Margaret Weis, Tracy Hickman – Kaosun Eli

Bana Haplo derler… Adım tek, yalnız anlamına gelir. Bu isim bana ebeveynlerim tarafından, bir tür kehanet gibi verilmişti, çünkü halkımın, Patrynlerin atıldığı bu zindanda -Labirent olarak bilinen, karanlık ve korkunç büyülerle dolu bu zindanda hayatta kalamayacaklarını biliyorlardı. Bir Kaçak oldum -Labirent ile savaşan ben şanslıların arasındaydım. Mücadele esnasında neredeyse yok olsam da Son Kapı’ya ulaştım. Şu yanımda oturan sosis hırsızı köpek olmasaydı, burada, bu anlatıyı kaleme alıyor olmayacaktım. Ben pes etmek ve ölmek üzereyken köpek bana yaşama isteği verdi. Hayatımı kurtardı. Bana yaşama isteğini köpek verdi, ama bana yaşamam için bir sebep, bir amaç veren, lordum Xar oldu. Xar Labirent’ten kaçan ilk Patryn idi. O yaşlı ve güçlüdür, hem Patrynlere, hem de düşmanımız Sartanlara gücünü veren rün büyüsü konusunda son derece ustadır. Xar Labirent’ten kaçtı sonra hemen geri döndü. Başka hiç kimse bunu yapacak cesareti göstermemiştir Ve hâlâ bizi kurtarmak için her gün hayatını tehlikeye atıyor Çoğumuz Labirentten çıktık. Güzel bir şehir haline getirdiğimiz Nexus’ta yaşıyoruz. Ama bizi yakalayanların kastettiği gibi, ıslah olduk mu? Sabırsız bir halktık, o zorlu okulda sabrı öğrendik. Bencil bir halktık, fedakârlığı, sadakati öğrendik Her şeyden öte, nefreti öğrendik.


Bizden koparılan dünyayı geri almak, olması gerektiği gibi ona hükmetmek ve düşmanlarımızı sertçe cezalandırmak Lord Xar’ın hedefi -hepimizin hedefi! Âlemler eskiden tek bir dünya idi, tek bir güzel, yeşıl-mavi dünya. Bize ve Sartanlara aitti, çünkü rün büyümüz bizi güçlü kılıyordu. Mensch adını verdiğimiz diğer, düşük ırklar – insanlar, elfler, cüceler- bizi tanrı olarak görüp tapınırlardı. Ama Sartanlar biz Patrynlerin çok fazla kontrol elde ettiğimizi düşündüler. Güç dengesi bizim lehimize değişmeye başlamıştı. Öfkelenen Sartanlar bizi durdurmak için yapabilecekleri tek şeyi yaptılar. Rün büyüsü kullanarak -olasılıklara dayanan bir büyüdür bu- dünyayı kopardılar ve bizi zindana attılar. Her birinde eski dünyanın unsurlarından birini -hava, ateş, taş, su- kullanarak, eski dünyanın yıkıntılarından dört yeni dünya yaptılar. Bunlar birbirlerine büyülü Ölüm Kapısı – rün büyüsüne sahip olanların güven içinde yolculuk edebileceği kanallar- ile bağlı Dört dünya bu birine destek olmak üzere birlikte çalışıyor olmalıydı Pryan, yani ateş dünyası, Abarrach’a taş dünyasına enerji sağlayacaktı Abarrach Chelestra’ya su dünyasına cevherler ve mineraller sağlayacaktı Her biri harika bir makine olan, Sartanların Arianus’ta yaptıkları Yıksı-Diksi tarafından koordine ediliyor ve çalıştırılıyor olacaktı. Ama Sartanların planları ters gitti. Dünyaların her birindeki nüfusları azalmaya, yok olmaya başladı. Her dünyadaki Sartanlar diğerlerine yardım çağrıları yolladı, ama yakarıları yanıtsız kaldı Her dünyanın kendi sorunları vardı. Bunları keşfettim, çünkü her bir dünyaya yolculuk etmek benim görevimdi. Xar vermişti bu görevi bana. Dünyalarda casusluk yapacak, eski düşmanımıza ne olduğunu keşfedecektim Ve böylece her âlemi ziyaret ettim.

Maceralarımın tam kaydı, Ölüm Kapısı Serisi olarak bilinen günlüklerimde bulunabilir. Öğrendiklerim karşısında hayretler içinde kaldım. Keşiflerim yaşamımı değiştirdi -daha iyi yönde değil. Yola çıktığım zaman, tüm yanıtları biliyordum. Şimdi yalnızca sorular var kafamda. Lordum kafamın karışıklığının suçunu yolculuklarım esnasında tanıştığım bir Sartana yüklüyor Kendine bir mensch ismi vermiş bir Sartana -Alfred Montbank’e. Ve başta ben de lordumla hemfikirdim Alfred’i suçluyordum, beni aldattığından emindim Ama artık o kadar da emin değilim. Her şeyden kuşkulanıyorum -kendimden lordumdan… Bana ne olduğunu size -kısaca- açıklamaya çalışayım: ARIANUS Ziyaret ettiğim ilk dünya gök dünyası Arianus idi. Bu dünya üç seviyede süzülen kıtalardan oluşur Aşağı Âlem cücelerin evidir ve Sartanlar büyük ve harika makineyi, YıksıDiksi’yi burada Drevlin de yapmışlar Ama Sartanlar makineyi çalıştırmadan ölmeye başlamışlar. Paniğe kapılarak gençlerini bir eylemsizlik durumuna sokmuşlar uyandıkları zaman durumun düzelmiş olacağını umuyorlarmış. Ama yalnızca tek bir Sartan hayatta kalmış -Alfred. Uyandığında, dostları ve ailesi arasında hayatta kalan tek kişi olduğunu anlamış. Bu bilgi onu şaşkına çevirmiş, korkutmuş. Dünyasının içine düştüğü kaostan kendisini sorumlu hissetmiş -çünkü menşeliler, elbette, dünya savaşının eşiğindeymiş. Ama Alfred kendisi hakkındaki bilgiyi açıklamaktan korkmuş.

Rün büyüsü ona menşeliler üzerinde bir yarı tanrı statüsü verecekmiş. Menşelilerin onu, büyüsünü onların kendi yıkıcı amaçları için kullanmaya zorlamasından korkmuş. Ve böylece Alfred gücünü saklamış, kendini kurtarmak için bile kullanmayı reddetmiş. Bugün, ne zaman kendisini tehdit altında hissetse, güçlü büyüsünü kullanarak mücadele etmek yerine bayılıyor. Köpek ve ben Arianus’a düştük ve neredeyse ölüyorduk. Limbeck isimli bir cüce tarafından kurtarıldık. Arianus’taki cüceler Yıksı-Diksi’nin köleleri, makine düşüncesizce, amaçsızca çalışırken, ona düşüncesizce hizmet ediyor. Ama Limbeck bir devrimci, özgür düşünen biri. O zamanlar cüceler, Arianus’un Orta Alem’inde bir diktatörlük kurmuş olan güçlü bir elf ulusunun çizmesinin altındaydı. Elfler böylece dünyadaki tek tatlı su kaynağının, Yıksı-Diksi’den gelen suyun kontrolünü ellerinde tutuyorlardı. Yine Orta Âlem’de yaşayan insanlar, Arianus tarihinin çoğu boyunca su için ciflerle savaşmışlardı. Savaş ben oradayken de vardı ve hâlâ devam ediyor -tek bir önemli farkla. Irklar arasında barış ve birlik isteyen bir elf prensi çıktı. Bu prens kendi halkı arasında bir isyan başlattı, ama şimdiye kadar bunun tek sonucu, daha fazla kaos yaratmak oldu. Cüce’ye, Limbeck’e halkının insanlara ve ciflere karşı ayaklanmasında yardımcı olmayı başardım.

Ve oradan ayrılırken yanımda bir insan çocuğu getirdim -Bane isimli bir çocuk. Bane, Yıksı-Diksi hakkındaki gerçeği keşfetti. Makine Sartanların hedeflediği gibi çalışmaya başladığında, lordum gücünü kullanarak dünyaları fethedecek. Yanımda bir başka menschi daha getirmek istedim -Usta Hugh, adında bir insan. Son derece yetenekli bir katil olan Hugh, tanıştığım menşeliler arasında müttefik olarak güvenebileceğim pek az kişiden biriydi. Ne yazık ki Usta Hugh Bane’in babası olan kötü bir insan sihirbaz ile savaşırken öldü. Ve yol arkadaşı olarak bana kim kaldı? Alfred. Ama çok ileri atladım. Arianus’ta iken Bane’in hizmetkârı numarası yapan Alfred’e rastladım. İtiraf etmeye utanıyorum, ama ben onun Sartan olduğunu anlamadan çok önce o benim Patryn olduğumu keşfetti. Anladığım zaman, onu öldürmeye niyetlendim, ama o anda kendi hayatımı kurtarmakla meşguldüm… Ama bu uzun bir hikâye. [1] Avuçlarıma düşen tek Sartan ile hesabımı görmeden Arianus’tan ayrıldığımı söylemem yeterli. PRYAN Köpek ile birlikte ziyaret ettiğim bir sonraki dünya Pryan, ateş dünyası idi. Pryan dev bir dünyadır, boş bir kaya küreden oluşmuştur, büyüklüğü zihnin kavrama gücünü aşar. Güneşi ortada parlar.

Bitki örtüsü ve canlıları kaya kabuğun iç yüzeyindedir. Dünya dönmediğinden. Pryan’ın güneşi daima parlar -gece yoktur. Sonuç olarak Pryan’daki orman yaşamı o kadar gür, o kadar yoğundur ki, gezegende yaşayan pek az kişi yeri görmüştür. Güçlü dalları, gölleri, hatta okyanusları taşıyabilen dev ağaçların üzerinde şehirler kurulmuştur Pryan üzerinde karşılaştığım ilk kişilerden biri ihtiyar, kaçık bir sihirbaz ile yaşlı adamın hizmetçisi gibi görünen bir ejderdi Sihirbaz (ismini hatırlayabildiği zamanlar!) kendine Zifnab diyor ve abuk sabuk konuşan bir çılgın olduğuna ilişkin tüm işaretleri gösteriyordu. Ama çılgınlığının aşırı akılcı olduğu zamanlar oldu. Bu kafası karışık aptal çok fazla şey biliyor, benim hakkımda, Patrynler hakında, Sartanlar hakkında, her şey hakkında çok fazla şey biliyor. Çok fazla şey biliyor, ama kesinlikle hiçbir şey söylemiyor. Burada, Pryan’da da, Arianus’ta olduğu gibi menşeliler birbirleriyle savaşıyor. Elfler insanlardan nefret ediyor, insanlar ciflere güvenmiyor, cüceler herkesten nefret ediyor ve hiç kimseye güvenmiyor. Bunu iyi biliyorum Elflerden, insanlardan ve bir cüceden oluşan bir grupla yolculuk yaptım. Asla böyle ağız dalaşları, tartışmalar, kavgalar görmemişsinizdir. Hepsinden bıktım ve onları terk ettim Şimdiye kadar muhtemelen hepsi birbirini öldürmüştür. Ya o, ya da titanlar onları katletmiştir TITANLAR Labirent’te pek çok korkunç yaratık gördüm, ama pek azı titanlara benziyordu. Kör, kısıtlı zekâya sahip dev insansılar olan titanlar, onları menşelilerin denetçileri olarak kullanan Sartanların yaratımları.

Sartanlar hayatta kaldıkları sürece titanları kontrol altında bulundurmuşlar. Ama Arianus ta olduğu gibi Pryan da da Sartan ırkı gizemli bir biçimde azalmaya başlamış Titanlar talimatsız, gözetimsiz kalmış. Şimdi Pryan da büyük sayılar halinde dolanıyorlar ve karşılaştıkları tüm menşelilere şu tuhaf soruyu soruyorlar. “Kaleler nerede? Görevimiz ne?” Titanlar yanıt alamadıkları zaman öfkeye kapılıyorlar ve menschleri döverek öldürüyorlar. Hiçbir şey, hiç kimse bu korkunç yaratıkların karşısında duramıyor, çünkü Sartan run büyüsünün kaba bir biçimine sahipler. Aslında neredeyse beni de yok ediyorlardı, ama bu da başka bir hikâye [2] Peki sorularının yanıtı ne? Kaleler nerede? Kaleler ne? Bu benim de sorum oldu. Ve yanıtın en azından bir kısmını buldum. Kaleler, Pryan’a geldiklerinde Sartanların yaptıkları parlayan kentler Sartanların arkada bıraktıkları kayıtlardan çıkarabildiğim kadarıyla, kaleler Pryan’ın devamlı parlayan güneşinden enerji toplamak ve o enerjiyi Yıksı-dıksı’nın gücünü kullanarak Ölüm Kapısı aracılığı ile diğer dünyaya aktarmak üzere yapılmış. Ama Ölüm Kapısı kapalı kalmış, YıksıDiksi çalışmamış. Kaleler boş, terk edilmiş Işıklarının parlaklığı zayıf. ABARRACH Sonra Abarrach’a, taş dünyasına gittim. Ve istemediğim yol arkadaşımı, Alfred isimli Sartan’ı bu yolculukta yanıma aldım. Alfred Bane’ı, Arıanus’ta bulduğum çocuğu bulmak için boşuna çabalarken Ölüm Kapısı’na girmişti. Elbette her şeyi eline yüzüne bulaştırdı Adam kendi ayakkabı bağlarına takılmadan yürüyemiyor bile Hedefini ıskaladı ve gemime kondu Bu noktada bir hata yaptım Alfred artık tutsağımdı. Onu hemen lorduma götürmeliydim Xar, Sartanın ruhundaki sırları acı verici bir şekilde ele geçirmeyi becerebilirdi.

Ama gemim Abarrach’a yeni gelmişti. Onu terk edip Ölüm Kapısı’na dönmeye gönülsüzdüm -korku dolu, rahatsız edici bir yolculuktur bu. Ve dürüst olmak gerekirse, Alfred’i bir süre yanımda bulundurmak istiyordum. Ölüm Kapısı’ndan geçerken -istemsizcebedenlerimizi değiştirmiştik. Kısa bir süre boyunca kendimi Alfred’in zihninde buldum, onun düşüncelerini, korkularını, anılarını paylaştım. O da kendini benim zihnimde buldu. Her birimiz kendi bedenlerimize döndük, ama ben artık tam olarak eskisi gibi olmadığımı biliyorum -ama bunu kendime itiraf edebilmem için uzun zaman geçmesi gerekti. Düşmanımı tanıyıp anlamıştım. Ve bu, ondan nefret etmeyi güçleştirmişti. Dahası, hayatta kalmak için birbirimize ihtiyacımız olduğu ortaya çıkmıştı. Sartanların buraya getirdikleri menşeliler bu cehennemsi mağaralarda fazla uzun yaşayamamıştı. Eriyik okyanuslardan yükselen yakıcı ısıda, havayı dolduran zehirli gazların içinde hayatta kalmak için tüm büyü gücümüzü -hem Alfred’in hem de benim- kullanmamız gerekti. Ama Abarrach’ta yaşayan halklar var. Ve ölüler de var. Alfred ve ben onun ırkının düşmüş mirasçılarını burada, Abarrach’ta bulduk.

Ve halkına ne olduğu sorusunun trajik yanıtını da burada keşfettik. Abarrach’taki Sartanlar yasak ölüçağırıcılık sanatını kullanmaya başlamışlardı. Sartanlar ölüleri kaldırıyor, onlara lanetli bir yaşam taklidi veriyor, kendi halklarının cesetlerini köle olarak kullanıyorlardı. Alfred’e göre bu kadim sanat çok eskiden yasaklanmıştı, çünkü keşfedilmişti ki ne zaman bir ölü hayata döndürülse, yaşayanlardan biri zamansız olarak ölmektedir. Ya Abarrach’taki Sartanlar yasağı unutmuştu -ya da gözardı ediyorlardı. Labirent’te hayatta kaldıktan sonra kendimi sertleşmiş, hemen hemen her tür vahşet görüntüsüne alışmış sayıyordum. Ama Abarrach’ın yürüyen ölüleri hâlâ en karanlık kâbuslarıma giriyor. Kendimi ölüçağırıcılığın lordum için kıymetli bir bilgi olduğuna ikna etmeye çalıştım. Ölülerden bir ordu yıkılmaz, altedilmez, yenilemez bir ordu olur. Böyle bir ordu ile lordum, halkımın hayatlarını trajik bir biçimde harcamadan diğer dünyaları kolayca fethedebilir. Abarrach’ta neredeyse ben de ceset oluyordum. Bedenimin zihinsiz bir sefalet içinde yaşaması fikri beni korkuttu. Bunun diğerlerine olması düşüncesine dayanamadım. Bu yüzden lorduma ölüçağırıcılık sanatının bu sefil dünyadaki Sartanlar tarafından uygulandığını söylememeye karar verdim. Lorduma karşı ilk isyan eylemim bu oldu.

Ama son olmayacaktı. Abarrach’ta bir başka deneyim daha yaşadım, acı verici, kafa karıştırıcı, sinirlendirici, şaşırtıcı, ama ne zaman hatırlasam bana huşu veren bir deneyim. Peşimizdekilerden kaçarken Alfred ve ben Lanetliler Odası olarak bilinen odaya daldık. O odanın büyüsü sayesinde zamanda geriye döndüm, yine bir başka bedene, bir Sartanın bedenine girdim. İşte o zaman, o tuhaf ve büyülü deneyim sırasında daha yüksek bir güçle karşılaştım. Her zaman inandığımın aksine bir yarı tanrı olmadığımı, kontrol ettiğim büyünün evrendeki en büyük güç olmadığını anlamam sağlandı. Başka, daha büyük bir güç var, iyicil bir güç. yalnızca iyilik, düzen ve barış isteyen bir güç. Bu bilinmeyen Sartan’ın bedeninde iken bu güçle iletişim kurmayı arzu ettim, ama bunu yapamadan diğer Sartanlar -bu yeni gerçekten korkarak- odayı istila ettiler ve bizi öldürdüler. O odada toplanan bizler orada olduk. Bize ve keşfimize dair tüm bilgi kayboldu, gizemli bir kehanet dışında. Kendi zamanımda, kendi bedenimde uyandığım zaman, görüp ısıttığım şeylerin yalnızca bir kısmını hatırlıyordum Ve o kadarını bile unutmak için çok uğraştım. Bu güçle karşılaştırıldığında, menşeliler kadar zayıf olduğum gerçeği ile yüzleşmek istemiyordum. Alfred’i, bu hayali yaratarak beni kandır maya teşebbüs etmekle suçladım. Elbette reddetti.

Benimle aynı şeyi yaşadığına yemin etti. Ona inanmayı reddettim. Abarrach’tan canımızı zor kurtardık. Orayı terk ettiğimiz zaman, o korkunç dünyadaki Sartanlar birbirlerini yok etmekle, yaşayanları lazarlara -ruhları cansız kabuklarında kısılı kalan ölü bedenlere- döndürmekle meşguldü. Lazarlar yürüyen cesetlerden çok daha tehlikeli, çünkü zihinleri ve bir amaçları var -karanlık, dehşet verici bir amaç! Böyle bir dünyayı terk ettiğim için memnundum Ölüm Kapısı’na girince Alfred’in kendi yoluna gitmesine izin verdim, ben de kendi yoluma gittim. Hem, Alfred hayatımı kurtarmıştı Ve ölümden, acıdan bıkmıştım. Yeterince görmüştüm. Lordum onu ele geçirirse Xar’ın ona ne yapacağını biliyordum CHELESTRA Nexus’a döndüm raporumu lorduma bir mesajla ilettim, çünkü Xar ile yüzleşirsem gerçeği ondan saklayamayacağımdan korkuyordum. Ama Xar yalan söylediğimi anladı Ben Nexus’tan kaçamadan beni yakaladı. Beni cezalandırırken neredeyse öldürüyordu. Cezayı hak etmiştim. Çektiğim fiziksel acıya dayanmak, suçumun verdiği acıya dayanmaktan çok daha kolaydı. Sonunda Xar’a Abarrach’ta bulduğum her şeyi anlattım. Ona ölüçağırıcılık sanatını, Lanetliler Odası’nı, daha yüksek bir gücü anlattım. Lordum beni affetti.

Arınmış, bütünlenmiş hissettim kendimi. Tüm sorularım yanıtlanmıştı. Bir kez daha hedefimi, amacımı biliyordum. Onlar Xar’ın amaçları idi. Ben Xar’a aittim. Chelestra’ya -su dünyasına- lordumun bana inancını yenilemeye kararlı bir şekilde gittim. Ve burada tuhaf bir şey oldu Köpek -Labirent’te hayatımı kurtardığından beri daimi yoldaşım- yok oldu. Hayvanı aradım, çünkü zaman zaman baş belası olsa da, onun çevremde olmasına alışmıştım Bu konuda kendimi kötü hissettim, ama yalnızca bir süreliğine. Kafamda daha önemli konular vardı. Chelestra yalnızca sudan oluşan bir dünya. Uzayın soğuk derinliklerinde süzülen gezegenin dış yüzeyi katı buzdan oluşmuş. Ama Sartanlar Chelestra’nın içme suyun içinde büyüyle yanan, dünyanın içini ısıtan ve aydınlatan bir güneş yerleştirmişler. Sartanlar güneşi kontrol altında tutmayı planlamışlar, ama bu güçten yoksun olduklarını anlamışlar. Ve bu yüzden güneş şimdi suda serbestçe sürükleniyor, belli bir surede Chelestra’nın yalnızca belli bir kesimini ısıtıyor, diğer kesimlerini güneş dönene kadar donmaya bırakıyor. Chelestra da, denizuydusu olarak bilmen yerlerde menschler yaşıyor.

Chelestra da Sartanlar da yaşıyor ama bunu başta bilmiyordum. Chelestra ya gelişim pek kolay olmadı Gemim suya daldı ve anında dağılmaya başladı. Yıkım hayret vericiydi çünkü gemim dışı rün büyüsü ile korunuyordu ve o güçlü rünleri kıracak pek az güç vardı ve deniz suyu kuşkusuz bu güçlerin arasında değildi Ne yazık ki, bu sıradan denizsuyu değildi. Gemimi terk etmek zorunda kaldım ve kendimi engin ucu bucağı olmayan bir okyanusta yüzerken buldum. Boğulacağımdan emindim, ama -hayret ve keyif içinde- suyu da havayı soluyabildiğim kolaylıkla soluyabildiğimi anladım Aynı zamanda -daha az keyifle- suyun rün büyümü tamamen yok ettiğini, beni bir menseli kadar zayıf ve savunmasız bıraktığını anladım. Chelestra da daha yüksek bir güç olduğuna ilişkin başka kanıtları da keşfettim Ama bu güç iyilik için değil kötülük için çalışıyor Korku ile besleniyor, dehşet ile güçleniyor, acı vermekten zevk alıyor Yalnızca kaos, nefret, yıkım yaratmak için yaşıyor Dev ejder-yılanlar olarak bedenleşen bu kötü güç beni neredeyse onlara hizmet etmem için baştan çıkarıyordu Beni üç mensch çocuk kurtardı ve içlerinden bin kollarımda öldü. Kötülüğü olduğu haliyle gördüm. Onun her şeyi -benim halkım da dahil her şeyi- yok etmeye niyetli olduğunu anladım. Onunla savaşmaya karar verdim ama onu altetmemin imkansız olduğunu biliyordum. Bu güç ölümsüz. Her birimizin içinde yaşıyor. Onu biz yarattık. Başta onunla yalnız mücadele ettiğimi sanıyordum ama savaşıma birisi daha katıldı – dostum düşmanım. Alfred de benimle aynı zamanda Chelestra ya gelmişti ama farklı yerlere varmıştık Alfred kendisini Arianustaki halkının çoğunun ölü yattığı anıtmezara benzeyen bir yerde bulmuştu. Ama Chelestra’daki anıtmezarda yatanlar canlıydı.

Uzun yıllar önce dünyanın koparılmasından sorumlu olan Sartan Konseyi Ejder-yılanların tehdidi altında, deniz suyu, büyülerini yok ettiği için savaşamayan Sartanlar kardeşlerinden yardım isteyen bir çağrı yollamışlardı. Sonra kendilerini uykuya bırakarak diğer Sartanların gelişini beklemeye başlamışlardı. Gelen tek kişi -ve o da kazayla gelmişti- Altred’di. Söylemeye gerek bile yok, ama Konsey’in beklediği gibi biri değildi pek. Konsey’ın başı, Samah, benim lordumun, Xar’ın ayna tersi gibi (ama bu karşılaştırma için her ikisi de bana teşekkür etmeyecektir!) İkisi de kibirli, acımasız, hırslı. İkisi de evrendeki mutlak güce sahip olduklarını sanıyor. Daha büyük bir güç, daha yüksek bir güç olduğu fikri her ikisi için de tehdit edici Samah Alfred’in bu yüksek güce inanmakla kalmadığını onunla iletişime geçmesine ramak kaldığını keşfetti. Samah bunu açık isyan saydı. Alfred’in direnişini kırmaya, inancını yok etmeye çalıştı. Bu ekmek hamurunu kırmaya benziyordu. Alfred uysallıkla her darbeyi soğurdu. Geri çekilmeyi reddetti, Samah’ın emirlerini kabullenmeyi reddetti. Alfred için neredeyse üzüldüğümü itiraf etmek zorundayım Sonunda bulmayı o kadar istediği halkını bulmuştu, ama onlara güvenemeyeceğini keşfetmişti. Yalnızca bu kadar da değil, Sartanların geçmişine ilişkin korkunç bir gerçeği öğrenmişti. Tahmin edilmesi zor bir müttefiğin yardımı ile (kesin olarak söylemek gerekirse benim kendi köpeğim) Alfred gizli Sartan kütüphanesine kafayla daldı (kelimenin tam anlamıyla) Orada Samah ile Konsey in daha yüksek bir gücün varlığını keşfettiklerini anladı.

Bu gücün yardımıyla Sartanlar barış sağlanması için çalışabilirdi. Ama Samah barış istemiyordu Dünyanın kendi istediği gibi olmasını istiyordu -yalnızca kendi istediği gibi. Ve bu yüzden dünyayı parça parça etti. Ne yazık ki, onu tekrar bir araya getirmeye çalıştığında dünya ufalanmaya devam etti, parmaklarının arasından kaymaya başladı. Alfred gerçeği biliyordu. Alfred Samah için bir tehdit olmaya başladı. Ama ejder-yılanlara karşı savaşımda bana katılan Alfred oldu -o uysal, beceriksiz, “tehlike” sözcüğü telaffuz edilince bile bayılan Alfred [3] . Benim, menschlerin ve muhtemelen nankör halkının hayatını kurtardı. Buna rağmen -ya da belki de bu yüzden- Samah Alfred’i korkunç bir kadere mahkûm etti Samah Alfred ile Orla’yı, Alfred’i seven kadını Labirent’e attı. Şimdi karşı karşıya olduğumuz tehlikeyi bilen tek kişi benim E]der-yılanlarda bedenleşen kötü güçler bize hükmetmek istemiyorlar -yapıcı olan hiçbir şeyi istemiyorlar Acı, ızdırap, kaos, korku -onların amacı bu .Ve hepimiz onları durduracak bir şey bulmak için birleşmezsek amaçlarına ulaşacaklar. Çünkü ejder-yılanlar güçlü, herhangi birimizden daha güçlü Samah’tan daha güçlü Xar’dan daha güçlü. Lordumu buna ikna etmeliyim -kolay olmayacak bir iş bu. Zaten benim bir hain olduğumdan kuşkulanıyor. Ona ve halkıma duyduğum sadakatin hiç şu an olduğu kadar büyük olmadığını ona nasıl kanıtlayabilirim? Bir de Alfred var, Alfred için ne yapabilirim? O nazik, dalgın, beceriksiz Sartan.

Labirent’te uzun süre hayatta kalmaz. Onu kurtarmak için oraya geri dönebilirdim cesaret edebilseydim. Ama -kendi kendime itiraf etmek zorundayım- korkuyorum. Şimdi, hayatım boyunca korktuğumdan daha fazla korkuyorum. Kötülük çok büyük, çok güçlü ve adımın öngördüğü gibi, onunla yalnız başıma yüzleşeceğim. Yalnız başıma, köpek dışında ÖNDEYİŞ Bunu bir Sartan zindanında oturmuş, özgürlüğümü beklerken yazıyorum. [4] Gelişi uzun sürecek, sanırım, çünkü beni özgür kılacak olan deniz suyunun seviyesi çok yavaş yükseliyor. Kuşkusuz su seviyesini menşeliler kontrol ediyor. Menschler Sartanların hiçbirine zarar vermek istemiyorlar, yalnızca onları büyülerinden mahrum bırakmak istiyorlar. [5] Chelestra’nın deniz suyu hava gibi solunabiliyor ama sudan bir duvar karaya çarpıverirse önemli yıkımlara sebep olabilir. Bunun gözönüne alınması, menşelilerin dikkate değer derecede pratik düşünceli olduğunu gösteriyor Ama ejderyılanları [6] işbirliğine nasıl zorlandıklarını merak ediyorum. Chelestranın yılanları. Onlardan önce de kötülük tanıdım -Labirent’te doğdum, hayatta kaldım ve Labirent’ten kaçtım. Ama hiç onlara benzer kötülük görmedim. Bana daha yüksek bir güce inanmayı bu yaratıklar öğretti -üzerinde hiç kontrolümüz olmayan kötü doğaya sahip bir güç.

Alfred, benim eski düşmanım, bu ifadeyi okusan dehşete düşerdin. Kekeleyerek itiraz ettiğini duyar gibi oluyorum. “Hayır, hayır’ Buna eş iyi bir güç de var. Onu gördük, sen ve ben.” Bana böyle söylerdin. Sen onu gördün mü, Alfred Eğer öyleyse, nerede?’ Kendi halkın seni bir sapkın ilan etti, seni Labirente yolladı ya da bununla tehdit etti seni! Ve Samah öylesine tehditler savuracak birine benzemiyor. Senin iyi gücün hakkında şimdi ne düşünüyorsun, Alfred, kendi hayatın için Labirent’te savaşırken? Benim ne düşündüğümü sana söyleyeyim. Bence sana çok benziyor -zayıf ve beceriksiz. Ama yılanlara karşı savaşırken yardımımıza senin koştuğunu itiraf etmeliyim -eğer Grundle’ın iddia ettiği gibi yılan büyücüsüne sen dönüştüysen. Ama kendini savunmak için Samah’ın karşısında durmaya gelince (ve iddiaya girerim piç herifi aşağı indirebilirdin), “büyüyü hatırlayamadın” Uysalca seni ve sevdiğin kadını uzaklaştırmalarına, eğer hâlâ hayattaysan muhtemelen hayatta olmamayı dilediğin bir yere göndermelerine izin verdin. Deniz suyu kapının altından sızmaya başladı Köpek bunun hakkında ne düşüneceğine karar veremedi. Havlıyor, onu arkasını dönüp gitmeye ikna etmeye çalışıyor. Ne hissettiğini anlayabiliyorum. Yapabildiğim tek şey burada sakince oturmak ve beklemek, ılık sıvının çizmemin burnuna tırmanmasını, suyun dokunuşu ile büyümün çözülmeye başladığını hissettiğimde üzerime çöken panik duygusunu beklemek. Deniz suyu benim kurtarıcım.

Bunu kendime hatırlatmam gerekiyor. Beni bu odada tutan Sartan rünleri çoktan güçlerini kaybetmeye başladı. Kızıl parıltıları soluyor. Zaman içinde tamamen sönecekler ve o zaman özgür kalacağım. Nereye gitmek için özgür? Ne yapmak için? Nexus’a dönmeli ve lordumu yılanların yarattığı tehlike hakkında uyarmalıyım. Xar buna inanmayacak, inanmak istemeyecek. Her zaman kendini evrendeki en büyük güç saymıştır. Ve kuşkusuz bunun doğru olduğunu düşünmesi için sebepleri var Labirent’in karanlık ve dehşet dolu gücü onu yıkamadı. Şimdi bile her gün, o korkunç zindandan halkımızın daha çoğunu çıkarmak için ona meydan okuyor. Ama kötü yılanların büyülü gücü karşısında -ve ben onların kötü hizmetkârlardan başka bir şey olmadıklarını düşünmeye başlıyorum- Xar yenilmeye mahkûm. Bu dehşet verici, kaotik güç yalnızca güçlü değil, aynı zamanda kurnaz ve şeytani. Bize işitmek istediklerimizi söyleyerek, bizi kötülüğe teşvik ederek, bize yaltaklanarak, hizmet ederek iradesini kabul ettiriyor. Kendini alçaltmaktan kaçınmıyor, vakarı yok, onuru yok. Kendi kendimize söylediğimiz için güçlü olan yalanları kullanıyor. Eğer bu kötücül güç Ölüm Kapısına girerse ve onu durdurmak için hiçbir şey yapılmazsa, bu evrenin acı ve ümitsizlik dolu bir zindan olacağı günleri görebiliyorum.

Dört dünya – Arianus, Pryan, Abarrach ve Chelestra- tüketilecek. Bizim umduğumuzun aksine Labirent yok edilmeyecek. Halkım bir zindandan çıkıp, kendilerini bir başka zindanda bulacaklar. Lordumu inandırmalıyım! Ama ben bile bazen kendime inanmazken, nasıl? Su ayak bileklerime ulaştı. Köpek havlamayı bıraktı. Bana ters ters bakıyor, neden bu rahatsız yeri terk etmediğimizi soruyor Suyu içmeye çalıştı ama burnundan püskürttü. Penceremin dışında, artık geniş ve düzgün bir ırmağın aktığı sokakta hiçbir Sartan gözükmüyor. Uzakta boruların öttüğünü duyabiliyorum -muhtemelen, Sartanların bu sığınağa verdikleri isimle, Kadeh’e giren menşelilerin boruları. Güzel demek yakında gemiler var -mensch denizaltıları. Benim gemim, Ölüm Kapısı’ndan geçebilmek için büyüyle değiştirdiğim cüce denizaltısı Draknorda, yılanların adasında demirli. Oraya gitmeye meraklı değilim, ama başka seçeneğim yok. Rünle güçlendirdiğim gemi, bu dünyada beni güvenle Ölüm Kapısı’ndan geçirebilecek tek araç. Derime işlenmiş dövmelerin solmakta olduğunu görmek için, şimdi deniz suyu ile ıslanmış olan bacaklarıma bakmam yeterli. Bir başka gemiyi değiştirmek için büyümün geri gelmesi çok uzun sürer. Ve zamanım tükeniyor.

Halkımın zamanı tükeniyor. Şansım varsa Draknor’a fark edilmeden sızabilir, gemimi alıp kaçabilirim. Yılanlar Kadeh’e yapılan saldırıya yardım etmekle meşgul olmalılar ama onlardan hiçbirini görmemem tuhaf bunu kötü bir işaret sayıyorum. Ama dediğim gibi onlar şeytani ve kurnaz, ne planladıklarını kim bilebilir?’ Evet, köpek, gidiyoruz, malum köpekler yüzebiliyordur. Düşük hayvan ırklarının hayatta kalabilecek kadar yüzebildiklerini duyduğumu hatırlıyorum. Düşünen, paniğe kapılan ve boğulan yalnızca bizleriz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir