Margaret Atwood – Kör Suikastçi

MARGARET ATWOOD 18 Kasım 1939da Kanadada doğdu. Böcekbilimci olan babasının işi dolayısıyla çocukluğu boyunca yılın birkaç ayını ormanlarda geçirdi. On iki yaşına kadar okula gidemedi ama ailesi onu küçük yaşlardan itibaren okuma ve yazmaya yöneltti. Beş yaşından itibaren hikâyeler, şiirler ve oyunlar yazmaya başladı. Toronto Üniversitesi ve Radcliffede eğitim gördü. Harvarddaki doktorasını yarım bıraktı. ilk şiir kitabıyla Doubk Persephone196 E.J Pratt ödülünü kazandı. ilk romanı The Edible Womanm yayımlanması ve film haklarının satılmasıyla yazmaya daha çok zaman ayırmaya başladı. 1971 yılında Kanadanın en önemli şairleri arasında gösteriliyordu. 1972de yayımlanan Surfadng ve Survival: The Thematic Guide to Ganadi an Literatüre ile bir romancı ve eleştirmen olarak yerini sağlamlaştırdı. 1981de yayımlanan Handmaids Takde Damızlık Kızın Öyküsü kadının toplumdaki gerçek rolü üzerine odaklanır. Surfadng de olduğu gibi burada da kadın ve kızların yaşadığı deneyimleri güçlü bir toplumsal eleştiriyle birlikte aktarır. Atvvoodun yapıtları feminist düşüncenin nabzını tutan bir barometre olarak değerlendirilmektedir. Üretken bir yazar olan Atwood aynı zamanda PEN ve Uluslararası Af Örgütünün aktif bir üyesidir.


The Handmaids Tak ve Cats Eye Kedi Gözü adlı romanları Booker ödülüne aday gösterildi. Robber Bride ve en son romanı Alias Grace Namı Diğer Grace Kanadada Giller ve Italyada Premio Mondelloyu ödüllerini kazandı. Atwoodun yapıtları otuz üç dile çevrilmiştir. Onuncu romanı The Bbnd Assassin Kör Suikastçı 2000de Booker ödülüne layık görülmüştür. Ağa Muhammed Han monarşisini tahayyül edin, Kirman şehrinin bü tün nüfusunun öldürülmesini ya da kör edilmesini emreden, istisnasız hepsinin öldürülmesini. Özel muhafızları şevkle işe koyulur. Bütün vatandaşları sıraya dizerler, yetişkinlerin kellelerini uçurur, çocukların gözlerini oyarlar… Sonra, çocuklar kafileler halinde şehri terkeder. Bacıları, arlarda şaşkın dolaşırken yollarını kaybeder, çöllere düşer ve susuzluk tan ölür. Bajka kafileler canlı yerleşim bölgelerine ulaşır… Kirman şehrinin imha edilen halkının şarkılarını söyleyerek… Ryszard Kapuscinski Yüzdüm, deniz sınırsızdı, karayı göremedim. Tank acımasızdı, dualarım kabul olundu. Sen, aşkta boğulan, hatırla beni. Kartaca devrinden, ölü külünün saklandığı bir kabın üzerindeki yazı. Kelimeler karanlık bir bardakta yanan alev gibidir. Köprü Savaşın sona ermesinden on gün sonra, kızkardeşim Laura kendi kullandığı otomobille köprüden uçtu. Köprü onarım görüyordu.

Laura, -Tehlike işaretinin tam ortasından geçmiş. Otomobil, 33 metre aşağıdaki dere yatağına düşerken, tüy gibi taze yapraklarla donanmış ağaçları ezerek Margaret Atwood Kör Suikastçi alevler içinde patlamış ve dipteki sığ dereye yuvarlanmış. Araç, köprüden kopan beton blokların altında tamamen ezilmiş. Kömürleşmiş parçalarından başka Lauranın bedeninden geriye bir şey kalmamış. Kazayı bana polis bildirdi. Araç benimdi, plakasından bulmuşlar. Polisin ses tonu saygılıydı. Richardın adını hemen tanımışlardı kuşkusuz. Polis, otomobilin tekerleklerinin tramvay yolunun raylarına takılmış ya da frenlerinin patlamış olabileceğini söyledi ama kazayı baştan sona gören, biri emekli avukat, diğeri banka memuru iki şahidin de bulunduğunu bana bildirmek zorundaymış. Şahitler, Lauranın direksiyonu kasten ve sert bir biçimde kırdığını ve âdeta sokak kaldırımından iner gibi zahmetsizce köprüden boşluğa uçtuğunu söylemişler. Giydiği beyaz eldivenler yüzünden, ellerinin direksiyonda olduğunu açıkça görmüşler. Kazanın nedeni, frenler değildi diye düşündüm. Lauranın başka nedenleri vardı. Onun nedenleri hiçbir zaman başkalarının nedenlerine benzemezdi, o ayrı mesele. O yönüyle Laura tamamen insafsız biriydi.

-Sanırım birinin onu teşhis etmesini istiyorsunuz dedim. -Hemen geliyorum. Kendi sesimin sakinliğini duyabiliyordum, sanki uzaktan geliyor gibiydi. Gerçekte, zorlukla çıkarabiliyordum sözcükleri. Ağzımın içi uyuşmuş, bütün yüzüm acıyla kaskatı olmuştu. Sanki dişçiden çıkıyordum. Yaptığı şey yüzünden Lauraya müthiş öfke duyuyordum ama aynı zamanda onun bunu yaptığını ima eden polise de öfkeliydim. Başımın etrafında sıcak bir rüzgâr esiyor, saçımın tellerini girdaba kapılmış gibi döndürüyordu sanki, tıpkı suyun içine damlatılan mürekkep gibi. -Korkarım bir soruşturma açmak zorundayız Bayan Griffen dedi polis. -Doğal olarak diye yanıtladım. -Ama bu bir kazaydı. Kardeşim hiçbir zaman iyi bir sürücü olamadı. Lauranm yumuşak oval yüzünü gözümün önüne getire biliyordum. Özenle firketelenmiş topuzunu ve giymiş olabileceği elbiseyi: Küçük, yuvarlak yakalı, ağırbaşlı renkli, lacivert ya da çelik grisi ya da hastane koridoru yeşili, şömizye bluzunu. Pişmanlık verici türden renkler yani, sanki kendi isteğiyle seçtiği değil, kapatıldığı yerde ona giydirilen türden.

Vakur ve yarım gülümsemesini, güzel bir manzara karşısmdaymış gibi hayranlık ve şaşkınlıkla kalkmış kaşlarını görebiliyordum. Beyaz eldivenler: Pontius Pilatus jesti. Laura ellerinden benim kirimi, hepimizin kirini temizliyordu. Margaret Atwood Kör Suikastçi Araba köprüden uçtuğunda, öğleden sonra güneşinin içinde, parlak kanatlı bir böcek gibi bir an havada asılı kaldığında Laura neler düşünmüştü? Alexi, Richardı, ihaneti, babamızı ve onun enkazını, Tanrıyı belki ve içine düştüğü ölümcül üçlü hesaplaşmayı. Ya da daha o sabah, benim onları bulacağımı bilerek, çoraplarımı koyduğum çekmeceye sakladığı ucuz okul defterlerini. Polis gidince, üstümü değiştirmek için yukarı çıktım. Morgu ziyaret etmek için eldivenlere ve peçeli bir şapkaya ihtiyacım olacaktı, gözlerimi kapayacak bir şapka. Gazeteciler üşüşürdü şimdi. Taksi çağırmam gerekecekti. Ayrıca Richarda haber vermeliydim. insanların karşısına çıkmadan önce, bir -Derin Acımız bildirimi hazırlamak isterdi. Giyinme odama girdim. Siyahlara ve bir mendile ihtiyacım vardı. Çekmeceyi açtım ve defterleri gördüm. Paket ipliğiyle bağlanmış düğümü çözdüm.

Dişlerimin birbirine vurduğunu, tepeden tırnağa buz kestiğimi farkettim. Şoka girmiş olmalıyım, diye düşündüm. 0 anda hatırladığım tek şey Reenieydi, küçüklüğümüzün Reeniesi. Yaralarımızı bantlayan, sıyrıklarımızı, kesiklerimizi, küçük yaralarımızı saran her zaman Reenieydi. Annemiz dinleniyor olurdu ya da başka bir yerlerde hayır işleriyle uğraşırdı ama Reenie her zaman yanımızdaydı. Bizi kucaklayıp kaldırır, beyaz emaye mutfak masasının üstüne, açtığı kurabiye hamurunun ya da parçaladığı tavuğun veya temizlediği balığın yanma oturtup, zırlamayalım diye ağzımıza birer kesme şeker verirdi. Söyle bana neresi acıyor, derdi. Ulumayı bırak. Sakin ol. Neren acıyor, göster bana. Ama bazı insanlar neresinin acıdığını söyleyemez. Sakinleşemez. Hiçbir zaman ulumayı kesemez. Toronto Star, 26 Mayıs 1 ŞEHRİMİZDEMEYDANA GELEN BİR ÖLÜMÜN ARDINDAKİ SORULAR STARİN ÖZEL HABERİ 1 Adli Tıp HeAetinin soruşturması sonucunda, geçtiğimiz hafta St. Clair Caddestnde meydana gelen ölüm vahasının bir kaza olduğu hükmüne varılmıştır.

25 yaşındaki Bayan Laura Chase, Mayıs günü, akşamüstü, batı yönünde otomobiliyle yolahrken, onarım görmekte olan kökünün bariyerkrine çarparak aşağıdaki Margaret Atwood Kör Suikastçi 1 uçuruma düşmüş ve araçla birlikte yanmıştır. Bayan Chase kaza i yerinde anında ölmüştür. Önde gelen fabrikatörlerimizden Bay 1 Richard E. Griffenın eşi olan ablası Bayan Griffen, Bayan ha1 ura Chase in görme yeteneğine zarar veren akut başağrılarından 1 1 muzdarip olduğunu belirtmiştir. Bir soruya verdiği cevapta, kız kardeşinin sarhoşluktan ötürü bir kaza yapmış olmasının müm1 I kün olmadığını, çünkü kardeşinin içki içme alışkanlığının olmadı1 ğını belirtmiştir. Polis teşkilatının görüşüne göre, tramvay hattı üstünde yoldan çıkan bir raya takılan lastiğin kazaya yol açması ciddi bir ola -1 wk dikir. Toronto Belediyesinin güvenlik önlemlerinin yeterliliği konusunda halkın aklına gelen olumsuz sorular, Şehir Meclisi 1 I Mühendisi Gordon Perkinsin uzman tanıklığı sonucu bertaraf 1 edilmiştir. Meydana gelen kaza, otoyolun bu bölümündeki tramvay yolunun bakımsız durumuna yönelik protestolara yol açmıştır. Yerel yol vergisi mükelleflerini temsilen Bay Herb T. Jolliffe, Star I habercilerine, bu kazanın ihmal edilmiş yol şartlarının ilk kurba1 nı olmadığını söylemiştir. BelediyeMeclisi bu konuyu dikkate almalıdır. i Kör Suikastçı. Yazan: Laura Chase Reingold, Jaynes Moreau, New York, 1Qiriş: Kaya Bahçeleri İçin Mevsimlik Çiçekler Kadında adamın bir tek fotoğrafı vardı. Onu, üstüne kupürler diye not ettiği kahverengi bir zarfın içine koyup zarfı da Kaya Bahçeleri İçin Mevsimlik Çiçekler adlı kitabın sayfaları arasına saklamıştı. O kitaba bakmak kimsenin aklına gelmezdi.

O fotoğrafı özenle saklıyor çünkü adamdan geri kalan tek şey bu resim. Siyah/beyaz bir resim bu. Savaş öncesinden kalma flaşlı, akordiyon Margaret Atwood Kör Suikastçi körüklü, köpek ağızlığına benzeyen sağlam deri kasalı, kayışlı ve karmaşık kopçaları olan ağır, kutu gibi fotoğraf makinesiyle çekilmiş. Fotoğraf ikisini, kadını ve adamı, bir piknikte gösteriyor. Arkasında kurşun kalemle piknik yazıyor, kadının ya da adamın adı yok, yalnızca piknik yazılmış. Kadın, adlarını biliyor, yazmasına gerek yok. Bir ağacın altında oturuyorlar. Bir elma ağacı olmalı, o sırada ağacın ne tür olduğuna pek dikkat etmemişti. Kadın, kolları dirseğine kadar kıvrılmış beyaz bir bluz ve dizlerine sıkıca sardığı geniş bir eteklik giymiş. Bir esinti olmal ı , çünkü bluzu tenine temas ediyor, belki de esinti falan yok, yalnızca bluzu tenine yapışmış, belki hava çok sıcak. Evet, sıcaktı. Elini resmin üstüne koyduğunda ondan gelen sıcaklığı hâlâ hissedebiliyor, gün boyu güneşte ısınmış bir taşın geceyarısı olduğunda yansıttığı sıcaklığa benziyor bu. Adam, yana yatırılmış ve yüzünü kısmen gölgede bırakan açık renkli bir şapka giymiş. Adamın yüzü kadınınkinden daha yanık tenli. Kadın hafifçe adama dönük, bir daha başka kimseye göstermediği bir gülümsemeyle gülümsüyor ona.

Kadın resimde çok genç görünüyor, fazlasıyla genç, oysa o sırada kendini fazlasıyla genç düşünmüyordu. Adam da gülümsüyor, dişlerinin beyazlığı alev almış bir kibrit gibi parlıyor ama elini kaldırmış , sanki bir oyun sırasında kendini kadından korur gibi ya da sanki fotoğraf makinesinden korunur gibi, resmi çeken kimse, ondan korunur gibi ya da gelecekte ona bakacak olan insanlardan, bu dikdörtgen sırlı kâğıdın penceresinden kendisine bakacak insanlardan korunur gibi. Sanki kendini kadından korur gibi. Sanki kadını korur gibi. Uzanmış, koruyan elinde sigarasının ucu görünüyor. Kadın yalnız kaldığında kahverengi zarfı çıkarıyor ve fotoğrafı gazete kupürlerinin arasından ayırıyor. Masanın üstüne koyuyor, üzerine eğilerek bakmaya başlıyor, sanki bir kuyuya ya da havuza bakar gibi, kendi görüntüsünün ötesinde bir şeyler arar gibi, düşürdüğü ya da kaybettiği, erişemediği ama hâlâ görebildiği bir şeyi arar gibi, kumda parlayan bir mücevhere bakar gibi. Her ayrıntıyı inceliyor. Fotoğraf makinesinin flaşından ya da güneşin parlaklığından beyazlaşmış parmaklarına, giysilerin kıvrımlarına, ağacın yapraklarına, yaprakların arasındaki küçük, yuvarlak şekillere bakıyor. Sahi, elma mıydı onlar gerçekten? Arka planda görünen bakımsız çimenleri inceliyor. Çimenler sararmış, çünkü mevsim kurak. Margaret Atwood Kör Suikastçi İlk bakışta farkedilmiyor ama resmin bir köşesinde bir el var, bilek hizasından kesilmiş, çimenlerin üzerine bırakılmış, dinlenen bir el. Kendi haline terkedilmiş gibi. Parlak gökyüzünde esen bir bulut, krom üzerine sıvanmış dondurma gibi. Adamın sigaradan sararmış parmaklan.

Uzakta ışıltılı bir su. Artık hepsi dibe çökmüş. Dibe çökmüş ama hâlâ parlıyorlar. II Kör Suikastçı: Katı yumurta -Nasıl olsun istersin? diyor adam. Kostüme bir romans mı olsun, yoksa ıssız sahile vurmuş bir gemi enkazı mı? İstediğini seç: Balta girmemiş ormanlar, tropik adalar, dağlar. Ya da uzayın başka bir boyutu. Benim en iyi olduğum konu budur. Uzayın başka bir boyutu mu? Hadi canım! Alay etme, gayet işe yarar bir adrestir bu. Orada istediğin her şey olabilir. Uzay gemileri, bedene sımsıkı oturan üniformalar, ışın tabancaları, mürekkep balığı vücutluMarslılar, böyle şeyler. Sen seç, diyor kadın. Profesyonel olan sensin. Bir çöle ne dersin? Her zaman çöle gitmek istemişimdir. Bir vahası da olmalı, tabii. Hurma ağaçlan da hoş olurdu.

Sandviç ekmeğinin kenarlarını kopartıyor kadın. Ekmeğin sert kenarından hoşlanmaz. Çöller pek kapsamlı olmaz, yani faaliyet alanları sınırlıdır. Çölde görebileceğin fazla bir şey yoktur ama mezarlar koyarsan hikâyeve, iş değişir. O zaman, üç bin yıldır ölü olan, biçimli ve kıvrak bedenli, yakut kırmızısı dudaklı, gökmavisi renkli ve köpük gibi bukleli saçlı ve göz yuvaları çöreklenmiş yılanlara benzeyen çıplak kadınlardan söz edebiliriz. Ama bu yaratıkların sana göre olduğunu sanmıyorum. Korkutucu şeyler senin tarzın değildir. Bilemezsin ki. Belki de hoşlanırım. Hiç sanmam. Bu hikâyeler abazan erkekler için yazı l ı r. Ka nlar herifin üstünde kıvranıp debelenir, tüfekle dipçikleyip defetmen gerekir onları. 1 . III il -Uzayın başka bir boyutunu alabilir miyim lütfen ve de mezarları ve ölü kadınları? Margaret Atwood Kör Suikastçi Kolay bir sipariş değil ama elimden geleni yaparım. Ara1 ya, metal göğüslükleri, boyunlarında gümüş boyundurukları ve şeffaf cüppeleri olan birkaç kurbanlık bakire de serpiştireI bilirim.

Ekstradan bir de canavar kurt sürüsü. Görüyorum ki hiçbir şeyi sakınmıyorsun. Yoksa, kostüme mi isterdin? Lüks kruvaze gemilerini, beyaz keten örtüleri, bilek öpmeleri, riyakâr yılışıklıkları? i I Hayır. Tamam. Sen neyi uygun görürsen onu anlat. 1 Sigara? 1 1 Kadın -hayır anlamında başını sallıyor. Adam, kibriti başparmağının tırnağına sürterek kendi sigarasını yakıyor. i Kendini yakacaksın, diyor kadın. I Şimdiye kadar hiç yakmadım. 1 Kadın adamın kıvrılmış beyaz ya da açık mavi gömlek 1 I kollarına, sonra bileğine, elinin koyu tenli cildine bakıyor. 1 I Adam ışıltılar saçıyor, üstünde yansıyan güneşten olsa gerek. Neden herkes bize bakmıyor? Yine de böyle ortalık bir yerde i bulunmaması gerektiği kadar dikkat çekici adam. Çevrede 1 I i başka insanlar var, çimenlerin üzerinde oturan ya da tek ko1 luna abanmış yatan insanlar, açık renkli yazlık giysileri içinde 1 başka piknikçiler. Her şey gayet uygun, olağan. Oysa kadın ikisinin başbaşa ve yalnız olduklarını hissediyor, sanki altında 1 oturdukları ağaç, bir ağaç değil de bir çadır, sanki ikisinin çevresine tebeşirle bir çizgi çekilmiş.

Bu çizginin içinde ikisi 1 görünmez insanlar olmuş. Peki, istediğin uzay olsun, diyor adam.Mezarları, bakireleri ve kurtlarıyla… ama taksit taksit anlatacağım. Anlaştık illi 1 mı? 1 Taksit taksit mi? i Evet, hani mobilya alır gibi. Margaret Atwood Kör Suikastçi Kadın gülüyor. Hayır, ciddiyim. Baştan savma anlatamam, günlerce sürebilir. Tekrar buluşmamız şart. Kadın tereddüt ediyor. Tamam, diyor. Bilmem ki yapabilir miyim. Ayarlamaya çalışacağım. İyi, diyor adam. Şimdi biraz düşünmem lazım. Sesi rahat, telaşsız.

Fazla acelecilik kadını kaçırtabilir. Gezegenin adı… dur bakayım, Satürn değil, o çok yakın. Zycron Gezegenindeyiz, uzayın bir başka boyutunda, moloz taşlarla kaplı bir ovadayız. Kuzeyde menekşe renkli okyanus uzanıyor, batıda sıra dağlar. Söylentiye göre, harabe halindeki mezarlarında yaşayan kana susamış ölü kadınlar güneş battıktan sonra bu dağlarda dolaşıyor. Görüyorsun, mezarları hemen devreye soktum. Çok düşüncelisin, diyor kadın. Ben pazarlığımıza sadığım. Güneyde yakıcı bir kum çölü var, doğudaysa bir zamanlar içinden nehirlerin aktığı birkaç tane çok sarp vadi yer alıyor. Herhalde bunlar kanal, Marsta olduğu gibi. Ah, kanal ve daha birçok şey. Her yerde, çok eski ve bir zamanlar hayli gelişkin olduğu anlaşılan bir uygarlığın izlerine rastlıyoruz, ancak artık bu bölgede, yalnızca az sayıda ve dağınık yaşayan ilkel göçmen kabileler var. Ovanın tam ortasında taşlardan oluşan geniş bir tümsek var. Orada burada görülen bodur çalıların dışında toprak tamamen çorak. Tam çöl denemez ama hemen hemen çöl.

Peynirli sandviç kaldı mı? Kadın kese kâğıdının içini karıştırıyor. Hayır, diyor ama bir tane katı yumurta var. Kadın hayatında hiç bu kadar mutlu olmamış. Her şey taze, her şey daha yaşanmayı bekliyor. Tam da doktorumun tavsiyelerine uyuyor, diyor adam. Bir şişe limonata, bir katı yumurta ve Sen. Yumurtayı avcunda yuvarlıyor, kabuğunu eziyor ve soyuyor. Kadın adamın ağzına, çenesine ve dişlerine bakıyor. Parkta yanımda şarkı söylüyor, diyor kadın. Al, tuz da var. Teşekkürler. Her şeyi akıl etmişsin. Margaret Atwood Kör Suikastçi Çorak ovaya kimse sahip çıkmıyor, diye devam ediyor adam. Daha doğrusu, hiçbirinin diğerlerini yok edecek kadar güçlü olmadığı beş ayrı kabile hak iddia ediyor ova üzerinde. Bütün bu kabileler zaman zaman, thulk dedikleri, koyuna benzeyen, hırçın tabiatlı, mavi postlu yaratıklara çobanlık ederek ya da üç gözlü bir çeşit deve olan yük hayvanlarının sırtına yükledikleri, maddi değeri olmayan mallan taşıyarak taş tümseğin yanından geçip gidiyorlar.

Taş tümseğin adı her kabilenin dilinde farklı. Kimi, Uçan Yılanların Deliği diyor, kimi Moloz Yığını, Uluyan Annelerin ikametgâhı, Unutuluşun Kapısı ya da Kemirilmiş Kemikler Çukuru diyor. Her kabile tümsek hakkında benzer hikâyeler söylüyor. Dediklerine göre, taşların altında bir kral, adı olmayan bir kral gömülü. Yalnızca kral değil, bu kralın bir zamanlar hükmettiği muhteşem bir şehrin kalıntıları da gömülü. Bu şehir bir savaşta yerle bir edilmiş, kral tutsak alınıp, zafer sembolü olarak bir hurma ağacına asılarak idam edilmiş. Ay doğduğunda boğazı kesilerek gömülmüş, yerini belirlemek için üstüne taşlar yığılmış. Şehrin bütün insanları da öldürülmüş. Hepsi, erkek, kadm, çocuk, bebek, hatta bütün hayvanlar katledilmiş. Kılıçtan geçirilip paramparça edilmiş. Hiçbir canlı bırakılmamış. Korkunç bir şey. Nerede toprağa bir kürek atsan altından korkunç şeyler çıkar. İyidir, ticareti geliştirir, kemiklerle beslenir insanlar. Onlar olmasa hikâye de olmaz.

Limonata kaldı mı? Hayır, diyor kadın. Hepsini içtik. Hadi, devam et. Şehrin gerçek adı onu fethedenler tarafından belleklerden silinmiş ve işte bu yüzden der masalcılar şehir artık kendi yıkımıyla anılır olmuş. Taş tümsek böylece hem bilinçli bir anımsamanın hem de bilinçli bir unutuşun simgesi olmuş. Bu bölgede yaşayan insanlar paradokslardan hoşlanırmış. Beş kabileden her biri kendini fatih ilan ediyormuş. Her biri katliamı zevkle, ballandıra ballandıra anlatıyormuş. Hepsi bu katliamın kendi tanrılarının buyurduğu erdemli bir intikam olduğuna inanıyormuş, çünkü bu şehrin insanları kâfir gibi yaşıyormuş. Kötülüğün kanla temizlenmesi gerektiğine Margaret Atwood Kör Suikastçi inanırlarmış. Katliam günü kan su gibi akmış. Dolayısıyla temizlenmiş olsalar gerek. Taş tümseğin yanından geçen her çoban ya da tacir, tümseğe bir taş eklermiş. Eski bir gelenektir bu, ölüleri, yani kendi ölülerini anmak için yaparsın ama taş yığınının altında kimlerin yattığını bilmedikleri için artık şansına bırakırlarmış taşları. Bahaneleri hazırmış, orada olup bitenler Tanrının iradesi olduğu için taşları da Tanrı onuruna bıraktıklarını söylerlermiş.

Bir başka söylentiye göre, şehir yıkılmamış. Ancak krahn bildiği bir büyü sayesinde şehir ve bütün yaşayanları ortadan yok edilmiş ve yerlerine kendi hayaletleri gelmiş, yakılıp yıkılan ve katledilenler işte bu hayaletlermiş. Gerçek şehir büzülüp küçücük kalmış ve büyük taş tümseğin altındaki bir mağaraya gömülmüş. Bir zamanlar şehirde olan her şey hâlâ oradaymış, saraylar, ağaç ve çiçeklerle süslü bahçeler ve insanlar dahil. İnsanlar karıncalar gibi küçükmüş ama yaşamlarını tıpkı eskisi gibi sürdürüyorlarmış: Minik elbiseler giyiyor, minik ziyafetler veriyor, minik hikâyeler anlatıyor, minik şarkılar söylüyorlarmış. Kral işin gerçek yüzünü biliyormuş ve bu yüzden kâbuslar görüyormuş. Ama diğerleri gerçeği bilmiyormuş. Bu kadar küçüldüklerinin farkında değillermiş. Ölmüş olmaları gerektiğini de bilmiyorlarmış. Hatta kurtarılmış olduklarını bile bilmiyorlarmış. Onlara göre, taş yığınından oluşan tavan gökyüzüymüş: Taşların arasındaki bir minik delikten sızan ışığı da Güneş zannediyorlarmış. Elma ağacının yapraklan hışırdıyor. Kadın önce gökyüzüne, sonra saatine bakıyor. Üşüdüm, diyor. Hem de geç kaldım.

Kanıtları yok eder misin? Yumurta kabuklarını ambalaj kâğıdının içine koyuyor, dertop ediyor. Acelen ne? Soğuk değil burası. Suyun oradan bir esinti çıktı, diyor kadın. Rüzgâr yön değiştirmiş olmalı. Öne doğru eğiliyor, kalkmaya hazırlanıyor. Daha gitme, diyor adam, aceleyle. Gitmek zorundayım. Beni aramaya başlarlar. Geç kalırsam, nerede olduğumu bilmek isteyeceklerdir. Eteğini düzeltiyor, kollarıyla kendisini sarıyor arkasını dönüyor, küçük yeşil elmalar birer göz gibi kadını izliyor. The Çlobe and Mail, 4 Haziran 1GRIFFEN, YELKENLİSİNDE ÖLÜ BULUNDU Margaret Atwood Kör Suikastçi GLOBE AND MAILİN ÖZEL HABERİ Açıklanmayan bir nedenle birkaç günden beri kendisinden haber alınamayan 47 yaşındaki sanayici Richard E. Gri/fen, yelkenli teknesinde ölü bulunmuştur. Torontodaki İlerici Muhafazakâr Partinin yaklaşan seçimlerde önde gelen adayı olan Griffen, tatilini geçirmekte olduğu Port Ticonderogadaki -Aıiion ad!ı villasının yakınlarında, Jogues Nehri kıyısındaki özel iskelesine demirli duran Water Nixie adlı yelkenlisinin içinde ölü bulunmuştur. Ölüm nedeninin beyin kanaması olduğu sanılmaktadır. Polis bir cinayet şüphesinin bulunmadığını bildirmiştir.

Seçkin bir kariyere sahip olan Bay Griffen, tekstil, giyim eşyası ve hafif sanayi dallarını da kapsayan geniş bir ticari imparatorluğun başında bulunuyordu. Savaş sırasında Müttefik ordularına tedarik ettiği üniforma ve silah parçaları üretiminden ötürü büyük takdir kazanmıştı. Pugwash Konferanslarının düzenli bir katılımcısı, İmparatorluk Kulübünün ve Granit Kulübünün ileri gelen üyelerinden biriydi. Tutkulu bir golf oyuncusu ve Kanada Kraliyet Yat Kulübünün tanınmış üyeleri arasındaydı. -Kingsmere malikânesindeki özel residansından telefonla görüştüğümüz Sayın Başbakanımız, -Bay Griffen bu ülkenin en yetkin kişilerinden biriydi. Yokluğu daima hissedilecektir sözleriyle taziyelerini bildirmiştir. Bay Griffen, ölümünden sonra yayınlanan romanıyla bu baharda edebiyat dünyasına giriş yapan Laura Chasein kayınbiraderiydi. Arkasında, sosyetemizin önde gelen simalarından kızkardeşi Bayan Winifred Griffen Priorı, eşi Bayan İris Chase Griffeni ve 10 yaşındaki kızları Aimeeyi bırakmıştır. Cenaze töreni Çarşamba günü Torontoda, St. Simon Aposde Kilisesinde yapılacaktır. Kör Suikastçı: Parktaki bank Zycronda neden insanlar yaşıyordu? Yani bizim gibi insanlar demek istiyorum. Yani, eğer orası uzayın başka bir boyutuysa, orada başka türlü yaratıklar, diyelim, konuşan kertenkeleler gibi yaratıklar olması gerekmez mi? Bunlar yalnızca ucuz romanlarda olur, diyor adam. Hepsi uydurmasyondur. Gerçek ş öyledir: Dünya Zycronlular tarafı ndan sömürgeleştirilmiştir. Zycronlular, sözünü ettiğimiz çağdan birkaç binyıl Margaret Atwood Kör Suikastçi sonraki bir dönemde, bir uzay boyutundan diğerine yolculuk yapma yeteneğini geliştirmişlerdi.

Buraya sekiz binyıl önce geldiler. Yanlarında bir sürü bitki tohumu getirdiler. Bugün elma ve portakal yiyorsak onlara borçluyuz, özellikle muzları. Bir muza bakarsan hemen anlarsın onun uzayın derinliklerinden geldiğini. Zycronlular hayvan da getirmişlerdi, atlar, köpekler, keçiler ve saire. Atlantisi kuran onlardı. Ama sonra, fazla akıllı oldukları için kendi kendilerini mahvettiler. Biz onların arda kalan torunlarıyız. Ah, diyor kadın. Demek işin içyüzü bu. Tereyağından kıl çeker gibi kolayca sıyrılıverdin işin içinden. Sıkışırsan her şeyin bir yolu bulunur. Zycronun diğer özelliklerine gelirsek, yedi denizi, beş Ayı, farklı güç ve renklerde üç Güneşi var. Hangi renklerde? Çikolata, vanilya, çilek? Beni ciddiye almıyorsun. Affedersin.

Kadın başını erkeğe doğru eğiyor. Şimdi dinliyorum. Bak işte, tamam mı? Adam anlatmaya devam ediyor: Yıkımdan önce şehir, yani eski adıyla söylersek SakielNorn, kabaca Alınyazısının incisi diye çevirebiliriz, bir kâinat harikası olarak anılırdı. Yıkımın, ataları tarafından gerçekleştirildiğini iddia eden insanlar bile şehrin güzelliklerini anlatmaya duyamazlardı. Çok sayıdaki saraylarının çinili avlu ve bahçelerinde oymalarla süslenmiş çeşmelerden doğal kaynak suları akardı. Her yerden çiçekler fışkırır, hava cıvıldayan kuşlarla dolup taşardı. Etrafta, şişman gnarr sürülerinin otladığı yemyeşil ovalar ve tacirler ya da düşmanlar tarafından henüz kesilip yakılmamtş olan meyve bahçeleri, koru ve ormanlar uzayıp giderdi. Şimdi kurumuş olan koyaklar o zaman birer nehirdi. Bu nehirlerden açılmış kanallarla şehrin civarındaki tarlalar sulanırdı, toprak o kadar verimliydi ki tahıl başaklarının yedi santim eninde büyüdüğü söylenirdi. SakielNornun asillerine Snilfard denirdi. Snilfardlar vasıflı metal işleme ustalarıydı ve sırlarını dikkatle sakladıkları zekice tasarlanmış mekanik aletler icat ederlerdi. Bu döneme gelindiğinde artık saati, tatar yayını ve el Margaret Atwood Kör Suikastçi pompasını icat etmişlerdi ama henüz içten yanmalı motor icat edilmemişti, dolayısıyla taşıt olarak hâlâ hayvanlar kullanılıyordu. Erkek Snilfardlar, yüz derisinin hareketiyle birlikte hareket eden ama gerçek duygularını gizlemeye yarayan örülmüş platinden maskeler giyerdi. Kadınlarsa, yüzlerine chaz güvesinin kozasından elde edilen ipeksi bir kumaş peçe takardı. Eğer Snilfard değilseniz, yüzünüzü örtmek ölümle cezalandırılan bir suçtu, çünkü yüzü su ya da hava temasına kapamak ve başkalarından kaçırmak yalnızca asillere tanınan bir ayrıcalıktı.

Snilfardlar, şatafatlı ve lüks giyinirlerdi. Yüksek bir müzik zevkine sahiplerdi ve müzikteki yetenekleriyle ince zevklerini göstermek için birkaç alet çalarlardı. Saray entrikalarıyla uğraşır, muhteşem ziyafetler düzenler ve birbirlerinin kanlarıyla ağdalı aşk ilişkilerine girerlerdi. Bu ilişkiler yüzünden düellolar yapıldığı da olurdu ama kocanın böyle durumlardan haberi yokmuş gibi davranması daha makbul sayılırdı. Küçük esnaf, serf ve kölelere Ygnirod denirdi. Ygnirod erkekleri bir omzu açıkta bırakan pejmürde gri tunikler giyerdi. Kadınlarıysa bir göğsü açıkta bırakan aynı tür giysiler giyerdi ve söylemeye hacet yok, Snilfard erkeklerinin ağına düŞen birer av olurlardı. Ygnirodlar, hayatta paylarına düşen kısmete içerlerlerdi ama bu kızgınlıklarını aptal pozuna girerek gizlemeye çalışırlardı. Nadiren de olsa, akabinde acımasızca bastırılan ayaklanmalara girişirlerdi. Ygnirodların en alt tabakasını, alınıp satılan ve keyfi öldürülebilen köleler oluşturuyordu. Okuyup yazmaları kanunen yasaktı ama taşlarla toprağa çizdikleri gizli haberleşme işaretleri vardı. Snilfardlar bu köleleri sabana koşarlardı. Eğer bir Snilfard işinde iflas ederse, rütbe indirimine uğrayarak Ygnirod düzeyine indirgenebilirdi. Borcunu ödemek için karısını ya da çocuklarını satarak bu sonucu önlemesi mümkündü. Bir Ygnirodun Snilfard statüsüne yükselmesiyse çok daha ender rastlanan bir durumdu çünkü yukarı giden yol, aşağıya inen yoldan çok daha zorludur: Bir Ygnirod kendine ya da oğluna bir Snilfard gelini alabilecek kadar nakit para biriktirebilse bile iş bununla bitmez, ayrıca önemli bir miktar rüşvet yedirmesi ve Snilfard toplumu tarafından kabul edilmek için uzunca bir zaman beklemesi gerekirdi.

Sanırım, Bolşevik tarafın ortaya çıkmaya başladı. Er ya da geç konuyu buraya getireceğini tahmin ediyordum, diyor Margaret Atwood Kör Suikastçi kadın. Hiç de değil. Aksine, anlattığım kültür, antik çağ Mezopotamyasına dayanıyor. Hammurabi Kanununda, Hitit kanunlarında filan vardı bunlar. En azından bir kısmı. Peçe takmak, karıları alıp satmak kesinlikle vardı. Sana bölüm bölüm, paragraf paragraf okuyabilirim bunları. Lütfen, bugün değil, diyor kadın. Şu anda bunları duymaya gücüm yok, bitkinim, mecalim kalmadı. Aylardan Ağustos, hava dayanılmayacak kadar sıcak. Rutubet gözle görülmez bir sis gibi kadınla erkeği sarmalıyor. Öğleden sonra saat dört, ışık, erimiş tereyağı sanki. Parkta bir bankta oturuyorlar, fazla sokulmadan. Üstlerinde bir akçaağacm yorgun yaprakları, ayaklarının altında çatlamış toprak kurumuş çimen.

Yanıbaşlarmda serçelerin gagaladığı bir ve A ekmek parçası ve buruşmuş kesekâğıdı. Bulundukları yer pek tekin bir bölge sayılmaz. Su damlatan bir çeşme, üç pasaklı çocuk, çıplak kollu bir kız çocuğu ve şortlu iki oğlan çeşmenin başında fısıldaşıyorlar. Kadın açık san bir elbise giymiş, dirseklerinin altında kolları çıplak ve ince sarı tüylü. Pamuklu eldivenlerini çıkartıp avucunda top yapmış, elleri gergin ve sinirli. Adam kadının gerginliğini dert etmiyor. Varlığıyla kadına bir şeyler ödettiğini düşünmek hoşuna gidiyor. Kadın, okul çocuklarının giydiği türden yuvarlak, hasır bir şapka takmış, saçları arkaya doğru firketelenmiş, nemli bir tutam alnına düşmüş. O zamanlar, bir tutam saç kestirip bir madalyonun içinde saklar ya da erkekseniz kalbinizin üstünde gezdirirdiniz. Adam bunlara hiç anlam veremezdi, onu tanıyana dek. Şu anda nerede olman gerekiyordu? diye soruyor adam. Alışverişte. Alışveriş çantama bak. Birkaç çift çorap aldım, çok güzel, en iyi ipekliden. Giydiğin belli bile olmuyor.

Kadın azıcık gülümsüyor. Yalnızca dakikam kaldı. Eldivenlerinden birini yere düşürüyor, ayaklarının ucuna. Adam gözlerini eldivene dikiyor. Eğer kadın onu unutup giderse, eldiveni kendine saklayacak. O gittikten sonra kokusunu, kadının kokusunu içine çekecek. Margaret Atwood Kör Suikastçi Seni ne zaman görebilirim? diyor adam. Sıcak rüzgâr dalları kıpırdatıyor, aralarından ışık sızıyor, kadının tüm çevresi çiçek polenleriyle dolu, altın bir bulut gibi. Toz bulutu, aslında. Şimdi görüyorsun ya, diyor kadın. Yapma bunu, diyor adam. Ne zaman, söyle. Kadının V yakasının içindeki cildi parlıyor, ter tanecikleriyle dolu. Şimdiden söyleyemem, diyor kadın. Omzunun üstünden bakıp parkı tarıyor.

Etrafta kimse yok, diyor adam. Senin tanıdığın hiç kimse yok.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir