M. Cihat Akyol – Kontrgerilla

12 Eylül 1980 öncesi dönemde, yıllarca kamuoyunu meşgul eden ve üzerindeki perde kaldırılmadığı, hakkında kamuoyuna doğru bilgiler aktarılmadığı için bugün de önemini koruyan ve önce bir tartışma şeklinde başlayan “Kontr-gerilla Kampanyası” nın hikâyesi, diğer bir deyimle bu kampanya döneminin hatıraları kitabımızın konusu oluyor. Hatırlanacağı üzere, ülkemizde belirgin çizgileri ile 1973’lerde bir kontr-gerilla kampanyası başlatılmıştır. Bu kampanyanın başlangıcı toplumda kontr-gerilla kavramının genellikle bilinmediği bir döneme rastlar. Kampanya toplumun sol kesimini yönetenlerce başlatılmış, o tarihlerde muhalefette bulunan bir büyük siyasi parti, Cumhuriyet Halk Partisi, bir bölümü ile bu kampanyanın içinde olmuş, partinin başkanı ve bir kısım parlamenteri ile sola ve bu partiye yakınlıkları ile bilinen yazarlar ve bazı basın organları yüksek kademede bu kampanyayı yürütenler arasında yer almışlardır. Kampanyaya katılanların bir de bilinmeyen, karanlıkta kalan ve tahmin edilebilen bölümü var. Hemen ifade edelim ki, askeri sevk ve idarede ve askeri literatürde yer alan kontr-gerilla kavramı çağımızdaki harp türlerinden birisi sayılan Gayri Nizami Harbin (Gerilla Harbinin) karşı harekâtı anlamına geldiği halde, propaganda ve politikalarının desteklenmesi için bu kavram kampanyayı yürütenlerce saptırılmış olarak, yani kontr-gerillanın manası değiştirilmiş olarak kullanılmıştır. Meselâ, 12 Mart hükümetleri döneminde sıkıyönetim bölgelerinde kurulan sorgu merkezlerinde yapıldığı iddia edilen işkencelerin tertipçiliği Kotr-gerilla diye adlandırmıştır. Bu sorgu merkezlerinden İstanbul’daki merkez “Ziverbey Köşkü” bu sebeple meşhur olmuş ve belgelere geçmiştir. Bazı parlamenterler ve yazarlarca devletin İçişleri Bakanlığı bünyesindeki Sivil Savunma Teşkilâtının faaliyetine “Kontr-gerilla” denilmiştir. Bir yazarımıza göre de kontr-gerilla çeşitli ülkelerde belirli şekilde kurulan gizli örgütler için kullanılan bir addır. 1978’lerin Başbakanı Ecevit’in tarifi daha başkadır. [1] (Dizgi kolaylığı düşünülerek dipnotlar kitabın sonunda verilmiştir.). “Türkiye’de kontr-gerilla diye sözü edilen örgütün devlet içindeki bölümünün resmi adı özel harp dairesidir.” Tecrübeli bir general arkadaşım çok ciddi olarak bana demez mi ki: “Ben gerilla kursu gördüm.


Bu bakımdan kontr-gerilla sayılırım” Çok büyük rütbeli bir generalimiz basına verdikleri demeçte “Kontr-gerilla bazı faşist ülkelerinin benimsediği özel kuruluşlardır” demiştir. Türkiye’nin şansızlığı, yukarıda da ifade ettiğim gibi başlatılan kampanyanın gerilla harbi ve kontrgerillanın genellikle bilinmediği bir döneme rastlamasıdır. Önce basında, daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde yürütülen tartışmaya değişik niyetli, bilen bilmeyen herkes karışmış ve adeta kör döğüşü halinde sürdürülen bu tartışma, sonunda arap saçına dönmüştür. Kampanyanın hedefi açıkça ortaya çıkmasına rağmen, devlet uzun süre susmuş, yetkililer adeta kaçarcasına bu kampanyaya el atmamış, gerçek anlamda kontr-gerillanın bir devlet görevi olduğunu maalesef söylememişlerdir. Böylece önü açık tutulan bu kampanyanın devletten götürdükleri bir tarafa, kampanya boyunca işkence ve cinayet tertipçiliği ile tanımlanan kontr-gerillanın kurucusu olarak itham edildiğimi okurlarım hatırlayacaklardır. Bu suretle, tartışma sırasında konunun bir de şahsımla ilgili yönü oluşmuştur. Bu dönemde propaganda için yalan ve iftirayı kullanmak o derecelerde geçerli olmuştur ki, milletinin emrinde olarak, devlete 43 sene 10 ay hizmet etmiş bir görevli ve şerefli büyük Türk ordusuna unutulmaması gereken hizmetler vermiş bir Türk generali olan beni M. Cihat AKYOL’u T.B.M.M’nin yüce kürsüsünden CHP’li bir parlamenter 1977 seçimlerinde yaşanan acı olayların düzenleyicisi ve CIA ajanı olarak itham edebilmiştir. İddia sahipleri ile eşit şartlar içinde değildim. Yaptığım ilk basın toplantısında yalan, iftira ve kasıtlı adi bir oyun olarak nitelediğim bu isnatları cevaplandırdım. Ama bu yolla da sözlerim kamuoyuna tam ve doğru olarak yansımadı. İddialar mazideki görevlerimle ilgili olarak ortaya atıldığından, devletin kamuoyunu açıklığa kavuşturması için yetkililerin hepsine bir kaç kere başvurdum.

Maalesef devlet kendisi için konuşmadığı gibi, müracaatımın karşılığı olan bir görev anlayışıyla benim içinde konuşmuyordu. Genelkurmay Başkanımız değişmişti. Orgeneral Sayın Kenan Evren yenilediğim müracaatıma karşılık, kendi takdirleri içinde kamuoyuna açıklama yapmamakla beraber, bana bir cevap yazısı lütfettiler. [2] Şükran borçluyum. “Hakkınızda hiç bir esasa dayanmadığı herkes tarafından çok iyi bilinen ithamlar… ” diye başlayan Genelkurmay Başkanımızın yazısı, “Silahlı Kuvvetlerimizde uzun yıllar feragat ve başarı ile sürdürmüş olduğunuz hizmetleriniz, bu kabil iddia ve ithamlarla karalanamayacak kadar temiz ve şereflidir.” diye bitiyor. Bu yazıyı okuyunca iddia sahiplerinin yüzleri kızarmış olmalıdır. Aradan yıllar geçmesine, kampanya etkisini kaybetmekle durulmuş bir ortam içinde konunun anlaşılmış olacağı tahmin edilmesine rağmen bana rastlayan arkadaşlarım diyorlar ki, “Üzülmeyin, sizi herkes tanıyor. Bilirler ki bir şey yapılmışsa buna devlet emir vermiştir.” Kampanyanın benimle ilgili yanının yalan ve iftiradan ibaret olduğunu anlatmak durumundayım. Ama anlatamıyordum. Konunun bir de bu yanı sıkıcı ve üzücüydü. Tartışma sonucu oluşan arap saçını, yalnız gerçekleri kullanıp çözmeye çalışarak, kampanyanın iç yüzünü göstermek ve asıl amacını sergilemek, bu menfi uğraşın devletten neler götürdüğünü belirtmek, zarara uğramamak için nasıl hareket edilmeliydi hususunu vurgulamak ve böylece devlete bir hizmet daha vermek, bu meyanda hakkımızda ileri sürülen iddiaları zorunlu ve faydalı gördüğüm yerlerde bazı anılarımı da ekleyerek cevaplamak ve açıklığa kavuşturmak üzere bu kitabı yazmış bulunuyorum. Bu kitap aynı zamanda Türkiye’nin 11 Eylül 1980 gününe gelişinin sebeplerinden birini ve bir yönünü de aydınlatacak, dolayısıyla 12 Eylül’ün bir açıdan açıklaması olacaktır. Kitabımı yayma hazırladığım şu anda Cumhurbaşkanımız Sayın Kenan Evren’in 16 Temmuz 1984 tarihinde Gelibolu’da yaptıkları bir konuşmada “Vatan hainlerinin memleketi tekrar o günlere getirmemesi için 12 Eylül öncesi yaşanan günler unutulmamalıdır.

O günleri her yıl hatırlayıp çocuklarımıza da anlatalım.” şeklindeki direktiflerini şahsen yerine getirmiş olmaktan büyük bir huzur duyuyorum. Değerli okurlarımın yargılarıyla yukarıda sıraladığım amaçlara ulaşabilmek mutluluğumu çoğaltacaktır. Saygılarımla. Ankara, 29 Ekim 1985 M.Cihat Akyol GİRİŞ – TARTIŞMA BAŞLIYOR -Kontr-gerilla konusu iç politikada gündeme getiriliyor. -Atılan ilk yanlış adım. -Yapılmayan görev. Tartışmanın ne zaman ve nasıl başladığını tesbitle konuya girmek istiyorum. 19 Ekim 1978 tarihli Tercüman gazetesinde yayınlanan yazısında Ahmet Kabaklı kamuoyuna bazı bilgiler sunuyordu. Bu yazının ilgili bölümünü aşağıya alıyorum. “Dünkü yazıda, Maocu ve Sovyetci gazetelerin kontr-gerilla bahanesi altında ordumuzu nasıl yıpratmak istediği, hükümetin bu zehirli yayınlar karşısındaki garip suskunluğu ve askerlerin buna olan tepkileri anlatıldı. Gittikçe azıtan ve ordumuzun en temiz komutanlarını halk ve asker önünde karalamak hedefi güden bu yayınlara hükümet ve adaletçe hiç bir müdahale yapılmaması bizzat hükümetin bu neşriyatı istediği hatta teşvik ile desteklediği hissini uyandırdı. O neden? Çünkü Ecevit’in bu yayınlara yatkın inançları, kişiliği, karakteri ve bu yayınlardan çok önce yaptığı kontr-gerilla ithamları biliniyordu. Ecevit, komünist rejimde, burjuva devlet ve ordusunu yıpratmak için kullanılan bu kontr-gerilla davasının baş davacısıdır.

1973, CHP seçim bildirisi, bu gazetelerdeki ithamlara benzer iddialara yer vermişti. Nitekim, kontr-gerilla suçlamalarında halâ ısrar ettiği 7 Mayıs 1977 günü Cumhurbaşkanına verdiği mektupta orduyu açıkça itham etmesinden de anlaşılmaktadır.” Ecevit ne zaman ne demişti? 8 Şubat 1978 tarihli Milliyet gazetesinde Örsan Öymen şöyle yazıyor: “Bakın son günlerde sözü çok edilen 1973 tarihli Giresun konuşmasında ne demiş Ecevit? – 12 Mart sonrası dönemde adı sanı ortaya çıkan ve tedbirlerin hatta soruşturmaların hukukiliğine de, insaniliğine de gölge düşüren Kontr-gerilla adlı örgütün bu resmi görüntülü, fakat gayri resmi örgütün niteliği ve amacı üzerindeki örtü kaldırılmalıdır. Bu örtü kaldırılmadıkça, bundan böyle ve normal rejime tam dönüşü engelleme, yeni karışıklıklar ve bunalımlar çıkartma, ortalığı karıştırıcı haberle, söylentiler yayma yönünde görülecek bu hareket, adı geçen örgüt veya resmi görevlerinden kuvvet alan başka bazı perde arkası kişi veya örgütlerin yeni bir takım karanlık roller oynamakta oldukları ihtimalini hatıra getirecektir.” [3] Örsan Öymen yazısını şöyle sürdürüyor: “Kamuoyunda bunca tartışmaya yol açan ve 12 Mart döneminin sorgulama operasyonlarındaki niteliği üç aşağı, beş yukarı ortaya çıkan kontr-gerilla umacısının üzerindeki örtü kaldırılmalıdır.” 4 Şubat 1978 tarihli Tercüman’da Rauf Tamer, Ecevit’in yukarıdaki iddiasına değinerek şöyle yazıyor: “Bakın şu tesadüfe ki, tam o günler (20 Ağustos 1973) 256 sanıklı THKP davasının 2 no.lu mahkemesindeki sanığı Türkay Altay soruşturmalarda kontr-gerilla baskısı olduğunu söyleyerek bir yaklaşım getiriyor aynı iddiaya.” 2 Şubat 1978 tarihli Milliyet gazetesinde zamanın ana muhalefet partisi lideri olan Demirel’in tesbiti olarak şunlar yazılı: “Halk Partisi Genel Başkanının seçim konuşmalarında belirttiği bir husus var. Ayrıca bu konu Akgünler adlı CHP seçim bildirisinin 173 ve 174’ncü sayfalarında şu şekilde yer almıştır. – Bir resmi devlet örgütü olan Milli İstihbarat Teşkilatının bu gibi işlemlerdeki rolü inkâr edilemeyecek kadar ortaya çıkmıştır. Sıkıyönetim kanadı altında faaliyet gösterdiği anlaşılan Kontr-gerilla diye bir örgütün faaliyeti, bütün dünyada duyulduğu halde, resmi makamlarca üzerinde bile durulmamıştır.” 5 Şubat 1978 tarihli Günaydın gazetesinde Demirel’in demecinin bir bölümü olarak şunlar yazılıyordu: “Halk Partisi Genel Başkanının bir laf kalabalığı içerisinde meselenin özüne girmekten kaçmasının önemli sebepleri vardır. Tartışılan konu savunma kavramı veya savunma modeli değildir. İddia, ülkede Kontr-gerilla diye bir teşkilât vardır ve bu teşkilât devlete aittir. Ve ülkedeki cinayetleri bu teşkilât tertipler.

” 5 Şubat 1978 tarihli Günaydın gazetesinde yer alan Teoman Erel’in iddiası ise şöyle: “Süleyman Bey bilir ki, Türkiye’de kontr-gerilla diye sözü edilen örgütün devlet içindeki bölümün adı Genelkurmay Özel Harp Dairesidir. Bunu Başbakan ifade etmiştir.” 7 Şubat 1978 tarihli Milliyet gazetesinde Orhan Duru şunları yazıyor: “1971 yılından beri kontr-gerilla sözü duyulur, yazılır, çizilir. 12 Mart’tan sonra tutuklanan sözüne güvenilir basın üyeleri de, yazarlar da anlattılar bu olguyu, mahkeme önünde anlatıldığı da oldu.” Yaklaşık 1 yıl saklandıktan sonra, 4 Şubat 1978 tarihli Hürriyet gazetesinde Ecevit’in 6 Mayıs 1977 günü Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşme konusu ve 7 Mayıs 1977 günü Cumhurbaşkanlığı makamına sunduğu yazı kamuoyuna açıklanınca durum aydınlanmıştır. Şöyle ki, ileride ayrıca temas edeceğimiz bir mektup yazı ile Ecevit’in konuyu başından alıp, başkalarının söylediklerine de sahip çıkarak, bütün iddiaları daha belirgin çizgilerle ortaya koyduğu kesinlik kazanmıştır. Bu belge ve bilgilere göre, Türkiye’de kontr-gerilla kavramının saptırıldığı, değişik yorumlarla yazıldığı, şurada burada söylenip duyulduğu, Ecevit’in 1973 yılından itibaren CHP ve Ana Muhalefet Partisi lideri olarak ağırlığını koymak suretiyle yazılıp söylenenleri şekillendirip, iç politikada kullanmaya başladığı ve inançla bu iddianın takipçisi olduğu anlaşılıyor. Ecevit gibi umuru devlet görmüş bir kişinin başlangıçta söylenen şekilde olan bu iddiaları Ana Muhalefet Partisi lideri sıfatıyla normal olarak kapılarının açık olması gereken resmi makamlardan tahkik etmesi icap ederdi. Bunu bugün iç politika hayatımızda meşhur olmuş olan “diyalog” sözcüğünü de hatırlayarak mütalâaten söylüyoruz. Bu yolu tercih etmedikleri, takdirleri gereği bu olguyu iç politikada kullanmak istedikleri anlaşılıyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir