Maxime Rodinson – Muhammed

Bu tür bir kitap kendisini haklı gösterecek kimi nedenlere gereksinim duyar. İslam Peygamberi’nin yaşamı hakkında pek çok kitap yazıldı; bunların bir kısmıysa bu yakınlarda yayınlandı. Bunların çoğu yetkin, bazılarıysa kesinlikle mükemmel. Öyleyse bu öyküyü neden yeniden anlatıyorum? Kesinlikle aktaracağım yeni gerçekler yok; yeni bir kaynak ortaya çıkarılmadığından ve çıkarılacağa da benzemediğinden ötürü, yeni bir gerçeği bulmak gerçekten zor olacaktır. Ana kaynaklar, uzun bir süreden beri çok iyi işlendi ve yapabilecek en iyi şey yalnızca bir kaç ayrıntıyı geliştirmek olabilir. Yine de her kuşak, aynı gerçekler üzerinde tarihi yeniden yazar; o kuşağın kendisine egemen, olan kaygılar, onun geçmiş olayları, insan ilişkilerini ve onların temsil ettikleri güçlerin karşılıklı etkileşimini kendi tarzında kavramasına yol açar. islam’ın başlangıç dönemleri, Caetani, Becker ve Lammens’in çalışmalarından bu yana yeni bir ışık altında görülüyor. Bugünlerde Arabistan’ın o dönemdeki toplumsal evrimini hesaba katmaya başladık; bu, önceki kuşakların gerçekten’ dikkate almadıkları, bir bakış açısı. Bu bakış açısıyla W. Montgomery Watt, bu olanakla hayranlığımı açıklamak istediğim olağanüstü bir çalışmayı gerçekleştireni. Benim biyografim de benzer bir biçimde tasarlandı fakat yine de küçük bir değişiklik var: Son yılların olayları ve yaşamımdaki kimi koşullar bir araya gelerek beni ideolojilerin değişmeyen özellikleri ve ideolojilere dayalı hareketler üzerine düşünmeye yönlendirdi. Dikkatim, çok doğal 10 | Mııhammcd jlarak, aktaracağım olaylarda sergilendiği biçimiyle, bu değişmeyen özelliklere çevrildi. O zaman da, artık bir insanın yaşamının gençlik deneyimleri, akrabaları ve ilk tanıdığı insanlar ırasındaki kişisel durumu aracılığıyla yorumlanması konusunda /arolan uyuşmazlıkları yakın bir ilgiyle izledim; bu, kimilerinin Marksist teorinin bireylerin yaşamlarının toplumsal nedenselliği ,1e uzlaştırmaya çalıştığı bir yorum. Peygamber örneğinde iki dizi ledenin -genel olarak toplumdan kaynaklananların yanı sıra dşinin kendisi, ailesi ve yaşadığı ilk çevreyle ilişkili olanlar- nasıl 3İr noktada birleştiğini göstermeye, böylece de onun öyküsünü Dizim için anlaşılır kılmaya çalıştım. Bu girişimin metodolojik bir değeri olduğunu umarım.


Kısacası, hem anlatmaya hem de yorumlamaya çalıştım. Az önce sözünü ettiğim bakış açısıyla, geçmişte birbiriyle uyumlu olduğu varsayılan kısmi açıklamaları, ler birinin fikirbirliğine vardığı .yerlere bakarak, her birinin geçerli olduğunun düşünülebileceği ve her birindeki gerçeklik sayının olduğu alanları belirleyerek ve böylece birbirlerine nasıl oyduklarını keşfederek, tutarlı ve bütünsel bir fotoğraf elde :derek yapmaya çalışırken, yeni bir açıklama önermeye çok fazla .ığraşmadım. Bunun gerçekte içerdiği şey, somut bir örnekle taşlamak ve bunu, insanların çoğunlukla saf kavramların aşırı ¡eçkin ortamında çözümlemeye çalıştıkları sorunlara yansıtarak levam etmektir. Fakat aynı zamanda okunabilir olan, yani öyküleyen bir citap ortaya koymayı hedefledim. Bu riskli bir hareket biçimi, Yalnızca, tamamen su götürmez olgularla sınırlanmış bir vluhammed biyografisi birkaç yavan sayfadan fazla bir şey tutnaz. Yine de bu yaşamın nasıl olması gerektiğine ilişkin, zaman :aman fazlasıyla olası bir fotoğrafı sunmak, olanaklıdır. Böyle ‘apmak için, doğruluğu hakkında çok az kanıta sahip )lduğumuz kaynaklardan bazı bilgileri kullanmak zorunludur. Bu tür kaynaklara hep başvurdum. Bu alandaki öncüllerimin JUgüne kadar yaptıkları çalışmaların tamamen sınırlan içinde çalmama rağmen, derlememi yalnızca onların kitaplarında bululabilecek bilgilerle oluşturmadım. Masamın üstünde hep İbn Önsöz I 11 lshak, Tabari, Vakidi ve İbn Sa’d oldu ve sık sık “söylenti” denizine daldım. Bu kitabı okuyan bir uzman bu gerçeği fark edecektir. Kaynaklarım bunlar olmasına rağmen, onların kesin tarihsel gerçeklerden uzak olduklarını itiraf etmeliyim. Peygamberin yaşamıyla ilgili olarak kullandığımız metinlerin en eskileri ölümünden yaklaşık 125 yıl sonraya kadar geri gitmektedir.

Bu, Napolyon’un ölümünden bugüne dek geçen süreden biraz daha azı. Elbette bunlar daha eski kaynaklara (daha çok sözlü olanlar) gönderme yapmakta ve bunların, anlattıkları olaylara kendi gözleriyle şahit olanlara dek geriye gittiklerini ileri sürmektedirler. Fakat gösterildiği gibi (özellikle Golhizer ve. Schacht tarafından) gerçekte bu tür “söylentilere” çok az güvenilebilir. Müslüman yazarların kendilerinin farkına vardıkları gibi bunların büyük bir bölümü sahtekarlık yapmaktadır ya da en azından özel bir taraf, amaç, aile veya kuramın çıkarlarına uygun olarak yeniden yazılmışlardır. Temelde hakiki olan olmayandan, doğru yanlıştan nasıl ayrılabilir? Mutlak olarak güvenilir hiçbir kriter yoktur. Söylentileri saptıranlar kesinlikle katıksız bir edebi yeteneğe sahipler; kendi kurgularına, okunmalarını zevkli kılacak şekilde canlı, kolay ve bildik nitelikler kazandırıyorlar. Yaşanmışlık izlenimim veren bu canlı diyaloglar, bu ayrıntılar, konuşma diline çevrilmiş cümleler, bu mizahi anlar; tüm bunlar tarihsel gerçeklikten çok edebi olmaya yatkın gözüküyor. Tüm bu yazılara, ya sözlüklerden alınmış ya da sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda çöldeki gerçek antropolojik saha çalışmaları sırasında keşfedilmiş olan geçmişe ait sözcükler serbestçe serpilmiştir. Peygamberin zamanına dek tartışılamaz biçimde geri giden tarih yazımı konusunda kesin olarak söyleyebileceğimiz hiçbir şey yoktur. Düş kırıklığı içerisinde vaz mı geçmeli? Bir biyografi düşüncesi tamamen terk mi edilmeli ve dahası, bir Sovyet yazarının yaptığı gibi, bir Muhammed “miti”nden mi söz etmeli? Ben böyle düşünmüyorum. Elimizde hâlâ Kuran var. Genelde fazlasıyla bir bilmece gibi olduğu ve onu kronolojik sıraya sokmak (hâlâ kesinlikten uzak durmaktadır) çok büyük bir çabayı 1-2 I Muhammed gerektirdiği için, onu kullanmak çok zor ama şüphe duyulamayacak bir gerçeklik için sağlam bir temel oluşturur. Aynı zamanda tüm söylentilerin üzerinde anlaştığı olaylann bilgisine de sahibiz. İlk Arap derlemeciler, Bedr Savaşı’mn koşullan, hazırlıkları ve sonuçlannda olduğu kadar savaşta yer alanların isimlerinde de anlaşamazlar.

Her biri kendi zamanındaki tarafların mücadelesini yansıtarak bir diğeriyle bu noktalar üzerinde çatışır fakat bu tür anlaşmazlıklar, hepsi savaşın gerçekten olduğu konusunda • anlaştığından ötürü, yalnızca tarihi (en azından yaklaşık olarak) ve sonucu üzerinde ortaya çıkar. Bu yüzden onu kanıtlanmış bir olay olarak kabul etmeli ve bütünsel bir nedensonııç zincirine nasıl yerleştireceğimize bakmalıyız. Böyle yapmaya çalışırken, kavradığımız kadarıyla olaylar zincirine uyum gösteren şu ya da bu söylenti parçasına başvurmaya yönelebiliriz. Açıkça söylenmeli ki bizim değerlendirmemizi örneklerle göstermek” için kullanılan bu tür “kanıtlar”, kuşkulu görülmekten kurtulamaz. Sık sık, “anlaşılan”, “denir ki”, “sonradan anlatıldığı kadarıyla” ve benzeri deyişler kullandım. Belki de onları daha fazla kullanmalıydım ancak aslında yaptığım şey, uzun bir çelişen söylentiler listesini alıntılayıp, ihtiyatla, “Fakat bizden fazlasını Allah bilir” diye bitiren Arap vakanüvislerinin örneğini izlemekti. Müslüman okurlarımdan istediğim şey, eğer onların kanıtlanmış ya da tarihsel olarak kabul edilebilir gördükleri verilerin doğruluğunu tartışır veya görmezden gelirsem beni cahillik ya da kötü niyetlilikle mahkum etmek için acele etmemeleridir. Tıpkı Roma veya İncil tarihinde olduğu gibi, bilimsel yaklaşım, belirli bir olayın bir kaynak tarafından güvenilir biçimde gerçek olarak kanıtlandığı iddiasının kabul edilmesine ve bunun dışındaki her şeyin uygun bir sakınımla ele alınmasına karar vermekle başlar. Bu bizi, eleştirel dönem öncesi tarihçilerinin değişmez biçimde kanıtlandığına inanmış oldukları bir dizi efsanevi, süslenmiş ya da en hafifinden kuşkulu olaya yöneltir. Böyle yapmak bizim sömürgeciliğimizin veya Avrupa merkez1 iliğimizin bir yan ürünü değildir. Avrupalı tarihçiler, kendi tarihlerine bu biçimde yaklaşarak başladılar ve bu tür bir eleştirel Öıısoz | 13 yaklaşım için duyulan gereksinim, hâlâ her zaman bunu uygulamanın mutlak olarak güvenilir bir yöntemim bulamamış olsalar bile, uzun süreden beri diğer uygarlıkların (hepsinden önce Müslüman olanlar) tarihçileri tarafından onaylandı. Avrupalı olmayan halkların gurur duyduğu kimi efsaneleri böyle yıkmaktan kuşkusuz hastalıklı bir tatmin duyanlar olabilir fakat böylesine acınacak bir psikolojik yaklaşım, bilimsel bir çalışmanın maddi kaynaklara yönelik eleştirel bir yaklaşım talep etmesi ilkesini ortadan kaldıramaz. Zorlayıcı nedenler olmaksızın olayların kabul görmüş herhangi bir yorumunu asla -açıkça veya örtük olarak- reddetmedim. Avrupalı eleştiriler kimi noktalarda yanlışa olabilir ama Doğulu karşıtları, onları aynı biçimde eleştirmelidir; önce onları yakından inceleyerek ve onların kuramlarım yalnızca titiz bir çözümlemeden sonra reddederek. Son bir uyarı ve son bir temize çıkartma: Bir dinin kurucusuyla, en azından yaşamının büyük bir kısmında tanrısal olanın doğrudan varlığı konusunda keskin bir anlayışla derinden ve samimi olarak dindar olan bir kişiyle ilgilendim.

Bir ateist olarak benim böyle bir insanı büyük bir olasılıkla anlayamayacağım söylenerek karşı çıkılabilir: Böyle de olabilir, yine de, gerçekte anlamayı oluşturan nedir? Nitekim ben, yeterli zorluğa katlanırsa ve herhangi bir küçümsemeyi tamamen dışlarsa, aslında bir ateistin de dinsel bir dünya görüşünü anlayacağına ikna oldum. Elbette tıpkı bir sanat eleştirmeninin bir ressamı, bir yetişkinin bir çocuğu, turp gibi sağlıklı birinin hasta birini (ve tersi) ya da bilgili bir münzevinin bir işadamını anlayabileceği kadar. Kesinlikle dindar biri, ele aldığım konuyu daha farklı anlayacaktır, ya da belki de daha iyi? Bundan çok emin değilim. İdeolojilerin kurucuları insanlara yaşama nedeni, yerine getirecekleri kişisel ve toplumsal görevler verirler. Bu ideolojiler dinsel olduğunda, mesajlarının bizim dünyamızın dışından geldiğini ve temsil ettikleri şeyin yalnızca insani olmaktan biraz daha fazla bir şey olduğunu söylerler (ve buna inanırlar). Ateistin söyleyebileceği tek şey bu insandışı kökenin kanıtlanmamış olarak durduğudur fakat bu, ona mesajın kendisini lekelemek 14 I Muhamıncd için hiçbir gerekçe vermez. Dahası, insanlık durumunu aşmak için takdire değer bir çaba olarak, daha değerli bir yere bile yerleştirebilir. Sonuçta, onun bizim hâlâ kavrayamadığımız insan aklının işlevlerinden kaynaklandığını kabul etmeye bile zorlanabilir. İnanıyorum ki, bazen onun özgün heyecan vericiliğini kavrayabilir ve bu mesajı kesinlikle kabul eden konformist inançlıların çoğundan daha fâzla bu heyecanı hissedebilir. Belki avutucu ya da hoşgörülü fakat kolay yoldan temiz bir vicdanla, E cesaret istemeyen bir hayata yönelmelerini sağlamaktan fazla bir E şey yapmayan bir heyecan. Epikür’ün Menoeceus’a söylediği çok E güzel sözleri yinelersek: Dinsiz insan, tanrıların çokluğunu inkar E eden değil, tanrıların çokluğu kavramına sarılandır.’ E Bu kitabın yazgısı üzerinde belli bir etkisi olan bir eleştiri, E gizemli olana karşı çok rahat bir yaklaşım sergilememe karşı E çıkmıştı. Hâlâ rahatım ama gizemi reddetmiyorum. BilmedikleE rimizin bu kadar çok olduğunu belirtmeden önce bildiğimiz şey, E elimizdekinden daha fazla kanıta karşı duyduğumuz yakıcı E gereksinimdir. E Şimdi birkaç pratik yorum: Sıra Arapça kitap ve şeylere E geldiğinde Arapça sözcükler ve isimler bir sorun oldu.

Bu tamaE men çözemediğim bir sorun. Okurlar kitabın sonunda sık geçen E sözcükler ve isimler hakkında bilgi veren bir açıklama tablosu E bulacaklar. Telaffuz içinse özenli bir okur aşağıdaki önerilerden E en azından biraz olsun yararlanabilir. E Arapça kelimelerin doğru telaffuzunu elde etmek için hiçbir E gerçekçi umut olamaz ama mümkün olan en yakın yolu gösteril meye çalıştım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir