Luo Kuangpin, Yang Yiyen – Kızıl Kayalar

Japonya’ya Karşı Zafer Anıtı kalın bir sis tabakasına bürünmüştü. Yangze ve Çialing ırmaklarının birleştiği dağ başında kurulmuş olan şehrin üstü, kara ve yoğun bulutlarla örtülüydü. Kapalı bir havayla başlamıştı yeni yılın ilk günü. Bu sıkıntılı havaya rağmen caddeler insanla doluydu. “Gazeteci, gazeteci! Merkez gazetesi! Barış !” Sisler arasında yalınayak koşan gazeteci avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Yazıyor, 1948’de Çin’in durumunun ne olacağını yazıyor. Amerikan atom denemesini yazıyor. Üçüncü dünya savaşının çıkacağını yazıyor … ” Sonra ansızın yeni bir haber: “Polis emri: Havai fişek patlatmak kesinlikle yasak!” İnsan seli arasında ilerleyen bir delikanlı, “havai fişek” sözü üzerine elinde olmaksızın çevresine bakındı. Ama gezeteci çocuk kaybolmuştu, uzaklardan hafif sesi duyuluyordu sadece. “En yeni mahalli haberler! Bir memurun başına gelenler! Bütün bir ailenin zehirlendiğini yazıyor … Uzun veda mektubu … ” Acele adımlarla yoluna devam eden güçlü kuvvetli delikanlının adı Yü Sin-ciang’dı. Bugün iş elbisesini temiz, mavi, pamuklu bir elbiseyle değiştirmişti. Kömür karası kaşlarının altındaki gözlerinden çevresinde olup biten hiçbir şey kaçmıyordu.


Yirmisini henüz geçmiş olmasına rağmen yüz ifadesi son derece ciddiydi. Yaşıılarının çoğundan daha akıllı ve bilgili bir görünüşe sahipti. Gazete haberlerini duyduktan sonra kaşlarını çatarak adımlarını hızlandırdı. Sıcaktan ceketinin kollarını kıvırmış, güçlü kolları ve nasırlı elleri ortaya çıkmıştı. Arkalarında kara bir duman bulutu bırakarak ilerleyen bir dizi otobüsün geçmesini bekledi. Mazotlu eski motorların kulakları sağır eden gürültüsü, avazları çıktığı kadar bağırarak adi Amerikan mal7 larını satan seyyar satıcıların sesleri, iki tekerlekli çekçek sürücülerinin haykırışiarı ve kalabalığın uğultusu · ana baba gününe döndürrnüştü bugün caddeleri. Yü Sin-ciang’ın acelesi vardı. Fakat rengarenk kaynaşan caddeler boyuna dikkatini çekiyordu. Caddenin iki yanında yükselen binalar, dükkanlar, bankalar, lokantalar, dansingler, işçi bulma büroları ve haraç mezat satışın alabildiğine yürüdüğü mağazalar, üzerlerinde “Yeni Yılınız Kutlu Olsun”, “Yeni Yıl Mutluluk ve Uğur Getirsin” gibi bayram tebrikleri yazılı rengarenk şeritler ve kağıt fenerlerle süslenmişlerdi. Hayalgücü kuvvetli bir dükkan sah!bi ise daha orijinal bir şey düşünmüştü. Yüksek bir binanın damından kırmızı veya yeşil ipek şeritler yerine, gıcır gıcır on bin yuanlık banknotlardan oluşan renkli, uzun kağıt şeritler sarkıyordu. Henüz piyasaya yeni çıkmış yüz binlikler de vardı on biniikierin arasında. Belki de milyonluk banknotların habercileriydi bunlar. Herhalde kağıt paraların renkli kurdelelerden daha ucuza mal olduğunu hesaplamış olmalıydı dükkan sahibi. Ne yazık ki, yüz binlikler küçük kardeşlerinden ne daha büyüktüler, ne de daha güzel basılmışlardı. Tersine, soluk renkleriyle diğerlerinden daha az göze çarpıyorlardı. Guomindang paraları en ufak bir esintide hışırdayarak uçuşuyorlardı havada. Anlaşılan bu oyuna gıcık olan çıkmamıştı. Yoksa yüksek makamlar havai fişekler gibi bunları da yasaklarlardı.

Yü Sin-ciang, üzerinde “Sermayesine” ve “Yan Fiyatına” yazan çığırtkan reklam afişlerinin önünden kafasını saliayarak geçti. Vitrinlerdeki hemen hemen bütün fiyatların arkasına, kısa bir zaman önce yeni bir sıfır daha eklendiğini herkes biliyordu. Bu afişler, iflasın eşiğine gelenlerin umutsuz mücadelesini örtbas etmeye çalışan bir maskeden başka bir şey değildi. Uzun uzun çalan korna sesleri geçenleri ürküterek, izmarit toplayan bir sürü aylak çocuğu dağıttı. Tepedeki anıt üzerinde bir hoparlörden esrarlı bir kadın sesi şarkı söylüyordu. Peşinde bir sürü kuyruklu özel araba olduğu halde, caddenin tam ortasından son süratle geçen beyaz bir polis arabası Yü’nün dikkatini çekti. Arabalar, Amerikan bayrağı ve “Amerikan İstihbarat Teşkilatı “nın 8 ilk bakışta göze çarpan işaretini taşıyorlardı. Ağır silahlı polis arabası “Zafer” Oteli’ne giden yolu açıyordu. Valilik, müttefikler için bir yeni yıl balosu düzenlemişti orada. Yü Sin-ciang kaşlarını çatarak yanından hızla geçen arabalara baktı. Arabanın penceresinde, çalıştığı silah fabrikasına her zaman gidip gelen Amerikalıyı görür gibi oldu. Birisi, son arabanın kuyruğu na “Amerika Çin’den defol !” sloganını yapıştırmıştı. Yü, araba konvoyuna nefret dolu bir bakış attıktan sonra, caddenin karşı tarafına geçerek yoluna devam etti. İzlenmediğinden emin olmak için birkaç köşe başını döndükten sonra, nihayet Seçuan Bankası nın blok evlerinin bulunduğu sokağa geldi. Blok evlerin bulunduğu mahalle şehrin kıyısındaydı.

İki yanı ağaçlarla çevrili cadde, yeni yıl şenliklerine rağmen bomboştu. Zile bastı. Az sonra siyah kapı açıldı. Ev sahibi orta yaşlı bir adamdı. Avnıpai, lacivert bir elbise giymişti. Omzuna bir palto almıştı. Yü Sin-ciang’ı görünce belli belirsiz başını salladı ve içeri girmesi için yol verdi. Kapıyı kilitlerneden önce alışkanlıkla caddeye bir göz attı. Anormal şartlar altında bir hayat sürdüğü belliydi. Konuğun buyur edildiği küçücük salon titizlikle döşenmişti ve derli topluydu. Yuvarlak bir sehpanın üstündeki yeni yılda adet olan erik çiçeklerinden güzel bir koku yayılıyordu ortalığa. Renkli tebrik kartları ve dolu şekerlikler bayram havasını daha da belirginleştiriyordu. Duvardaki katlanır resimlere Sü De-hung’dan yeni bir at resmi eklenmişti. Mangalda yanan odun kömürlerinden tatlı bir sıcaklık yayılıyordu odaya. Yü Sin-ciang işçilerin yoksul gecekondularındaki gibi rahat edemiyordu burada.

Ama bu çevreden pek etkilendiği de yoktu. Mücadele zordu elbette. Beyaz terör şartlarında başka türlü olmuyordu. Kendini ve örgütü güvenlik altına almak için, ev sahibinin böyle bir hayat tarzının ardına gizlenmesi zorunluydu. Yü Sin-ciang oldukça yeni bir kanepeye oturdu. “Beni Sü yoldaş gönderdi” dedi. “Tahmin etmiştim zaten, dün ırmağın karşı yakasındaki yangını gördü’m … ” Ev sahibinin adı Fu Çi-kao’ydu. Pallosunu askıya astı. Hem konuşuyor, hem de çay hazırlıyordu. Yü’ye çay fincanını uzatırken gözlerinin içine kaygıyla baktı. 9 ·”Bütün gece hiç uyumadın herhalde. Nasıl çıktı bu yangın?” diye sordu. Fu Çi-kao semt komitesi üyesiydi ve Partinin iktisadi işlerinden sorumluydu. Fabrikadaki durum hakkında uzun uzun bilgi aldı. Yü Sin-ciang için anlatılması güç olan da buydu ya zaten.

GökyüzünCı kızıla boyay.an ve yoksul evlerini çabucak yutuveren obur alevler, yeniden gözlerinin önünde canlanmıştı. Hemen cevap vermeyerek büyük yudumlarla çayını içti. Fu her şeye karşı hazırlıklı gibiydi. Tereddütsüz konuşmaya başladı: “Merak etme, işçilere yardım için bir yol buluruz elbet. Sü yoldaş ne diyor? Ne kadar lazım?” Bir an sustuktan sonra yine sordu: “Gazeteyi okudun mu? Yangın, sözde işçilerin dikkatsizliğinden çıkmış.” Merkez gazetesinin bir nüshasını Yü’ye uzatarak küçük başlıklı bir haberi gösterdi: “Öyle sanıyorum ki, bir bit yeniği var bunun altında, sen ne dersin?” Yü Sin-ciang’ın heyecanı gözlerinden okunuyordu. Ansızın ayağa fırlayarak yüksek sesle: “Ne dikkatsizliği! Casuslar çıkardı yangını! Kendi gözlerimle gördüm” diye bağırdı. Yangın yerine nasıl koştuğunu, orada, aralarında top atölyesinin grup sekreteri Siao ustanın ve daha birçok yoldaşının bulunduğu kalabalığın arasına nasıl karıştığını yeniden hatırladı. Kundakçılar elleri kolları bağlı olarak oraya getirilmişlerdi. İşçiler bunların ana fabrikadan gönderilmiş ajanlar olduklarını öğrenmişlerdi. O iki adamı şimdi bile karşısında görür gibi oluyordu. “Yakalanır yakalanmaz Güneybatı Yönetim Bürosu 2. Şubesi’nin emriyle kundakladıklarını itiraf ettiler” dedi. Fu birden irkildi: “Ama bunlar Ordu Bürosu’ndan!” Yü heyecanlı olduğu için Fu Çi-kao’nun sözlerine dikkat etmemişti.

Sert bir sesle: “Onları elimize geçireceğiz, tam tazminat isteyeceğiz” diye kesip attı. Yangından çok önce bütün kısımlarda şüpheli işaretler göze çarpmıştı. Önce inzibatlar fabrika sahasında arzı endam etmişler ve 10 işçileri fazla mesaiye zorlamışlardı. Sonra fabrikanın genişletileceği bahanesiyle, işçi evlerinin bulunduğu alan da fabrikaya ait ilan edildi. Bunun üzerine işçiler barakalarını yıkıp başka yerlere taşınmak zorunda kaldılar. Dünkü yangın bu baskı kampanyasının zirvesiydi ve mücadeleyi önemli ölçüde keskinleştireceği muhakkaktı. Bugün fabrikanın bütün kısımlarından işçiler top atölyesinde toplanacaklardı. İşçilerin kararı şuydu: Fabrika yöneticileri yan çizseler bile, fabrikanın genişletilmesi için öngörülen malzeme yangın yerine taşınacak ve yeni işçi barakaları yapılacaktı. Yoksa onlara soluk aldırma y acaklardı. Yü Sin-ciang hırsla sehpaya vurdu. Vazodaki erik dallarından çiçekler dökülmeye başladı. Heyecanı Fu Çi-kao’ya da geçmişti. Bankada çalıştığı için kitle hareketlerine pek katılamamasma rağmen, siyasi durum hakkında bilgi sahibiydi. “Elbette ! Çan Kay-şek’in cephanesinin yüzde sekseni Çungking’den gidiyor. Amerikan cephanesi tükenince burayı sıkıştırmak zorundalar” dedi.

“Her ne olursa olsun, Çungkingli işçiler Çan Kay-şek ve onun iç savaşı için ellerini kirletmeyecekler” diye karşılık verdi Yü. Yü Sin-ciang, fabrikanın genişletilmesine ve işçi evlerinin yıkılmasına karşı verilen mücadelenin ne kadar önemli olduğunu çok iyi biliyordu. “Sü yoldaş, kundakçıları halk önünde teşhir etmemizi ve herkesi yardıma çağırmamızı tembih etti. Ayrıca, tazminat alıncaya kadar, yangından zarar görenler için şehrin bütün işyerlerinde yardım kampanyaları açacağız.” “Ben de o zamana kadar … ” diyerek Yü Sin-ciang’ın sözünü kesti Fu. Evet, birkaç yüz işçinin bakımını sağlaması gerekiyordu. Partiyi maddi yönden desteklemek onun görevlerindendi. Yü Sin-ciang başıyla tasdik ettikten sonra gerekli olan para miktarını bildirdi. “Sü yoldaş bu parayı ileride bağış hesabından geri alacağını söyledi” dedi. “Orası kolay, yarın parayı alabilirsin.” Daha yeni yılın başıydı ve nakit para kıt olmasına rağmen zorluklardan hiç söz etmiyordu Fu. “Eğer yetişmezse daha fazla bulmaya çalışırım” diye öneride bulundu üstelik. ll Fu, işçinin bitkin bir durumda olduğunu sezdiğinden, “Gitmeden önce biraz dinlen ve bir şeyler ye” diye diretti. Sonra saatine bakarak ekledi: “Karım alışverişe çıktı. Neredeyse döner.

Biz kendimiz bir şeyler pişirelim. Hizmetçi de köydeki akrabalarına bayram ziyaretine gitti.” Yü Sin-ciang’ı artık fazlası ilgilendirmiyordu. Çok konuşmayı sevmezdi. Çalışmanın dışında hiçbir şeyle fazla ilgilendiği yoktu. Hatta çoğu zaman yemek yemeyi bile unutuyordu. Hiç kendine dikkat etmediğinden yakınıp dururdu anası. Sü de bu konuda onu eleştirmişti. Fakat bu alışkanlığından bir türlü vazgeçemiyordu işte. Şu anda da en az düşündüğü şey yemek ve uyumaktı. “Bir şey daha var” diyerek birdenbire Fu Çi-kao’ya döndü: “Sü yoldaş bu semtte gizli bir buluşma yeri hazırlamak geriktiğini düşünüyor” dedi. Bu fikir, bu çevredeki işçi hareketlerinin gelişmesi sonucu ortaya çıkmıştı. Sü’nün niyeti, bu yeri diğer semt çalışmalarından ayrı tutmaktı. Şimdiye kadar bu görevi kime vereceğine bir türlü karar verememişti. Yü, Sü yoldaşın düşüncelerini hatıriayarak Fu Çi-kao’ya döndü: “Bu buluşma yerinin temin edilmesi, kitle çalışmasının dışında gerçekleşmeli.

Bu yüzden Sü yoldaş seni düşündü. Kabul edip etmeyeceğini soruyor.” “Gayet tabii. Zaten Çiang Çie bizi yakında terk edecek. O zaman öğrenci çalışmalarının da bir kısmını yürütürüm” diyerek gülümsedi Fu ve görevi itirazsız kabul etti. “Bu çevre bir kültür merkezidir. Bu yüzden bir kitapçı dükkanı fena fikir olmasa gerek. Para bulunur, sadece tezgahtar bulmak gerek.” “Sü yoldaş o mesel ey i halletti.” “Kim yapacak bu işi?” “Çen Sung-lin” diye açıkladı Yü, “Bir işçi. Benim iyi arkadaşımdır.” “Çok güzel. Ne zaman gelecek?” “Fabrikada olup bitenleri biliyorsun. Birkaç günden önce gelemez.” 12 Sü yoldaşın da bir kitapçı dükkanının gereğini düşündüğünü öğrenince, anlayışla gülümsedi Fu.

Yü, Sü yoldaşın, dükkanın küçük ve göze batmayacak şekilde olmasını ve ilerici kitapların satılmamasını tavsiye ettiğini açıkladı. “Biliyorum, biliyorum. Birkaç yıl önce de böyle bir buluşma yeri hazırlamıştım” diyerek başka bir konuya geçti Fu. “lleri’nin son sayısını okudun mu, Yü?” diye sorarak cebinden daktiloyla yazılmış, dürülmüş bir kırmızı kağıt çakırdı. Yü Sin-ciang gelmeden az önce Partinin gizli gazetesini titizlikle incelemişti. “Bak: ‘Şimdiki Durum ve Görevlerimiz’, Başkan Maa’nun çok esaslı bir yazısı. Çin devrimi artık bir dönüm noktasına gelmiş bulunuyor, zafer yakındır !” Fu üzerinde notlar olan bir kağıdı kenara koydu. “İki gündür, daha neler yapabileceğimizi düşünüyorum. Parti için ne yapsak azdır. Biliyor musun, geleceği düşündükçe … ” Zil çalındı. “Mutlaka karımdır” dedi Fu, “Seni çok beğeniyor, biliyor musun? Şiir yazan bir işçi hiç görmemiş şimdiye kadar. Senin Sinhua’ya yazdığın şiiri okudu ve çok hoşuna gitti.” Fu hemen kalkmak isteyen Yü Sin-ciang’a engel oldu: “Seni mutlaka görmek istiyor. Hem böyle soğuk bir havada aç karnma gitmek de olmaz. Bir şeyler yemelisin.

” Yü Sin-ciang’a kendi not ettiği kağıdı vererek Partinin yeni belgesi hakkında fikirlerini dile getirdiğini açıkladı. Bu yazının Partinin gizli organında yayımianmasını istiyordu. Yü’den okumasını rica etti. Zil birkaç kez daha çaldıktan sonra, paltasunu omzuna alarak kapıyı açmaya gitti. * Şaping Caddesi’nde açılan yeni kitapçı dükkanı küçük ve gösterişsizdi. Her türden kitap ve dergi satıyordu. Aynca müşterilerinin çoğunluğu çevrenin orta ve yüksekokul öğrencilerinden oluştuğundan, eski ders kitaplarının alım, satım ve sipariş işleriyle de uğraşıyordu. Tezgahtar, yuvarlak yüzlü, tıknaz ve olsa olsa on sekiz on dokuz yaşlarında bir gençti. Çen Sung-lin burada çalışmaya başladığından beri fabrikaya hiç uğramamıştı. Fabrikada hiç kimse onun kitap satıcılığı yaptığını bilmiyordu. Çocukluğundan-beri fabrikalardaki dev13 rimci hareketin içinde olduğundan, başlangıçta kendini çok yalnız hissetti. Şu anda silah fabrikasında olup bitenleri öğrenmeye can atıyordu. Ama buna imkan da göremiyordu. Keyfince soruşturmalarda bulunması doğru olmazdı. Ayrıca, burası acil durumlarda buluşma yeri olarak kararlaştırılmıştı.

Ne var ki Sü yoldaş, dükkan açıldığından beri bir kere bile uğramamıştı. Bu yüzden Çen kendini sanki gereksiz ve kenara atılmış bir eşya gibi hissediyordu. Dükkanın yönetimini hala bankada başmuhasiplik yapan Fu Çi-kao yürütüyordu. Bu alanda acemi olan Çen Sung-lin’e yardım etmek için sık sık uğruyordu. Daha önceden de dükkan işietmişti Fu. Söylediği her şeyi doğru ve yerinde bulan Çen, ona saygı ve güven duymaya başlamıştı. Çen, burada tanıdığı olmadığından, dükkanın kapalı olduğu pazartesi günleri Çungking Üniversitesi’ne gidiyordu. Fu Çi-kao ona Hua Ve adında bir üniversite öğrencisine verilmek üzere, Şanghay veya Hong-Kong’da basılmış bazı yayınlar veriyordu. Bugün günlerden yine pazartesiydi. Çen üstünü değiştirdi, HongKong gazetelerinden ikisini katiayarak paketiedi ve sonra kapıyı kilitleyerek dükkandan çıktı. Şaping Caddesi’ni geride bırakıp üniversiteye giden yola saparken, hastanenin karşısındaki köşe başında, gençlik kulübünün kapısına yapıştırılmış bir sürü afiş ilişti gözüne. Kapının üzerinde iki Guomindang bayrağı asılıydı. Kırmızı bir afiş, bilmem hangi profesörün “Öğrenim ve Devlet” konulu bir konuşma yapacağını ve arkasından da bir film gösterileceğini ilan ediyordu. Çen afişe şöyle bir göz attıktan sonra yoluna devam etti. Her zaman öğrencilerin kitap, elbise vb.

alım satım ilanlanyla dolu olan üniversite yolu üzerindeki duvarda, bugün de bir yığın afiş ve ilan asılıydı. Çen, silah fabrikası işçileri için bağış çağrısında bulunan afişleri hayretle okudu. ” Kardeşlerimizle Dayanışma İçin Yardımda Bulunun” yazılı bir afiş özellikle göze batıyordu. Ayrıca bir yazı, yangını ve gerçek nedenlerini bütün açıklığıyla teşhir etmekteydi. Bu afişin üstü gerici sözlerle karalanmıştı: ” Kahrolsun Kızıl Büyücüler”, “iftira!” Bunların yanında başka bir afiş asılıydı: “İç Savaşa Karşıyız!”, “Söz Özgürlüğü !stiyoruz!” Ve bunlara benzer daha bir yığın başka yazı ve afişler … 14 Bu yazılar, “Öğrenim ve Devlet” gibi palavralardan çok başkaydı. Çen diğer duvar gazetelerini de gözden geçirdi. Bazıları yırtılmış, üzerlerine kalın fırçayla, “Devlet başkanına hakaret ! Komünist propagandası !” vb. gibi yazılar yazılmıştı. Çen’i en çok zamkı hala kurumamış olan Kuyruklu Yıldız’ın bir nüshası etkiledi. Ne yazık ki, sadece başlığı ve başyazısının yarısı kalmıştı. Orada şunlar yazılıydı: “İç Savaşın Genişletilmesi Entrikalarına Karşı Çıkalım!” Çen, diğer üniversitelerde olduğu gibi Çungking Üniversitesi’nde de, yangından zarar gören işçiler için bir kampanya açıldığını duymuştu. Fakat bu kadar gelişmiş olabileceğini doğrusu hiç tahmin etmemişti. Yine göze batan bir ilan şöyle diyordu: Çungking Üniversitesi Öğrenci Birliği, yangın hakkında bir konuşma yapması için silahfabrikasından bir işçiyi davet etmiştir. Yer: Öğrenci Birliği Zaman: Pazartesi, Saat 9:00 Onun yanında başka bir ilan, başka bir toplantıya çağrı yapıyordu: Çungking Üniversitesi’nin Üç Halk ilkesi Gençlik Birliği, Profesör Hu Fang’dan “Öğrenim ve Devlet” konusunda bir konuşma yapmasını rica etmiştir. Yer : Şaping Gençlik Kulübü Zaman : Pazanesi, Saat 8:30 Konuşma sonunda renkli Hollywoodfilmi “Su Perisi” gösterilecektir.

Bunlardan başka daha bir sürü ufak tefek ilanlar vardı. Bunların arasında Hukuk Fakültesi Kantin Komisyonu, tespit edilen tarihe kadar paralar ödenınediği takdirde, yemek çıkarınama tehdidini savuruyordu. Uzaktan gürültüler geliyordu. Çen biraz daha yürüdükten sonra, “Ruhi Terbiye Sekreterliği”nin önündeki ağaçların altında toplanmış bulunan bir öğrenci grubuyla karşılaştı. İstemdışı bir şekilde adımlarını hızlandırdı ve heyecanlı öğrencilerin arasına karıştı. Anlaşılan öğrencilerin de çoğunun ne olup bittiğinden haberi yoktu. Bu arada sekreterliğin çevresi kalın bir insan duvarıyla çevrilmişti. Hua Ve de aralarındaydı. Fakat Çen onu yine hemen gözden kaybetti. ıs Ta ön sıralardan ince bir ses yükseldi: “… İşte bu yüzden soruyoruz: Öğrencilerin güvenliği garanti altında mıdır, değil midir?” Genç kızın sesi ona yabancı gelmiyordu. Ayaklarının ucunda yükselmesine rağmen konuşanın kim olduğunu göremedi. “Gürültüyü kesin ! Toplanmak yasak!” diye sakin ve sert çıkmaya çalışan bir ses ikazda bulundu. “Temsilciniz kimdir? Yalnız o konuşsun!” “Benim fakülte temsilcisi !” Bu, demin konuşan kızın sesiydi. “Hangi fakülte? Şebeke nurnaranı ver! Adın ne?” Genç kız sekreterlik amirinin bu sert sorularından hiç de öyle etkilenmişe benzemiyordu. Tersine açık bir sesle karşılık verdi: “Edebiyat Fakültesi, birinci sınıf, adım Çeng Yao.

” Çeng Yao ismini duyan Çen birden irkildi. Montaj fabrikasındaki kısım şefinin kız kardeşi değil miydi bu? Çen kıza daha önceleri sık sık rastlamıştı. Burada öğrenci olduğunu da biliyordu. Fakat zeki ve uyanık, küçük bir kız olarak hatırlıyordu onu. Hiç böyle konuştuğunu duymamıştı. “O bizim fakülte temsilcimizdir, bırakın konuşsun. Diğerleri sesini kessin!” Bu sırada kalabalık içinde bir yerden loşkırtıcı yuhlamalar duyuldu. “Kim yuh çekiyor? Haydi göster o pis suratını !” “Arkadaşlar, mesele şu … ” Sesler yavaş yavaş kesildi. Çeng Yao kendinden emin ve açık bir sesle devam etti: “Dün öğrenci temsilcilerinin bir toplantısı vardı. Biz bu toplantıda yangından zarar gören işçilere yardım konusunu tartışıyorduk. Fakat Ve Çi-po adında bir öğrenci ajan … ” “Dürüst kimselere çamur atma! Hani ispatı?” diye kalabalık arasından bir ses bağırdı. “Ya ordu istihbaratından ya da gizli polisten, onu herkes tanıyor!” diye sert bir şekilde karşılık verildi. “Sakin olun !” Sekreterlik amirinin soğuk sesi tekrar duyuldu: “Yalnız temsilci koauşacak. Böyle ciddi bir öğrenim yerinde elde yeterli delil olmadan isnatlarda bulunulamaz.” 16 “Delilim var tabii !” Çeng Yao’nun kafası kızmıştı.

“Ve Çi-po toplantıyı dağıtmaya kalkıştı. Bunda başarılı olamayınca, bu sabah kara liste tutarken enselendi. Bakın, işte kara liste burada! Ayrıca polis komiserliğinin gizli bir emrini de üzerinde bulduk!” Öğrenciler son derece heyecanlanmışlardı. Tekrar bağırmaya başladılar: “Ajanların ortalıkta cirit atınalarına izin vermeyelim! Nerede Ve Çi-po? Getirin boyunu görelim!” Bunu Çen’in hemen yanı başında duran, mavi önlüklü, uzun boylu bir öğrenci bağırmıştı. “Ve Çi-po sekreterliktedir. Üniversite yönetiminin onu ağır şekilde cezalandırmasını talep ediyoruz! Arkadaşlar, şimdi gizli emri ve isiınierin bulunduğu kara listeyi okuyorum. ” “Resmini çekin ki, herkes tanısın !” “Doğru !” “Herkesin önünde sorguya çekilmesini istiyoruz !” “Kabul! Hukuk Fakültesi sorguyu hazırlasın !” “Arkadaşlar, heyecanlanmayın, sakin olun! Biz Güneybatı Çin’de en yüksek öğrenim kurumu olarak herhangi bir kimseyi kanunsuz bir şekilde ne tutuklayabilir, ne de mahkum edebiliriz.” Sekreterlik amirinin soğuk fakat titrek sesi yine araya girmişti. “Sekreterlik amirine soruyoruz: Kara liste tutmak kanunsuz değil midir?” diye uzun boylu genç tekrar bağırdı. Çen onun heyecandan kızarmış yüzüne baktı. “Üniversitede ispiyonculuğa tahammülümüz yok bizim! Üniversite yönetiminden öğrenci ve doçentlerin güvenliği için teminat istiyoruz!” “Çok doğru !” “Evet!” O anda binanın arka penceresinden, birisi atlayarak kaçmaya başladı. Fakat öğrenciler bunu fark etmişlerdi. Hemen haykınşlar yükseldi: “Ve Çi-po kaçıyor!” “Ajanı serbest bıraktılar !” “Ama sekreterlik amiri yakasım elimizden kurtaramaz, onu tutalım!” “Tutun ! Peşini bırakmayın!” diye bağıran uzun boylu genç, ilk olarak kendisi ajanın peşinden koşmaya başladı. Çok hızlı koşuyordu. Az sonra kaçana yetişmişti bile.

Çen de diğerleriyle birlikte takibe katıldı. 17 Ajan bir köşeyi dönerek ormanın içinde kaybolmuştu. Uzun boylu genç de tam ormana girmek istiyordu ki, ansızın kafasını tutarak yere yığıldı. Bağrışmalar yine başladı. “Katiller, onu vurdular!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir