç çocuktan iyidir. Jake George ve James ile macera peşine düşerken ben de ufakları kaya havuzunda oynatabilirim.” Amy sessiz bir şekilde her zamanki mesajını tekrar etmişti. Polly’yi bazen yalnız bırakmasını ve bu kadar koruyucu olmaması gerektiğini hep söylerdi. “O zaman bu durumda nasıl karşı çıkabilirim? Umarım hepiniz iyi bir gün geçirirsiniz.” “Amy, ne kadar böğürtlen topladığımızı gördün mü?” diye sordu Polly.

“Ve ben de bir papatya tacı yaptım.” “Şaka yapıyor olmalısın!” “Hayır gerçekten. Gel de bak.” “Hemen dönerim.” Kay kahve makinesini kapattı ve “Sakın seni bir hikâye daha anlatmaya ikna etmesine izin verme…” dedi. “Kendi çocuklarını da yatırman gerek.” “Evet, ama onların hepsi erkek. Onlar peri hikâyelerini sevmiyorlar. Ya da papatya taçlarını. Üstelik bu akşam b

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir