Margaret Weis, Tracy Hickman – Efsaneler 2 – Ikizlerin Savasi

Nehir Akmayı Sürdürüyor… Zamanın karasuları başbüyücünün kara cüppesi etrafında dönüyor, onu ve yanındakileri yıllar içinde ileri doğru taşıyordu. Gökten ateş yağıyor, dağ İstar şehri üzerine düşüyor, şehri yerin ta diplerine batırıyordu. Bu dehşet verici yıkım karşısında insafa gelen deniz suları, boşluğu doldurmak için hücum etmişti. Kralrahip’in hala tanrıların taleplerine cevap vermesini beklediği büyük Tapmak dünya yüzünden silinmişti. Yeni yaratılmış olan İstar’ın Kan Denizi’ne girmeye cesaret eden deniz elfleri bile Tanıpak’ın durmuş olduğu yere hayretle bakıyorlardı. Tapınak’in olduğu yerde derin kara bir çukurdan başka bir şey yoktu. Bu çukur içindeki deniz suyu o kadar kara ve o kadar soğuktu ki, sular altında doğmuş, büyümüş, yetişmiş bu elfler bile cesaret edip çukurun yanına yüzemiyorlardı. Fakat Ansalon üzerinde İstar ahalisini kıskanan çoktu. Onlar için en azından, ölüm hızlı gelmişti. Ansalon’un çabuk yaşanan yıkımından kurtulanlar için ölüm yavaş yavaş gelmişti; korkunç safhalar halinde: Açlık, hastalıklar ve cinayetler… Savaş. Bölüm 1 aba, böğürtü gibi bir korku ve dehşet çığlığı Crysania’nm uykusunu paramparça etti. Bu çığlık o kadar ani, o kadar korkunçtu ve kız o kadar derin uykudaydı ki, bir an için kendisini neyin uyandırmış olduğunu düşünemedi bile. Dehşete düşüp, aklı karışmış bir halde nerede olduğunu anlamaya ve kendisini nefesi kesilecek kadar korkutan şeyin ne olduğunu bulmaya çalışarak etrafına bakındı. Rutubetli, sert bir zeminde yatıyordu. İliklerine kadar işleyen soğuktan tir tir titriyor; dişleri birbirine çarpıyordu.


Nefesini tutarak bir şey duymaya veya bir şeyler görmeye çalıştı. Fakat etrafındaki karanlık yoğun ve aşılmaz, sessizlik ise şiddetliydi. Nefesini bıraktıktan sonra bir kez daha nefes almaya çalıştı ama karanlık sanki havayı da emiyordu. Paniğe kapıldı. Çaresizlik içinde karanlığı tahayyül etmeye, şekiller ve biçimlerle doldurmaya çalıştı. Ama aklına gelen bir şey olmuyordu. Sadece karanlık vardı ve karanlığın da boyutları yoktu. Sonsuzdu… Sonra çığlığı yeniden duyarak kendisini neyin uyandırmış olduğunu anladı. Tam başka bir insan sesiyle rahat bir nefes alacaktı ki o çığlıkta duymuş olduğu korku kendi ruhunda yankı buldu. Karanlığı çaresizlikle, deliler gibi delmeye çalışarak düşünmeye, hatırlamaya zorladı kendisini… Şarkı söyleyen taşlar, bir şeyler mırıldanan bir ses -Raistlin’in sesi- ve onu saran kollan. Sonra suya adım atarmış ve hızlı, engin bir karanlık tarafından alınıp götürülüyormuş gibi bir his… Raistlin! Titreyen elleriyle etrafını yoklayan Crysania rutubetli, soğuk taşlardan başka bir şey hissetmedi. Sonra dehşet verici bir anıyla hafızası geri geldi. Elinde şimşekler çakan bir kılıçla kardeşine dalan Caramon… Büyücüyü korumak için rahiplere özgü bir büyü yapan kendi sözleri…Taşa çarpan kılıcın sesi… Fakat o çığlık -bu Caramon’un sesiydi! Ya Caramon- “Raistlin!” diye seslendi Crysania ayağa kalkmaya çabalarken. Sesi yok oldu, kayboldu, karanlık tarafından yutuldu. Bu, o kadar korkunç bir histi ki bir daha konuşmaya cüret edemedi.

Kollarını kavuşturup, yoğun soğukla titreyen Crysania’nın eli gayri ihtiyari boynundaki Paladine madalyonuna gitti. Tanrısının düşüncesi içini doldurdu. “Işık,” diye fısıldadı madalyonunu sıkı sıkı tutarak; Tanrıya, karanlığı ayndınlatması için dua etti. Parmakları arasındaki madalyondan yumuşak bir ışık akmaya, kızı boğan siyah kadifeyi geri iterek, nefes almasına imkan vermeye başladı. Zinciri başının üzerine kaldıran Crysania madalyonu havada tuttu. Işığı etrafına tutarak çığlığın geldiği yönü hatırlamaya çalıştı. Parçalanmış, kararmış mobilyalar, örümcek ağları, yere saçılmış kitaplar, duvarlardan devrilen kitap raflarını gördü. Fakat bunlar da en az karanlığın kendisi kadar ürkütücüydü; onları doğuran karanlıktı. Bu nesnelerin, burada olmaya, ondan daha çok hakları vardı. Sonra çığlık yeniden duyuldu. Eli titreyen Crysania hızla sese doğru döndü. Madalyonun ışığı karanlığı aralayarak iki sureti, insanı şok eden bir açıklıkla gözler önüne serdi. Siyah cüppe giyen biri soğuk zemin üzerinde hareketsiz ve sessiz yatıyordu. O hareketsiz suretin üzerinde ise kocaman bir adam duruyordu. Kana bulanmış altın bir zırh içinde, boynunda demir bir tasmayla bakışlarını karanlığa dikmiş, ellerini ileriye uzatmış, ağzı sonuna kadar açık, yüzü dehşetten bembeyaz kesilmiş durumdaydı.

Savaşçının ayaklarının dibinde hareketsiz yatan bedeni tanıyınca madalyon Crysania’nın hissizleşen elinden kaydı. “Raistlin!” diye fısıldadı. Tam platin zincirin parmakları arasından kaydığını hissederken, etrafındaki ışık dalgalanınca aklına, düşmekte olan madalyonu tutmak gelmişti. Koşmaya başladı; dünyası, elinde deliler gibi sallanan ışıkla dönüyordu. Ayakları altından karanlık suretler kaçışıyordu ama Crysania bunları fark etmedi bile. Karanlıktan daha boğucu bir korkuyla dolan kız büyücünün yanma diz çöktü. Büyücü yüzükoyun yerde yatıyordu, kukuletası başındaydı. Crysania kibarca adamı kaldırıp çevirdi. Korkuyla kukuletasını yüzünden çekti ve parlayan madalyonu üzerine tuttu. Korku kalbini buz kestirmişti. Büyücünün teni kül rengi, dudakları maviydi; gözleri kapalı, çukur göz boşluklarına gömülmüştü. “Ne yaptın?” diye bağırdı Caramon’a, büyücünün cansız olduğu anlaşılan bedeninin yanına diz çökerek. “Ne yaptın?” diye sordu sesi kederi ve hiddetiyle çatlayarak. “Crysania?” diye fısıldadı Caramon boğuk bir sesle. Madalyondan süzülen ışık ayakta durmakta olan gladyatörün sureti üzerinde garip gölgeler yaratıyordu.

Kollarını uzatmış, elleri havayı dermansızca yoklarken adam başını kadının sesine doğru çevirmişti. “Crysania?” diye tekrarladı yine, hıçkırarak. Kıza doğru bir adım atarken kardeşinin bacaklarına takılıp kafa üstü yere düştü. Neredeyse hemen, dizleri ve elleri üzerinde doğruldu; nefesi kesik kesikti, gözleri fal taşı gibi açılmış, öylece bakıyordu. Elini uzattı. “Crysania?” Kadının sesine doğru bir hamle yaptı. “Işığın! Bize ışığını getir! Çabuk!” “Zaten ışığım var Caramon! Ben…Aziz Paladine!” diye mırıldandı Crysania, adama madalyonun yumuşak aydınlığında bakarken. “Sen körsün!” Kadın elini uzatarak adamın uzanmış olan, seğirmekteki parmaklarını tuttu. Kadının teması üzerine Caramon rahatlayarak yeniden nefesi alabilir gibi oldu. Ellerini sıkı sıkı tutan eli, ezici bir güçle, kızın elini kavradı; Crysania acıyla dudaklarını ısırdı. Ama bir eliyle adamın ellerini sıkı sıkı kavramışken, diğer eliyle de madalyonunu tutuyordu. Ayağa kalkan kız, Caramon’un da kalkmasına yardımcı oldu. Savaşçının koca bedeni sarsılıyordu; çaresizlik içindeki bir dehşetle kıza tutunmuş, gözleri görmeden, vahşice dosdoğru önüne doğru bakıyordu. Crysania karanlığa bakarak çaresizlikle bir sandalye, bir sedir… bir şeyler aradı. Sonra, aniden, karanlığın da kendisine bakmakta olduğunu fark etti.

Aceleyle gözlerini çevirip, bakışlarını dikkatle madalyonun ışığı çerçevesi içine alarak Caramon’u görmüş olduğu büyük bir mobilya parçasına doğru götürdü. “İşte, otur buraya,” diye talimat verdi. “Buraya dayan.” Caramon’u yere yerleştirdi ve sırtını, her nasılsa ona tanıdık geldiğini düşündüğü oymalı tahta bir masaya dayattı. Görüntü ona acı veren, bildik hatıraları geri getirmişti: Masayı bir yerlerde görmüştü. Ama bu konuda düşünemeyecek kadar endişeli ve zihni meşguldü. “Caramon?” dedi sesi titreyerek. “Raistlin ö… Sen onu öldürdün m…?” Daha fazla devam edemedi. “Raistlin mi?” Caramon bakışlarını kadının sesine doğru çevirdi. Yüzünde bir telaş ifadesi vardı. Ayağa kalkmaya çalıştı. “Ra-ist! Nerede…” “Hayır. Otur yerine!” Crysania ani bir hiddet ve korkuyla emretti. Elini adamın omuzuna koyarak onu geri itti. Caramon’un gözleri kapandı, yüzünde çarpık bir tebessüm belirdi.

Bir an için ikizine çok benzemişti. “Hayır, onu öldürmedim!” dedi buruk bir ifadeyle. “Nasıl öldürebilirdim? Son duyduğum şey senin Paladine’a seslenişindi, sonra her şey karardı. Kaslarım hareket etmedi, kılıç elimden düştü. Ve sonra…” Fakat Crysania dinlemiyordu. Birkaç metre ötede Raistlin’in yattığı yere koşup bir kez daha büyücünün yanında diz çöktü. Madalyonu adamın yüzüne yakın tutarak adamın nabzını kontrol etmek için elini kara kukuletanın içine uzattı. İçi rahatlayıp gözlerini yumarak içinden Paladine’a sesiz bir dua okudu. “Yaşıyor!” diye fısıldadı. “Ama, neyi var acaba?” “Neyi mi var?” diye sordu Caramon buruk bir ifadeyle, hala sesinde bir korku tınısı vardı. “Ben göremiyorum…” Utancından kızaran Crysania büyücünün durumunu ona tarif etti. Caramon omuzlarım silkti. “Yaptığı büyüden yorgun düşmüş,” dedi, sesi ifadeden yoksundu. “Sonra unutma, daha baştan zayıftı, en azından sen öyle söyledin bana. Tanrılara bu kadar yakın olmasından veya işte onun gibi bir şeyden zayıf düşmüştü.

” Sesi alçal-dı. “Onu daha önce de bu şekilde görmüştüm. Ejderha küresini ilk kullandığı zaman kıpırdıyamıyordu bile. Onu kollarıma almıştım…” Karanlığa dalarak sustu; yüzü artık sakindi, sakin ve ciddi. “Onun için yapabileceğimiz hiçbir şey yok,” dedi. “Dinlenmesi gerekiyor.” Kısa bir aradan sonra Caramon sessizce sordu, “Lady Crysania, beni iyileştirebilir misin?” Crysania’nın utançtan teni yanıyordu. “Ko…korkarım iyileştire-mem,” diye cevap verdi üzgün bir halde. “Se…seni kör etmiş olan benim büyüm olmalı.” Bir kez daha, hafızasında, elinde kanlı kılıcıyla, ikizini öldürmeye -eğer önüne çıkarsa kendisini bile öldürmeye- niyetli koca savaşçıyı gördü. “Özür dilerim,” dedi yavaşça; o kadar yorgundu ve üşümüştü ki kendisini hasta hissediyordu. “Ama çok çaresizdim ve …korkuyordum. Ama üzülme,” diye ekledi, “büyü sürekli değil. Zamanla geçecek.” Caramon derin bir nefes aldı.

“Anlıyorum,” dedi. “Bu odada bir ışık var mı? Bir ışığın olduğunu söylemiştin.” “Evet,” diye cevap verdi kadın. “Madalyonum var…” “Etrafına bak. Nerede olduğumuzu söyle. Etrafı tarif et.” “Ama Raistlin…” “Onun bir şeyi kalmayacak!” diye atıldı Caramon, sesi sertti ve buyururcasına konuşuyordu. “Buraya gel, yanıma. Ne diyorsam onu yap! Hayatımız -onun hayatı- buna bağlı olabilir! Nerede olduğumuzu söyle bana!” Karanlığa bakan Crysania korkusunun geri döndüğünü hissetti. Gönülsüzce büyücünün yanından ayrılarak Caramon’un yanına oturmak için gitti. “Bi…bilmiyorum,” diye kekeledi, yeniden parlayan madalyonu kaldırarak. “Madalyonun ışığı dışında pek bir şey görmüyorum. Sanki daha önce gitmiş olduğum bir yer gibi ama bir türlü neresi olduğunu çıkartamıyorum. Etrafta eşyalar var ama hepsi kırık ve isli, sanki bir yangın atlatmışlar gibi. Etrafa dağılmış bir sürü kitap var.

Büyük tahta bir çalışma masası var ki şu anda ona dayanıyorsun. Kırılmamış tek mobilya o sanki. Oldukça da tanıdık geliyor,” diye ekledi hafif bir sesle, aklı karışmışçasına. “Çok güzel, her tür8 lü garip yaratığın oyması var üzerinde.” Caramono eliyle etrafı yokladı. “Halı,” dedi, “taşların üzerinde”. “Evet, yer halıyla kaplı ya da kaplıymış. Şimdi yırtılmış, sanki bir şey halıyı yemiş gibi…” Kara bir suretin aniden ışığından aceleyle kayıp kaçtığını görünce boğulur gibi oldu. “Ne var?” diye sordu Caramon sertçe. “Belli ki halıyı yiyen şey”, diye cevap verdi Crysania, sinirli ufak bir kahkahayla. “Sıçanlar.” Devam etmeye çalıştı, “Bir şömine var ama yıllardır kullanılmamış. Örümcek ağları dolu. Aslında her yer örümcek ağı kaplı…” Ama sesi kesildi. Tavandan inen örümceklerin ve ayakları dibinden koşuşturan sıçanların ani görüntüleri, ürperip, yırtılmış beyaz cüppesini etrafında toplamasına neden oldu.

Boş, kara şömine ona ne kadar üşümüş olduğunu hatırlatıyordu. Kadının bedeninin titrediğini hiseden Caramon hafifçe gülümseyerek kızın eline doğru uzandı. Elini sıkı sıkı tuttu ve sükunetin içinden korkunç gelen bir sesle, “Lady Crysania eğer karşılaşacağımız bir tek sıçanlarla örümceklerse, kendimizi şanslı sayabiliriz,” dedi. Kadın kendisini uyandıran o korkunç dehşet çığlığını hatırladı. Üstelik adam göremiyordu! Aceleyle etrafına bakındı. “Ne var? Bir şey duydun veya hissettin galiba, yine de…” “Hissettim,” diye tekrarladı Caramon yavaşça. “Evet, hissettim. Burada bir şeyler var Crysania. Korkunç şeyler. Bizi izlediklerini hissedebiliyorum! Nefretlerini hissedebiliyorum. Her neredeysek, onların bölgesine izinsizce girdik. Sen de hissetmiyor musun?” Crysania karanlığa doğru baktı. Demek ki o da ona bakıyordu. Şimdi Cramon ondan söz edince, o da orada bir şey hissedebiliyordu. Ya da Caramon’un da söylemiş olduğu gibi bir şeyler! Onlara bakıp, onlara yoğunlaştıkça, onlar da daha gerçek görünmeye başladılar.

Onları göremediği halde onların beklediklerini, tam madalyonun ışığının dibinde beklediklerini biliyordu. Caramon’un da söylemiş olduğu gibi nefretleri güçlüydü ve daha da kötüsü kadın onların, etrafındaki bu kötü varlıklarını ürpererek hissediyordu. Bu aynı… aynı… Crysania nefesini tuttu. “Ne var?” diye bağırdı Caramon, kalkmaya çalışarak. 10 “Şışşşt,” diye tısladı kadın adamın elini sıkı sıkı tutarak. “Hiçbir şey. Sadece…nerede olduğumuzu biliyorum!” dedi alçak sesle. Adam cevap vermedi fakat görmeyen gözlerini kıza doğru çevirdi. “Palanthas’taki Yüksek Büyücülük Kulesi’ndeyiz!” diye fısıldadı kadın. “Raistlin’in yaşadığı yer mi?” Caramon rahatlamış görünüyordu. “Evet…hayır.” Crysania çaresizlikle omuzlarını silkti. “Daha önce gelmiş olduğum aynı oda – çalışma odası- ama aynı görünmüyor. Sanki yüzlerce yıldır, ya da daha fazla bir zamandır burada kimse yaşamıyormuş gibi görünüyor, Caramon! Tamam buldum! Beni ‘hiç bir rahibin olmadığı bir yere ve zamana’ götürdüğünü söylemişti! Afet’ten sonraki, savaştan önceki zaman olmalı. Şeyden önce…” “Geri dönüp bu Kule’nin kendisinin olduğunu söylemeden önce,” dedi Caramon ciddiyetle.

“Bu da lanetin hala Kule üzerinde olduğu anlamına gelir Lady Crysania. Krynn üzerinde kötülüğün tüm haşmetiyle hüküm sürdüğü tek yerde olduğumuz anlamına gelir. Dünya yüzünde en korkulan yerde. Hiçbir ölümlünün adım atmaya cesaret edemediği, Shoikan Korusu ve Tanrılar bilir başka neler ile korunan yerde! Tam kalbinde maddeleştik!” Crysania aniden ışığının halkası dışında soluk yüzlerin belirdiğini gördü, sanki Caramon’un sesine gelmişlerdi. Ilık ve canlı kanın farkındalığıyla sonuna kadar açılmış ağızları ile vücutsuz kelleler, çoktan karanlık ve kederli bir ölümle kapanmış gözleriyle ona bakıyor, soğuk havada yüzüyorlardı. “Caramon, onları görebiliyorum!” dedi Crysania boğulurcasına, koca adamın yanına büzüşerek. “Yüzlerini görebiliyorum!” “Ellerini üzerimde hissetim, “dedi Caramon. Kızın da titrediğini hisseden ve kendisi de şiddetle titreyen adam kıza sarılarak onu kendisine yaklaştırdı. “Bana saldırdılar. Temasları tenimi dondurdu. Sen o zaman benim çığlığımı işittin işte.” ” Ama neden onları daha önce görmedim? Onları şimdi saldırmaktan alıkoyan ne?” “Sen, Lady Crysania,” dedi Caramon yavaşça. “Sen Paladine’ın bir rahibesisin. Bunlar kötülükten doğmuş yaratıklar, lanetin yarattıkları. Sana zarar verme güçleri yok.

” Crysania ellerindeki madalyona baktı. Hala içinden ışık akıyor11 du ama -o madalyona bakarken- madalyon kararır gibi oldu. Vicdan azabıyla ulu elf rahip Loralon’u hatırladı. Onunla gitmeyi reddedişini hatırladı. Adamın sözleri zihninde çınladı: Karanlık tarafından kör edildiğinde göreceksin… “Ben bir rahibeyim, doğru,” dedi kız yavaşça, sesindeki hüznü uzaklaştırmaya çalışarak, “fakat inancım…zayıf. Bu şeyler benim kuşkularımı, benim zayıflığımı hissediyor. Belki Elistan kadar güçlü bir rahip onları korkutma gücüne sahiptir. Ben yapabileceğimi zannetmiyorum.” Işık biraz daha zayıfladı. “Işığım sönüyor Cara-mon,” dedi bir süre sonra. Başını kaldırarak silik yüzlerin şevkle yaklaştıklarını görünce adama doğru biraz daha sokuldu. “Ne yapabiliriz?” “Ne mi yapabiliriz! Hiç silahım yok! Görmüyorum!” diye bağırdı Caramon ıstırapla, yumruğunu sıkarak. “Sus!” diye emretti Crysania adamın kolunu tutarak, gözleri titreyen suretlerde. “Sen öyle konuştukça sanki daha da güçleniyorlar! Belki de korkuyla besleniyorlardır. Shoikan Korusu’ndakiler öyleydi, Dalamar öyle olduklarını söylemişti.

” Caramon derin bir nefes aldı. Bedeni terden parlıyordu; deliler gibi sarsılmaya başlamıştı. “Raistlin’i uyandırmaya çalışmalıyız,” dedi Crysania. “Bir faydası yok!” diye fısıldadı Caramon takırdayan dişleri arasından. “Biliyorum…Denememiz gerek!” dedi Crysania sertçe, gerçi bu korkunç bakışlar altında birkaç metre yürümek düşüncesi bile onun titremesine yetiyordu. “Dikkatli ol, yavaş hareket et,” diye tavsiyede bulundu Caramon, kızın gitmesine izin vererek. Madalyonu yukarıda tutup gözlerini karanlığın gözlerine diken Crysania, Raistlin’e doğru yavaşça ilerledi. Bir elini büyücünün ince, kara cüppeli omuzuna koydu. “Raistlin!” dedi cüret edebildiği en yüksek sesle, adamı sarsarak. “Raistlin!” Hiçbir tepki yoktu. Bir cesedi uyandırmaya çalışsa da bir farkı olmazdı. Bunu düşünen kız etrafında bekleyen suretlere baktı. Onu öldürürler mi? diye merak etti. Sonuç olarak bu zamanda yoktu. “Geçmişin ve şimdinin efendisi” henüz kendisine ait olanda, yani Kule’de, hak iddia etmek için geri gelmemişti.

Yoksa gelmiş miydi? Crysania bir kez daha büyücüye seslendi; seslenirken bir yan12 dan da gözleri, ışığı zayıfladıkça kendisine gittikçe yaklaşmakta olan ölmeyenlerdeydi. “Fistandantilus!” dedi kız, Raistlin’e. “Evet!” diye seslendi Caramon, kızı duyup anlayarak. “Bu ismi tanıyorlar. Neler oluyor? Bir değişiklik hissediyorum…” “Durdular!” dedi Crysania nefesi kesilerek. “Şimdi ona bakıyorlar.” “Geri gel!” diye emretti Caramon, yarı yarıya doğrularak. “Ondan uzak dur. Işığı ondan uzaklaştır! Onu kendi karanlıklarında olduğu şekliyle görmelerine izin ver!” “Hayır!” diye karşılık verdi Crysania hiddetle. “Delisin sen! Işık giderse onu yutarlar…” “Bu bizim tek şansımız!” Crysania’ya körü körüne bir dalış yapan Caramon kızı gafil avladı. Kızı güçlü kollarıyla kavrayıp, çekip Raistlin’den ayırarak yere savurdu. Sonra kızı nefessiz bırakacak şekildi kızın üzerine abandı. “Caramon!” Kız nefes almaya çalıştı. “Onu öldürecekler! Hayır…” Crysania deliler gibi koca savaşçıya karşı debeleniyordu ama adam kızı altına mıhlamıştı. Madalyon hala parmaklarının arasındaydı.

Işığı gittikçe zayıflıyordu. Olduğu yerde dönerek Raistlin’in artık karanlıkta, ışığının dışında yatmakta olduğunu gördü. “Raistlin!” diye çığlık attı. “Hayır! Bırak kalkayım Caramon! Ona doğru gidiyorlar… ” Fakat Caramon kızı daha da sıkı tutuyor, onu soğuk zemine doğru bastırıyordu. Yüzü ıstırap içinde ama gaddarca ve kararlı görünüyor, görmeyen gözleri kıza bakıyordu. Kıza değen teni soğuk, kasları gergin ve kasılmıştı. Kız ona bir büyü daha yapabilirdi! Tam sözler dilinin ucuna gelmişti ki tiz bir çığlık karanlığı parçaladı. “Paladine, bana yardım et!” diye dua etti Crysania… Hiçbir şey olmadı. Takatsizce bir kez daha Caramon’dan kurtulmaya çalıştı; ama hiç ümit yoktu, o da bunu biliyordu. Artık, belli ki, kendi Tanrısı bile onu terk etmişti. Çaresizlikle ağlayıp, Caramon’a lanet eden kızın elinden seyretmekten başka bir şey gelmiyordu. Soluk, titrek suretler artık Raistlin’in etrafını almıştı. Raistlin’i sadece çürümekte olan bedenlerinin yaydığı dehşet verici aura ışı13 ğıyla görebiliyordu. Dehşet verici yaratıklar buz gibi ellerini kaldırıp, Raistlin’in bedenine değerken kızın boğazı düğümlendi ve dudaklarından alçak bir inilti kaçtı. Raistlin çığlık attı.

Kara cüppesinin altında bedeni, şiddetli ıstırap nöbetleriyle kasıldı. Caramon da kardeşinin çığlığını duymuştu. Crysania, bunun, adamın ölü gibi, kül rengi yüzünde yansımasını görmüştü. “Bırak beni!” diye yalvardı. Ama adamın alnında soğuk ter boncuk boncuk olsa da başını kararlılıkla salladı ve kızın ellerini sıkı sıkı tuttu. Raistlin bir kez daha çığlık attı. Caramon titredi, Crysania adamın kaslarının gevşemeye başladığını hissetti. Adama yumruk atmak içi madalyonu elinden bırakıp kolunu kurtardı. Ama kız bunu yapınca madalyonun ışığı yok oldu ve her ikisini de mutlak bir karanlığa boğdu. Caramon’un bedeni aniden kızınkinden çekilip ko-partılırcasına ayrıldı. Adamın kaba, ıstırap içindeki çığlıkları kardeşinin çığlıklarına karıştı. Kalbi dehşetten deliler gibi çarpan, başı dönmeye başlayan Crysania oturmaya çalıştı; eliyle çılgınlar gibi yerdeki madalyonunu arıyordu. Bir yüz, yüzüne yaklaştı. Caramon olduğunu düşünerek aramasını bırakıp, bakışlarım kaldırdı… Caramon’un yüzü değildi. Bedensiz bir kelle yakınında yüzüp duruyordu.

“Hayır!” diye fısıldadı yerinden kıpırdıyamayarak; yaşamın ellerinden, bedeninden, hatta kalbinden çekildiğini hissediyordu. Etsiz eller kollarını kavrayıp kızı kendisine çekti; sıcaklığa susamış kansız dudaklar aralandı. “Paladi.”. Crysania dua etmeye çalıştı fakat yaratığın ölümcül temasıyla ruhunun bedeninden emildiğini hissetti. Sonra belli belirsiz, uzaklardan cılız bir sesin büyü sözleri mırıldandığım duydu. Etrafında bir ışık patladı. Ona son derece yakın duran kelle viyaklayarak yok oldu, etsiz elleri gevşedi.Kükürdün genizleri yakan kokusu duyuldu. “Shirak.” Parlak ışık yok olmuştu. Odayı yumuşak bir ışıltı aydınlattı. Crysania doğrulup oturdu. “Raistlin!” diye fısıldadı minnetle. Elleri ve dizleri üzerinde doğrularak kararmış, yanmış zemin üzerinde, sırtüstü uzanmış, ağır ağır soluyan büyücüye doğru emekledi.

Ellerinden biri Büyücülük Asası’nda duruyordu. Işık, asanın 14 tepesindeki altın ejderha pençesinin içindeki kristal toptan yayılıyordu. “Raistlin! İyi misin?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir