Marc Levy – Sizi Tekrar Görmek

Arthur otelin muhasebesinde hesabını kapattı. Civarda küçük bir gezinti yapmak için hala zamanı vardı. Bavulları taşıyan çocuğun verdiği emanet fişini ceketinin cebine tıkıştırdı. Avludan geçip Beaux-Arts Sokağı’na çıktı. Büyük fıskiyelerin yıkadığı kaldırım taşları güneşin ilk ışıklarının altında kuruyordu. Bonaparte Sokağı’ndaki birkaç dükkanın önü hareketlenmeye başlamıştı bile. Arthur bir pastanenin camekanı önünde duraksadıktan sonra yoluna devam etti. Biraz ötedeki Saint-Germain-des-Pres K.ilisesi’nin beyaz çan kulesi doğmakta olan günün renkleri arasından beliriyordu. Fürstenberg Meydanı’na kadar yürüdü, orası hala ıssızdı. Demir bir kepenk açılıyordu. Arthur, kendisine çok hoş bir kimyacı görüntüsü veren beyaz önlüklü genç çiçekçi kızı selamladı. Çiçekçi kızın, çoğunlukla Arthur’la beraber düzenlediği karmakarışık buketler, Arthur’un henüz iki gündür oturduğu küçük dairenin üç odasını süslüyordu. Çiçekçi kız, onu son kez gördüğünü bilmeden selamına karşılık verdi. Hafta sonundan bir önceki gün, kapıcı kadına anahtarları teslim etmesiyle birlikte yabancı bir ülkede aylarca süren hayatının da, şimdiye dek gerçekleştirdiklerinin en çılgını olan, bir Franko-Amerikan kültür merkezi projesinin de üzerine sünger çekmişti.


13 Kim bilir, belki günün birinde, aklından bir türlü atamadığı o kadınla yeniden gelirdi buralara. Ona, çok sevdiği bu daracık sokakları gezdirir, başkentte sık sık yağan yağmurun altında bile gezinmekten zevk aldığı Seine Nehri kıyıları boyunca birlikte yürürlerdi. Çok önem verdiği mektubu yazmak üzere bir banka oturdu. Mektup bitmek üzereyken bir zarfa koyup ağzını yapıştırmadan cebine yerleştirdi. Saatine baktıktan sonra yeniden otelin yolunu tuttu. Taksi birazdan gelirdi, uçağı üç saat sonra kalkacaktı. Uzun süren zorunlu bir ayrılıktan sonra, bu akşam şehrine geri dönüyordu nihayet. 14 1 San Francisco Körfezi’nin üzerindeki gökyüzü kıpkırmızıydı. Uçağın penceresinden, bir sis bulutunun ardına saklanan Golden Gate seçilebiliyordu. Uçak, T iburon’ a doğru eğildi, burnu güneye bakarak yavaş yavaş alçaldı, San Mateo Köprüsü’nün üstünden geçerek döndü. Kabinden bakıldığında uçak kendisini parıldayan tuzlalara doğru bırakıverecekmiş gibi geliyordu. * * * Saab marka kabriyole iki kamyonun arasına ustaca sokuldu, durumdan hiç de hoşnut olmayan sürücülerin farlarını yakıp söndürerek yaptıkları uyarılara aldırış etmeden üç şeridi enlemesine geçti. 101 . Otoyol’u terk edip uluslararası San Francisco Havalimanı’na giden bağlantı yoluna kıl payı da olsa girmeyi başardı. Yokuşun aşağısına geldiğinde tabelalardan yolunu çıkarmaya çalışan Paul yavaşladı.

Sapağı kaçırdığı için homurdandıktan sonra, otoparkın girişine dönmek üzere arabayı yüz metre kadar geri aldı. * * * ıs Kokpitteki bilgisayar yüksekliğin yedi yüz metre olduğunu gösteriyordu. Uçağın içinde görünen manzara değişmeye devam ediyordu. Batmakta olan güneşin ışıklan arasından, hepsi birbirinden modem bir sürü kule seçiliyordu. Kanat kapakları açıldı, kanat takımları yükseldi ve uçağın hızı daha da kesildi. Hemen ardından iniş takımlarının kulakları tırmalayan sesi duyuldu. • • • Terminaldeki panoda AF 700 sefer sayılı uçağın indiği yazıyordu. Yürüyen merdiveni soluk soluğa, uçarcasına inen Paul girişe doğru koşturdu. Mermer kaplı zemin kaygandı, dönemeçte ayaklan yerden kesilince can havliyle karşı istikametten gelen bir pilotun kolunun yenine tutundu, kısaca özür diledikten sonra deli gibi koşmaya devam etti. • • • Fransız Hava Yolları’na ait A 340 Airbus tipi uçak asfalt zeminde yavaşça ilerliyordu, uçağın tuhaf bumu ürkütücü biçimde terminalin camekanına yaklaşıyordu. Türbinlerin gürültüsü uzun bir vızıltıyla boğuldu ve körük uçağın gövdesine yaklaştı. • • • Uluslararası uçuşlardan inen yolcuların çıkış yaptığı kapıda, Paul elleri dizlerinde, iki büklüm olmuş soluklanmaya çalışıyordu. Otomatik kapılar açıldı ve ilk yolcu dalgası salona akmaya başladı. Uzaklardan, kalabalığın içinden bir el sallanıyordu, Paul en iyi dostuna ulaşabilmek için ite kaka bir yol açtı kendine. 16 “Kemiklerimi kıracaksın,” dedi Arthur kendisini kucaklayan Paul’e.

Satıcı kadınlardan biri şefkatle onlara bakıyordu. “Dur, çok rahatsız edici olmaya başladı,” dedi ısrarla Arthur. “Seni özlediğimi biliyorsun,” dedi Paul, bir yandan da arkadaşını otoparka inen asansöre doğru sürüklüyordu, Arthur alaylı alaylı baktı ona. “Bu Hawaii gömleği de neyin nesi, kendini Magnum mu sanıyorsun?” Paul asansördeki aynada kendine baktıktan sonra dudağını bükerek gömleğinin bir düğmesini ilikledi. “Delahaye Moving’deki yeni evine gittim,” diye devam etti Paul. “Taşıyıcılar kolileri ewelsi gün getirdiler. Elimden geldiğince toparladım ortalığı. Bütün Paris’i satın mı aldın, yoksa dükkanlarda birkaç parça bir şey bıraktın mı?” “Ev meselesiyle ilgilendiğin için teşekkür ederim; daire nasıl?” “Birazdan göreceksin, beğeneceğini düşünüyorum, üstelik büroya da çok yakın.” Arthur’un gösterişli kültür merkezinin yapımını bitirmesinden bu yana, Paul onu San Francisco’ya dönmeye ikna etmek için elinden geleni yapmıştı. Kardeşi gibi sevdiği adamın gitmesinin açtığı boşluğu hiçbir şey dolduramamıştı. “Şehir pek değişmemiş,” dedi Arthur. “14. ve l 7. sokakların arasına, biri otel, biri de işyeri olarak kullanılmak üzere iki kule inşa ettik ve sen şehri değişmiş bulmuyorsun, öyle mi?” “Mimarlık bürosunda işler nasıl gidiyor?” “Senin Parisli müşterilerinle yaşadığımız sorunları bir yana bırakırsak, her şey yolunda sayılır. Maureen iki hafta sonra tatilden dönüyor, masana bir not bıraktı, seni yeniden görecek diye sabırsızlıktan içi içine sığmıyor.

” Arthur ve asistanı Paris’teki inşaatın yapımı süresince, gün içinde birçok kez konuşmuşlardı, Maureen onun günlük işlerini hallediyordu. 17 Otoyolun çıkışını kaçırmasına ramak kala, Paul 3. Sokak’ a çıkan bağlantı yoluna çıkmak için yolu bir kez daha enlemesine geçti. Bu tehlikeli manevrasını korna sesleri selamladı. “Özür dilerim, ” dedi dikiz aynasına bakarken. “Oh, endişelenme, Etoile Meydanı’nı görsen hiçbir şeyden korkmazdın. ” “O da ne?” “Dünyanın en büyük ve tıkalı araba yolu, üstelik bedava!” Arthur, Van Ness Caddesi’ndeki kavşakta durmalarından yararlanarak arabanın üstünü açtı. Bez korkunç bir gıcırtıyla katlandı. “Arabamdan bir türlü ayrılamıyorum, ” dedi Paul, “zaman zaman romatizması tutsa da dayanıyor. ” Arthur camı sonuna kadar açıp deniz kokusunu içine çekti. “Sen Paris’ten haber ver?” dedi Paul coşku dolu sesiyle. “Çok Parisli var!” “Parisli kadınlar nasıl?” “Her zamanki gibi şıklar!” “Ya sen ve Parisli kadınlar? Çok ceviz kırdın mı?” Arthur yanıtlamadan önce bir süre durdu. “Rahip hayatı yaşamadım, kastettiğin buysa.” “Ciddi ilişkileri kastettim, ben. Aşık oldun mu?” “Ya sen?” dedi Arthur.

“HAlA b kA f” a a e arım. Saab, kentin kuzeyine doğru çıkarak Pacific Sokak’ a saptı. Fillmore Kavşağı’nda, Paul arabayı kaldırımın kenarına çekti. “İşte geldik, senin yeni home sweet home’unun önündeyiz; umarım beğenirsin, burada rahat edemezsen yeni bir yer bulmak için emlakçıyla görüşürüz. Bir başkası için ev seçmek pek. ” Arthur arkadaşının sözünü kesti, evi sevecekti, bundan hiç kuşkusu yoktu. Ellerinde bavullarla, küçük binanın girişinden geçtiler. 18 Asansör onları üçüncü kata çıkardı. Kapısında 3B yazan dairenin önünden geçerlerken Paul, Arthur’a karşı komşusuyla karşılaştığını söyledi, anahtarı kilidin içinde çevirirken tam bir “fıstık” olduğunu fısıldamayı da ihmal etmedi. Salondan, Pacific Heights’ta uzanan evlerin çatıları görülüyordu. Yıldızlı gece odanın içine doldu. Taşıyıcılar, Fransa’ dan gelen mobilyaları, oraya buraya rastgele koymuşlar, çizim masasını da pencerenin karşısına kurmuşlardı. Kitap kolileri boşaltılmış, içindekiler kütüphaneye yerleştirilmişti bile. Arthur mobilyaların yerini hemen değiştirdi, kanepeyi camlı çıkmanın karşısına çekti, iki koltuktan birini küçük şömineye doğru itti. “Gördüğüm kadarıyla, takıntından kurtulamamışsın.

” “Böyle daha iyi olmadı mı?” “Harika oldu,” dedi Paul. “Şimdi beğendin mi?” “Evimde gibi hissediyorum!” “İşte yine şehrine, mahallene geri döndün, birazcık şansla hayatına da geri döneceksin!” Paul öbür odaları da gezdirdi, yatak odasının boyutları iyiydi; büyük bir yatak, iki komodin, bir de konsol vardı. Bitişikteki banyonun küçük penceresinden içeri ay ışığı süzüldüğünü görünce Arthur hemen pencereyi açtı, manzara güzeldi. Geldiği günün akşamı onu yalnız bırakmak zorunda olmak Paul’ü son derece üzse de, şu iş yemeğine gitmesi gerekiyordu; büroda önemli bir proje için yarışıyordu. “Sana eşlik etmeyi isterdim,” dedi Arthur. “Saat farkı seni serseme çevirmiştir, evde kalmanı tercih ederim! Yarın uğrarım, öğle yemeğine gideriz.” Paul, Arthur’u kucaklayıp dönmüş olduğu için ne kadar mutlu olduğunu yineledi. Banyodan çıkarken arkasına döndü ve parmağıyla duvarı işaret etti. “A, bu dairede henüz fark etmediğin olağanüstü bir şey var.” 19 “Neymiş o?” dedi Arthur. “Hiç dolap yok!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir