Marguerite Yourcenar – Açık Gözler (Özyaşam)

Zamanı dolduran bir okuma gününde karşılaşmıştım Yourcenar’ın yapıtıyla. Gün geçsin istemiyordum. Beni bu duyguya alıştıran bir yazarla yüzleşmek iyi gelmişti … Yapıtının hemence çekip sizi içine alması … Üstelik hakkında da çok �oy bilmeden yapıta doğru yürümek . Sanırım iyi yazarın/yapıtın gizi burada. Başka gözler, başka seslerden 11111k bir karşılaşmanın albenisi daha da anlamlı gelmişti bana. Semprun’da, Romain Gary’de, Michel del Castillo’da, Coetzee’de; birtıırının çağdaşı birçok yazarda, daha ilk karşılaşmada yapıtının içine girip, ko�ıı yolculuğunda onlarla buluşup “benim yazarıma kavuştum” demek … t,;ok onder olmasa da, sıklıkla rastlaşılan bir olgu, bir durum değildir bu. Yourcenar, karşılaşmama gelecek olursam, Doğu Akdeniz’e yaptığım tıır yolculukta Hadrianus’un Anıları romanını yanıma almıştım. Size tam bir hatırlatma mevsimini yaşatan yazarın duru bilinci, geçmişi lı1111iırıdo yaşamak/yaşatmak düşüncesi sorgulayıcı bir bakış olarak gelip knı r,ırrırzda duruyordu. nitıiğim yerin tarihine denk düşen bir anlatının izinde olmak mı beni Yoıırı:onar’a götürmüştü, yoksa roman okuma isteği mi? Sunırım her ikisi de! LI kitapları, turistik broşürlerin yavanlığı, bilgi yetersizliğini de buna 11kl111111ıllyim hemen. Yııpıtın anlamına I ne anlattığına doğru yürürken, geç kalınmış bir keşıırı clcı yolcusu olduğumun farkında değildim! Dııha kitabın ilk yüz sayfasını okumuştum ki; Doğu Öyküleri ile Zenon 11111111111 düşmüştü aklıma. O Akdeniz kasabasında bunları bulma şansım vııı,ıır llonüz internet çağına girmemiştik, ansiklopedik bilgilerden de uzakıırıı 12 1 Açık Güzler Orada, bin bir merak içinde yol aldım Yourcenar’la. Onda başka bir bakış, düş seyri, yaşam algısı, yansıtma/kurma bilgisi vardı. Roman, tarihsel bir kişiliğin anlatımı olmaktan çıkmış gelip oradaki günüme, yaşadığımız günlerin seyrine, hatırladığımız tarihin saklı yüzüne karışmıştı.


Bir romanıyla yol alırken, kesinlemelere gitmeden, ama onu anlayarak, parıltısını görerek sabırlı bir okur olmanın beklentisiyle dönüp T ürkçe’deki diğer yapıtlarına kavuştum, hangi düşünce/yazı iklimlerinden geçtiğini öğrendim. Sonra da yazdıklarının izine düştüm. Bugün elimizdeki kitap da bu iz sürme sonucunda dilimizde yayımlanıyor. Geçmişi bugünde yaşatan bir yazar Marguerite Yourcenar. Onu yaşanan dönemin dil ve zaman çağına götüren de budur bir anlamda. Zenon’ dan Hadrianus’un Anıları’ na, Bir Ölüm Bağışlamak’ tan Alexis ya da Beyhude Mücadele’nin Kita bı’na aralanan bilinç ışığında yazarın bu duyarlıktaki izlerini buluruz. Tarih’i yaşanan zamana dönüştüren bakışının en temel izleği insanın insanda nasıl yaşadığıdır. Dünü anlatırken bir ayna tutar yüzümüze. Matthieu Galay, bu izlerden/düşüncelerden yola çıkarak, ömrünün uzunca bir dönemini geçirdiği “ada”sında onunla uzunca bir söyleşiyi gerçekleştirir. Yourcenar, ABD’de kendisine yurt edindiği “Monts-Deserts” (lssız Tepeler) adasında yazı yolculuğundan söz eder. Dünyaya açılır oradan; yaşadıklarına, tanıklıklarına, farklı coğrafyalardaki ve içteki yolculuklarına uzanır. Bir yapıtın kurulma düşüncesinden yazmanın anlamına, çevrenin kirlenmesinden kadının özgürlüğüne, inanma biçimlerinden bağlanma düşüncesine uzanan geniş bir dil/düşün yolculuklarına çıkarır okurunu. Bir yazarın dünyasına tutulan aynada zamanın tanığı olma düşüncesinin neleri içerdiğini de görmek mümkün. Aynı zamanda taşıyıcı belleğin ışığında yazının hayatımızdaki yerine bakmak için iyi bir yolculuk sunuyor bize. Açık Gözlerde Marguerite Yourcenar ile Matthieu Galay. Yourcenar, yazarını arayan okurun yazarıdır. Kapı önlerinde gezinmez, vitrin süsü olmayı öteler, bilgi ve dilçağına çağrı yaparak, tarihin sessiz yolları, tutkunun gizemli labirentlerine çağırır okurunu.

Yazı “ün” değildir ona göre; anlamdır, anlatmadır, bağ kurmadır. Bir “iletici” görür yazarı, yazma eylemini ise önü alınamaz bir tutkunun ötesine geçirir; hayatı ve dünyayı algılama yolu olarak nitelendirir. Der ki; “Gerçek yazarlar gereklidir: Başkalarının bir şekil vermeden duyumsadıkları şeyi ifade ederler ve bu yüzden tüm baskılar onları susturur.” Yazdıklarına bakınca, bilgece bir duruşu olduğunu gözlersiniz. Dünyayı kavrama, yazıda yeniden görme/gösterme bilincinin sabrı da diyebiliriz onun bilgeliğine … Yourcenar’ın yüzünü “uzak ülke”ye dönmesi, çevirmeni Grace Frick ile gelip ada’ya (lssız-Tepeler) çekilmesi bir inziva gibi görünse de; kendini uzak- Belleğin Sesi l 13 lııştırma, bir adada yalnızlaştırma duygusunun anlamı salt yazı’ya bağlanmak olarak değerlendirilemez sanırım! Doğaya dönmek, varlığını orada iyi hissetmek … Sözle, yazıyla olan bağının iklimini arayış zamanlarını da artık geride tıırakmıştır. Düşüncenin labirentlerinde gezinmek için iyi bir yer, dingin bir mekandır “Küçük-Sığınak”ı (Petit-Plaisance). O, kesinliklerin düşlerin yanındadır hep. Bir yanı arkaik dünyada, diğer yanı gelecek düşündedir. Lavların içinden çıkıp gelen tutkunun sıratlarından geçirmiştir bakışını. �imdi yarattığı “ara zamanlar”dan bakmak ister hayata. Kurgu ve biÇem arayışlarının sürdüğü bir yerdir ada. Uzaklaştıkça yakınlaştırır kendini yazıya. Kalp acıları dinmiş, tutku barınakları ötede kalmıştır. Ama bunlar üzeri110 edebileceği sözler tükenmemiştir elbette. Der ki: ” İnsan gelip geçer, ben gözeneklidir; onunla ilgili tam bir imge oluşturmak salt yanılsamadır.

” Yourcenar’ın yazı coğrafyası bu yanılsamalarla örülü imgelerin dili üzerıne kuruludur. Hadrianus’un Anıları, Zenan, Ateşler, Alexis ya da Beyhude Mücadelenin Kitabı bir yol haritası gibi çıkar karşımıza. Onun getirdiği iklimlere bakabilmenin dilini öğrenmek için onun ne düşündüğüne, nasıl yaşadığına, niçin/neden yazdığına da bakmak gerekiyor. işte elimizdeki kitap, Matthieu Galey’ın kotardığı Açık Gözler, Yourcenar’ın yazı ve yaşam yolunu anlatan söyleşiyi içeriyor. Açınlayıcı bir bakış, sorgulayıcı değerlendirme . Bunların yolunun da yazarı/nı tanımak anlatmaktan geçliğini gösteriyor hize, Galey. Yaşama ve zamana bağlı bir yazarın yolculuğuna tanıklıklar getiren Açık Gözler, eminim ki; Yourcenar’ın yapıtlarına dönmenin, onları bütünlüklü okumalarla gündemimize almanın anahtar niteliğinde bir kitap olarak algılanacak, uzunca süre Yourcenar okurunun elinden de düşmeyecektir. Nisan 2008 ÖNSÖZ Matthieu Galey “Ekmek hamurunu yoğurur; kapının önünü süpürür; şiddetli rüzgarlann estiği g�celerden sonra, düşen ölü dallan toplanın … ” Bu tümce, Archives du Nordun sayfalanndan birinin köşesinde, Memoires d’Hadrien (Hadrianus’un Anılan)’in yazanyla ilgilenenlerde hemen bir anıyı çağnştınr. İşin içine biraz da efsane girer, biraz hızlıca Marguerite Yourcenar’ın, dünyanın bir ucunda, ayağında sabolan, başında siyah bir örtüyle, Ouessant kadınlan gibi, kendi Amerikan adasında yaşadığını imgeleriz. İnzivaya çekildiği yere, “MontsDeserts” (Issız-tepeler) adı verilmesine karşın, gerçekte daha kalabalık bir yer. Bir köprü, adayı birkaç yıldan bu yana, Maine kıyısına bağlar, yazın adaya çok sayıda turist gelir. Soylulann akağaçlar ve çamlar arasına serpiştirilmiş konudan sayıca oradaki balıkçı kulübelerinden daha fazladır. Evinin adı “Petite-Plaisance” (Küçük-Sığınak)’tır. Bu ev, Rockefeller’lann ve Müslüman Hint prenslerinin, Fitzgerald’ın ya da Henry james’in birkaç romanına dekor olarak tasarlamış izlenimi veren civardaki villalanyla karşılaştınlamaz. Onun evi daha çok, son yüzyılda, bir papaz kır evinin ülküsel imgesine benzemelidir: Tamamen ağaçtan, gösterişsiz, ancak oturulabilir, sade olmasına karşın sıcak, kitaplarla ve kullanılmaktan yıpranmış eşyalarla dolu.

Oturulan, en küçük biblosuna kadar canlı, tarihi ya 16 1 Açılı Gözler da simgesi olan bir ev. Çevresindeki manzara, kuşlarla ve elinizden bir şeyler yemeye gelen evcil sincaplarla dolu bir koruluğun ortasındaki büyük çimenliğin yeşil sessizliğiyle iç içedir. Bununla birlikte, on iki ayın yedisinde, ada Champlain’in verdiği Monts-Deserts adını hak eder: Kar her yeri kaplar, hava erken karam, kapalı panjurlann ardında, sobanın yanı başından aynlmak güçtür. Savaş sonrası, Marguerite Yourcenar ve çevirmeni Grace Frick, gürültülü Amerika’dan uzak bu eski ülkeyi keşfettiklerinde, karda bir köyden diğerine hala atla gidiliyordu. llk dönemlerin o köy yaşamından geriye bir şeyler kalmış. Evinde televizyonu yok, sık kullanılmayan bir radyo ve şöminede çıtırdayan odunlar var; yerinde duramayan, adı gibi, canlı ve ateş parçası İspanyol köpeği Zoe’nin ürümeleriyle bozmakta sakınca görmediği bir sessizlik. Bu adada, insan ancak kendi isteğiyle, temel gereksinimlerin karşılanabileceği bir yaşam sürdürebilir; burada düşüncenin, doğanın ve mevsimlerin esinlediği dizemi izleyerek, kendiliğinden doğduğu söylenebilir. Kazanılmış bu sürekli erinç mavi gözde, Marguerite Yourcenar’ın uzaklardan geldiği duyumsanan bir bilgelikle sizi seyre dalan mavi “Kelt” gözünde okunur. Her şeyle ilgilenir. Ancak ona göre, insanlar ve olaylar kendilerini aşan üstün bir düzene (ya da düzensizliğe) bağlıdır. Sık sık “kitap gibi konuşuyormuş” izlenimi verse de, bu ne bir gösteriş ne de soyutlamaya kaçıştır. Evrensele bağlı bu zeka için eylem, en basit söz, belleğinde dünyayla ilgili sürekli var olan bir anlayışa bağlıdır. Onunla birlikteyken, fazla kuşkuya yer yok; çünkü bu bir felsefecininki olabilecek güvenilir bir beyin. Düşüncenin kesinliği ve düşünsel taslaklarının özgünlüğüyle kendisine eşdeğer, günümüzün ender yazarlarından Michel Toumier gibi, yalnızca olanak buldukça yazar. Başka dönemlerde, Memoires d’Hadrien (Hadrianus’un Anılan) büyük bir olasılıkla monolog ya da derin düşünce olarak adlandırılacaktı.

L ‘oeuvre au noir (Zenon), büyük ölçüde, Şamanlannkine yakın doğu araştırma yöntemlerine göre yazılmıştır. Kuşkusuz, bunu az sayıda insan Onsôz 1 17 lark eder. Ancak Marguerite Yourcenar’ın yapıtları eşsiz kıırgularını ve her zaman biraz donuk bir biçemin eğintisi altında lıcyecan güçlerini bu gizli yapılara borçludur. Bununla birlikte, hiçbir şey ona anekdottan daha yabancı dcgildir, anekdot yapıtlarda yalnızca süsleme için yer alsa da; özellıkle kişinin ne olduğuyla ilgili bir bölümü açınlamak zorundadır, <la ha fazlasını değil. Eski kalp acılan ya da yazınımızda fazlasıyla yer alan erotik çılgınlıklar da ona tüm romanda kendinden söz ı·ımek kadar anlamsız gelir. Arada belirli bir uzaklık olmadığından, “olaylar konusunda başarılı olamıyoruz” der. “lnsan gelip geçer, ben gözeneklidir; onunla ilgili tam bir imge oluşturmak salt yanılsamadır.” Bu “küçük öyküler” -gizemli inanış ve cinsellikle ilgili şeylerkötü yetişmiş biri olmadıkça, bir kitaba konmayacak kadar özel ııgelerdir. Tüm bunlar, onun gözünde, oldukça kötü durumdaki bir topluma ihanet ederler: “Bozulanlar özgür gibi görünürler; lıu gelecekleri için bir güvence değildir.” Freud “Viyana çevresine” karşı çıkmakta haksız değildi, ancak yüzyılına ve çevresine, panseksüel kuramına zamana karşı koyacak bir değer veremeyecek kadar bağlıydı. llk romanı, Alexis ou le traite du vain combat (Alexis ya da Beyhude Mücadelenin Kitabı)’yı yazdığında -yirmi dört yaşındaydı- Marguerite Yourcenar’ın kendisi de, cinsellik sorununun tüm sorunların temeli olduğuna, çözülmesi gereken ilk sorun olduğuna ve geride kalan her şeyin kendiliğinden onu izleyeceğine inandı. Elli yıl sonra, düşüncelerinden bastırmayı cesaretlendirecek kadar vazgeçmeksizin, bu özgürlükteki tehlikeleri gördü, çünkü bu özgürlük sürekli olarak “kutsalın ötesindedir”. Cinsellikte bu kavram yerleştiği gün, her şey daha iyi gidecek. Ancak, o gün gelecek mi ve nasıl? Marguerite Yourcenar’a tamamen tarih yönünde gitmediğini söylerseniz, dar görüşlü bu karşı çıkışı sakince uzaklaştım: “Tüm hüyük çatışmalar ançıdır. Bugünün ançısı yarının öncüsüdür.

Dünya dönüyor”. Hem zaten, Amerika’dan bakıldığında -ve de her zaman biraz da Sirius’dan- ona göre, Fransa bu önemsiz 18 I Açık Gôıder ayrıntılarla fazlasıyla ilgilidir. Fransa modanın ülkesidir: Orada düşüncelerden şapkalar gibi, kabul gördükleri dönemde söz edilir . ” “Anlamsız ya da üzücü” ayrılıklarla dolu bir dünyada -örneğin sağ ve sol arasında- tüm aşın ulusçuluklar dokuncalıdır, buna feminizm de dahil. Yalnızca bireysel çözümler geçerlidir. Yalnızca hayır diyenler önemlidir: Nükleer santrallere ve doğal ortamı katleden barajlara hayır, “sahip olmanın insana baskın çıktığı” bir uygarlıkta körü körüne çıkara bağlı külte hayır, hayvan türlerini, bitki örtüsünü, sanat yapıtlannı yok eden hava kirliliğine hayır ve hatta gerekiyorsa Concorde’a da hayır. Kitleleri ikna etmekten asla vazgeçilmemeli: “Ütopyalar hükümetlerin vicdanını rahatsız etmeye başladığında, bahis yan yanya kazanılmış demektir.” Bu yüzden, sessiz çalışma odasından, “Plaisance’ın iyi yürekli hanımefendisi” telgraflar gönderir; yazılı ya da parasal her tür savaşımı destekler. Ancak, bu şekilde evrensel bir bakış açısında yer alındığında, kısa sürede elde edilen sonuçlann en önemli şey olmadığı öngörülür. Kişisel yaklaşımında, Marguerite Yourcenar, “sonuna kadar çalışmak gerektiğini, zira her şeyin geçici olduğunu” söyleyen Buda’nın ilkesini uygular. Yaşamın akıp giden nehrinde yalnızca bir su damlası olduğumuz doğruysa, bu umuda olduğu kadar umutsuzluğa da giden çift yönlü bir davranış dersidir. En azından, ne kadar küçük olduğumuzu ve her şeyin geçiciliğiyle ilgili doğru düşünceyi ortaya koyar. Marguerite Yourcenar’ın, yazarlanmız arasında, yoksul olmamanın tehlikeli ayrıcalığından yararlanacak son yazarlardan biri olduğu, korkanın ki, doğrudur. Bu bir ayrıcalıktır; çünkü keyfine göre, istediği saatte, istediği gibi, çok sayıda yapıtına dekor ve uzam olan Akdeniz ülkelerinde -özellikle iki savaş arasındagezgin bir yaşam sürebildi. Bununla birlikte, bu bir tehlikedir; çünkü günlük kaygılann yokluğu -yalnızca savaş sırasında, Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekten de yaşamını kazanmak zorunda kaldı ve öyle görünüyor ki, o dönemle ilgili çok güzel ônsôz 1 19 anılan yok -onu bir halkın güvenini daha hızlı bir şekilde kazanmak için gerekli küçük ödünler vermeye asla sürüklemedi.

Buna karşılık, Memoires d’Hadrien (Hadrianus’un Anılan)’in büyük başansı, her açıdan öncekilerden daha basit olmayan bu yapıta duyulan beklenmedik hayranlık onu şaşırttı. Neden, happy few mutlu azınlık birden bire böylesine arttı? Belki de yalnızca bir yanlış anlama, okurlar yapıtı bir aşk romanı olarak kabul ettikleri ölçüde, bu durumu açıklayabilecektir -aşk, yapıtın temel dayanağı olsa da, bütünü içinde çok az yer tutar- bu, gerçekte, Tarihin tek bir anında, sıra dışı bir insanın serüvenidir. Ünlü Marguerite Yourcenar, size gazetelerde ve daha sonra da yazın kılavuzlannda bir yer kazandıran alışıldık oyunu oynamadığı için, tanınmaz ve arka planda kalır, zira üniversiteliler modayı acınası bir uymacılıkla izler. Bu nedenle 1968 yılında L’oeu • .,.e au noir (Zenon)’ın aldığı Femina ödülü, bu garip durumda, biraz daha tanınması dışında, büyük bir değişikliğe yol açmadı. Bir avuç hayranı tarafından çok sevilir -bunlar, Memoires d’Hadrien (Hadrianus’un Anılan)’in yayınlanmasından önce Alexis (Alexis ya da Beyhude Mücadelenin Kitabı) ve Le coup de grace (Bir Ölüm Bağışlamak)’ı bilenlerdir- birkaç iyi niyetli eleştirmen tarafından ise usta olarak kabul edilir; zevklerini ve önyargılannı birbirine kanştırrnayanlardan söz ediyorum, yalnızca çok sonralan kaşiflerin ender olduğu büyük tirajlı basının, radyonun ve televizyonun övgülerini alacaktır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir