Margaret Pargeter – Kordugum

Lee Moreau ellerinin titremesini önlemek için yumruklarını sıktı. Geçmişiyle gurur duyduğunu söyleyemezdi ama son birkaç yıl içerisinde bütün bunların maziye karışmış olduğunu umuyordu. Thames Valleye geri dönmekle ne büyük bir tehlikeyi göze aldığını biliyordu, ancak beş yıldan fazla bir süre Slade Western ortalarda gözükmeyince, kendini yeniden emniyette hissetmeye başlamıştı. Üstelik kendisini öylesine rahat hissetmişti ki, onun uzak bir akrabasıyla nişanlanmakta bir sakınca görmemişti. Ama şu anda eğer altıncı hissi onu yanıltmıyorsa, birkaç saniye önce büyük bir süratle yanından geçip giden arabada bir an için gördüğü o küstah esmer baş, Slade’den başkası değildi. Yanılmış olması için dua etti, zira bu gördüğü adam gerçekten Slade’se, sakin ve düzenli bir geleceğe ilişkin tüm planları da suya düşüyor demekti. On dokuz yaşındayken, iki yıl için onunla birlikte yaşamayı kabul etmiş, ancak aradan daha altı ay geçmeden verdiği sözü tutamayacağını anlayarak onu bırakıp gitmişti. O günden bu yana da onu bir daha görmemişti. Bu süre içerisinde onun kendini arayıp aramadığını yada nerede yaşadığı hakkında bir bilgisi olup olmadığını bile bilmiyordu. Eğer aradan geçen bunca zamandan sonra yeniden geri döndüyse, bunun nedeni yıllarca önce verilen o sözü hatırlatıp borcunu almak ya da akrabalarından biriyle evlenmesini önlemek değildi herhalde. Bir zamanlar Lee’ye karşı duyduğu doyumsuz arzu, belki de nefret, çoktan küllenmiş olmalıydı artık. Lee elindeki karalama defterini aceleyle sırt çantasının içine yerleştirdikten sonra yolun kenarındaki çalıların arasına bıraktığı motosikletini aldı ve başlığını takıp motoru çalıştırdı ve sanki peşinden atlılar kovalıyormuşçasına büyük bir süratle yola koyuldu. Kendini tehlikede gibi hissediyor, bir an önce eve varmak istiyordu. Neden böyle davrandığını kendi bile bilmiyordu. Biraz önce yanından geçen adam Slade olamazdı! River Bendegiden yola saptığında hala bu cümleyi tekrarlıyordu kendi kendine.


Belki de Mattle nişanlandığından bu yana, mutluluğuna gölge düşürecek bir olay çıkmasından çok korktuğu için böyle işkilliydi. Her hızlı araba kullanan esmer erkek Slade olacak değildi ya! Hem Slade onun nişanlandığını öğrenmiş olsa bile artık bir şey yapamazdı. Aralarında yerine getirilmemiş bir anlaşmadan başka bir şey yoktu… hem Slade bu anlaşmayı ona şantaj yaparak elde etmişti. Motosikletini garajda duran arabasının yanına bıraktı. Bir süre görmeyen gözlerle çevresine bakındıktan sonra evden içeri girdi. River Bend, büyükbabasının bir zamanlar restoran olarak işlettiği çok eski bir yapıydı. O öldüğünden beri Lee, büyükbabasının kendinden istediği gibi bu evde yaşamaya devam etmiş ama onun ölümünden çok önce kapanmış olan restoranı bir daha açmamıştı. Hayatını çocuk kitapları yazarak ve resimlendirerek kazanıyordu. Bu arada evin boş duran odalarından bir kaçını da sakin bir hayattan hoşlanan, güvendiği ve sevdiği birkaç arkadaşına vermişti. Bu odalarda kalan üç arkadaşı yaklaşık dört yıldan beri Lee’yle aynı çatı altında yaşamaktaydılar. Bunlardan biri, büyükbabasının son hastalığı sırasında Lee’ye büyük yardımları dokunan Julia Brown adında bir hemşireydi. Özel hemşirelik yapmayı hastanelerde çalışmaya tercih eden Julia’yla, onun yakın arkadaşı ve yine hemşire olan Sandra Peel, kasabada bir pansiyonda kalmaktansa kırların ortasındaki bu kocaman evde yaşamayı seçmişlerdi. Lee’nin üçüncü konuğuysa Nigel Blakey adında, Reading’deki Western fabrikasında çalışan bir elektronikçiydi. Genç adamın Julia’ya aşık olduğu Lee’nin gözünden kaçmamıştı ama, Julia onun varlığının farkında değilmiş gibi görünüyordu. Sandra’ysa bir bilmeceydi sanki.

Lee onun birisine aşık olduğundan şüpheleniyordu, ancak son zamanlarda genç kız öylesine içine kapanmıştı ki, ağzından laf almak mümkün değildi. Aceleyle mutfağa dalan Lee, Sandra’yı ocağın başında buldu. Lee ile üç konuğu alışılmışın dışında bir düzen kurmuşlardı. Her hafta onlardan kira almak yerine, tüm masrafları ve ev işlerini onlarla paylaşmayı tercih etmişti Lee. Hiçbir zaman dostlarının sırtından para kazanmayı düşünmeyen genç kadın için arkadaşlarının varlığı ve dostluğu her şeyden önemliydi. İşi ona yeterince para sağlıyordu zaten, ama ıssız kırların ve koruların çevrelediği River Bend, özellikle kış aylarında dayanılmayacak kadar yalnız bir yer oluyordu. Bu gece yemek sırası Sandra’daydı. Lee geciktiği için özür diledikten sonra pişen yemeğin kokusunu içine çekerek <> dedi. Sandra oldukça keyifsiz, <<günün iyi geçti mi bari?>> diye sordu. << Hem evet… hem de hayır,>> diye karşılık verdi Lee dalgın bir tavırla << Ya seninki?>> <<Şöyle böyle.>> Sandra omuzlarını silkti. Aklı bambaşka yerlerde olan Lee, arkadaşını bu içine kapanık soğuk davranışının farkına varmamıştı. <> Onun nişanlısından söz ettiğini düşünen Sandra da <> diye ters ters sordu <> Sandranın doğrulanmayı bekler gibi kendine bakmakta olduğunu fark eden Lee, üstündeki gerginlikten sıyrılmaya çalışarak, küçük bir açıklamada bulundu. << son zamanlarda o kadar işi vardı ki, bana sanki bu akşam gelemeyecekmiş gibi geliyor.>> Sandra somurtarak, <> dedi.

<> Lee başıyla onayladı, ama içten içe arkadaşını böylesine yiyip bitiren sorunun ne olduğunu merak etmeye başlamıştı. Ancak bunu ona açıkça soracak cesareti de bulamıyordu kendinde. İçini çekerek mutfaktan çıktı ve üst kattaki odasına gitti. Kapıyı arkasından kapayınca yeniden içindeki huzursuzlukla baş başa kaldı. Kendini yatağın üstüne atıp, sinirli hareketlerle parmağındaki alyansla oynamaya başladı. Matt’e Slade’den söz etmeye çalışmış, genç adam her seferinde onu susturmuştu. Belki de Slade’in adı geçmiş olsaydı Matt onu dinleyecekti, ama hiçbir zaman bu fırsatı bulamamıştı. O günleri yeniden gözlerinin önüne getiren genç kadın, Slade’le aralarındaki ilişkiyi bilen pek az kişi olduğunu hatırladı; onlarda Slade’in çok yakın bir iki arkadaşıydı ki, şu anda hepsi deniz aşırı ülkelerde yaşıyorlardı. Buraya geldiği zaman daha on sekiz yaşındaydı. Daha ilk karşılaşmalarında genç adam ona sahip olmak istediğini açıkça belirtmekten kaçınmamıştı. O günlerde Slade’den ne kadar da korkuyordu… Ama korkusuna rağmen, yinede tıpkı bir pervane gibi, kendisini ateşe atmış ve işte sonunda da kanatları da yanmıştı. Sık sık yaptığı gibi Lee yine Matt’e durumu açıklamaya çalışırken genç adam <> diyerek onun sözlerini yarıda kesmişti. << Ben de tecrübesiz bir erkek sayılmam, onun için de, güvenimi kazanmak için bana eskiden olup bitmiş hikâyeleri anlatmana hiç gerek yok.>> Sevgili Matt, bin Slade’e bedeldi! Düşüncelerinde bile olsa yine de ona ihanet etmeye dayanamıyordu. Aceleyle yataktan kalkıp giyinmeye başladı.

Slade’den ayrıldıktan sonra hiçbir erkeğe ilgi duyamayacağını sanmıştı, ama Matt sıcak dostluğu, yumuşak tavırları ve hiçbir zaman ısrarlı olmayan öpücükleriyle ona hiçbir şeyin imkânsız olmadığını ispatlamıştı. Onun sayesinde hem kendine, hem de insanlara olan güvenini yeniden kazanmıştı. Slade’i tümüyle kafasından silip attığına inanarak ona mutlu ve emniyetli bir gelecek sağlamaya hazır olan Matt’in evlenme teklifini kabul etmişti. Matt’in, Slade gibi her ülkede bir fabrikası yoktu belki, ama Lee zaten kürklere, mücevherlere ve pahalı arabalara düşkün bir kadın değildi. Tüm istediği düzenli bir aile hayatı ve böyle bir hayatı kendine sağlamaya hazır bir erkekti sadece. O zamandan bu yana çok değişmişti genç kadın. Slade’le tekrar karşılaşırlarsa, genç adamın bunu hemen fark edeceğinden emindi. Ilık bir duş aldıktan sonra fazla zamanı kalmadığından üstüne ipek bir elbise geçirdi ve makyaj yapmadan sadece saçları taramakla yetindi. Aslında Tanrı vergisi olan çok güzel bir cildi vardı, bu nedenle zaten genellikle pek makyaj yapmazdı. Koyu kızıl saçları pırıl pırıl parlardı her zaman. Ama en çarpıcı yanı gözleriydi. Gözlerinin rengi menekşeleri andırıyordu. Slade, gözlerine hayran kalmıştı; içinde bulunduğu ruh haline göre gözlerinin renk değiştirdiğini söylemişti hep. Lee’nin biçimli kaşları çatıldı, dolgun dudakları büzüldü… Hala onu düşündüğü için kendi kendini azarladı. Kararlı bir tavırla annesini düşünmeye çalıştı.

Annesi ona hep, Fransız olan babasına benzediğini söylerdi. Babası o daha beş yaşındayken bir kazada ölmüştü. Lee zaman zaman babasını hatırlardı, ama onu hiçbir zaman tam olarak gözlerinin önüne getiremezdi. Babasıyla oturup konuştuğunu hayal meyal hatırlıyordu, ancak nelerden söz ettiklerini çıkartamıyordu; ama bir şeyi çok iyi hatırlıyordu, o da babasıyla Fransızca konuştuğuydu. Annesi her zaman için babasının akrabalarını nefretle anmış ve kızın onlarla ilişki kurmasını önlemişti. Ancak bütün bunlar Lee’nin, akrabalarının nasıl insanlar olduklarını merak etmesini engelleyememişti. İşte bu nedenle de, Paris’te Slade’i bırakıp kaçtıktan sonra Londraya döneceği yerde, onları bulmak için güneye inmişti. Ne yazık ki planları suya düşmüş ve Dordogne’a giderken bir kaza geçirerek hafızasını kaybetmişti. Ona bakan rahibeler mükemmel bir Fransızcası olduğu için onu Fransız sanmışlardı. Aradan birkaç ay geçip de yeniden hafızasına kavuşan Lee, durumu onlara açıklayınca evine dönmesine izin vermişlerdi. Gürültüyle kapanan bir kapı sesiyle genç kadın toparlandı. O günleri hatırlamak istemiyordu artık. Aceleyle odasından çıkıp aşağı, arkadaşlarının yanına indi. Slade’le ilgili hatıralarını geçmişe gömmek en iyi yoldu. Arkadaşları oturma odasında televizyon seyrediyorlardı.

Julia, <> dedi. Matt’in hatırlatılması üzerine Lee kendini suçlu hissetti. Nigel’ın verdiği içkiyi aldıktan sonra düşünceli bir tavırla, << herhalde acil bir işi çıktı,>> diye mırıldandı. Tam o sırada telefon çaldı. Anında ayağa fırlayan Sandra, <> diye sordu. Lee telaşla, << gerek yok, Matt olmalı,>> diye atıldı. << Ben baksam daha iyi.>> Holdeki telefona doğru yürüyen Lee’nin dudaklarında anlayışlı bir gülümseme vardı. Arayan gerçektende Matt’di. Lee’nin endişeyle neden geciktiğini sorması üzerine genç adam, << senden özür diyorum sevgilim>> dedi. <> Lee her yanının buz kestiğini hissetti. Demek yanılamamıştı bugün akşamüstü arabasıyla yanından geçen adam Slade’den başkası değildi. Kaderine isyan etti birden, ama bunun boş bir öfke olduğunu biliyordu. Hiddetini Matte yöneltti bu kez. Genç adamın Slade’i olduğundan daha yakın bir akrabasıymış gibi göstermesine sinirlenmişti.

Herkes gibi Matt de onun etkisi altında kalmıştı. << iyi ama Matt, ona nişanlınla buluşacağını söylemedin mi? Yoksa nişanlandığını bilmiyor mu?>> Matt güldü. << Slade’in her zaman her şeyden haberi olur. Bunu da öğrendiğinden eminim, hem haberi yoksa bile bunu ona söylemek gerekir.>> << Buna hiç gerek olmadığını biliyorsun değil mi?>> Matt ağır ağır, << Söylemeliyim>> dedi. Lee’nin bu konuda ne kadar isteksiz olduğunu hala anlayamamıştı. <> Lee terden sırılsıklam olmuş alnına düşen bir tutam saçı eliyle geriye doğru itti. << O kadarda yakın akraban olduğunu sanmıyorum.>> Matt onun bu sözlerini bir süre düşündükten sonra << Bir zamanlar onunla arkadaştınız öyle değil mi?>> diye sordu. << Annesiyle birlikte Londra’ya gelmiştin galiba…>> Lee hemen genç adamın sözünü keserek, << Evet ama bu yıllar önceydi.>> dedi. Matt onun sesindeki telaşı fark etmemiş gibiydi. <<öyleyse onun, bana ikinci bir fırsat tanımayacak bir adam olduğunu bilmen gerek. Beklide bu gece bana hayatım en iyi teklifini yapacaktır. Düşünsene, ikimiz içinde çok iyi bir fırsat olabilir bu.

Eğer bu gece onu görmeye gitmezsem, beni bir daha çağırmayabilir.>> Matt’in bu uyarısı karşısında Lee buz gibi terler dökmeye başlamıştı. Eğer Slade, onun kuzenlerinden biriyle nişanlandığını öğrenirse, ona başka bir fırsat daha tanımazdı. Eğer hala Lee’den öç almak peşindeyse o zaman bu nişanı bozmakta ve genç kadını mahvetmekte bir an bile tereddüt etmeyecekti, bundan emindi. Lee güçlükle, <<Yaşamımız bu denli bağlı mı ona?>> diye fısıldadı. Matt her zamanki sabırlı tavrıyla, <<sevgilim,>> diye mırıldandı. << Eğer ailem için bu kadar çok özveride bulunmak zorunda kalmasaydım bugün çok daha değişik bir durumda olurdum.>> <> Lee genç adamın ailesinin son birkaç yıl içerisinde bir takım hastalıklar atlattığını biliyordu. Babası birkaç kez üst üste ameliyat olmuş, bunların masraflarını hep Matt karşılamıştı. Ardından annesi yüklü bir borca girmiş, bunu da Matt üstlenmek zorunda kalmıştı. Ama ailesine yaptığı bu para yardımı, kendi durumunu epeyce sarsmıştı. Lee<> diye sordu > <<Öyleyse yarın görüşürüz.>> Matt büyük bir içtenlikle <> dedi. Arkadaşlarıyla birlikte yemek yemek için mutfağa geçerlerken, Matt’in gelememesini kısaca << İşi çıkmış.>> özetledi Lee.

Genellikle yemeklerini mutfakta yiyorlar, böylelikle yemek odasını ısıtma derdinden kurtulmuş oluyorlardı. Julia kuru bir sesle, << iş mi yoksa özel bir konu mu?>> diye sordu. Matt’in ailevi sorunlarını aşağı yukarı hepsi biliyordu. Ama Sandra hemen Matt’in savunmasına girişti. <> Sandranın Lee’ye nasıl öfkeyle baktığını fark eden Julia hemen araya girerek, <<Lee’nin nişanlısını annesinden soğutmasını mı istiyorsun yoksa?>> diye sordu. <> dedi Sandra ateşli bir tavırla. <> Ama Lee’nin aklı ne Matt’de, ne de Lelandlardaydı. Yemekten sonra Julia’nın Nigel’la birlikte dışarı çıkacağını duyunca hem Lee hem de Sandra, bu işe çok şaşırdılar. Onlar gittikten sonra Lee yatak odasına çıkıp yarım kalan yazısının başına oturdu. Aradan epeyce zaman geçmesine rağmen kağıdın üstünde hala tek kelime bile yoktu. Sonunda Lee yazı yazmaktan vazgeçti, ev onu boğmaya başlamıştı adeta. Sandra’yı bulmak için aşağı indi. Sandra oturma odasında televizyon seyrediyordu. <> dedi Lee. Genç kızın pek yalnız bir hali olduğunu görünce de dayanamayıp, << Neden banimle gelmiyorsun?>> diye sordu.

<< Birlikte bir yere gidip Cola içeriz.>> Sandra sanki hayatta en nefret ettiği şey motosikletle dolaşmakmış gibi yüzünü buruşturdu. <<Hayır sağ ol. Hem eğer Matt gelirse evde onu karşılayacak birinin bulunması iyi olur,>> diye ekledi daha nazik bir tavırla. Lee onu haklı buldu. Nedense yeni nişanlanmış bir genç kadın havası yoktu kendinde ve bunu fark ettiği zamanda, Matt’i sevdiğini tekrarlamaya başladı içinden. Şu andaki sersemliği Slade’in ani dönüşünden kaynaklanıyordu. Kısa sürede bu yeni duruma alışacaktı. Hem belki Slade burada uzun boylu kalmazdı. Tam garajın kapılarını kapamaya hazırlanırken duyduğu bir sesle irkildi. Dikkatle garajın içine bakınca küçük ve zayıf bir silueti fark etmekte gecikmedi. <<oh, Trigg!>> diye sertçe söylendi. <> Trigg Mansfield komşularının küçük oğluydu. Daha sekiz yaşındaydı, astımı vardı ve şu anda evinden üç mil uzaktaydı. Lee’nin şaşkın gözlerle kendine baktığını gören küçük çocuk hiç pişmanlık göstermeyen bir tavırla saklandığı yerden doğruldu.

<> dedi Trigg. <> <<oh, Trigg!>> Lee ona mı yoksa ailesine mi kızsın, bilemiyordu. Genellikle Mansfieldler yakınlarda bir bara ya da otele gidip bir bardak içki içerlerdi, ama Lee onların sekiz yaşında ve de hastalıklı olan oğullarını böyle karanlıkta, evde yalnız bırakmalarından hiç hoşlanmıyordu. Hele bir de bu çocuk Trigg gibi her bulduğu fırsatı değerlendirmesini bilen yaramaz bir çocuksa. <> Trigg muzip bir tavırla ona gülümsedi. <> Lee tereddüt ediyordu. <<Önce evi arayıp annenle babanın gelip gelmediklerini bir kontrol etsek daha iyi olmaz mı? Eğer evdeler ise gelip seni alırlar.>> Trigg’in yüzü asılmıştı. <<Oh, Lee, lütfen yapma bunu! Hem onların evde olmadığından eminim.>> Lee daha fazla itiraz etmedi zaten niyeti dolaşmaktı, onun için Trigg’i evine kadar bırakmasının bir zararı olmayacaktı. Trigg pek mutlu bir çocuk değildi. Annesi çok sinirli bir kadındı, babasıysa her şeye boş veren bir tipti. Her ikisi de Trigg’e ihtiyaç duyduğu düzenli ve huzurlu hayatı sağlamaktan acizdiler. Lee’nin kaşları çatılmıştı. <<Arabayı almalı.

>> Ama Trigg’in gözleri motosikletin üstündeydi. <> dedi. Lee içini çekerek, <<Pekâlâ, gel bakalım,>>dedi. İçinden daha sonra pişman olmaması için dua ediyordu. Lee kaskını büyük bir uysallıkla bekleyen Trigg’in başına geçirdi ve bu iş bitince onu motosiklete bindirdi. Trigg, Lee’yle sık sık motosiklet gezilerine çıktığından bu işe alışıktı. Arkasına Trigg olduğu için genç kadın, içinden geldiği gibi süratli gidemiyordu. Tam bir dönemece geldikleri sırada farın birden sönmesi, dönemeci onlarla aynı anda dönmüş olan arabanın onları görmesini engellemişti. Arabanın farlarının güçlü ışığı Lee’nin gözlerini aldı, motosikletin kontrolünü kaybetti ve birden ıslak otların üzerinde kaymaya başladılar. Önlerine bir hendek çıkmasaydı Lee belki toparlayabilecekti. Ama sonuçta Lee hendeğe, motosiklette onun üzerine düşmüş. Trigg’se biraz öteye fırlamıştı. Konu Başlığı: Ynt: Kördüğüm- Margaret Pargeter Gönderen: billur üzerinde Temmuz 10, 2007, 07:58:48 ÖS Aracın altından doğrulmaya çalışan Lee, kendinden çok Trigg’in ne durumda olduğunu merak ediyordu. Bu arada arabadan inen adam yanlarına gelmişti. <<Hayatımda hiç bu kadar aptalca bir iş görmedim.

>> diye homurdandı adam. <<Canınızdan oluyordunuz neredeyse.>> Trigg’in üzerine eğilmiş olan Lee, birden olduğu yerde donup kaldı. Bu sesi nerede olsa tanırdı! Slade’in kendini tanımamış olması için dua etmeye başladı içinden. Midesi bulanıyor elleriyse fena halde titriyordu. Kendini korumak istercesine Trigg’i kucakladı. Boğuk bir sesle, <> dedi.<< benim kabahatim yoktu.>> Birden ürkütücü bir sessizlik oldu. Lee nefes bile almaya korkara beklemeye başlad. Genç adamın karanlıkta derin bir nefes aldığını duydu. Başını kaldırıp genç adamın yüzüne baktığı zaman gözlerinin parladığını gördü. Genç adam boğuk bir sesle, <<Tanrım, sensin demek!>>dedi. Lee ona ne karşılık vereceğini bilemiyordu, vakit kazanmak için Trigg’in ayağa kalkmasına yardım etti. <> diye söylendi öfkeli bir tavırla.

Slade gayet sakin bir tavırla, <<Öyle olmaması gerekir>> dedi. <<Neyse, bunu daha sonrada tartışabiliriz. Şu anda önemli olan ikinizin de bir yerine bir şey olmadığını saptamamız.>> <<Çok hızlı sürüyordun arabayı>> diye homurdandı Lee. <> Trigg, <> dedi. Ama Slade yinede onun her yanını iyice muayene etti. <<İyi görünüyorsun, ama eminim korkmuşsundur. Kaç yaşındasın bakalım?>> <> Slade doğruldu, bakışlarını Lee’ye yöneltti. <<Hiç değişmemişsin. Hala sorumluluk duygusundan yoksunsun ve hala şu motosikletinden kurtulamamışsın.>> <> <> diye sözlerine devam etti Slade, sanki o hiç konuşmamış gibi. <> Büyümek ha! Adamdaki cürete bak! Lee öfkeli bir tavırla, <> dedi. <> Slade <<Tamam!>> diye kesip attı ve Trigg’e dönerek, <> dedi. <> Trigg<<Willows’da>> diye mırıldandıktan sonra ağlamaya başladı. Ama Slade küçük çocuğun ağlamasını umursamadan ikisini birden arabaya bindirdi ve yola koyuldu.

Karanlıkta genç adamın keskin hatlarına bir göz atan Lee, onun küstahlığından ve emreden tavırlarından hiçbir şey kaybetmemiş olduğunu düşünüyordu. Sürekli kendi kendine ondan nefret ettiğini tekrarlayıp durdu. Slade, Willows’a nasıl gideceklerini öğrendikten sonra <> diye sordu Lee’ye. <<İyiyim>> diye mırıldandı genç kadın. <> Bu sorunun cevabını Slade Western’da bilmiyordu. Beş yıl süreyle Lee’nin varlığını inkar ettikten sonra, onunla yeniden karşılaştığında ondan su kadar etkilenmek genç adamın hiç hoşuna gitmemişti. O menekşe gözlerin bir bakışı tüm korunma mekanizmalarının yıkılmasına neden olmuştu. Hatırladığından da güzeldi genç kadın. Lee gözlerinin içine baktığı zaman, aradan geçen bunca yıla rağmen gösterdiği tepkiye kendi bile şaşırmıştı. Demek Lee onu uyutup yerine Matt’i bulmuştu! Bu nişan haberini alır almaz buralara kadar gelmesinin tek nedeni Matt’in iyiliğini düşünmesinden kaynaklanıyordu. <<Ölümden kıl payı kurtulmuş her insana sorabileceğim bir soruydu bu.>> dedi Slade sertçe. <<Arabayı çok hızlı sürüyordun, şimdide aynı şeyi yapıyorsun!>> diye suçladı Lee onu. <<Eğer arabayı söylediğin kadar hızlı kullanıyor olsaydım öyle aniden durabilir miydim sanıyorsun?>> Slade haklıydı, Lee sustu. Trigg ona iyice sokulmuştu, hala ağlıyordu.

<<Umarım annemle babam eve dönmemişlerdir>> dedi ağlamaklı bir sesle. <> Lee yutkundu. <<Endişelenme ben olanları anlatırım>> diye fısıldadı Trigg’in kulağına. Slade arabayı evin önüne park eder etmez, evin kapıları ardına kadar açıldı ve Dulcie Mansfield onlara doğru koşmaya başladı. Trigg yeniden ağlamaya başlamıştı. <<Trigg!>> Genç kadın Trigg’i Lee’nin kollarından alıp kucakladı. <> Dulcie’nin elinde tuttuğu çantaya bir göz atan Lee onun eve daha yeni dönmüş olduğunu hemen anladı. O sırada George da yanlarına gelmişti ama o karısı kadar telaşlı görünmüyordu, tam tersine sıkkın bir hali vardı. Oğluna dönerek, << Yatak odanın kapısını açık bırakmasaydın senin evde olduğunu fark etmeyecektik bile>> dedi. Lee <<özür dilerim>> dedi. <> <> diye bir çığlık attı Dulcie. Genç kadının gözleri iri iri açılmıştı. <<Nasıl oldu?… nerede oldu?>> <<Ben… şey>> diye kekeledi Lee. <<Trigg’i getirmek için motosikleti almıştım… şey. yolda Mr.

Western’la karşılaştık…>> Slade arabadan inmişti ama, Lee’nin yardımına koşmaya pek niyetli görünmüyordu. Bu olayda kendi oynadığı rolü açıklamaya da niyetli değildi, olduğu yerde durmuş önünde cereyan eden sahneye bakıyordu yalnızca. Bu genç ve yakışıklı erkeğe bakan Dulcie’nin gözleri iyice açılmıştı. <> Ve Dulcia arkasında duran kocasının kollarının arasına düşüp bayıldı. Lee’yse hiç konuşmadan olayların gelişmesini izliyordu. Dulcie’nin bir zamanlar oyuncu olmak istediğini, ama altı ay süreyle Londra’daki tiyatro okuluna devam ettikten sonra evliliğin oyunculuk kadar zor bir iş olmadığını düşünerek oyunculuğa veda ettiğini biliyordu. Evlilik onun rol yapma yeteneğine bir zarar vermemiş tam tersine başı sıkıştığı zamanlarda imdadına yetişmişti. Partilerde sık sık bayılarak herkesin ilgisini üstüne çekmeyi çok iyi başarıyordu doğrusu. Ama Slade’in bunlardan haberi olmadığı için, karşısında gelişen bu sahneyi üzgün bir annenin tepkileri olarak yorumladığı muhakkaktı. Dulcie’nin gözlerini açmasından yararlanan Lee telaşla <<Arabasına çarpmadık>> diye açıkladı. <> <> diye inledi Dulcie. <<Oğlum biricik oğlum ölebilirdi!>> Trigg dürüstçe <<öyle bir şey olmadı>> dedi. <<Dulcie!>> George Mansfield’in kaşları çatılmıştı. <<Trigg’in durumu gayet iyi. Eminim Lee böyle bir kaza olsun istemezdi.

>> <> diye homurdandı Dulcie. <<Sırf güzel diye katil olsa bile onu korurdun!>> <<Dulcie!>> George’un yanakları kızarmıştı. <> <> diye bağırdı Dulcie. Trigg hemen itiraz etti. <> <> diye inledi Dulcie. <> Trigg’i bu zor durumdan kurtarmak için Lee araya girdi bu kez. <> Dulcie acı acı, <> Bu kez iyice kararlı bir tavırla araya giren George karısının ve oğlunun koluna girdi. <<Eğer Trigg gerçekten kötü durumdaysa, burada ayakta durmaması gerekir.>> George onları evden içeri sokarken, Lee Dulcie’nin omzunun üstünden Slade’ bakmakta olduğunu gördü. <<Trigg’i buraya kadar getirdiğiniz için size ne kadar teşekkür etsem azdır Mr. Western.>> Slade gayet ciddi bir tavırla <<Hiç önemi yok.>> dedi. Lee arkalarından << yarın sabah sizi ararım>> diye seslendi.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir