Marln Morgan – Mesaj Sizsiniz

Son demir kapı arkamdan çınlayarak kapanırken aklıma şu geldi: “Kimse buradan asla kaçamaz”. Hapishanede, on dakika sonra, artist Sharon Tate ve öteki altı kişinin öldürülmesin-deki rolü nedeniyle, dokuz kez mahkum edilerek ömür boyu hapis cezasına çarptırılan tarikat lideri Charles Manşon ile yüzyüzeydim. Charles Manşon bazılarına göre tarihin en zalim ve en tuhaf cinayetlerinden birine karışmıştı. Bin dokuz yüz seksen bir yılıydı ve ben NBC televizyonundaki, Tom Snyder ve Rona Barrett’ in oynadığı “Sahilden Sahile Yarın” programının yapımcısıydım. Bölüm yapımcısı Shelley Ross, Tom’un yöneteceği, on üç yıldan sonra Manşon ile ilk kez yapılan televizyon yayını görüşmesini düzenlemişti. Manşon, Califonia Vacaville’de, suç işlemeye eğilimli akıl hastaları için inşa edilmiş, güvenliği çok yüksek olan bir hapishaneye yerleştirilmişti. Manşon hakkındaki tüm kitapları ve onun yaşam öyküsünü okumuştum, fakat görüşmenin nasıl olacağından tam emin değildim. En iyi olasılıkla tamamıyla çılgın biriyle uğraşacağımızı biliyordum. Görüşme fikrinin kendisi tartışmaya yol açtı. Birçok kişiye göre, Manşon ile görüşme yapılmamalıydı. Ona herkese açık bir toplantı olanağı verilmemeliydi. Bazılarına göre ise, California’da ölüm cezası kaldırıldıktan sonra, hayatta kalmasına izin verildiği için, bu tip bir kişi hakkında, görüşerek ve inceleyerek birşeyler öğrenebilirdik. Benim duygularım karışıktı, fakat işim görüşmenin yapılmasını sağlamaktı. Mesaj Sizsiniz B Đlk Yedi- Saniye Hapishaneye girdiğimizde, 3.16m X 4.


5m boyutlarındı bir tecrit hücresine ulaşıncaya kadar, çelik kapılar ve çimento1 bloklarıyla yapılmış koridorlardan oluşan bir labirentin içinden geçirildik. Hücrenin karşısındaki salon hapishanenin kitaplığıydı. Gardiyanlar Manson’u getirirken Tom’un kitaplıkta beklemesini söylediler. Bu sırada Tom ve ben oturup bir süre tartıştık. Sorulacak bazı genel sorularımız vardı, fakat Manşon bir kez ipsiz sapsız konuşmaya başlayınca, tartışmanın kendi seyrini izleyeceğini biliyorduk. Kamera ekibi hücrede işe başlıyordu. Tom’u orada bırakarak koridorun öbür tarafına yürümeye ve Manşon gelmeden önce kamera açılarının ve ışığın doğru olduğundan emin olmaya karar verdim. Hapishane kütüphanesinden yürüyerek çıkıp, sağa doğru dönerken bir kişiyle göğüs göğüse çarpıştım. Bu kişi geriye doğru savrulurken gözlerim onun üzerinde odaklaştı. On beş santimetrelik bir mesafeden, doğrudan doğruya Charles Manson’un gözlerine bakıyordum. Ufak tefek, ince ama adaleli ve bakımsızdı. Çevik ve tehlikeli bir gelinciğe benziyordu. Kısa bir an şoke oldum. Gözlerimiz birbirine kilitlendiğinde, ilkönce bir şey söylemedim. Basit bir karşılaşmaydı.

Karşılıklı olarak birbirimizi değerlendirdiğimizi fark ettim. Sonra “Bay Manşon, bu görüşmeden ben sorumluyum” dedim. “Benimle gelir misiniz?”. Çok kısa bir an daha bana baktı. Sonra başını eğdi, geriledi ve birden yaltaklanmaya başladı. Benimle tanış-] tığına çok sevindiğini söyledi ve ne yapması gerektiğini sordu. <j Đlk beş-yedi saniye içinde birbirimizi yokladık. Avustralya ‘ büyücüsü(î) gibi böbürlenmekten ve etrafındaki insanları kor- , kutarak, onlara istediğini yaptırmaktan hoşlandığını biliyor- j dum. Ben kıpırdamadığım için, o, çoğu kez bir köpeğin yaptığı gibi geriledi ve başını eğdi. Bir köpeğin dişlerini göstererek başı ve kuyruğu havada yaklaşıp sizi denediği ve eğer siz korktuğunuzu göstermemeyi sürdürürseniz, geri gideceği söylenir. Đnsanlar da bunu kendi tarzlarında yaparlar. Charles Manşon çöplük köpeği gibiydi. Bir kez gerileyince günün geri kalan bölümünde denetimin bende olacağını biliyordum. Manşon arasıra denetimden çıktıysa da , Tom mükemmel bir görüşme yaptı. Örneğin, Manşon mikrofon kablosunu tehdit edici bir şekilde ilmik haline getirirken, düzenli olarak önce bağırdı sonra birden sakinleşti.

Diğer zamanlarda ise sıkıntı ile gezindi, konuyu değiştirdi ve kendi kendine homurdandı durdu. Ekibin teyp kasetini değiştirmek için her duruşunda, Manşon, sanki benim onayıma ihtiyacı varmış gibi, nasıl davrandığını bana sordu. Daha sonra, mantıklı düşüncenin büyük oranda konu dışı olduğu bu hayli acayip durumda bile, ilk yedi saniyede belirlenen içgüdüsel ilişkinin bir farka yol açtığını düşündüm. Araştırmalara göre, diğer insanlar hakkında karar vermeye, onlarla karşılaştığımız ilk yedi saniye içinde başlarız. Bu karşılaşmaların çoğu, tıpkı benim Charles Manşon ile ilk birkaç dakikamda olduğu gibi sözel değildir. Ancak, gözlerimizle, yüzümüzle, bedenimizle ve tutumlarımızla iletişimde bulunuruz. Bir karşılaşma sırasında, gerçek duygularımız ve gerçekten ne olmasını istediğimiz hakkında bilinçli ya da bilinçsiz, öteki insanlara işaretler göndeririz. Bu, gözbebeğinin ışığa tepki göstermesi gibi hemen hemen bir refleks hareketidir, insanlar ortamda başkaları varken birbirlerinin bedenlerini etkilerler. Bazen belli belirsiz bazen de fark edilir şekilde birbirimizin soluk alıp verişini, kalp atış hızını, cilt ısısını, ter bezlerini, kan basıncını, göz kırpmasını, beden hareketlerini, hatta cilt üzerindeki bazı ince tüylerin hareketlerini etkileriz, ”k yedi saniye sırasında birbirimizde, rahatlamadan korkuya kadar farklılık gösteren, bir duygusal tepkiler zincirini de harekete geçiririz. 6 Mesaj Sizsiniz ĐLK ĐZLENĐMLER Diğer insanlar ile yaşamış olduğunuz en unutulmaz karşılaşmaların bazıları üzerinde durun ve düşünün. Bu karşılaşma, bir arkadaşa ya da bir sevgiliye tanıştırılmanız olabildiği gibi, bir iş görüşmesi de olabilir. Münasebetsiz biriyle, bir yabancıyla , hiç istenmeyen biriyle ani ve şiddetli bir şok yaşantısı olabildiği gibi, hoş bir karşılaşma da olabilir. Ne tür bir karşılaşma olursa olsun, ilk yedi saniyesine dikkatinizi yoğunlaştırmaya çalışın. Ne hissettiniz ve ne düşündünüz? Öteki insanları nasıl yorumladınız ve onların sizi nasıl yorumladıklarını düşünüyorsunuz? Her iki tarafta da ilk izlenimler ne kadar doğruydu ve ne kadar sürdü? Başlangıçtaki yedi saniye içindeki hava, karşılaşmanın geri kalan kısmında da devam etti mi? Başlangıçta buzlar kırıldı mı? Yoksa gerginlik mi oluştu? Şimdi, son bir kaç gününüzü gözden geçirin. Yeni biriyle karşılaştınız mı? Hatırlamaya çalışın.

Đlk yedi saniyede ne oldu? O sırada doğrudan ve dolaylı olarak iletilen neydi? O kişi hakkında neler hissettiniz? Son olarak kendinizi düşünün. Đlk yedi saniyede öteki insanlar üzerinde ne gibi etkiler bıraktığınıza inanıyorsunuz? Yüzyüze geldiğinizde ya da telefonda bile konuşurken, başkalarına gönderdiğiniz tüm sözlü ve sözsüz işaretlerin ne kadar farkındasınız? Gözler, yüz, ses ve beden (sizin ve başkalarının) tarafından gönderilen üstü kapalı mesajların ne kadar farkındasınız? Bu değişkenler üzerinde ne denli denetim sahibi olduğunuzu hissediyorsunuz? Bu sorular üzerinde durmak önemli. Çünkü bunlar sadece sizin iletişim becerilerinizi kuramsal olarak belirlemeye katkıda bulunmakla kalmaz, aynı zamanda nasıl biri olduğunuzu ve başkalarının sizi nasıl algıladığını belirlemeye yardımcı olur. Diğer insanların sözsüz işaretlerini her durumda -işle ilgili ya da kişisel bir durum olabilir-anlamlandmnaya çalışın. Bir toplantıda ya da samimi bir akşam yemeğinde olabilir. Bu Đlk Yedi Saniye 7 mesajların doğruluk derecesi şaşırtıcıdır. Hepimiz onları göndeririz ve alırız. Bazı beden dili uzmanları, birinin gizli niyetlerini, kolların, bacakların, gövdenin v.b. gibi, pozisyonundan anlayabileceğimizi öne sürerler. Bu kısmen doğrudur. Ancak o kadar kolay değildir. Diğer kişinin sesinin yüksekliğini, tonunu, konuşma hızını, ifade ediş tarzını, soluk alıp verişini, hatta gözlerinin büyümesini de gözönüne almamız gerekir. Böylesi bir yorumlama, gerçek gözlem ve içgüdüyü birlikte kullanarak yapılmalıdır. Örneğin bazı kişiler, birbirine kavuşturulmuş kolları savunucu bir tutumun işareti olarak yorumlarlar.

Oysaki, kollarını aslında rahatlamak için kavuşturan insanlar da vardır. Bir işaret tek başına yanıltıcı olabilir. “Bileşik” kişiye bakmayı ve dinlemeyi öğrenin. Çocukların çoğu, başkalarını yorumlamada doğuştan yeteneklidir. Birşeyi annelerinden ya da babalarından ne zaman isteyeceklerini bilirler. Ne zaman sessiz olacaklarını ve odayı terk edeceklerini bilirler. Anne ve babaları arasında ne zaman gerginlik olduğunu anlarlar. Herkesin onları ne zaman sevilmeye layık bulduklarını bilirler. Yaşlandıkça bu doğal anlama yeteneklerini ketlemeye başlarız. Onları tekrar harekete geçirmeye ihtiyacımız var. Dikkat edin, gözleyin, dinleyin, daha az konuşun. Đnsanların kullandıkları kelimelerin, ses tonlarıyla aynı şeyleri ifade edip etmediğinin farkına varın. KOLAY PARA New York’ta VVCBS televizyonu için çetelere ilişkin olarak yapılan bir belgesel ile ilgili çalışmamızı hatırlıyorum. Topluma Yeniden Uyum Kurumunda eğitilmekte olan, on beş on sekiz yaşları arasındaki bir grup serseri gençle görüşme yaptık. Bu genç suçlular metroda insanları soymuşlardı.

Verimli bir günde polis tarafından fark edilmeksizin ya da 8 Mesaj Sizsinizm jlk Yedi Saniye kurbanlarmca reddedilmeksizin yüz ile dörtyüz dolar nakit para elde ettiklerini iddia ettiler. Gençlerle ilk görüşmemizi yapıyorduk. Daha sonra bizi metroya götürüp “işlerini” nasıl yaptıklarını göstermeyi kabul ettiler. Odaya girdiklerinde, aralarından herhangi biri zorla paranızı almak isteseydi, geri çevirme cesaretini gösterebileceğiniz sıradan görünümlü tiplerdi. Grubun lideri kendine çok güvendiğini belli eden on yedi yaşındaki Henry idi. Henry’ ye insanları niçin soyduğunu sordum: “Çünkü suç para getiriyor”. “Ne demek istiyorsun?” “Metroda bir haftada nakit bin beş yüz dolar para kazanıyorum. Kimseyi incitmem gerekmiyor. Eğer birisi bana para vermezse, başka birine gidiyorum. Şikâyet istemiyorum. Sorun istemiyorum. Dikkat çekmek istemiyorum. Bu işi üç yıldır yapıyorum. Şimdi söyle bakalım haftada bin beşyüz dolar para kazanacağım bir işi nerede bulabilirim”. “Niçin eğitim programındasın?” “Kalacağımdan emin değilim.

Bana bir iş becerisi öğretebileceklerini, denememi söylediler. Dinlemeye açığım. Ama bu bir daha asla sokağa geri dönmeyeceğim demek de değil”. Bu rahatlatıcı bir düşünce değildi. Çete üyelerinden kurbanlarını nasıl yokladıklarının bir gösterisini yapmalarını rica ettik. Özellikle Henry’ye kurbanlarını nasıl seçtiğini sordum. Ayaklarını sürüyerek yürüyen, başı eğik, gözleri yerde, yalnız ve onu gördüklerinde korkan insanları aradığını söyledi. Gerçekte, onların beden dilini anlamak için duyularını ve içgüdülerini kullanıyordu. Odada etrafıma bakındım, insanları seçerek Henry’ye iyi bir kurban olup olamayacaklarını sordum. Evet ya da hayır diyerek yanıtladı, “Ben iyi bir kurban olur muydum?” diye sordum. “Hayır, seninle işi berbat etmek istemezdim”. “Niçin?” – “Odaya ilk girdiğimde ayağa kalktın ve tamamen bana doğru döndün. Gözlerin doğrudan doğruya gözlerimin içine baktı ve sonra zorunlu kalırsan bir kavgada beni alt edip e-demeyeceğini anlamak için, sanki beni değerlendiriyormuş-sun gibi, bana baştan ayağa, tepeden tırnağa baktın. Bu tip insanlar probleme yol açar. Paranı almak için seni öldürmek zorunda kalabilirdim.

Böyle birşeyi yapmak istemezdim. Senin hatırın için değil, kendi iyiliğim için.” Bu oldukça eğitimsiz sokak serserisi, beden dilini içgüdüsel olarak yorumlayarak, bir voli vurabiliyor ve başarılı olabiliyordu. Söz konusu saptamayı yedi saniyeden az bir sürede yapıyordu. ĐLETĐŞĐM KUR YA DA ÖL Yüzbaşı “Kızıl” Eugene McDaniel, Kuzey Vietnam’da vurulup düşürülen ve altı yıl boyunca savaş esiri olarak kalan bir do–nanma pilotuydu. “Yara izleri ve Şehitler” adlı kitabında esirlerin morallerini korumak için birbirleriyle iletişim kurmaya duydukları müthiş gereksinimi anlatır. Yüzbaşı, eğer iletişim kuramazlarsa savaş esirlerinin çok daha erken ölme eğiliminde olduklarını belirtiyor. Yüzbaşı McDaniel, birçok kez, özellikle tek başına hapsedildiğinde, diğer esirlerle bağlantısını sürdürme çabalarından vazgeçmeklense, işkence görmeye katlanmıştır. Esirler, tabakların altına yazmaya, öksürmeye, Şarkı söylemeye, duvarlara vurmaya, gülmeye, kazımaya ya 10 11 Mesaj Sizsiniz l ilk Yedi Saniye da alfabenin bir harfini iletmek için çamaşırları belirli sayıda çırpmaya dayanan karmaşık bir iletişim sistemi yaratmak için ölümü göze almışlardı. Yüzbaşı McDaniel şöyle yazıyor: “Bildiğim birşey vardı, bu kampta bulunan kendi adamlarımla iletişim kurmalıydım. Eğer mümkün olsaydı, bu şekilde davranarak hayatta kalmak isteyen benim gibi başka insanlar da vardı. Esirlerin birbiriyle iletişimi, Kuzey Vietnamlı gardiyanların önlemek için en çok uğraştıkları şeydi. Ben ve diğer esirler gibi onlar da, bir insanın, aynı acıyı çeken, kendisi gibi olan kişilerle bağlantısı varsa, daha fazla acıya dayanabileceğini biliyorlardı. Yalnız, diğerlerinden yalıtılmış insan zayıf ve kolayca incinebilir hale gelir. Ben de ne pahasına olursa olsun ilişki kurmam gerektiğini biliyordum”.

O cesur adamlar için söz konusu olan ya iletişim ya da ölümdü. Hayatta kalma konusunda düşündüğümüzde, genellikle yiyecek, barınak ve giysileri zorunlu unsurlar olarak listeleriz. Ben iletişimin de bu listeye girmesi gerektiğine inanıyorum. BebekleV dikkat, bakım ve dokunulma eksikliğinden dolayı hastanelerde ölürler. Đnsan iletişimi son derece önemlidir, ancak çoğumuz onu değerini bilmeden, doğuştan verilmiş olarak kabul ederiz ve nasıl iletişimde bulunacağımızı zaten bildiğimizi düşünürüz. Bize birçok kez, beynimizin sadece çok küçük bir parçasını kullanmakta olduğumuz söylenmiştir. Đletişim yeteneklerimizin de yalnızca çok az bir kısmını kullanırız. Örneğin kaç yüz ifadesini anlamlandırabilirsiniz? YÜZ ĐFADESĐNĐN DEĞERĐ Araştırmalara göre yüzdeki seksen adele, yedi binden fazla yüz ifadesini yaratabilmektedir. Çoğumuz birsinin mutlu ya da üzüntülü ya da korkmuş olup olmadığını anlayabiliriz. Ancak diğer ince ayrıntıların farkında mıyız? Diğer insanların yüzlerinde ne gördüğümüz hakkında merakınızı geliştirin. Anlayış, utanma, merak, düşmanlık, neşe, sıcaklık görüyor musunuz? Bu işaretleri anlamakta giderek daha iyi oldukça, kişiler arası iletişimde de daha çok başarılı olacaksınız. Sözsüz iletişim alanında uzmanlaşılması en güç konulardan biri yüz ifadeleridir. Çünkü erken yaşlardan itibaren, yüzümüzün bizi ele verebileceği öğretilir. Birçok insan, özellikle iş yöneticileri, içinde bulundukları duygusal duruma aldırmaksızın yüzlerini dondururlar. Poker oyunundaki gibi bir yüz takınmanın stratejik avantajı olduğuna inanırlar.

Bazen öyledir. Ancak genellikle, bir dinleyici kitlesinin eksiksiz güvenini, sadece tamamen açık olduğunuzu ve onlardan herhangi bir şeyi gizlemediğinizi hissettiklerinde kazanırsınız. Đzleyici, genellikle daha sıcak ve daha incinebilir bir kişiliği, daha güçlü ve daha korkusuz olarak algılar. AYNA GÖRÜNTÜSÜ Daha önce belki de hiç yapmadığınız bir şeyi deneyin. Aynaya bakarak kendi yüzünüzü inceleyin. Politik bir konuda konuşmaya başlayın ve yüzünüzün hangi kısmının hareket ettiğine, hangi kısmının hareket etmediğine dikkat edin. Aynı konuda konuşmanızı tekrarlayın, ancak bu kez bir çocukla konuşuyor olduğunuzu farz edin. Yüzünüzün yuınuşayıp yumuşamadığına, gözlerinizin daha ifade edici hale gelip gelmediğine ve dinleyicinin söylediğinizi anlamasına daha çok özen gösterme eğiliminde olup olmadığınıza dikkat edin. Çoğu insan çocuklarla konuşurken daha çok yüz ifadesi kullanma eğilimindedir. Aynaya bakmaya devam ederek, gülümsemeye başlayıncaya kadar gülünç birşey düşünün. Bunu yaparken ağzınız gibi gözlerinizin de gülümseyip gülümsemediğine bakın. Bu sırada gülümsemeye çalışmak değil, doğal olarak gülümsemeye neden olan bir olay ya da birinin söylediği bir şeyin aklınıza Mesaj Sizsiniz 12 Đlk Yedi Saniye 13 gelmesi’önemlidir. Gözlerinizle beraber tüm yüzünüz gülümseyinceye kadar, o düşünce üzerinde yoğunlaşın. Yüzünüzün nasıl gülümsediğine dikkat edin. DĐNLEME Dinleme ve tepkide bulunma konusunda yoğunlaşın.

Bir haber yayınını izlerken, kendinizi tamamen gevşek bırakın ve sonra sanki yüzünüz sizin tek iletişim aracınızmış gibi, yalnızca yüzünüzü kullanarak, o hikâye ile ilgili duygularınızı hayali bir üçüncü kişiye iletmeye çalışın. Ayna karşısında aynı alıştırmayı, “farklı öyküleri zihninizde tasarlayarak ve onlarla ilgili duygularınızı iletmeye çalışarak, tekrarlayın. Hayatınızdaki çok mutlu bir anı, çok üzgün bir anı ve kızgın olduğunuz bir durumu, korkmuş ya da kaygılı olduğunuz bir anı düşünün ve sanki dilsiz biriymiş gibi tüm bu duyguları göstermeye çalışın. Yüzünüzün nasıl hareket ettiğini iyice inceleyin ve nasıl hissettiğinize dikkatinizi yoğunlaştırın. Öyle ki aynaya bakmadığınızda da o görünüşü yalnızca yüz kaslarınızı gererek ve onları hissederek yeniden yaratabileşiniz. “Geçen geceki konseri beğendin mi?” gibi bir soru sorun ve yüzünüzde meraklı bir ifade oluşup oluşmadığına bakın. “Gerçekten onu mu demek istiyorsun?” “Gitme vakti geldi mi?”. Konuşmaksızın bu cümleleri düşünmeye çalışın. Anlamı bir biçimde yalnızca yüzünüzü kullanarak aktarın. MASKE Televizyona düşkün olmasanız bile, televizyonu açın ve yarım saat dikkatle izleyin. Sesini kapayın ve izleyin. Kanalları sık sık değiştirin, erkek ve kadın oyuncuların yüz ifadelerini izleyin. “Cinayet Diye Yazdı”* adlı oyunun yıldızı Angela * Türk televizyonlarında “Cinayet Dosyası” adıyla oynuyor. (Ç.N.

) Lansbury, gösterdiği tepki ifadeleri ile tanınmıştır. Bu tepkilerin anlamını ne oranda yorumlayabildiğinize bakın ve sonra o ifadeleri taklit edin. Hepimiz maskeler takınırız ama tam olarak iletişim kurmak için maskeleri indirmek gereklidir. Konuştuğunuz her durumda yüzünüzü kullanmaya alışmalısınız. Yazarlar, gözleri anlatırken, onları çoğu kez, çelik gibi, bilgiç, alaycı, acı ve soğuk, parıltılı v.b. olarak tanımlarlar ya da ateşli, soğuk ve incinmiş bakışlardan söz ederler. Aynaya bakarken yalnızca gözlerinizi kullanarak bu duygusal durumlardan herhangi birini ifade edebilir misiniz? Bakışların süresi, göz kapaklarının açılışı, şaşı bakma ya da diğer birçok yüz ve göz hareketleriyle farklı anlamlar aktarılabilir. Dikkate alınması gereken en önemli unsur, bakış ya da gözlerle izlemenin altında yatan duygudur. Bu bakış, bakılan nesneye, insan ya da insandan farklı bir statü verir. Kimse size sanki bir kişi değil de bir nesneymişsiniz gibi bakmış mıydı? Buz gibi soğuk geliyor, değil mi? Eğer bir kişiyi anlamlı bir şekilde, görmezden gelmek ve küçümsemek istiyorsak, sanki onu gerçekten görmemişiz gibi, boş bakışlarla bakarız. Dilencilere çoğu kez böyle davranılır. Karşımızdakinin insan olduğunu kabul etmek için boş bakmaktan kaçınırız ve yüzümüzü gevşetirken gözlerimizi odaklaştırırız. Bu öteki kişi ile aramızda bir sıcaklık ve empati yaratır. Boş bakmaktan kaçınmanın çeşitli yolları vardır.

Örneğin, yan tarafa göz atmak, kaçamak bakış, göz kapaklarının arasından bakma, “Seni görmek ne hoş?” diyerek şaşkınlık ifadesi göstermek v.b. gibi. Temel olarak, başkalarının söylediklerini dinlerken, yüzümüzdeki ifadelerle onlara tepki vererek, konuşmaları konusunda onları cesaretlendirmek söyleşi sanatının bir gereğidir. Bu aktif dinleme olarak adlandırılır. Sıra bize geldiğinde istekle, coşku ile konuşmak da iyi bir söyleşi için gereklidir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir