Manuel Castells – Binyılın Sonu – Enformasyon çağı 3

B inyı lın sonu, yeni bir binyılın başlangıcı, bir değişim za�anı olarak düşünülüyor. Ama ille de öyle olması gerekmiyor: Ilk binyıl büyük ölçüde olaysız kapandı. İkinci binyılın sonundaysa, bir tür mukadder bir yıldırım bekleyişi içinde olan kesimlerin, Y2K ‘nın • küresel bir bilgisayar çöküşü yaratacağı tahmininin yol açtığı hezeyanla yer’inınesi gerekti. Gelgelelim böyle bir çöküş de yaşanmadı. İnsanların çoğu, yeni binyılın gelişini 31 Aralık 1999 gecesi kutlasalar da, kronolojik terimlerle ikinci binyıl 31 Aralık 2000 gecesi son buldu. Üstelik bu yalnızca Hıristiyanlığın Gregoryen takvimine göre yaşanan, 21. yüzyıla damgasını vuracak çokkültürlülük içinde önemini yitirmeye yazgılı bir azınlık dinine göre yaşanan bir binyıl dönümüydü. Ancak zamanlamasını neye göre değerlendirirsek değerlendirelim; gerçekten de bir değişim zamanını yaşıyoruz. 20. yüzyılın son çeyreğinde bilgiyi merkez alan bir teknoloji devrimi, düşünme, üretme, tüketme, ticaret yapma, yönetme, iletişim kurma, yaşama, ölme, savaşına ve sevişme biçimimizi değiştirdi. Gezegen çapında değerli insan-ları ve etkinlikleri birbirine bağlarken, başat çıkarlar açısından ilgisiz addedilen insanların, ülkelerin iktidar ve zenginlik ağlarıyla bağlarını koparan dinamik, küresel bir ekonomi kuruldu. Karşılıklı etkileşime her geçen gün daha fazla dayanan görseVişitsel bir evren çevresinde inşa edilmiş bir gerçek sanallık kültürü, her yerde zihinsel temsil ve iletişime sızarak kültürlerin çeşitliliğini elektronik bir üstmetinde birleştirdi . İnsan deneyiminin maddi temelleri olan uzam ve zaman dönüştü; akışlar uzamı, mekanlar uzarnma egemen olurken, zamansız zaman sanayi çağının saat zamanını aştı. Birincil kimlikler etrafında, enformasyonelizm ve küreselleşme mantığına karşı çıkan toplumsal direniş ifadeleri kuruldu; bu direniş mantığıyla Tanrı, yerellik, etnisite ya da aile adına savunmacı cemaatler ortaya çıktı. Aynı zamanda, zenginliğin, bilginin küreselleşmesiyle, kimliğin, meşruiyetİn yerelleşmesinin yarattığı iki yönlü baskıyla birlikte ataerkillik ve ulus-devlet gibi temel toplumsal kurumlar sorgulanmaya başlandı.


Bu kitabın ilk iki cildinde incelediğim bu yapısal değişim süreçleri, tüm dünyada toplumsal eylemi ve insani deneyimi şekillendiren, bunların koşullarını çizen makrosiyasi ve makrososyal ölçeklerde temel bir dönüşüm başlatmıştır. Elinizdeki cilt bu makro dönüşümleri inceler- • ken, bu dönüşümleri enformasyon çağına damgasını vurmuş süreçler, yani enformasyonelizm, küreselleşme, ağlar oluşturma, kimlik kurma, ataerkilliğin ve ulus-devletin krizi arasındaki etkileşimin bir sonucu olarak açıklama girişiminde bulunuyor. Tarihsel değişimin bütün önemli boyutlarının bu ciltte sunulduğu iddiasında bulunmasam da, izleyen bölümlerde incelenen ve belgelenen eğilimlerin yeni bir tarihsel manzara oluşturduğuna; bu ortamın dinamiklerinin bizim hayatlarımız ve çocuklarımızın hayatları üzerinde kalıcı etkisi olacağına inanıyorum. Bu cildin Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle başlaması bir rastlantı değildir. 1 91 7’deki Rus Devrimi ve devrimin kıvılcımını çaktığı uluslararası komünist hareket, 20. yüzyılın başat siyasi ve ideolojik olgusuydu. Komünizmin ve Sovyetler Birliği’nin, onların tüm dünyada terikiediği muhalif tepkilerin, 20. yüzyıl boyunca toplumlar ve insanlar üzerinde belirleyici etkisi oldu. Ancak bu kudretli_imparatorluk, onun güçlü mitolojisi birkaç yıl içinde çözülüp gidiverdi; beklenmedik bir tarihi değişime verilebilecek en sıradışı örneklerden biriydi bu. Tarihsel bir dönemin kapandığını gösteren bu sürecin kökeninde, devletçiliğin enformasyon çağına geçişi beceremeyişinin yattığını savunuyorum. Birinci bölümde, bu savın ampirik gerekçelerini sunmaya çalışacağım. Sovyet komünizminin son bulması, Çin komünizminin alelacele küresel kapitalizme ayak uydurması, daha zayıf, daha bayağı yeni bir tür kapitalizmin de sonunda gezegen çapında tek başına kalmasına neden oldu. Kapitalizmin 1970’ler ve 1990’lar arasındaki yeniden yapılanması, hem işleyiş kurallarının hassasiyetini hem de enformasyon çağının ağlar oluşturma mantığını etkili bir biçimde kullanarak üretim güçlerinde ve ekonomik büyürnede ileriye doğru büyük bir adım atabilme yetisine sahip olduğunu gösterdi. Ancak bu dönem aynı zamanda, kapitalizmin dışlayıcı mantığını da sergiledi; katkınmış ülkelerde de kalkınmakta olan ülkelerde de, milyonlarca insanın, gezegenin geniş bölgelerinin enformasyondizmin nimetlerinden yaradanamadığı görüldü. İkinci bölümdeyse bu dışlama, dışlanma eğilimleri belgeleniyor; bu eğilimler küresel kapitalist ağların denetimsiz doğasıyla ilişkilendiriliyor.

Bunun yanı sıra küresel kapitalizmin kıyısında, ileriki yıllarda ekonomik ve siyasi kurumların kurallarını muhtemelen değiştirecek yeni bir kolektif aktörün ortaya çıktığı görüldü: Küresel suçtu bu yeni aktör. Öyle ki, kriminal faaliyetler Sovyet İmparatorluğu’nun çözülmesini izleyen dönemde dünyanın içine düştüğü kargaşadan yararlanarak, formd ekonomiden dışlanan nüfusları ve ülkeleri yönlendirerek, küresel ağlar oluşturmanın araçlarını kullanarak gezegen çapına yayıldılar, birbirleriyle bağlar kurdular, bütün toplumlarda finans piyasalarına, ticarete, girişimci çevretere ve siyasi sistemlere sızan küresel bir suç ekonomisi yarattılar. Bu ters bağlantı, enformasyonel, küresel kapitalizmin önemli niteliklerinden biridir. Medyada önemi teslim edilen, ancak toplumsal analize katılmayan bir niteliktir bu; ben de bu kuramsal eksikliği bu cildin üçüncü bölümünde gidermeye çalıştım. Aynı zamanda, özellikle Asya Pasifik bölgesinde kalkınma sürecindeki yüz milyonlarca insanı kapsayan kapitalist büyümenin olağan-dışı bir genişleme gösterdiğine tanık olundu (bkz. Dördüncü Bölüm). Japonya’nın kalkınması sonrası, Çin, Hindistan, Doğu ve Güneydoğu Asya’daki dinamik bölgelerin karşılıklı bağımlılığın hakim olduğu küresel bir ekonomiyle bütünleşmesi, çokkültürlü bir ekonomik karşılıklı bağımlılığın temelini atarak tarihi değiştiriyor: Bu da başından beri sanayi çağına damgasını vuran Batı egemenliğinin sonunun geldiğini gösteriyor. Ancak yeni küresel kapitalizmin hassasiyeti, 1 997-98 dönemindeki mali krizle sarsıntı geçiren Asya-Pasifik bölgesinin kaderindeki büyük değişiklikte de kendini gösterdi. Dördüncü bölümde sunulan analiz, Asya’da kalkınma ve kriz arasındaki etkileşimi küreselleşme ve devlet arasında giderek güçlenen gerilimin bir ifadesi olarak ele alıyor. Küreselleşme rüzgarlarıyla, eski haliyle dünyanın kültürel ve jeopolitik temellerinin sarsılmasıyla karşı karşıya kalan Avrupa ülkeleri, hiç sorunsuz değilse bile, para birimlerini, dolayısıyla ekonomilerini binyıl dönümünde sembolik olarak birleştirmeyi amaçlayan Avrupa bütünleşmesi süreciyle bir araya geldi (bkz. Beşinci Bölüm). Ancak Avrupa’nın birleşmesi süreci açısından temel önemde olan kültürel ve siyasi boyudar henüz bir çözüme kavuşturulabilmiş değildir; bu yüzden dünyanın başka bölgeleri gibi Avrupa’nın kaderi de, enformasyondizme geçişin, ulus-devletten ağ devleti biçimindeki uluslar ve devletler arasında yeni bir etkileşime geçişin ortaya çıkardığı tarihsel muammaların çözümüne dayanmaktadır. Zamanımızın büyük tartışmalarından bir kısmını tanımlayan bu makrososyaVsiyasi dönüşümleri inceledikten sonra, daha analitik bir damara geçereK analizimi tamamlayacağım. Sonuç bölümü sadece bu ciltte sundoğum temalar hakkında değil, bu temaların daha önceki iki ciltte incelediğim toplumsal süreçlerle bağlantılarıyla da ilgili olacak. Okuyucunun iyi niyetine sığınarak, bu cildin sonuç bölümünde enformasyon çağına ilişkin açık uçlu bir toplumsal teori inşa etmeye yönelik bazı malzemeler sunacağım.

Başka bir deyişle, dünyamızı inceledikten sonra, onu anlamaya çalışacağım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir