Maurice Blanchot – Yazınsal Uzam

Sanat üstüne bir şeyleri, yalnızlık sözcüğünün ne anlama geldiğini anladığımızda öğrenir gibiy iz. Bu sözcüğü çok fazla kullandık. Yine de, “yalnız olmak”, ne demektir bu? İ nsan ne zaman yalnızdır? Bu soruyu sormak bizi yalnızca dokunaklı kanılara götürmemelidir. Dünya d üzeyindeki yalnızlık burada üstünde uzun uzun konuşmaya gerek olmayan bir yaradır. Bundan fazla sanatçının yalnızlığını da amaçlamıyoruz, bu yalnızlık, genel olarak söylendiği gibi, sanatını uygulamak için ona gereklidir. Rilke Solms-Laubach kontesine “Haftalardan beri, kısaca iki kez söze katılma dışında, bir tek sözcük etmedim; yalnızlığım sonunda bitiyor ve ben meyvenin içindeki çekirdek gibi işimin içindeyim,” d iye yazdığında (3 Ağustos 1907) söz ettiği yalnızlık tam anlamıyla yalnızlık değildir: Bu içe dalıştır. Yapıtın _yalmzftğı Sanat yapıtı, yazınsal yapıt söz konusu olduğunda yapıtın yaln ızlığı daha temel bir yalnızlık serer gözlerimizin önüne. Bireyselliğin hoşa giden soyutlanmasını bir yana atar, farklılığı araştırmaktan habersizdir; günün egemen olduğu alanı kaplayan bir görevde gözü pek bir tanıklığı sürdürmek bu yalnızlığı dağıtmaz. Yapıtı yazmakta olan açığa alınmıştır, yazmış olan kovul muştur. Kovulmuş olan kişi bunu bilmez üstelik. Bu bilmezlik onu korur, direşmesine izin vererek onu oyalar. Yazar yapıtın bitmiş olup olmadığını asla bilmez. Bir kitapta bitirdiği şeye bir başkasında yeniden başlar ya da yok eder onu. Valery, yapıtta bu sonsuzluk ayrıcalığını överken, işin en kolay yanını görüyor ancak: yapıtın sonsuz olması, bu (onun için) yapı ta bir son koyamayan sanatçının yine de onu sonu olmayan bir çalışmanın kapalı yerine dönüştürecek yetenekte olması demektir. Bu sonuçsuz çalışmanın bitmemişliği aklın egemen liğini geliştirir, bu egemenliği dile getirir, onu güç biçimde geliştirerek dile getirir.


Belli bir anda, koşullar, bir başka deyiş- le tarih, yayımcının simgelediği, parasal gereklikler, toplumsal görevler, bu eksik olan sonu anlatırlar ve her türlü baskıdan sıyrılarak özgürleşmiş sanatçı bitmemişi başka yerde sürdürür. Yapıtın sonsuzluğu, böylesi bir görüşte, aklın sonsuzluğudur ancak. Akıl, yapıtların sonsuzluğu ve tarihsel devinim içinde gerçekleşmek yerine bir tek yapıtta bütünlenmek ister. Ama Valcry hiçbir zaman bir kahraman olmamıştır. Herşeyden söz etmekten, herşey üstüne yazmaktan hoşlanmıştır: Böylece, dü nyanın dağınık bütün lüğü onu, kibarca vazgeçmiş olduğu, yapıtın ayrılmaz bütünlüğünün kesinliğinden uzaklaştırıyordu. Vb. düşüncelerin, konuların çeşitli liği arkasına gizleniyordu. Bununla birlikte, yapıt -sanat yapıtı, yazınsal yapıt- ne bitmiş ne bitmemiştir: Vardır. Söylediği yalnızca ve yalnızca budur: Var olduğudur ve başka hiçbir şey değil. Bunun dışında o hiçbir şey değildir. Ona daha fazlasını söyletmek isteyen hiçbir şey bu lamaz, onun hiçbir şey söylemediğinin ayrımına varır. Yazmak ya da okumak için olsun, yapıtın bağımlılığı içinde yaşayan kişi yalnızca varolmak sözcüğünü dile getiren şeyin yal nızlığına aittir: Dilin saklayarak koruduğu ya da yapıtın sessiz boşluğunda yok ederek ortaya çıkardığı sözcük. Yapıtın yal nızlığı en başta onu hiçbir zaman bitmiş ya da bitmemiş olarak okumaya izin vermeyen bu istem yokluğuyla çerçevelenir. Kullanımı olmadığı gibi kanıtı da yoktur. O gerçek olarak ortaya çıkmaz, gerçeklik onu yakalayabilir, ün onu ayd ınlatır: Bu varoluş onu bağlamaz, bu açıklık onu ne kesin ne de gerçek kılar, açıkça görünür kılmaz.

Yapıt yalnızdır: Onunla iletişim kurulamad ığı, okuyucunun ona ulaşamadığı anlamına gelmez bu. Ama onu okuyan bu yapıta ait yalnızlığın kesinleşmesine katılır, tıpkı onu yazanın bu yalnızlık tehlikesiyle karşılaşması gibi. Yapıt, kitap Bu sözlerin bizi neye çağırdığına daha yakından bakmak istersek, belki de onların nereden kaynaklandığını aramak gerekir. Yazar bir kitap yazar, ama kitap henüz yapıt değildir, yapıt ancak, ona özgü bir başlangıcın yamanlığında, varolmak sözcüğünün, yapıt onu yazan biriyle okuyan birinin içlidışlılığı olduğunda tamamlanan olayın, kendisi tarafından dile getirildiğinde yapıttır. Öyleyse, kendimize sorabiliriz: Yalnızlık, eğer yazarın rizikosuysa, bu rizikonun atlatılmış olduğunu, ancak yardımcısını, yaklaşımını ve yanılsamasını kitap biçiminde ya- 19 kaladığı yapıtın açık şiddetine yöneltilmiş olduğunu anlatmaz mı? Yazar yapıta aittir, ama ona ait olan yalnızca bir kitap, kısır sözcüklerden oluşan sessiz bir yığın, dünyadaki en anlamsız şeydir. Bu boşluğu duyan yazar, yalnızca yapıtın bitmediğini sanır ve sanır ki biraz daha fazla çalışma, uygun anlar şansı onun, tek başına, başarıya ulaşmasına izin verecektir. Yeniden yapıta koyulur böylece. Ama tek başına bitirmek İstediği bitirilemezdir, onu aldatıcı bir çalışmaya bağlar. Ve yapıt, sonunda, bundan habersizdir, ortaya koyduğu -başka hiçbir şey değil de- kişisiz, adsız gerçeklenme içinde kendi yokluğu üstüne kapanır. Sanatçının ancak öldüğü anda yapıtını tamamladığından onu asla tanımad ığını belirtirken yansıttığımız budur. Belki de tersine çevri lmesi gereken bir açıklama, çünkü en gariplerinden bir aylaklık izlenimi içinde kendisinin de zaman zaman sezdiği gibi yapıt varolduğu andan itibaren yazar da ölmeyecek değil midir?<1ı “Noli me legere” Aynı durum şöyle de betimlenebilir: Yazar hiçbir zaman yapıtını okumaz. Yapıt, onun için, karşısında bulunmadığı okunamaz nesne, bir gizd ir. Bir giz, çünkü ondan ayrılmıştır. Yine de bu okuma olanaksızl ığı tümüyle olumsuz bir devinim değildir, daha çok yapıt olarak adlandırdığımız şeye yazarın ortaya koyabildiği tek gerçek yaklaşımdır. Açıklaması verilmeyen No/i me legere henüz yalnızca bir kitabın olduğu yerde başka bir güç u fkunu ortaya çıkarır hemen.

Dolaysız olsa da kaçıp giden deneyim. Orada olan şeyin, kesin biçimini almış bir kitabın bütün olarak sunumunda, kendini yoksun bıraktığı şey bir yasaklamanın gücü değil de, sözcük oyunu ve sözcükleri n anlamı aracılığıyla, ısrarlı, esaslı ve dokunaklı doğrulamadır, o esaslı ve reddetmeyle alay eden boşluktur ya da kayıtsızlığın etkisiyle, kendisini yazmış olup okumayla yeniden kavramak isteyen kişiyi bir yana atar. Okuma olanaksızlığı, şimdi yaratımla açılmış uzamda, artık yaratım için yer kalmadığını -ve yazar için yine bu yapıtı yazmaktan başka olasılık olmadığını- keşfetmektir. Yapıtı yazmış olan h iç kimse onun yanında yaşayamaz, kalamaz. Bu, onu kovan, uzaklaştıran, onu, sanatın bağımlı olmadığı, bir yıkımın ardından sağ kalan, aylak, başı boş, duyarsız birine dönüştüren kararın ta kendisidir. Yazar yapıtın yanında bulunamaz: Onu ancak yazabilir, yazı lmış olduğunda kendisini uzaklaştıran, onu açığa alan ya da onu öncelikle yazması gereken şeyle uyum sağlamak için girmiş olduğu “sapa yer”e dönüş yapmaya zorlayan açıklamasız Noli me legere’de yaklaşımının ay- 20 rımına varamaz. Böylece, görevinin başında olduğu gibi, şimdi yeniden kendini bulur ve yeniden çevresini, eğleşemediği dışarısının gezici derin liğini keşfeder. Bu deney bizi belki de aradığımız şeye doğru yönlendirir. Yazarın yalnızlığı, onu bekleyen tehlike olan bu koşul, yazarın, yapıtta, her zaman yapıttan önce gelen şeye ait olmasından kaynaklanıyordur demek ki. Yazarın sayesinde, yapıt başarıya ulaşır, başlangıçta bir kararl ılık vardır ancak yazarın kendisi yeniden başlama kararsızlığının hüküm sürdüğü bir zamana aittir. Onu ayrıcalıklı bir izleğe bağlayan, bazen daha varsıllaşmış bir yeteneğin gücüyle ancak bazen de olağanüstü bir biçimde yoksullaşmış bir yinelemenin sözü uzatmasıyla, hep daha az güç, hep daha fazla tekdüzelikle onu daha önce söylediklerini yeniden söylemeye zorlayan saplantı onun, görünüşte, aynı noktaya dönmekte, aynı yollardan geçmekte, yeniden başlayarak kendisi için hiç başlamayan şeyi korumakta, olayların gerçekliğine değil de gölgesine, nesneye değil de imgeye, sözcüklerin gösterge, değer, gerçeklik gücü değil de imgelere, görünümlere dönüşmesini sağlayan şeye ait olmakta duyduğu gereği yansıtır. 1,çkence eden tutma Olasıdır ki kalem tutan bir adam onu bırakmayı çok istese bile yine de eli bırakmaz kalemi: Tam tersine, açılmak şöyle dursun biraz daha sıkılır eli. Öteki el daha başarıyla araya girer ama o zaman hasta diyebileceğimiz elin yavaş bir devinim çizdiğini ve uzaklaşan nesneyi yakalamaya çalıştığını görürüz. Garip olan bu devinimin yavaşlığıdır. El pek de insana özgü olmayan, ne sürebilir eylemin zamanı, ne de umudun zamanı olan, daha çok da zamanın gölgesi olan bir”zamanda devinir, kendisi de kendi gölgesine dönüşmüş bir nesneye doğru gerçek dışı bir biçimde kayan bir elin gölgesidir.

Bu el, bazı anlarda çok büyük bir kavrama gereksinimi duyar: Kalemi almalıdır, bu gereklidir, bu bir buyruk, kaçın ılmaz bir gerekliktir. “İşkence eden tutma” adı altında bilinen olay budur. Yazar kaleminin efendisi gibi görünür, sözcükler üstünde, onlara söyletmek istediği şeyler üstünde çok büyük bir egemenlik kurabilir. Ama bu egemenlik onu yalnızca içinde sözcüğün, yalnızca kendi görünümü ve bir sözcüğün gölgesi olarak, asla ne egemen olunabilir, ne yakalanabilir olduğu, yakalanamaz, yakalanınca bırakılamaz olgu, büyülemenin kararsız anı olarak kaldığı temel edilgenlikle ilişkiye sokmayı ve bu ilişkiyi sürdürmeyi başarır. 21 Yazarın egemenliği yazan elde, bu, kalemi bırakmayan, bırakamayan “hasta” elde deği ld ir, zira tuttuğu, onu gerçekte tutmaz, tuttuğu gölgeye aittir, kendisi de bir gölgedir. Egemenlik hep öteki elin, yazmayan, gerektiği anda araya girebilecek, kalemi yakalayıp onu uzaklaştırabilecek elin işidir. Demek ki egemenlik yazmayı kesme, yaşanan ana haklarını ve sonuca götüren keskinliğini geri vererek, yazılanı durdurma gücünden oluşmaktadır. Soru sormaya yeniden başlamamız gerek. Demiştik ki: Yazar yapıta aittir, ancak ona ait olan, onun tek başına bitirdiği, yalnızca bir kitaptır. “Tek başı na” yanıt olarak “yalnızca” sınırlamasına sahiptir. Yazar asla yapıtın karşısında değildir ve yapıtın olduğu yeri bilmez o, ya da daha açıkça bilmezl iği bile bilinmez, yalnızca okuma olanaksızlığı, içinde, onun yeniden yapıta koyulmasını sağlayan o anlaşılmaz deneyim içinde veri lmiştir. Yazar yeniden yapıta koyulur. Neden yazmaktan vazgeçmez? Neden Rimbaud gibi yapıttan koparsa bu kopma bizi gizemli bir olanaksızlık gibi çarpar? Yalnızca kusursuz bir yapıtı mı arzular, ve bunun için çalışmaktan vazgeçmiyorsa, bu yalnızca kusursuzluğun asla yeterince kusursuz olmamasından mıdır? Hatta bir yapıtı amaçlayarak mı yazar? Görevine son verecek şey gibi, bunca çabaya layık olan amaç gibi kaygıları var mıdır? l liçbir biçimde. Ye yapıt asla kendisi amaçlanarak yazı lan (kendisini amaçlayarak yazılana bir gücün uygu laması olarak başvurulan) şey değild ir. Yazarın görevinin yaşamıyla birlikte bitmesi, bu görevle yaşamının sonsuzluk mutsuzluğuna kaydığını gizleyen şeydir.

Sonu gelmeyen, dur durak bilmeyen Yapıtın yazara getirdiği yal nızlık şunda kendini gösterir: Yazmak şimdi sonu gelmeyen, dur durak bilmeyendir. Yazar, sınırlarının anlamına göre, nesnelerin ve değerlerin doğruluk ve kesinliğinin dile getirildiği ustalık alanına ait değildir artık. Yazılan yazmak zorunda olan kişiyi üstünde yetkisi olmadığı, kendisinin doğruluğu olmayan, hiçbir şeyi dile getirmeyen, sessizliğin dinginliği, saygınlığı olmayan bir anlatıma götürür, çünkü bu anlatım herşey söylenmiş olduğunda halii konuşan, sözden önce gelmeyen şeydir, çünkü başlayan söz olmaktansa durmak hakkını ve gücünü ondan aldığı için sözü engeller. Yazmak, sözü kendime bağlayan bağı koparmak, beni “sana” yönelerek konuştururken, bu sözün senden aldığı anlam içinde bana söz hakkı veren bağı koparmaktır, çünkü bu söz seni sorgular, sende bittiği için bende 22 başlayan sorgulamadır. Yazmak, bu bağı kırmaktır. Ayrıca, dili dü nyanın akışından çekmek, onu, kendisi aracılığıyla ben konuştuğumda dünyanın konuştuğu, günün çalışma, eylem ve zamanla oluşturulduğu güç halin.f dönüştüren şeyden geri almaktır. Yazmak sonu gelmeyen, dur durak bilmeyendir. Yazar, yaygın olarak söylendiği gibi, ” Ben” demekten vazgeçer. Katka “O”yu “Ben”in yerine koyduğu andan başlayarak yazına katıldığını şaşkınl ıkla, büyülü bir zevkle belirtir. Doğrudur, ancak dönüşüm çok daha derindir. Yazar hiç kimsenin konuşmad ığı, hiç kimseye scslcnmcycn, merkezi olmayan, hiçbir şeyi ortaya çıkarmayan bir dile aittir. Bu dilde konuştuğunu sanabilir, ama söylediği tümüyle kendi nden yoksundur. Yazar yazı lana hakkını verdikçe düşüncelerini asla dile getiremez artık, sana da bundan fazla yönelemez, ne de bir başkasına sözü bırakabilir. Yazarın old uğu yerde yalnızca varlık konuşur – bu, sözün artık konuşmadığı, ama varolduğu, ama kendini varolmanın salt edi lgenliği ne adad ığı anlamına gelir.

Yazmak kendini sonu gelmeyene bırakmak olduğunda, bunun özünü savunmayı kabul eden yazar “Ben” deme yetkisini yitirir. O zaman, kendisinden başkalarına da “Ben” dedirtmek yetkisini yitirir. Bunun için, kendi yaratıcı gücünün özgürlüklerini güvence altına alacağı yazıdaki kişilere hiç bir biçimde hayat veremez. Kişi düşüncesi, romanın geleneksel biçimi olarak, özünü arayan yazının kendi kendisinden uzaklaştırdığı yazarın, sayesinde dünyayla ve kendisiyle olan ilişkilerini kurtarmaya çalıştığı uzlaşmalardan biridir yalnızca. Yazmak, konuşmayı kesemeyecek şeyin yankısı olmaktır, ve bu yüzden, onun yankısı olmak için, onu belli bir biçimde sessizl iğe mahkum etmeliyim. Bu kesintisiz söze kendi sessizliğimin kararını, yetkisini getiririm. Sessiz aracılığımla, kesiksiz doğrulamayı, üstünde dilin açılarak imge olduğu, düşsel olgu, konuşan derinlik, boş olan belirsiz doluluk olduğu dev mırıltıyı algılanabilir kılarım. Bu sessizliğin kaynağı yazan kişinin çağrı lı olduğu silinmededir. Ya da, o egemenliğinin, bu yazmayan elin sahip olduğu araya girme hakkının, her an hayır diyebilen kendisinden bir parçanın kaynağıdır ve, gerektiğinde, zamana bırakır, geleceği yeniden düzenler. Bir yapıtta, onun sahip olduğu en gerçek şey olarak tona duyarlı olduğumuzdan tonuna hayran kaldığımız zaman, bununla neyi belirtmek isteriz? Biçem ya da dilin ilginçliği ve üstün niteliği değil de tamı tamına bu sessizl ik, kendinden yoksun kalmış, kendine sırt dönmüş olan yazan kişinin, ne başlangıcı ne de sonu olmaksızın konuşan şeyin 23 bu sessizlikte biçim, tutarlılık ve anlam kazanması için, sayesinde bu sürekli silinme içinde bir yetkinin üstünlüğüne, susma kararına sahip olduğu gözü pek güçtür belirtilmek istenen. Ton yazarın sesi değil de onun söze kabul ettirdiği sessizliğin içli dışlılığı, bu sessizliğin hala kendisinin olmasını sağlayan şey, onu ayrı bir yere koyan ölçülülük içinde kendinden kalan şeyd ir. Ton büyük yazarları yaratır, ancak yapıt onları büyük yapan şeyi umursamaz belki de. Çağrılı olduğu silinmede “büyük yazar” kendini tutar yine: Konuşan artık kendisi değildir, ancak kişi sözünün salt kayması da deği ldir. Silinmiş “Ben”in sessiz olmakla birlikte yetkeli doğrulaması onda kalır. Etken zamanın, yaşanan anın etkililiği, aşırı hızı onda kalır.

Böylece yapıtın içinde kendisini korur, elde tutacak hiçbir şey kalmadığı yerde kendini tutar. Ama yapıt da bu yüzden bir içeriğe sahiptir, tümüyle kendi içinde değildir. Klasik olarak adlandırılan yazar -hiç değilse Fransa’da- evrensele ses vermek için kendine özgü olan sözü kendinde feda eder. Düzenlenmiş bir biçimin saki nliği, içinde kişisiz genelliğin konuştuğu kapristen arınmış bir sözün kesinl iği onun gerçek ile bir il işki kurmasını sağlar. Kişiden ötede olan ve zamanın da ötesinde olmak isteyen bir gerçek. Öyleyse yazın mantığın görkemli yalnızlığına, kararl ılık ve cesaret isteyecek bütün içindeki bu yoğunluğu azalmış yaşama sahiptir, bu mantık aslında d üzenli aristokratik bir toplumun dengesi, bir başka deyişle kendi köşesine çekilerek ve onu yaşatan şeyin üstünde yer alarak, kendinde herşeyi yoğunlaştıran toplumun bir parçasının soylu hoşn utluğu olmasa bile. Yazmak sonu gelmeyeni keşfetmek olduğunda, bu bölgeye giren yazar evrensele doğru kendini aşamaz. Her şeyin adil bir günün ışığına göre düzenleneceği daha emin, daha güzel, daha iyi doğrulanmış bir dünyaya doğru gitmez. Dürüstçe herkes için konuşan güzel dili bulamaz. Onda konuşan, şu ya da bu biçimde onun artık kendi kendisi olmadığı, hatta artık hiç kimse olmadığı olgusudur. ” Ben”in yerini alan “O”, işte yapıt tarafından yazara getirilen yalnızlık budur. “O” nesnel olarak ilişiğini kesmeyi, yaratıcı kopmayı belirtmez. “O” ben d ışında bir bilinci, sanat yapıtının düşsel uzamında ” Ben” deme özgürlüğünü koruyacak insan yaşamının erincini yüceltmez. “O” hiç kimseye dönüşmüş ben, ötekine dönüşmüş başkasıdır, çünkü, bulunduğum yerde, artık kendime seslenemem ve bana seslenen kişi ” Ben” diyemez, kendisi olamaz. 24 “Giinliik”e başvurma Yapıtın sanat araştırmasına dönüştüğü, yazına dönüştüğü andan başlayarak yazarın kendisiyle bir ilişki koruma gereğini giderek daha çok duyması şaşırtıcıdır belki.

Bu yansız, biçimsiz ve yazgısız, yazılan herşeyin arkasında olan güç yararına kendini bırakmaktan büyük bir tiksinti duyar çünkü, birçok yazara özgü, onların Giinliikleri olarak adlandırdıkları şeyi yazmaktan duydukları kaygının ortaya koyduğu tiksinti ve korkudur bu. Bu, romantik denen kendinden hoşnutluklardan çok uzaktır. Herşeyden önce Günlük itiraf, kendini anlatma değildir. Bir Anı kitabıdır. Yazar neyi anımsamalıdır? Kendini, yazmadığında, günlük yaşamı yaşadığında, ölmek üzere ve gerçeklikten yoksun değil de yaşayan ve gerçek olduğu kişiyi. Ama kendisini anımsamak için kullandığı araç, ne gariptir ki, unutma öğesinin ta kendisidir: Yazmak. İşte bundandır ki Günlük’ün gerçekliği, içinde bulunan ilginç, yazınsal gözlemlerde değil de onu günlük gerçekliğe bağlayan önemsiz ayrıntılardadır. Günlük, bir yazarın karşısında olduğu tehlikeli başkalaşımı hissettiğinde kendini tanı mak için koyduğu bir dizi başvuru noktasını yansıtır. Bu hala geçilebilir bir yol, gezinmenin sonsuz bir görev olduğu öteki yolun yanından giden, onu gözleyen ve bazen onun yerini alan bir tür denetleme yoludur. Burada hala gerçek şeylerden söz edilir. Burada konuşan kişi adını korur ve kendi adına konuşur, ve atılan tarih gerçekleşenin gerçekten olduğu ortak bir zamanın tarihidir. Günlük -görünüşte tümüyle yalnız bu kitap- çoğunlukla yapıtın yazara getirdiği yalnızlık korkusu ve kaygısıyla yazılmıştır. Günlük’e başvurmak yazan kişinin günlerin gerçekten gün olması ve gerçekten birbirini izlemesi mutluluğu ve zevkiyle bozuşmak İstemediğini belirtir. Günlük, yazmak eylemini zaman içine, tarihlendirilmiş ve tarihiyle korunmuş günlük yaşantının alçakgönüllülüğü içine yerleştirir. Belki yazılmış olan şey henüz içtensizliktir yalnızca, belki gerçek kaygısı olmadan söylenmiştir, ama olayın koruması altında söylenmiştir, işlere, olaylara, dünya tecimine, etken bir şimdiki zamana, belki tümüyle geçersiz ve anlamsız ancak hiç değilse dönüşü olmayan bir süreye aittir, kendini aşanın çalışmasıdır bu, yarma doğru gider, kesinlikle oraya gider.

Günlük, eylemin olağan kararlığıyla, işin, mesleğin birliğiyle, içten sözün yalınlığı, d üşünce yokluğunun gücüyle yazan kişinin artık zamanın bir parçası olma yeteneğini yitirdiğini belirtir. Artık gerçekten tarihsel değildir, ama zamanı yitirmek de İstemez ve artık yalnızca yazmayı bildiğinden h iç değilse gündelik tarihinin isteği üzerine ve 25 günlerin getirdiği kaygıyla uyumlu olarak yazar. Günlük tutan yazarlar yazınsal n iteliği en güçlü yazarlar arasından çıkabilir, ancak belki de böylece yazının aşırı ucundan, zaman yokluğunun büyüleyici evreni olsa da bu, kaçındıkları içindir yalnızca. Laman yokluğunun büyüleyiciliği Yazmak kendini zaman yokluğunun büyüleyiciliğine bırakmaktır. Kuşkusuz burada yalnızlığın özüne yaklaşıyoruz. Zaman yokluğu tümüyle olumsuz bir kip değild ir. H içbir şeyin başlamadığı, girişimin olası olmadığı, doğrulamadan önce doğru lamanın geri dönüşünün olduğu zamandır. Tümüyle olumsuz bir kipten çok burası aynı zamanda hiçbir yer olduğunda, herşeyin kendi imgesine çekildiği, olduğumuz “Ben” in betisiz bir “O”nun yansızlığında yok olarak kendini bulduğunda olumsuzluğu olmayan, kararsız bir zamandır tam tersine. Zaman yokluğunun zamanı şimdiki zamansız, sunumsuzdur. Bu “şimdiki zamansızlık” yine de bir geçmiş zamana göndermez bizi. Bir zamanlar şimdinin saygınl ığına, harekete getirici gücüne sahipti; bu harekete getirici güce, anılar, kendimi daha güçlü bir biçimde anımsatacak şeyden beni kurtaran, bana onlara özgürce baş vurma, onlara o andaki niyetime göre sahip olma olanağı vererek beni kurtaran anılar tanıktır hala. Anı geçmişin özgürlüğüdür. Ama şimdiki zamansız olan şey bir anının şimdiki zamanını da kabul etmez. Anı olay hakkında der ki: Bu bir kez oldu ve bundan böyle asla. Şimdiki zamansız olan şey hakkında, orada olmuş olarak bile olmayan şey hakkında düzeltilemez kişilik der ki: Bu asla gerçekleşmedi, asla bir ilk kez, yine de bu yeniden başlar, yeni den, yen iden, sonsuza dek.

Bunun sonu yoktur, başlangıcı yoktur. Bu geleceksizdir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir