Marguerite Yourcenar – Zenon

Hehri-Maximilien Ligre küçük konaklamalarla, Paris’e doğru yol alıyordu. Kralla im paratoru karşı karşıya getiren çatışmadan haberi yoktu. Bildiği tek şey birkaç aylık barışın, uzun zamandan beri kullanılan bir hırka gibi, şimdiden tarazlanmağa banlamış olması idi. François de Valois’m n Milanoluya, sevdiğinden yüz bulmamış bir aşık gibi baktığı kimse için bir giz değildi; inanılır kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Pavina’da düşürdüğü mahmuzlarını toplamak üzere, Savoie dükasımn sınırlarında yeni bir ordu donatmakta idi. Vir-, gile kırıntılarına bankacı babasının kuru anlatılarını da katan Hehri-Maximilien, buzlarla zırhlanmış dağların ötesinde, atlıların indikleri büyük, bereketli ve bir rüya kadar güzel ülkeler düşünüyordu: kızıl-san ovalar, ak sürülerin su içtikleri gür kaynaklar, altın, baharat ve işlenmiş deri ile dolup taşan, antrepolar gibi zengin, kiliseler kadar gösterişli kentler; heykellerle dolu bahçeler, az bulunur değerli el yazmaları ile yüklü kitaplıklar; ipekler içerisinde gezen güler yüzlü kadınlar; som gümüş tepsiler üzerinde, Venedik işi sürahilerde sunulan tatlı şarabın yumuşak pırıltıları, her türlü gırtlak işinin ve her tür sefahatin ulaşmış olduğu incelik. 11 DaJıa birkaç gün önce, Bruges’deki baba ocağını ve bir tüccar oğlu olarak sahip olabileceği olanakları, kılı kıpırdamadan bırakıp yürümüştü. Bir akşam, Charles VIII zamanında İtalya’da savaşmış olmakla övünen topal bir çavuş, ballandıra ballandıra bir sürü kahram anlık öyküsü anlatmıştı; kentleri nasıl yağma ettikleri, aLtm torbalan, kızlar filan… Henri-Maximilien adamın palavralannı şarap ısmarlayarak ödedi. Eve döndüğünde dünyanın yuvarlaklığını yoklamak sırasının artık kendisine de gelmiş olduğunu düşünüyordu. Geleceğin başkomutanı acaba hangi yana katılsam, im paratorun ordusuna mı yoksa kralınkine mi diye duraksadı, sonunda yazı tura atmaya karar verdi, imparator kaybetti. Yol hazırlıkları bir hizmetçi kızın ağzından duyuldu. Henri-Juste önce bu baba ocağının değerinden gaifil oğlanın suratına bir iki şamar oturttu, sonra elinden tutup gezdirdikleri küçük oğlunu görüp yumuşadı ve büyük oğluna o kuş beyinli Fransızlar arasında hayırlı işler diledi. Biraz evlat sevgisinden, daha çok gösteriş merakından, elinin nerelere kadar uzandığını görsünler diye, zamanı gelince Lyon’daki aicentası Maître Mouzot’ya yazıp bu hayırsız oğlanı, Ligre bankasına hayli borcu bulunan amiral Chabot de Brion’a yamatmak için birkaç satır yazmak üzere kendi kendine söz verdi, Henri-Maximilien baba tezgâhının tozlarını atmak için istediği kadar ayaklarını silkelesindi, yiyecek maddeleri fiyatlarım artırıp indirebilen, hüküm darlara borç para veren biç adamın oğlu olmak o kadar kolay değildi. Anası çiçeği burnunda kahramanlık adayının heybesini yiyeceklerle doldurdu, gizliden yol harçlığı da verdi. Babasına ait bir kır evinin bulunduğu Dranoutre’daü geçerken, şimdiden topallamaya başlamış olan atım, kâhyanın ağzından girip burnundan çıkarak, bankacının ahırında beslenen atların en güzeli ile değiştirmeyi başardı ve daha Saiht-Quentin’de sattı, çünkü biraz bu görkemli binek hancıların taş tahtaya yazdıkları hesabı cömertçe yükseltiyordu, çünkü biraz da çok gösterişli idi, büyük yolculuğun kana kana tadını çıkarmasına engel oluyordu. Par12 ıraklarının arasından, sandığından çok daha hızlı akıp giden parayı idare etmek için arabacılarla birlikte acımış domuz yağı ve nohut yiyor, gece saman üstiinde yatıyor, dişinden tırnağından artırdığı parayı güle oynaya kumara veriyordu.


Ara sıra kıyı, kenar bir çiftlikte yufka yürekli bir dul yiyecek veriyor, yatağına alıyordu. Edebiyatı- da boşlamış değildi, cepleri kuzu derisi ile ciltlenmiş küçük kitaplarla doluydu, bunları daha önce, kitap toplama meraklısı olan dayısı Bartholommé Campanüs’un kitaplığından yürütmüştü. Öğleyin çimenlerin üzerine uzanıp ağız dolusu M artial’in bir latin nüktesine gülüyor ya da daha hülyalı, daha dalgın ve kapanık, bir su birikintisine tükürüyor, Pétrarque gibi, tüm ömrünü ve canım adayacağıhanımları düşünüyordu. Bir gözü açık uyuyordu; kunduraları, kilise kuleleri gibi gökyüzüne dikilmişti; başağa kalkmış yulaf tarlası uzun yeşil üstlüklü bir lansquenet taburu idi; şu gelincik, eteği büzgülü bir güzel kızdı. Kimi zaman genç dev, toprakla gerdeğe giriyordu. Bir sinek ya da köy kilisesinin çanı uyandırıyordu; kulaklarına kadar geçen başlığı, çerçöp karışmış sa n saçlan, iri burnu, güneşle ve soğuk suyla kararan uzun ve köşeli suratı ile, Henri-Maximilien, şen şakrak zaferlere doğru ilerliyordu. Yolcularla şakalaşıyor, olup bitenler üzerine bilgi alıyordu. La Fère’den beri, yüz toise kadar önünde bir adam yürüyordu. Hızlı yürüyordu, gevezelik edecek kimse bulamadığı için canı sıkılmakta olan Henri-Maximilien adımlarım açtı., ? — Compostelle’de benim için de dua ediniz, dedi. — iyi bildiniz, diye yanıt verdi öbürü, gerçekten de oraya gidiyorum. Kahverengi bir kukuletanın içindeki başım çevirip baktı, Henri-Maximilien, Zenon’u tanıdı. Bu uzun boyunlu sıska oğlan son güz panayırı serüveninden bu yana bir dirsek daha büyümüş gibiydi. Her zaman solgun olan yüzü kemirilmişe benziyordu, yürüyüşünde yaban bir çabukluk vardı. — Merhaba, yeğen! dedi Henri-Maximilien, neşe içinde.

13 Chanoine Campanus bütün kış sizi Bruges’de bekledi; Louvain’de Büyük Rektör peşinizden sakalını yoluyor ve siz yollara düşmüş, bir köşe başında ortaya çıkıveriyorsunuz. — Abbé Mitré de Saint-Bovan bana Gand’da bir iş buldu, dedi Zenon, sakınarak. Orada adim açıkça söyleyebileceğim bir koruyucum yok mu? Ne ise, asıl siz söyleyiniz bakalım, sizin ne işiniz var Fransa yollarında? — Siz bu işi belki özel bir şeyler düşünerek yapıyorsunuz, diye yanıt verdi iki yolcudan daha genç olanı. Siz nasıl teoloji okulunu bıraktınızsa ben de babamın tezgâhını ektim. Ama sizin Büyük Rektör’den Abbé Mitré’ye düştüğünüz şu anda… — Şaka ediyorsunuz, dedi papaz çömezi. Hep birisinin famulus’ü olarak başlanır. — Daha çok da arquebuse taşımakla, dedi Henri Maximilien. Zenon kötü kötü baktı. — Babanız zengin, istese size César Charles’ın en iyi lansquenet bölüğünü satın alır, elbette eğer ikiniz de askerlik mesleğini bir insan için uygun bir meslek sayıyorsanız. — Sizi papaz aylığı ne kadar ilgilendiriyorsa babamın bana alabileceği lansquenet’ler de beni o kadar ilgilendiriyor. Bir de unutmayınız ki hanım lara en iyi Fransa’da hizmet edilir. Şakası havaya gitti. Geleceğin şanlı komutsun durup, bir köylüden bir avuç kiraz satın aldı. Tümsekçe bir yere oturup yediler. Henri-Maximilien haç yolcusunun kılığım merakla süzdü : — Tuhaf, dedi, soytarı kılığına girmişsiniz.

— Evet, dedi Zenon. Ne yapayım kitap tozu yutmaktan usandım. Hareketli bir metni hecelemeyi yeğ tutarım; bin tane Romen ve Arap rakamı; kâh bizim yazıcılanmızınki gibi soldan sağa, kâh doğululannki gibi sağdan sola doğru koşan harflter. Karalamalar, veba, savaş. Kızıl kanla yazılmış başlıklar.*Ve bir sürü işaret, orada burada, işaret14 lerden daha da güç anlaşılır lekeler… Göze çarpmadan yürüyebilmek için hangi kılık daha uygun olur acaba?. Ayaklanın, yeryüzünde, dua kitabının içindeki kurtlar gibi dolaşıyor. — Çok iyi, dedi dalgınca Henri-Maximilien. Yalnız niye Compostelle’e gidiliyor? Sizi şişko keşişlerin arasında oturmuş genizden ilahi okurken düşünüyorum da… — Ohoo, dedi haç yolcusu. Ne işim var benim o miskin ineklerle? Benim işim başka, Léon Jacobite’lerinin prieur’ü simyacıdır. Bizim ara sıra dalgınlığa vurup yasak sınırlarını aşan iyi yürekli dayımız Chanoine Bartholommé Campanus ile yazışmışlar. Ama’ ayağımı çabuk tutmalıyım, zira adam yaşlı. Bakarsın bildiklerini unutuverir, ya da düpedüz ölüp gider. — Çiğ sovanla kam ınızı doyurmak ve kükürt serpilmiş bakır çorbasına kaşık sallamak! Bana bakma, kamımı daha iyi şeylerle doyurmayı yeğ tutarım. Zenon karşılık vermeden kalktı.

Henri-Maximilien ağzındaki son çekirdekleri de yola tükürerek, — Barış h a kalktı h a kalkacak, Zenon kardeş. Hükümdarlar, tavernada sarhoşların yemek kapışmaları gibi şurası senin burası benim diye birbirlerine giriyorlar. Burada Provence ballı çörek, orada Milanolu balıklı börek. Elbet benim payıma da bir zafer kırıntısı düşer. Genç papaz adayı kuru bir, — İneptissima vanitas, salladı. Siz hâlâ ağızlardan çıkan esintiyi önemsiyor musunuz? — On altı yaşımdayım, dedi Henri-Maximilien. On beş yıla kalmaz! benim de bir İskender olup olmadığım meydana çıkar. Otuz yıla kadar bir rahmetli César olup olmadığım anlaşılır. Ömrümü Laines sokağındaki tezgâhta bez arşınlamakla mı geçireyim. Sorun insan olmakta. — Ben yirmisindeyim, dedi Zenon. İşlerin yolunda gittiğini varsayarsak, şu kafam bir kuru kafaya dönüşünceye kadar önümde daha elli yıllık bir çalışma sürem var demektir. Siz yine Plutarque yiğitliğinde kaim, Henri kardeş. Sorun benim için insandan da öte bir şey olmak. 15 — Ben Alplerden yana gidiyorum, dedi Henri-Marimilien.

— Ben, dedi Zenon, Pirenelerden yana. Sustular. İki yanı kavak ağaçlan ile çevrili yol dümdüz uzanıyor, önlerinde özgür bir evren gibi açılıyordu. Şan şeref peşinde koşan serüvenci ile bilim peşinde koşan serüvenci yan yana yürüyorlardı. — Bakınız, dedi Zenon. Şu köyün arkasında başka köyler, şu m anastırın arkasında başka manastırlar, şu kalenin arkasında başka kaleler var. Taş kalelerin ve konak yıkıntılarının üzerine kurulmuş olan bu fikir şatolarının, düşünce yıkıntılarının her birine, yaşam, delileri kapatır, akıllılara da açık bir delik bırakır. Alplerin ardında İtalya, Pirenelerin ötesinde Ispanya. Birisi Mirandola’nın, öbürü Jbn Sina’nın yurdu. Ve daha ötede deniz ve denizden sonra, enginin öbür yakasında Arabistan, Mora, Hindistan, iki Amerika. Ve her yerde sıradan insanların çift sürdükleri vadiler, her biri Le Grand Oeuvre’ün bir başka evresini simgeleyen madenlerle yüklü kayalıklar, ölülerin dişleri arasına kıstırılan muskalar, her biri bir başka şey vadeden tanrılar, her biri kendini evrenin merkezi sayan insanlardan oluşan yığınlar. Hangi deli içine kapatıldığı hapishaneyi, hiç olmazsa üstün körü bir dolaşıp görmeden ölmek ister? Görüyorsunuz, Henri kardeş, ben sahiden bir haç yolcusuyum. Yol uzun ama ben de gencim. — Yeryüzü büyüktür, dedi Henri-Maıöınilien. — Yeryüzü büyüktür, dedi Zenon, çatık kaşla.

İnsan yüreğine bütün ömrünce ferahlık verebilecek olan varlığa şükürler olsun. Ve bir kez daha sustular. Biraz sonra Henri-Maximilien elini başına vurarak gülmeye başladı: — Zenon, dedi, arkadaşınız Colas Gheel’i anımsıyor musunuz, Saint Jean’m kardeşiniz dediği bira bardaklı adamı? Babamın fabrikasından ayrıldı, Bruges’e döndü; elinde teşbih sokak sokak dolaşıyor, sizin yüzünüzden kafası bozulan Thomas’m ruhu için dualar okuyor, sizi de şeytanın, Deccal’m ve Yahuda’nm kapı yoldaşı olmakla suçluyor. 16 Perrotin’ine gelince, nerede olduğunu bilen yok; şeytan almış götürmüş olmalı. Genç rahip adayı suratını buruşturdu. Çirkinleşti, ihtiyarladı. — Saçma sapan lakırdılar, dedi. Bırakın bu kara cahilleri. Bunlar neyseler yine odurlar: babanızın altına dönüştürdüğü ve günü gelince size kalacak olan işlenmemiş et yığını* Bana böyle şeylerden söz etmeyiniz, ben de size Dranoutre’daki at cambazına veresiye satılan özürlü kısraklardan, başlarına olmadık kötülükler gelen kızlardan ve geçen yaz diplerini delmiş olduğunuz şarap fıçılarından söz etmeyeyim. Henri-Maximilien karşılık vermedi, ıslıkla ne olduğu belirsiz bir hava çalıyordu. Bulıdan sonra yolların durumu ile han fiyatlarından başka bir şey konuşmadılar. İlk kavşakta ayrıldılar. Henri-Maximilien büyük yolu seçti, Zenon bir arayola saptı. Bir an sonra ikisinden daha genç, olanı dönüp arkadaşının yanma geldi, elini haç yolcusunun omuzuna koydu : ■— Kardeş, dedi, Wiwine’i bildiniz mi, hani okul çıkışı biz haylazlar gerisine çimdik atardık da siz de onu korurdunuz. Size sevdalı; size bir adakla bağlı olduğunu söylüyor; geçenlerde savcı yardımcısını geri çevirdi.

Teyzesi tökatı yapıştırdı, ekmek ve suya yatırdı, ama kız dayanıyor. Sizin yolunuzu gözlüyormuş, öyle diyor, gerekirse bütün ömrünce bekleyecekmiş. Zenon durdu. Gözlerinden belirsiz bir kararsızlık geçti, ama ateş üstüne düşen damla gibi uçup gitti. — Ne yapalım, dedi. Ortak ne var bu tokat yiyen kızla benim aramda?^Beni bir başka yerde bekleyen bir başkası daha var. Ona gidiyorum. Ve yola koyuldu. — Kim? diye sordu şaşkınlıkla Henri-Maximilien. Léon’ daki dişleri dökülmüş papaz mı? Zenon döndü : Hic Zeno, dedi. Ben kendim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir