Martin Heidegger – Varlık ve Zaman

1922-1926 yılları arasında Weimar Almanyasıııın çok zor günlerinde yazılan Sein und ait hiç kuşkusuz herkesin kendini ölçü alarak okuyacağı ve kendine göre anlamlandıracağı göreci-sofist bir düşünce yapıtı olma savında değildir. Kişinin kavramlara yüklediği öznel tasanmlara bağlı olarak her okumanın belli bir ölçüde göreci olmasının kaçınılmaz olmasına karşın, Heidegger’in istediğinin bu olduğu söylenemez: Heidegger “gerçeklik”ten, “bilim”den, “yöntem”den söz eder ve bu kavramlar kendilerinde her tür kişiselliği ve öznelliği aşarlar ve nesneldirler, aslında saltıktırlar. Ama bu görüngüdür, aldatıcıdır. ‘Tüm gerçeklik insan ile, Dasein ile görelidir’ [227]. Bu fenomenal bildirim sofızmin ‘(bireysel) insan herşeyin ölçüsüdür’ görüşünün modern bir türü olarak görünür. Herşeyi kesintisiz bir akış durumunda tutan, sürekli bir değişim, sürekli bir yenileşme süreci yaşayan, sağlam, dingin, tözsel hiçbirşeye izin vermeyen anamalcı modem toplumun bireyden zorla istediği etik ve estetik göreciliği temellendirmede, düşünmek isteyen kafanın gerilimini yatıştırmada Batıda çok az yapıt böylesine etkili olmuştur. Bir zamanlar varoluşçu tin Heidegger’i büyük esin kaynağı olarak kabul ettiği zaman, bu hiç kuşkusuz bir abartma değildi. Hiçliğini kabullenmeye çok istekli bir bilinç biçimi insanın kendisinin saçına olduğunu ileri sürdüğü zaman, onun saçmalıktan özgürleşme isteminin kendisi de saçmalaşmaya başladı. Şimdi sonunda insanın anlamlı, değerli, ussal bir varlık olmadığını anlayan postmoderııist ruh Heidegger’de kendinin bir parçasını bulduğu zaman, bunun nedeni onun fenomenolojik yönteminin usu tarihsel-toplumsal bir kurguya çözündürme çabalarına etkili katkılarda bulunmuş olmasıdır. Heidegger için insan ‘ussal’ değil ama ‘konuşan bir dirimli varlıktır.’ Heidegger’in fenomerıolojik yönteminin evrensel bir anlaşılırlığa götürmesini beklememeliyiz, çünkü evrensel kavram yerine bireysel sözcüğü, nesnel ussal çıkarsama yerine öznel etimolojik bağıntıyı izlemesi bu ikincilerin doğalarındaki olumsallıklardan ötürü büyük ölçüde kişisel, öznel, göreci yorumlama girişimlerinde sonlanır. Metnin “çevrilemez” olduğunun düşünülmesinin, ya da örneğin Ene. Britannica (1984) tarafından 13 14 ÖNSÖZ-lıZİl YJ\IWIMU “almost uııreadable” olarak görülmesinin nedeni de yine büyük ölçüde sözcüklerin değişik dillerdeki türeyişlerinde eşitsiz süreçler ve yapılaşmalar içinden geçmeleridir. Gene de etimoloji Sein und Zeit’ın başlıca özgünlüğü değildir ve çoğu kez felsefi önemleri olmayan sözcük oyunlarından öteye gitmez. Orneğin öznel-duyusal ‘algı’nııı ‘gerçeklik’ ölçütü olarak seçilmesi bile antik Yunanca’da yapılan dil çözümlemelerinden ve kök-anlam saptamalarından çok daha önceden belirlenmiş olması gereken kuramsal bir ön-vargıdır.


Etimoloji bir yana bırakıldığmda, yapıta özgü iyi bilinen anlama güçlüğünün giderilmesi onu Heidegger’iıı yoketmeyi istediği Klasik Felsefenin ölçün/eri ile çözümleme çabasıııııı başarısıııa bağlıdır. Aslıııda yapıtm özsel amacının Klasik Felsefenin Varlık üzerine örttüğü kavramsal perdeyi kaldırmak olduğunu, ve bunun için “Felsefe Tarihinin kendisini yoketmek” [392], “varlıkbilimin tarihini yoketmek” [19] gibi görevlerin üstlenildiğini dikkate alırsak, yokedilecek olan Klasik Felsefe üzerine yeterli bir bilgi olmaksızın herhangi bir anlaşılırlığın olanaksız olduğunu kabul etmek zorundayız. Gerçekte hem yapıtııı sözde güçlüğü, hem de buna karşın böylesine popüler olması hemen hemen bütün bir okur kitlesinin Klasik Felsefenin kurgul/kuramsal doğası ile tanışık olmamasıııa bağlıdır. Ama eğer Klasik Felsefe bugüne dek varoluşun anlamı üzerine birşeyler saptayabilmişse, eğer us bilme yeteneğinde ise, eğer Parmenides’in ileri sürdüğü gibi Düşünce ve Varlık bir ise, fenomenolojik nihilizmin, aslıııda başka her nihilizmin varoluşu bu klasik birikimin kendisinin iistünün açılmamasına, doğal bilincin kendisi üzerine bilgisizliğinin ve kendini umursamazlığınııı siirınesiııe bağlıdır. Felsefi bir çeviri (Heidegger metinleri dışıııda) özsel olarak özgün dildeki sözcüğün ilettiği kavramı yakalamayı ve onu yeni dilde uygun bir sözcükle yeniden sunmayı amaçlar, çünkü yazar (giderek görgücü, çözümlemeci yazar bile) dili değil ama düşünceyi, söı.cilğii, değil ama kavramı birincil sayar. Heidegger ise kavramı bir yana bırakmakla kalmaz, ama giderek sözcüğün doğal dildeki yapı ve anlamını bile gözden çıkarır, onu söz.el olarak, etimolojik olarak okur ve bu yolla sözcükler arasıııda kavramsal değil ama fenomenolojik bağıııtılar kurar. Heidegger çevirisinden bunları düzeltmesi değil, ama yansıtması beklenir. Yine, okur özgün metne feııonıenolojik olarak bakabilir, ve etimolojik bağıııtıları ve ilgileri kendi gözleriyle algılayabilir, üstelik bu dil ile yeterince taııışık olmasa bile. Fenomenoloji böyle bir koşut-metin yardımını özsel olarak gerektirir, çünkü metnin çevrildiği dil doğallıkla her durumda ayııı etimolojik yapılanışları göstermeyecek ve özgün metindeki fenomenolojik incelikleri ancak smırlı olarak ve yer yer yansıtabilecektir. Tüm bunlara karşın, Heidegger’in metni sık sık bütünüyle hafif, aslında akıcıdır. Giderek takılarla, ilgeçlerle, ikircimlerle ve çoklu anlamlarla oynamalar sık sık herhangi bir felsefi ton bile taşımazlar. ÖNSÖZ – /ıZİZ Y/ı/WTMU 15 Ama çalışmada dizgesellikten olmasa da genel olarak bir bütünlükten söz edilebileceği düzeye dek, bunu tanımlayan kavramları ilişkilendirmek bütünüyle başka bir sorundur. Anlamak sözcüğün kavrama bağlanması üzerine dayandığı ölçüde, sözcüğün düşünceyi ilgisiz.

kavrama götürmesi anlamayı zorlaştırmada değil ama olanaksız.laştırınada soıılaııır. Ve çözüm sık sık sözcüğe kavramına ilgisiz anlamlar yüklemekten, düşüncede yeni ama yapay bağıııtılanıı üretilınesiııdeıı geçer. Hcidegger’in metni bu tür geçersiz bağıntılarla dolup taşar ve buıılann başında ‘fenomen’, ‘.gerçeklik,’ ‘Dasein,’ ‘logos’ gibi yeniden taııımlanan sözciiklerin kendileri gelir. Bu konuda çevirinin yapabileceği hiçbirşey yoktur: ‘Şunu demek istiyor’ gibi bir düzeltmecilik hiç olmazsa çevirinin hakkı değildir. Böyle bir metinde sözcük kavrama okurun öznel yeğlemeleri aracılığıyla ulaşır, ve ortaya çıkan anlamlar türlülüğü hernıeneutik düşüncenin doğasına hiç de aykırı değildir. Heidegger’e dek hiç kimse etiıııolojiııin gerçekliğe götüren yolu döşeyeceğini düşünememiştir. Anlağı kitleyen, zaman zaman hayrete ve hayranlığa düşüren, giderek belki de gizemci yollara ayartan bu yöntem Sein und ait’ı genç Jürgen Habermas’ın sözleriyle “das bedeuteııdste plıilosophische Ereignis seit Hegcls Plıiinomenologie,” ve Heidegger’i bir düşünce Titaııı yapan şey olmalıdır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir