Mahfi Egilmez – Makro ekonomi

Bu kitabın temel çabası, makroekonomi kitaplarında dağınık olarak bulunan ve bir türlü bütüne ulaşamayan analizlerin birkaç basit temel denklem çerçevesinde toparlanarak sistemin bütününün gösterilmesine çalışmaktır. Otomobil tamircilerinin eğitiminde, otomobilin motorunu indirip bütün parçaları tek tek ele alıp tanıttıktan sonra motoru tekrar toplamak ve yeniden eski haline getirerek çalıştırmak temel hedef olarak alınır. Bu kitapta da aşağı yukarı aynı yöntem izlendi. Makroekonomi okuyanlar genellikle tek tek parçaların nasıl çalıştığını bildikleri halde, o parçaların bütün sistemin içinde nasıl çalıştığını ve hangi işlevi yürüttüğünü görememekten şikâyet ederler. Bunun nedeni, yine otomobil örneğinden hareketle açıklarsak, makroekonomi kitaplarında parçaların bütünden sökülüp her birinin ne işe yaradığının anlatılmasına karşın, tekrar yerine takılıp sistemin topluca nasıl çalıştığının gösterilmemesinden kaynaklanıyor. Kitap beş bölümden oluşuyor. İlk bölümde makroekonominin altyapısını oluşturan konular üzerinde duruluyor. İkinci bölümde makroekonomik denge ele alınıyor. Üçüncü bölüm ekonomik büyüme, beklentiler ve gelir dağılımına ayrılmış bulunuyor. Dördüncü bölüm ekonomi politikasını açıklıyor. Beşinci bölüm günümüzün makroekonomik tartışma konularını ele alıp yorumlamayı deniyor. Böylece kitap teori ve politikayı anlatıp tartışmanın yanı sıra uygulamayı Türkiye ağırlıklı olarak ele almak suretiyle analizden senteze giden bir sunum gerçekleştiriyor. Bazı altbölümlerin sonunda ekonomi okullarının yaklaşımlarını özet olarak veren ekler yer alıyor. Bu ekleri okuyarak ekonomik düşünce tarihinin gelişimini ve çeşitli ekonomi okullarının ekonomiye yaklaşımlarını özet olarak izlemek mümkün. Kitabın sonunda, izlemeyi kolaylaştıracak olan bir de ekonomik terimler sözlüğü bulunuyor.


Kendi değerli zamanlarının bir bölümünü bu kitabın basımdan önceki halini okumaya ayırarak görüş ve önerilerinden yararlanmamı sağlayan Dr. Ekrem Keskin ve Servet Yıldırım’a, bilimsel kitapların yayına hazırlanmasında uzmanlığına saygı duyduğum Saadet Özkal’a teşekkür borçluyum. Kitabı okumuş, görüşlerini söylemiş ve öneriler getirmiş olmaları onları benim hata ve eksikliklerime ortak etmiyor ama onların katkısı bu kitabın amacına uygun bir biçime dönüşmesi açısından çok şey ifade ediyor. BİRİNCİ BÖLÜM Ekonomiye Giriş 1. EKONOMİNİN KONUSU VE TARİHÇESİ 1.1. Ekonomi Biliminin Konusu İnsanın ihtiyaçları sonsuz denebilecek kadar çoktur. Bir Çin atasözü, “Taşlar altın olsa insanoğlu doymaz” der. Buna karşılık, insanın ihtiyaçlarını tatmin edecek olan kaynaklar kıttır. Su, yiyecek, içecek, giyecek, konut hep kıt kaynaklardır. Sonsuz gibi görünen tek kaynak belki de havadır. Ama o bile hava kirliliği nedeniyle kıt kaynak konumuna dönüşmek üzere gibi görünüyor. Ekonomi biliminin temel konusunu kıt kaynakların en yüksek tatmini sağlayacak şekilde insan ihtiyaçlarına tahsis edilmesi oluşturur. Tahsis sorunu iki farklı aşamada iki farklı biçimde karşımıza çıkar: İlk olarak, kişiler ellerindeki sınırlı kaynakları hangi ihtiyaçlarına ayıracaklarına karar vererek kişisel tahsislerini yaparlar. İkinci olaraksa toplum, elindeki üretim faktörleri ile hangi malların üretimini yapacağına karar vermek suretiyle kaynak tahsisi yapar.

Tarih boyunca toplum adına tahsis sorununun çözümü için başlıca iki sistem uygulanmıştır: Piyasa yöntemi ve kumanda yöntemi. Piyasa yönteminde kıt kaynakların insan ihtiyaçlarına tahsisi sorunu piyasada arz ve talep dengesiyle belirlenen fiyat ve miktar ilişkisiyle çözülür. Kumanda ekonomisinde ise kimin hangi kaynağı ne kadar kullanacağını kamu adına otorite kullananlar belirler. Bir de karma yöntem adı verilen ve bazı mal ve hizmetlerin piyasa güçleri tarafından, bazı mal ve hizmetlerin fiyatlarınınsa kumanda yöntemine göre belirlendiği bir sistem vardır. Aslında dünyada en yaygın olan sistem karma sistemdir. Bir ekonomide kamu kesiminin üretim ilişkileri içindeki ağırlığı karma sistemin piyasaya mı yoksa kumandaya mı daha yakın olduğunu belirler. Ekonomi bilimini çeşitli altbaşlıklar altında toplayıp sınıflandırmak gelenek olmuştur. Bunlar arasında makro ve mikroekonomi ayırımı ile pozitif ve normatif ekonomi ayırımları üzerinde durmakta yarar var. Makroekonomi dendiğinde küresel büyüklüklerle uğraşan ekonomi bilimi altdalı anlaşılır. Örneğin milli gelir, para arzı, enflasyon, işsizlik, toplam arz ve toplam talep gibi ekonominin tümünü ilgilendiren konular makroekonominin uğraşı alanına girer. Mikroekonomi dendiğinde ise toplumu oluşturan tek tek bireylerin ve tek tek firmaların ekonomik sorunlarıyla uğraşan alt bilim dalı anlaşılır. Örneğin tüketici dengesi, firma dengesi, bireysel talep, firma arzı gibi konular mikroekonominin uğraşı alanına girer. Pozitif ekonomi deyimi, ekonomi biliminin teoriye dönük bölümüdür. Türkçe’de kısaca ekonomi, İngilizce’de “economics” dendiğinde bu ayırım anlaşılır. Pozitif ekonomide tercihler ve inançlar söz konusu değildir.

Söz konusu olan bir olgunun bilimsel olarak ortaya konulup analize tabi tutulmasıdır. Önermelerin doğru olup olmadığı ispat edilebilir olmalıdır. Normatif ekonomi, ekonomi politikasını kapsayan altdaldır. Burada tercihler, bir başka deyişle sübjektif hedefler söz konusudur. Örneğin enflasyon nedir, nasıl ortaya çıkar sorusunun cevabını aramak ve bunu bir teori çerçevesinde açıklamak pozitif ekonominin, gelir dağılımının adil olup olmadığını değerlendirmeye tabi tutmak ve buradan bazı sonuçlara ulaşmak normatif ekonominin konusunu oluşturur. 1.2. Ekonomi Biliminin Özellikleri Ekonomi biliminin özelliklerinden biri, hipotez, kanun ve teorilerin zaman ve mekâna göre değişebilir nitelikte olmasıdır. İnsan ve toplum davranışlarının değiştiği noktada ekonominin kanunları da değişime uğrar. Bu nedenle ekonomik kanunlar, teoriler, fizik bilimlerinin kanun ve teorilerine göre çok daha kolay ve çabuk değişebilir bir yapıdadır. Bu değişebilirlik, ekonomi bilimine büyük bir dinamizm verir. O nedenledir ki, ekonomi biliminde aynı konuda farklı hipotez, kanun ya da teoriler bir arada bulunabilmektedir. Ekonomi biliminin temel amacı, ekonomik olgular arasındaki neden-sonuç ilişkilerini açıklayan genellemeleri geliştirmektir. Ekonomi bilimi, neden-sonuç ilişkilerini açıklarken bilimsel yöntemin hipotez, kanun ve teori aşamalarından geçer ve diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi, test etme aracı olarak gözlemlemeyi deney yerine kullanır. Ekonomi bilimindeki neden-sonuç ilişkilerinin açıklanmasında genellikle fonksiyonel ilişkiler kullanılır.

Fonksiyonel ilişkiden, açıklanan değişkenin açıklayan değişkenle birlikte değişen bir yapı içinde olduğu anlaşılmalıdır. Örneğin [y = f(xi ); i = 1, …, n] ilişkisi bir fonksiyonel ilişkidir ve y değişkeninin n tane xi değişkenine bağlı olarak değiştiğini açıklar. Ekonomi biliminde bunun pek çok örneği vardır. a malının talep miktarı (Da ), ikame mallarının veya tamamlayıcı malların fiyatları ve gelir gibi diğer değişkenler sabit tutulduğunda, a malının fiyatı (Pa ) ile fonksiyonel ilişki içindedir: Da = f(Pa ). Ya da tüketim giderleri ( C), kullanılabilir gelirin (Yd ) bir fonksiyonudur: C = f(Yd ). Bu tür fonksiyonel ilişkilerden hareketle, ekonomide modeller kurarak gerçek hayat açıklanmaya çalışılır. Ekonomi biliminin kanun ve teorileri, fizik bilimlerinin kanun ve teorileri kadar kesinlik taşımaz. Çünkü tıpkı diğer sosyal bilimler gibi, ekonomi bilimi de insan ve toplum davranışları üzerine kuruludur. Bu davranışlar toplumdan topluma ve zamandan zamana değişim gösterir. O nedenle de ekonomi bilimi zaman geçtikçe, davranış kalıpları ve toplumsal yapılanma değiştikçe değişim gösterir. Alfred Marshall ekonomi kanunlarını şöyle ifade ediyor: “Ekonomi kanunları, az çok belirli ve az çok kesin eğilimlerin ifadesinden ibarettir.” Alfred Marshall’ın bu tanımında ekonomi kanunlarını fizik kanunlarından ayırmak için kullanılabilecek iki önemli fark vardır; “az çok” ve “eğilim” sözcükleri. O halde ekonomik kanun ve teoriler, gerçeğin tam ve kesin ifadeleri yerine, az çok bir eğilim ifade eden hususlardır. Fizik bilimlerine göre ortaya çıkan bütün bu eksikliklerine karşılık ekonomi biliminin de nihai amacı gerçeğin anlaşılmasını sağlamaya çalışmaktır. Ekonomi biliminin gerçeğin anlaşılmasını sağlamaya yönelik yöntemi “bilimsel soyutlama”dır.

Soyutlama, karmaşık gerçeği açıklayabilmek için, bazı varsayımlarla olayı basite indirgeyip ortaya koymak ve aşama aşama basitleştirici varsayımları kaldırmak suretiyle karmaşık gerçeğin açıklanmasına ulaşma yöntemidir. Ekonomi bilimi, gerçek hayatın karmaşık ve anlaşılması güç yapısını basite indirgeyerek analiz edebilmek amacıyla, yukarıda açıklanan gözlem, fonksiyonel ilişkiler ve soyutlama yöntemlerine dayalı olarak kurulan modellere dayanır. Örneğin bir toplumun toplam üretiminin parasal değeri ya da aynı anlama gelen Gayri Safi Milli Hâsılasını (GSMH) bir model çerçevesinde belirlerken ekonomiyi dört kesime ayırmak âdet olmuştur: Hane halkları : Tüketim Giderleri = (C) İşletmeler : Yatırım Giderleri = (I) Devlet : Devlet Giderleri = (G) Dış Alem : Net İhracat = İhracat – İthalat = (X -M) Bu şekilde oluşan bir ekonomide GSMH’yi (Y) hesaplamak için bu dört kesimin giderlerini toplamak gerekir: Y = C + I + G + (X – M) GSMH bir ülkede genellikle bir yıllık bir dönem içinde yaratılan akımların derlenmesinden oluştuğu için, hesaba katılacak olan yalnızca akım değişkenlerdir. Stoklar ve stokların el değiştirmesi hesaplamalara katılmayacaktır. 1.3. Ekonominin Gelişim Süreci 1.3.1. Piyasa Öncesinde Ekonomi İnsanın toplayıcılık, devşiricilik ve avcılıkla yaşadığı bu dönem yaklaşık olarak günümüzden 500 bin yıl önce başlıyor ve insanın yerleşik yaşama geçtiği günümüzden 10.000 yıl öncesinde sona eriyor. İnsanın hangi evrede avcılığa başladığı tam olarak bilinmiyor. Ama geçmişinin çok büyük bölümünü ağaçlar üzerinde, öteki primatlarla birlikte, bulduğunu yiyerek ve hiçbir birikim yapamayarak geçirdiği sanılıyor. Bu dönemde insan meyveleri, ağaç kabuklarını, bitki köklerini yiyerek yaşamını sürdürmüş. Bir başka deyişle, yalnızca üç temel gereksinimini, beslenme, barınma ve üreme güdülerini karşılamış görünüyor.

Günümüzde primatlar neleri yapıyorsa insan da o dönemde aşağı yukarı onları yapıyordu. Bundan ötesini yapabilmek zaman fazlasına, yani bu üç ihtiyacı karşıladıktan sonra zaman kalmasına bağlıydı. İnsanın o dönemde böyle bir artık zaman üretmesine olanak yoktu. Bütün zamanı bu üç gereksinimini karşılamaya gidiyordu. İlk kez toprağa yerleşimin başladığı M.Ö. 12.000-8.000 yılları aralığı, avcılığın doruk noktaya çıktığı bir dönemdir. Bunda ok ve yayın icadı da etkili olmuş olsa gerek. Bu dönemde ayrıca ilk kez tahılların bir bölümünün evcilleştirilmeye başladığını görüyoruz. İnsanın büyük av hayvanlarını avlamaya başlamasıyla ortaya artık zaman çıkmaya başladı. O zamana kadar günübirlik yiyecek derleyip beslenen insan büyük av hayvanlarını avlayınca birkaç günlük yiyeceğini çıkarmaya başladı. İşte bu gelişme sonucunda gün içinde sürekli yiyecek peşinde koşmaktan kurtulan insan başka şeyler yapabilmeye başladı. Şema 1, bu dönemdeki ekonomiyi çerçeveleyebilir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir