Çok eskiden, ülkenin birinde bir karaborsacı yaşarmış. İşi gücü piyasadan mal toplamak, sonra onları yüksek fiyata satmakmış. Bu karaborsacı bir gün, mal almaya Arabistan’a giderken komşusuna bir yığın demir bırakmış: – Komşu, ben mal almak için Arabistan’a gidiyorum. Ben gelene kadar demirlerime göz kulak olursan sevinirim, demiş. Komşusu: – Ekmek su istemezler ya, elbette göz kulak olurum, demiş. Karaborsacı, yollara düşmüş. Kolay değil, yolculuk tam altı ay sürmüş. Yoldan döner dönmez de demir ambarına gitmiş. Ambarı bomboş görünce gözlerine inanamamış, hemen komşusuna gitmiş: – Komşum, ne oldu bizim demirlere? Ambarda bir gram bile demir kalmamış, demiş. Komşusu gayet sakin bir şekilde: – Demirler mi? Sizlere ömür. Fareler hepsini kemirip bitirdi. Adamlarıma çok kızdım, bağırıp çağırdım ama ambar bu, deliksiz olmuyor, demiş. Karaborsacı, bu durumu kabul etmek istememiş. İnanmış görünerek oradan ayrılmış. Eşkiyaya para vererek komşusunun oğlunun dağa çıkarılmasını sağlamış. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi komşusunu yemeğe davet etmiş. Komşusu: – Ah, ne yemeği? Bana dünyalar haram oldu. Biricik oğlumu kaybettim. Canım, ciğerim her şeyimdi. Kaçırdılar, evlatsız koydular beni, demiş. Karaborsacı: – Evet, dün akşam onu gördüm. Oğlunuzu bir baykuş kaldırdı. Şu eski konağa doğru uçup gitti, demiş. Komşusu: – Kim inanır buna? Hadi oğlun baykuşu kaldırdı desen neyse, demiş. Karaborsacı: – Nasıl kaldırır bilemem ama gözümle gördüm. Hem bunda şaşılacak ne var? Bir farenin kocaman demir yığınını kıtır kıtır kemirip bitirdiği memlekette, baykuşun çocukları kaldırıp götürmesi bir şey mi, demiş. Bu sözleri işitince adamın aklı başına gelmiş. Hemen demirleri geri verip oğlunu kurtarmış. MAL SAHİBİNİN GÖZÜ Avcılardan kaçan bir geyik, öküzlerin ahırına girip saklanmış. Öküzler: – Başka yerlere gidip saklan! Daha sağlam bir sığınak bulmalısın, demişler. Geyik: – Yapmayın kardeşlerim! Beni ele vermeyin, buna karşılık bir gün size yararım dokunur. Hepinize güzel otlaklar gösteririm. İnanın, beni ele vermediğinize pişman olmazsınız, demiş. Öküzler, geyiğin önerilerini kabul etmişler. Onu bir köşeye saklamışlar. Her zaman olduğu gibi uşaklar akşamüstü ahıra ot, saman getirmişler. İşlerini görüp gitmişler. Kâhya da ahıra uğrayıp hayvanlara bakmış. Ama hiçbiri ne geyiği ne boynuzu görebilmiş. Geyik, öküzlere çok teşekkür etmiş, kaçmak için uygun bir fırsat kollamaya başlamış. Herkes ekin tarlasına giderken o da ahırdan çıkıp gidecekmiş. Geviş getiren öküzlerden biri: – Dur bakalım! Seni sakladık ama yüz gözlü adam daha ahırları gezmedi. Gelişi senin için tehlikeli olabilir. O zamana kadar kaçmak için pek umutlu olma, demiş. Tam o sırada mal sahibi içeriye girmiş. Dört bir yanı gezmeye başlamış. Çevresindekilere: – Bu da ne? Yemliklere pek az ot koymuşsunuz. Bundan böyle hayvanlara daha iyi bakın! Şu örümcekleri buradan kaldırın, eşyaları yerli yerine koyun, demiş. Ahırda çevresine bakınmaya devam etmiş. Bu sırada kenarda değişik bir kafa görmüş. Geyiği tanımış, eline sopa alıp geyiğe saldırmış. Geyik soluğu dışarıda almış. Bunun için “Efendinin gözü, en iyi gözdür.” denmiş. Efendi, malına mülküne çok farklı bir gözle bakarmış. Oradaki faklılıkları, eksiklikleri hemen görürmüş. İNSAN VE YILAN İnsanoğlu, bir gün kırda gezerken bir yılan görmüş: – Dur hain! Seni öldüreyim de şerrinden bütün dünya kurtulsun, demiş. Yılan ne olduğunu anlamadan, kendini çuvalın içinde buluvermiş. Suçunun olup olmadığına bakılmadan idam edileceğini anlamış. Hâlbuki, o güne kadar kimseye zarar vermemiş. Belki birkaç kez kendisini korumak için insanları korkutmuş, hepsi o kadar. İnsanoğlu, kendini haklı çıkarmak için yılana bir de nutuk çekmiş: – Sen, nankörün ta kendisisin! Kötülere iyilik etmek budalalıktır. Seni öldüreyim ki zehirli dişlerin kimseye zarar vermesin, demiş. Yılan, dilinin döndüğü kadar kendini savunmaya çalışmış: – Dünyadaki bütün nankörleri öldürmek gerekseydi acaba kimler sağ kalırdı? Söylediklerin doğruysa çevir gözlerini, biraz da kendine bak. Canım elinde, asarsın da kesersin de… Adalet dediğin nedir ki? Senin çıkarın, keyfin değil midir?Ama ölürken bırak da hiç olmazsa sana şunu söyleyeyim: – İnsan, nankörün ta kendisidir. Bunu böyle bil, demiş. İnsanoğlu, yılanın söylediklerine kızmış: – Bu sözler saçma olmasına saçma ama istersen başkalarına da soralım, demiş. Yılan da: – Soralım, demiş. Orada bir inek varmış. İneği yanlarına çağırıp durumu anlatmışlar. İnek: – Bunun için mi beni çağırdınız? Elbette yılan haklı. Yıllardır şu insanoğlunu beslerim, her gün benden türlü iyilikler görür. Sütümü içer, çocuklarımı alıp satar. Sayemde pazardan kesesi dolu döner. Yaşlandıkça bozulan sağlığını, hekimler değil, ben düzeltirim. Benim bütün emeklerim, çektiklerim ona keyif verir, kâr sağlar. İnsanoğluna hizmet ederken ihtiyarladım, tükendim. Sahibim ne ot verir ne de beni otlakta rahat bırakır. Bir köşeye bağlayıp unutur. Beni daha fazla söyletmeyin efendim! Bir yılan, insanoğlundan daha nankör olabilir mi, demiş. İneğin söyledikleri insanoğlunun hoşuna gitmemiş. – Bu ineğin sözüne inanılır mı? O, ne dediğini bilmiyor, bunamış galiba! Gel de şu öküze soralım, demiş. Yılan: – Soralım, demiş. Yılan ile insan, öküzün yanına gitmişler. Meseleyi ona anlatmışlar. Öküz bir hayli geviş getirdikten sonra, bütün yıl çektiklerini anlatmaya başlamış. Toprağı sürmek için ne kadar yorulduğunu, çiftten çifte koşulurken ayaklarında derman kalmadığını anlatmış. Bütün bunlar yetmezmiş gibi üstüne bir de dayak yediğini söylemiş. İnsanoğlu, öküzün söylediklerini de beğenmemiş. – Sus, yeter artık! Yargıç ol dedik, savcı olup bizi suçladın. Seni de reddediyorum, demiş. Yılan: – O zaman, şurada duran ağaca soralım. Bakalım o ne diyecek, demiş. Bu fikir, insanoğlunun hoşuna gitmiş: – Tamam, hiç değilse bu hayvan değil. Sizin tarafınızı tutmaz. Adil bir karar verir, demiş. Ve ağacın yanına gitmişler. Ağaca durumu anlatınca: – Yıllardır sıcağa, yağmura karşı insanoğlunu korudum. Bağları, bahçeleri sizin için donatır, gölgeler ve meyveler sunarım. Buna karşılık bir adam gelir, gövdemize baltayı indirir. Gövdemizi kökümüzden ayırmak yerine, kuruyan dallarımızı budasalar daha da serpilip büyüsek olmaz mı? Yılana mı nankör diyorsunuz? Asıl nankör insanoğludur, demiş. Haksız çıkmak, insanoğlunun işine gelmemiş. Davayı kazanmak için konuşmaya başlamış: – Benim yaptığım saflık… Ne diye sizi dinliyorum, demiş. Torbayı yerden yere vurarak yılanı öldürmüş. Gerçek zalimin, nankörün kim olduğunu göstermiş. İNSANIN YEDİĞİ ASLAN Evvel zaman içinde bir ressam varmış. Bir gün iri mi iri, kocaman mı kocaman bir aslan resmi çizmiş. Yanında da bu dev gibi aslanı yere sermiş küçücük bir adam varmış. Bu resmi seyreden insanlar kendilerine pay çıkarmışlar, gururlu bir şekilde resme bakarak mutlu olmuşlar. Tam o sırada bir aslan gelmiş. Korkudan herkesin sesi soluğu kesilmiş. Aslan: – Evet, gördüm! Haklısınız, bu resme göre sizler kazandınız. Ama bu resmi yapan adam sizi aldatmış. Benim soyumdan biri böyle bir resim çizseydi zaferi kolayca bize verirdi. Fakat bu masal burada sona erdi. Şimdi benim elimden sizi kim kurtaracak bakalım, demiş. İnsanlar bazen yapamadıklarını resme yansıtır ve onunla avunmaya çalışır.
M. Orhan Bugrahan – Cobal ile Kral
PDF Kitap İndir |