Radyoda, insanlara hayallerindeki yılbaşı gecesiyle ilgili sorular soruluyordu. Cevaplar beklendiği gibiydi, evde boş boş oturanlar bir yerlere gitmeye, eğlenmeye can atıyor, işleri başlarından aşkın olanlar ise bir fincan çay içtikten sonra yatağa girerek geceyarısından önce uyumak istediklerini söylüyorlardı. Tepeleme yemek yüklü tepsileri kamyonetine yerleştiren Cathy Scarlet’in yüzünde acı bir gülümseme belirdi. İrlanda’nın hiçbir köşesinde, yılbaşı gecesini kayınvalidesinin verdiği davetin ikramını üstlenmekle geçirmek istediğini söyleyecek kimse olamazdı. Benim cezam bu, dedi içinden. Hannah Mitchell’ın Oaklands’taki evinde misafirlerine hizmet etmek. Öyleyse bunu neden yapıyordu? Önce, deneyim kazanmak için… Sonra, Jock ile Hannah Mitchell’ın arkadaşları ileride catering şirketlerine başvuracak cinsten olduklarından, müşteri edinmek için. Ama en önemlisini unutmamalıydı: Hannah Mitchell’a bu işi başarabileceğini kanıtlamak için. Evin tek erkek evladı Neil’i kafese koyup evlenen Cathy’nin -Oaklands’m zavallı hizmetçisi Lizzie Scarlet’in kızı Cathy’nin- şirket kurup işini başanyla yürütebileceğini, kimseye boyun eğmeyeceğini kanıtlamak için. Neü Mitchell aynı radyo programını arabasında dinliyordu. Duyduklarına sinirlendi. Başka bir arabadan ona bakan olsa o yakışıklı yüzünün nasıl asıldığım, kaşlarının çatıldığmı görürdü. Neil’i tanımayan yoktu, televizyonda görmeye alışıktı insanlar onu. oysa aktör filan değildi, alnına düşen saçları iterek sık sık televizyona çıkan, haksızlığa uğrayanların heyecanla, inançla sözcülüğünü yapan biriydi. Gözleri kutsal savaşçılar gibi parlardı. O yüzden saçma konularda sızlananlann, şikâyet edenlerin katıldığı programlara deli olurdu. Evi, işi, ailesi, kısacası her şeyi olan bir insanın hayatın zorluklarından şikâyet etmek için telefonla radyo programlarına katılmasını kabul edemiyordu. Ne kadar şanslı olduklarını anlayamayacak kadar bencil insanlardı onlar. Neil’in buluşacağı Nijeryalının tam tersi. Radyoda konuşan geri zekâlılarm tüm dertlerini yüklenmeye hazır olan, bir dizi yanlışlık sonucu evrakı tamamlanmadığından kırk sekiz saat içinde İrlanda’yı terk etmek zorunda olan o zavallı Nijeryalının tam tersi. Neil, mültecilerin haklarım korumak için birleşen bir grup avukatla çalışıyordu, birazdan strateji belirlemek için toplanacaklardı. Toplantıları uzun sürebilirdi. Annesi telefon etmiş, önemli bir davet olduğunun altını çizerek, onu geç kalmaması için uyarmıştı. Sonra da, “Umarım zavallı Cathy bu işin altından kalkabilir” demişti Neil’e. “Misafirlerinin yiyecek bir şeyler bulabilmelerini istiyorsan, ona ‘zavallı Cathy’ dediğini duymasın” demişti gülerek annesine. Karısı ile annesi arasındaki çekişmeyi çok aptalca buluyordu; babası da kendisi gibi ikisinin araşma girmekten kaçınıyordu. Savaşı Cathy kazandığına göre dert etmeye gerek yok, diye düşündü. Tom Feather her zamanki gibi gazetenin emlak ilanlarına göz gezdiriyordu. Yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Uzun boyu ve iri bedeniyle, kıvrılmadan hiçbir yere sığamadığı için küçük kanepeye büzüşerek uzanmıştı. Ucuna ayaklarım uzatacak bir iskemle koysa az da olsa rahatlayacaktı, günü gelecek kanepesi boyuma göre olan evim olacak, diye geçirdi içinden. Rugby’cilerin geniş omuzlarına sahip olmak harika bir şey olsa da “satılık işyeri” ilanlarını okurken o omuzlar insanın basma dert kesiliyordu. Gazeteyi silkeledi. Mutlaka gözünden kaçan bir ilan olmalıydı. İçine catering şirketinin mutfağını yerleştirebilecekleri bir bina bulamamayı aklı almıyordu. Oysa Cathy Scarlet’le birlikte hayallerindeki işi kurmak için ne kadar uğraşmışlardı. İkisi, catering okuluna ilk başladıkları andan itibaren Dublin’in en mükemmel şirketini kurmanın rüya-sıyla yaşamamışlar mıydı ? İnsanlara kendi evlerinde, aşın sayılmayacak fiyatlara harika yemekler sunma fikri onları heyecanlandırıyordu. Çok uğraşmışlar, gerekli ilişkileri kurarak sermaye bulmuşlardı; şimdi iş uygun bir binaya kalmıştı. Cathy ile Neil’in Wa-terview’daki evleri belki çok şık, ama hesaba katılamayacak kadar ufaktı; kendisinin Marcella’yla oturduğu Stoneyfıeld’daki daireye gelince o daha da küçüktü. Tez elden bir yer bulmak zorundaydılar. Bir kulağıyla radyodaki programı dinliyordu. Tom bu yılbaşı gecesi gerçekten ne istiyordu ? Bir an önce çalışmaya başlayabilmek için uygun bir bina ve Marcella’yla şöminenin karşısına geçip onun güzel saçlarını okşayarak geleceği konuşmak. Ne yazık ki bu isteği gerçekleşmeyecekti. Marcella Malone, Hayvvards mağazasının kuaför salonunda çalışıyordu. Müşterilerin gördüğü en güzel manikürcü olmalıydı. Uzun boyu, zarif vücudu, yüzünü bulut gibi çevreleyen koyu renk saçları, genç kızların sahip olmayı hayal ettiği oval bir yüzü ve buğday teni vardı. Aynı zamanda çirkin ve şişman kadınları kıskandırmayacak kadar da sadeydi. Müşteriler adeta görüntüsünün bulaşıcı olduğunu, zamanla ona benzeyeceklerini sanıyordu. Üstelik Marcella her anlatılanı büyük bir ilgi ve can kulağıyla dinlerdi. Radyo açıktı. Herkes radyoda tartışılan konuda fikir yürütüyordu. Müşteriler de söze karıştı, hiçbiri yılbaşı gecesini tam istediği gibi geçilmeyecekti. Marcella bu konuda hiçbir şey söylemedi. Güzel yüzü önündeki tırnaklara eğik, ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordu. Tüm istekleri yerine gelmişti. Tom Feather gibi, her genç kızın hayalini süsleyen yakışıklı ve sevecen bir erkeğe sahipti. Bundan başka iki de defileye katılmıştı: biri örgü giysilerin tanıtımını yapmak, diğeri ise bir yardım derneği yaranna para toplamak üzere yapılan iki defilede amatör mankenlerle podyuma çıkmış, bol bol resim çektirmişti. İyi bağlantılar doğurabilecek iki defileydi bunlar. İçinden bir ses tüm hayallerinin yeni yılda gerçekleşeceğini söylüyordu sanki; harika resimlerden oluşan bir dosyası vardı, o fotoğraflan çeken Ricky de bu akşam görkemli bir yeni yıl partisi düzenlemişti. Medyadan çok gelen olacaktı, Tom’la birlikte davetliydiler. Her şey yolunda giderse belki hemen bir mankenlik ajansıyla anlaşır, profesyonel manken olarak işe başlamasını sağlayan bir anlaşma imzalardı. Seneye bu vakitlerde Haywars’ta manikür yapmayacağı kesindi. Cathy, Tom’un onunla birlikte Oaklands’a gelmesini çok isterdi. Kötü hatıralarla dolu o mutfakta ona hem manevî destek verir hem de arkadaşlık ederdi, yükünün yansını da üstünden alırdı. Oysa Marcella’yla bir davete katılmak zorundaydı Tom, Marcel-la’nm kariyerine faydası olacağı için haksız değiller, diye düşündü Cathy. Marcella insanların durup seyredeceği kadar güzeldi. Uzun boylu, incecik vücutlu, en karanlık geceleri bile aydınlatacak parlaklıktaki gülümseyişiyle manken olmak istemesinde şaşılacak bir şey yoktu, asıl tuhaf olanı bugüne kadar neden meş- hur olmadığıydı. Neyse, en azından Neil yardım etmeye söz vermişti, Neil’in kuzeni Walter’ı barmen olarak tutmuşlardı. Cathy yemeklerin oldukça sade olmasına özen göstermişti; Tom’la birlikte sabahtan beri esir gibi çalışmışlardı. “Böyle yorulduğunu gördükçe sana haksızlık ettiğimi düşünüyorum” demişti Tom’a. “Bir kuruş vermeyeceğini biliyorsun.” “Önemi yok. Bu geceye yatırım gözüyle bakıyorum. Belki bu davetin arkasından bize bir yığın iş çıkar” diye yanıtlamıştı Tom iyi niyetle. “Pişirdiğimiz yemeklerin arasında kimseyi hasta edecek bir şey yok, değil mi?” diye sormuştu Cathy. Yalvarır gibiydi. Hannah Mitchell’ın tüm misafirlerinin zehirlenerek, elleri midelerinde acı içinde kıvrandıklarını görür gibi oldu. Tom, ona gitgide daha çok saçmaladığını söyledi. Böyle dengesiz bir iş ortağı olduğu için kendisine de deli deneceğini ekledi. Soğukkanlı görünen Cathy Scarlet’in aslında ne denli sinirli olduğunu bilselerdi, hiç kimse onlara para vermezdi. “Gerçek müşterilere böyle davranmam ki” dedi Cathy. “Sadece karşımdaki Hannah olduğu için…” “Kendine zaman tanı. Erken git, sakinleşmek için kamyonetin içini güzel bir müzikle doldur, yarın sabah beni ara.” “Yarına sağ çıkarsam. Sana iyi eğlenceler.” “Eh, Ricky’nin stüdyosunda verdiği gürültülü davetlerden biri işte.” “İyi seneler, Marcella’ya da…” “Gelecek sene bu zamanları bir düşün!” “Biliyorum, başarılı bir yükseliş” dedi Cathy. Olduğundan çok daha neşeli görünüyordu. Biri umutsuz olduğunda, diğerinin gereğinden neşeli ve iyimser davranması bugüne gelmelerini sağlamıştı. Kamyonet doluydu. Neil evde değildi. Toplantısı vardı. Diğer avukatlara benzemiyor, diye düşündü gururla… Neil’in düzenli çalışma saatleri veya zengin müşterileri yoktu. Birinin başı sıkışırsa, Neil onun yanındaydı. Bu kadar basitti. Neil’i de bu yüzden seviyordu. Çocukluktan beri tanışsalar da birbirlerini tanımıyorlardı. Cathy’nin annesinin OaMands’ta çalıştığı yıllarda, Neil uzakta, yatılı okuldaydı, kolej yıllarında eve sık gelmezdi. Baroya kabul edildiğinde kendine bir daire tutmuştu. Yunanistan’da yeniden karşılaşmaları ne büyük şanstı. Neil başka bir villada tatil yapsa veya Cathy o ay başka bir adada aşçılık yapsa birbirlerini tanıyıp âşık olmayacaklardı. Hannah Mitchell da bugün çok daha mutlu bir kadın olacaktı! Çıkar bunları aklından, dedi kendi kendine. Oaklands’a gitmek için erkendi. Hannah telaşlanır ve sorun çıkarır, diye düşündü. Elimi ayağımı dolaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Ailesine, annesi ile babasına uğramaya karar verdi. Ancak böyle sakinleşebileceğini biliyordu. Herkesin Muttie ve Lizzie diye tanıdığı Maurice ve Elizabeth Scarlet, Dublin’in merkezinde yarım daire şeklinde dizilmiş iki katlı, eski taş evlerden birinde oturuyordu. Meydana İrlandalı bir azizin anısına St. Jarlath’s Crescent adı verilmişti. Bir zamanlar bu evlerde her sabah siren sesiyle uyanmak zorunda olan işçiler yaşardı. Evlerin önünde ekmeye değmeyecek denli ufak, -uzunluğu dört metreyi bulmayan- bahçeler vardı. Cathy’nin annesi bu evde doğmuş, Muttie onunla bu evde evlenmişti. Neil’le birlikte yaşadıkları evden yirmi dakika uzakta olmasına rağmen, bu akşam gideceği Oaklands’ın asil havasından bin, belki de bir milyon mil uzaktaydı. Hiç beklemedikleri sırada beyaz kamyonetiyle çıkagelmesi annesi ile babasını çok mutlu etti. Yeni yılı nerede karşılayacaklarını merak ediyordu. Muttie’nin iş ortaklarıyla civardaki bir pub’a gideceklerdi. Muttie’nin “iş ortaklarım” dediği, Sandy Keane’in işlettiği ganyan bayiinde buluştuğu arkadaşlarıydı. Hepsinin bütün günlerini dolduran bu işi ne kadar ciddiye aldıklarını bilen Cathy onları alaya almayacak kadar akıllıydı. “Yemek verecekler mi?” diye sordu. “Geceyansı sepette tavuk ikram edecekler.” Muttie Scarlet pub’ın cömertliğiyle adeta gurur duyuyordu. Cathy annesi ile babasına baktı. Babası kısa boylu, yuvarlak hatlıydı, saçları tutam tutamdı, yüzünden gülümseme eksik olmazdı. Elli yaşlarında olmalıydı, Cathy onun çalıştığına hiç şahit olmamıştı. Beli ağnyordu, öyle derdi. Ama Sandy Keane’in dükkânına gidip 15.15’te koşacak ata para yatırmasını engelleyecek kadar değil, sadece çalışmasına mâni olacak kadar… Lizzie Scarlet hiç değişmezdi. Kısa boylu, güçlü ve sinirliydi. Saçları kıvır kıvırdı. Yılda dört kez kuzeninin kuaför salonunda yaptınrdı permasını. Hannah Mitchell bir seferinde, “Zavallı Lizzie’nin perması kadar düzenli” diye bir benzetme yapmıştı. Bu sözler Cathy’yi çileden çıkarmıştı. Lizzie diz çöküp gece gündüz Oaklands’ı temizlerken her hafta Haywards’m en pahalı kuaförüne giden Hannah Mitchell’ın annesinin saçıyla alay etmesini kabul edemiyordu. Neyse, şimdi bunları düşünmenin hiç faydası yok, dedi kendi kendine. “Bu gece için heyecanlı mısın anne ?” diye sormayı tercih etti. “Ah, evet. Ödüllü bir bilgi yarışması da olacak” dedi Iizzie. Cathy her şeyden mutlu olmayı bilen, büyük istekler peşinde koşmayan annesine ve babasına büyük bir sevgi duydu. Oysa bu gece saatler geceyansını gösterdiğinde Neil’in annesi Hannah, memnuniyetsizlikten ince bir çizgi haline gelmiş dudaklarıyla Cathy’nin her yaptığına kusur bulmakla meşgul olacaktı. “Chicago’dakilerin hepsi aradı değil mi?” Cathy beş kardeşin en küçüğü ve Muttie ile Lizzie’nin Dublin’de kalan tek çocuğuydu. İki kız ye iki erkek kardeşi Amerika’ya göçmüştü. “Hepsi, tek tek aradı” dedi Lizzie. “Şanslı bir aileyiz.” Cathy hepsinin annelerine dolarlar gönderdiğini de biliyordu. Zarflar babasının evine değil, Cathy’ye geliyordu. Babalarının Amerikan paralannı görüp ağzını sulandırmaya ne gerek vardı ? O paraları Sandy Keane’in dükkânında yemek için sabırsızlananlar varken!.. “Bu akşam sizinle olmayı ne kadar isterdim” dedi Cathy içtenlikle. “Oysa yaptığım yemeklerle Hannah Mitchell’ı hayal kırıklığına uğratmakla meşgul olacağım.” “Bunu başına kendin sardın” dedi Muttie. “Ne olur ona saygılı davran Cathy. Yıllar, suyuna gitmenin daha iyi sonuç verdiğini öğretti bana.” “Sen öyle davrandm, biliyorum anne. Gerçekten suyuna gittin.” Cathy’nin sesi ciddiydi. “Konferans vermeye kalkışmayacaksın, değil mi ? En azından bu akşam.” “Hayır anne. Rahat ol. Öleceğimi bilsem de iyi davranmaya çalışacağım. Yüzüm de gülecek.” “Keşke Tom Feather da seninle gelebilseydi. En azından nazik davranmanı sağlardı.” “Neil var anne. O beni kontrol altında tutar.” Cathy ikisini de öptü. Yolda giderken bir yandan kendi kendine gülümseme provası yapıyordu. Hayatını cehenneme çevirdiği zavallı Lizzie işten ayrıldığından beri, Hannah Mitchell işini temizlik şirketlerine yaptırmaya başlamıştı. Haftada iki kez, dört kadın, ellerinde kamyonetten çıkardıkları temizlik aletleriyle rüzgâr gibi evin içine dağılıyor- lar, kimseden emir almadan ortalığı silip süpürüp, çamaşırları ütülüyorlardı. Yılbaşı günü için bir buçuk günlük ücret istediklerinde Hannah karşı çıkmıştı. “Siz bilirsiniz Mrs. Mitchell” demişlerdi. Böyle bir günde evlerini temizletmek isteyen ne çok insan olduğunu iyi biliyorlardı. Boyun eğmesi uzun sürmedi. Ortalık ne kadar değişmişti, hiçbir şey eskisi gibi değildi. Yine de değdi, diye düşündü. Ev tertemiz oldu, parmağımı dahi oynatmama gerek kalmadı. Hava atmaya meraklı o Cathy, aslında kabul edilebilir düzeyde bir yemek çıkarmayı başanyordu. Birazdan o korkunç kamyonetle çıkagelirdi. Haftada iki kere evi temizlemeye gelenlerin bile daha eli yüzü düzgün taşıtları vardı. Mutfağa girecek, homurdanarak kendini kanıtlamaya çalışacaktı. Zavallı Lizzie’nin zavallı kızı… Sanki kendi eviymiş gibi… Aslında bir gün gelecek burası gerçekten onun olacak, dedi içinden. Sonra birden hatırladı, ama henüz değil. Dudakları, sinirden incecik bir çizgi halini almıştı. Hannah Mitchell’ın kocası Jock ofisten çıkınca canının bir içki çektiğini fark etti, yolda durdu. Hannah’yla baş edebilmek için buna ihtiyacı vardı. Verdiği her davetten önce sinirli ve telaşlı olmasına alışmıştı Jock, ama bu kez çok daha fazla sinirli olacağı kesindi. Davetin catering’ini Neil’in karısı Cathy’nin üstlenmesinden nefret ediyordu. Kankocanm mutluluğunu, uyum içinde olduklarını, ne kadar entrika çevirirse çevirsin onları ayıramayaca-ğını bir türlü kabullenemiyordu. Cathy hep Yunanistan’da komplo kurarak oğlunun aklını çelen zavallı Lizzie’nin kızı olarak kalmaya mahkûmdu. Oğlunu tuzağa düşürmek için bilinçli olarak hamile kaldığına inanmıştı, ama olayın böyle olmadığı anlaşıldığında çok şaşırmıştı. Malt viskisini düşünceli bir biçimde yudumlarken, bir de bunları düşünmek zorunda olmasaydım keşke, dedi kendi kendine. Bugün yeğeni Walter’la yaptığı konuşma Jock Mitchell’ı çok üzmüştü. Walter, kardeşi Kenneth’ın büyük oğluydu. Boş gezenin boş kalfasıydı. Aile evleri The Beeches’ta işlerin iyi gitmediğini anlatmıştı. Aslında işler bayağı kötüydü. Walter, babasının Noel’den önce İngilitere’ye gittiğini ve şu anda nerede olduğuna dair hiçbir şey bilmediklerini söyledi. Zayıf yapılı annesi ise bu olayla başa çıkabilmek için votka tüketimini artırmaktan başka çare bulamamıştı. Asıl sorun dokuz yaşlarındaki Simon ve Maud adlı ikizlerdi. “Ne yapıyorlar?” diye sormuştu Jock. Walter omuz silk- misti, bilmiyordu. İdare ediyorlar, demek istemişti. Jock Mitchell içini çekti. Oaklands’a yaklaşırken Cathy’nin cep telefonu çaldı. Kamyoneti kenara çekti. “Ne yazık ki eşyaları boşaltmana yardım edemeyeceğim sevgilim.” “Zararı yok Neil. Toplantının uzun süreceğini tahmin etmiştim zaten.” “Sandığımızdan daha karmaşık bir iş. Dinle, o kutuları taşımak için babamdan yardım iste. Anneme ne kadar mükemmel olduğunu ispatlayacaksın diye onları sürüklemeye kalkma.” “Zaten bunu biliyor” dedi Cathy, söylenir gibi. “Walter da oradadır…” “Eşyaları boşaltmak ve hazırlık yapmak için Walter’m gelmesini beklersem geceyarısı olur. Sen merak etme, kendi işine bak.” Cathy senenin son altı saati, dedi kendi kendine ya da Hannah’ya iyi davranmak zorunda olduğum altı saat… En kötü olasılık neydi?.. Yemeklerin yenmeyecek kadar kötü çıkmasıydı, ki bu imkânsızdı, çünkü yemekler harikaydı. İkinci korkunç olasılık yemeklerin yet-memesiydi, ama kamyonetin içinde Dublin’in yarısını doyuracak kadar yiyecek vardı. Neil’in doğduğu evin önündeki iki tarafı ağaçlı yola bakarken, “Hiçbir sorun çıkmayacak” dedi. Asillerin oturduğu bu malikâne yüz elli yıllıktı. Kare biçiminde, iki yanında bahçeye açılan büyük camlı kapılan olan, geniş girişi ve üst kattaki dört yatak odasıyla insana güven veren bir yapıydı. Duvarlar iki çeşit sarmaşıkla örtülüydü, evin önündeki beyaz çakıl taşlarıyla kaplı avluya bu akşam yirmi pahalı araba park edecekti. St. Jarlath’s Crescent’la hiç ilgisi olmayan bir evdi bu. Haywards mağazasının yönetim katında ofisi olan Shona Burke çoğu zaman geç saate kadar çalışırdı, nasıl olsa kendi anahtarı ve şifresi de vardı. O da radyodaki programı dinlemiş, bu yılbaşı gecesini nasıl geçireceği konusunda herhangi bir seçeneği olup olmadığını düşünmüştü. Çok eskilerde kalan başka bir hayatta kutlama yaparlardı, ama son yıllarda, hayır. Kız kardeşlerinin, erkek kardeşlerinin ne yapacağından haberdar değildi, hastaneye gidip gitmeyeceklerinden de. Shona görev bildiği için hastaneye gidecekti. Oysa ne kadar boştu; tanınmayacağını, geldiğinin farkına varılmayacağım bile bile… Sonra da Ricky’nin stüdyosundaki davete gidecekti. Ricky’yi sevmeyen yoktu. Fotoğrafçı sevimli, rahat bir insandı, topladığı kalabalığı oyalayacak bir eğlence düzenleyeceği kesindi. Poz atan, dedikodu sütunlarında görünmek için can atan bir kalabalıktı gelen. Bu davette hayatının aşkıyla tanışmayacağı kesindi, birkaç günlük bir sevgili bile bulamayacaktı; yine de Glenstar’da tek başına oturmaktan iyi olacağını düşündü. Giyinip süslenip partiye gitmekten başka çare yoktu. Radyoda duyduğu soru onu dürttü sanki. Bu akşam gerçekten ne yapmak isterdi? Hiç kolay bir soru değil, diye geçirdi içinden. Her şey o kadar değişmişti ki… Güzel günler geride kalmıştı, onu, gerçekten mutlu edecek bir şey kalmamıştı. Demek ki Ricky’nin daveti hiç yoktan iyiydi. Marcella ayak tırnaklarını boyuyordu. Kullanılmış giysiler satan bir dükkândan açık ayakkabılar almıştı. Sandaletlerini övünerek Tom’a gösterdi. Hiç giyilmemiş gibiydiler. Sahibi rahat edemediği için elden çıkarmış olmalıydı. “Yenisi bir servet eder” dedi mutlu bir sesle. Bir yandan da sandaletlerini inceliyordu. “Mutlu musun ?” diye sordu Tom. “Çok. Ya sen?” “Çok çok.” Güldü. Gerçek miydi? Bu davete gitmeyi hiç istemiyordu. Ama Marcella’yı görmek onu mutlu etmeye yetiyordu. Böyle güzel, istediği herkesi elde edebilecek bir kızın onu tercih ettiğine inanamıyordu. Tom ne kadar çekici olduğunun farkında değildi, kendini iri ve sakar görüyordu. Çift olarak bir yere girdiklerinde kendilerine çevrilen hayran bakışların sadece Marcella’ya yönelik olduğunu sanıyordu. “Radyoda insanların hiçbir zaman mutlu olmadıklarını söyleyen bir program vardı” diye söze başladı Marcella. “Biliyorum. Ben de dinledim.” “Ne kadar şanslı olduğumuzu düşündüm. Zavallı Cathy ve Neil bu geceyi istedikleri gibi geçiremiyorlar.” Marcella bağcıklı açık ayakkabılarını giydi ve sandalyede asılı duran minik, kırmızı giysiyi aldı. “Evet. Cathy şu sırada kayınvalidesinin evinde masa kuruyor olmalı. Umarım dilini tutar.” “Tutmak zorunda. Ne de olsa iş. işte hepimiz kendimizi kontrol ederiz.” Bugüne kadar hep bir sürü buyurgan elin önünde eğilmişti. Şimdi güneş ışığında, podyumda manken olmak istiyordu. “Neyse ki Neil orada olacak, bir de köpek yavrusuna benzeyen kuzeni. Yalnız sayılmaz.” Marcella kırmızı elbisesini giydi. Aslında kısacık, daracık bir elbiseydi üstündeki. Karşısındakinin hayal gücünü zorlamayan bir giysi. “Marcella partiye gerçekten bu kılıkta mı gideceksin ?” “Neden, beğenmedin mi?” diyen Marcella’nm yüzü bir anda allak bullak olmuştu. “Yok canım, tabiî ki beğendim. Harika görünüyorsun. Demek istediğim bunu burada yalnızken giymeni tercih ederim. Herkesin seni bu elbiseyle görmesini istemem.” “Ama Tom, bu bir parti elbisesi!” diye haykırdı. Vurulmuş gibiydi. Tom derhal kendini toparladı. “Tabiî, haklısın. Gecenin en güzel kadını sen olacaksın.” “Öyleyse demin ne demek istedin ?” “Ne demek mi? Hiç… O kadar güzelsin ki seni başkalarıyla paylaşmak istemiyorum dedim, ama sen aldırma.” “Benimle gurur duyacağını sanıyordum.” “Ne kadar gurur duyduğumu bilemezsin” dedi. Gerçekten çok güzeldi. Böyle bir tepki vermek için delirmiş olmalıydı. Hannah Mitchell, Hayvvards’ın kuaföründe spreyle sertleştirilmiş saçları ve lacivert elbisesiyleydi. Her zaman kadınlarla öğle yemeğine çıkacakmış gibi giyinirdi. Cathy onu eski bir etekle veya bir önlükle gördüğünü hatırlamıyordu. Ama hiç ev işi yapmayan birinin bu tür giysilere ne ihtiyacı vardı ? Hannah, Cathy’nin yolunu keserek, telaşla konuşuyor, kutuları ve kasaları taşımasını seyrediyordu. Yardım etmeyi önermek aklına gelmiyordu. Onun yerine kasaların duvar kâğıtlarını zedelemesinden korkuyor ve Cathy’nin, misafirler gelmeden kamyonetini nereye çekebileceğim düşünüyordu. Cathy de yüzünde ciddi bir ifade, Oaklands’m mutfağında gidip geliyordu. Fırınları açıyor, kurulama bezlerini sandalyelerin arkasına asıyor, getirdiği buzu derin dondurucuya yerleştiriyor ve yemekleri düzene koymaya çalışıyordu. Hannah Mitchell’dan yukarıya çıkmasını, onu rahat bırakmasını istemek hiçbir işe yaramazdı. Nasıl olsa misafirler gelene kadar burada kalacak, sorun yaratarak sinirine dokunacaktı. “Mr. Mitchell gelmek üzere midir?” Cathy bardakları çıkarmasına yardım etmesini isteyecekti. “Bilmiyorum Cathy. Mr. Mitchell’ın ne zaman eve geldiğini polis gibi kontrol edemem.” Cathy ensesinde kızgın bir ateş hissetti. Bu kadın hangi hakla böyle konuşuyordu? Nasıl böylesine kendini beğenmişlik taslayarak kırıcı davranabiliyordu ? Hislerini paylaşacak kimse yoktu. Neil’e anlatsa, omuz silkerdi, annesi ise Mrs. Mitch-ell’ı daha fazla sinirlendirmemesi için yalvarmaya başlardı, her konuda destek ve güç veren Geraldine Teyzesi bile “Ne önemi var!” derdi. Bu sadece Hannah Mitchell’ın kendine güveni olmayan bir zavallı olduğunu ve onu önemsemenin vakit kaybetmekten başka bir işe yaramadığını gösterirdi. Cathy yemekleri örten alüminyum folyolan sıyırmaya başladı. “O da ne ? Balık mı ? Herkes balık sevmez, biliyorsun.” Han-nah’nın yüzü kaygılıydı. “Bazılarının yemediğini biliyorum Mrs. Mitchell. Bu yüzden değişik seçenekler var.” “Fakat bunu anlamayabilirler.” “Bence anlarlar. Ben söylerim.” “Ama, sen büfe demiştin.” “Evet, ama servis için arkasında ben duracağım. O yüzden ben söylerim.” “Sen mi söylersin?” dedi Hannah Mitchell şaşkınlıkla. Cathy kayınvalidesinin geri zekâlı olup olmadığını gerçekten merak ediyordu. “Deniz mahsulü soslu balık mı, baharatlı tavuk mu, yoksa vejetaryen güveç mi tercih ettiklerini sorabilirim.” Mrs. Mitchell ne kadar uğraşsa da kusur bulmakta zorlanıyordu. “Evet, anladım” dedi sonunda. “Tamam mı ? Şimdi işime bakabilir miyim ?” diye sordu Cathy. “Seni engelleyen biri mi var şekerim ?” Bu sözleri zavallı Lizzie Scarlet’in kızını affetmediğini belirten bir sesle söylemişti. Neil saatine baktı. Haklarını savunmak için toplandıkları genç öğrencinin dışında, bu odadaki herkesin kendine göre bir yılbaşı programı vardı. Birazdan toplantı sona erince acele etmek zorunda oldukları izlenimi vermekten kaçınmalıydılar. İnsan haklan savunucularının, sosyal hizmetler sorumlularının ve hukukçuların bu akşamki eğlencelerini onun geleceğinden fazla önemsedikleri sanılmamalrydı. Genç Nijeryalıyı İrlanda’nın kendisine kucak açarak karşılayacağına inandırmaya çalışıyordu Neil. Jonathan’ın yılbaşı gecesini tek basma geçirmesine razı değildi. “İşimiz bitince birlikte bizimkilere gideriz” dedi. Geç kalmıştı, biliyordu, ama yapacak bir şey yoktu. Kocaman hüzünlü gözlerle bakıyordu Nijeryalı. “Buna mecbur değilsin.” “Olmadığımı biliyorum. Üstelik çok eğleneceğini de söyleyemem. Ama yemeği karım yaptı, güzel olacağından eminim. Annemlerin arkadaşları, nasıl desem, biraz ölüdür.” “Ben iyiyim Neil, gerçekten… Benim için çok şey yapıyorsun, hem benim yüzümden geciktin de.” Neil toplantıya katılanlara döndü ve “Bir kez daha üstünden geçelim” dedi. “Sonra Jonathan’la birlikte davete gideceğiz.” Herkesin yüzünde hayranlık okunuyordu. Bu manzara Neil Mitchell’ı mutlu ediyordu. Söz verdiği gibi Cathy’ye yardım edemediği için kendini biraz suçlu hissetse de; şu anda yaptığı iş çok daha önemliydi. Cathy nasıl olsa anlayışla karşılardı, bundan emindi. O ne yapar eder altından kalkar, diye düşündü. Babam ile Walter da çoktan yardıma gelmişlerdir. Her şey yolundadır. Hannah başından ayrılmıyor, oyalanmaya devam ediyordu. Bu da Cathy’yi anlamsız sorulan yanıtlamak, boş korkuları yatıştırmak zorunda bırakıyordu; üstelik kolay bir insan olduğunu kanıtlamak için konuşacak konular bulmak zorunda hissediyordu kendini. Çaresizlikten, “Neredeyse yedi buçuk oldu, Walter birazdan burada olur” dedi. Batı’nm en eleştirici bakışları altında olmasa işini çok daha çabuk bitireceği kesindi. Parmakları daha hızlı çalışır, süslemeler çarçabuk biterdi.
Maeve Binchy – Ask Mutfakta Piser
PDF Kitap İndir |