Mehmet Mazak – Eski Istanbul

Osmanlı İstanbul’unda henüz buharlı gemilerin icat edilip denize inmediği dönemlerde mekânlar arası insan naklini sağlayan başlıca vasıtalar kayıklardı. Genelde bütün kayıklar, özelde ise saltanat kayıkları minyatür su sarayları olarak algılanmaktaydı. Ancak saltanat kayıklarının dışında kalan elçilik kayıkları, hususi kayıklar ve piyade kayıkları da tezyinat ve işletmeleriyle birer minyatür su .sarayları görünümündeydi Başlığımızı teşkil eden “Boğaziçi’nde Minyatür Su Sarayları” ibaresi Şair Leyla Saz Hanım’a aittir. Leyla Saz Hanım Saltanat Kayıkları’nı tarif ederken “Yeryüzünde değil eşleri, benzerleri dahi .olmayan birer minyatür su sarayları dense yeridir” ifadesini kullanmıştır Oryantalist Ressam Amadeo Preziosi’nin tablolarında Boğaziçi’nin minyatür su saraylarının nakışları ve ipek örtüleri göz kamaştırmaktadır. Preziosi’nin tablolarındaki kayıklarda, Türk oymacılık sanatının da eşsiz örnekleri sergilenmekte, bordalarının ve küpeştelerinin gayet zarif olarak .süslendiği görülmektedir. Kalkık burunlarıyla da su üzerinde hızla yol alışları resmedilmektedir Kayıklarda kürekleri çekenlere hamlacı denir. Amadeo Preziosi’nin tablolarında kadın figürleri bolca yer almaktadır. Bu figürlerden birinde kayıkçının, kadınların rahatsız olmamaları için sağ veya sol omuz hizasından yan tarafa bakışı tasvir edilmiştir. Ayrıca hanımlar, kayığa binerken ya da kayıktan inerken öndeki hamlacı, hanıma elini değil omzunu uzatır, hanımlar hamlacıların omuzlarından kuvvet almış olurlardı. Hamlacıların kibarlıkları ve fiziki üstünlükleri incelmiş bir .Boğaziçi medeniyetinin göstergesiydi Melling’in gravürlerinde (XIX. yüzyıl başı) ince uzun, çok kü-rekli, saraylı ve varlıklı insanlara ait kayıkların Boğaziçi’ne sanatsal bir güzellik kattığı görülür.


Boğaziçi sahillerinin süsü olan bu kayıklar Osmanlı döneminde kullanıldıkları yerlere ve kullanan kişilere göre adlandırılırdı: Pereme, .piyade, kırlangıç, pazar kayığı, ateş kayığı ve saraya özgü olan saltanat kayığı gibi Osmanlı Devleti’nde padişahların ve saray mensuplarının, Boğaziçi ve Haliç gezilerinde bindikleri teknelere saltanat kayıkları denirdi. Saltanat kayıklarının her biri süslemeleriyle yüzen minyatür saray görünümünde olurdu. Bu kayıklar, İstanbul’da Tersane-i Amire’de inşa edilirdi. Kayıklar, bindirme veya armuz kaplama tarzında yapılır, özel olarak biçimlendirilir ve süslenirdi. Uç kısımları helezonik kıvrımlı baş şekilli kancabaş, ileriye doğru mahmuz şeklinde uzamış baş şekilli kemanebaş veya bordalarında hilal şekilli kabartmalar tüm bu koleksiyonu, dönem ve üslup olarak .birbirlerinden ayırırdı Saltanat kayıklarının bütün gövdeleri süslemelerle kaplı olup, bunlar baş ve kıç tarafında en gösterişli hallerini alırdı. Saltanat kayığının baş tarafında güç ve egemenliğin sembolü olan kanat açmış kartal figürü bulunurdu. Kayığın kıç tarafı kırmızı çuhadan sırma saçaklı bir sayeban (gölgelik) ya da tak ile örtülü olur, padişah burada otururdu. Bu tak veya köşklerin içi sedef, kaplumbağa .kabuğu, fildişi ve abanoz kaplı turkuaz taşlarla bezenirdi Boğazın en meşhur minyatür su saraylarından olan Sultan Abdülmecid’e ait 7 çifte Saltanat Kayığı armuz kaplama ve kemanebaş formundadır. 1850 yılında inşa edilmiştir. Dış bordürü yağlıboya çiçek motifleri, iç bordürü ve oturakları ise sedefli marketöri ile süslüdür. Baş kasara üzerinde gümüşten .yapılmış kanatları açık bir kuş figürü ve önünde altın varaklı alem bulunurdu Sultan Abdülaziz’e ait 13 çifte köşklü saltanat kayığı armuz kaplama olup kancabaş formundadır.

1865 yılında yapılmıştır. Dış bordürde yağlıboya stilize yapraklar, kıç tarafta altın varaklı kabartma saltanat armaları ve bitkisel kıvrımlar vardır. Kıç bordanın üzerinde ajurlu bölme, iç bordürde kabartma bitkisel ve geometrik desenler vardır. Baş kasara üzerinde kanatları açık bir kartal, kıç .tarafta da dört sütun üzerinde yükselen saltanat armaları bulunurdu Son Osmanlı sultanlarından Mehmed Reşad’a ait 10 çifte saltanat kayığı da armuz kaplama olup, dikbaş ve hilalkıç formundadır. Baş kısmında kanatları açık, ağzında inci taşıyan kuş figürü, kıç .aynalıkta ise tuğra bulunurdu Boğaziçi’nin incelmiş sanat anlayışının ruhunu piyade kayığında görebiliriz. Hızla yol alan piyadeler çok hafif vasıtalardı. Piyadelere zarafetlerinden dolayı hanım iğnesi de denmekteydi. Piyadeler, genellikle iki ya da üç çifte kürekli olarak özellikle çok hafif olan ıhlamur ağacından yapılırdı. Bu teknelerin denize temas eden kısmına küherba yağı denen bir tür vernik sürülürdü. Piyadenin yan tarafına istenilen renkte ve kalınlıkta kuşak çekilir, kıç üstüne de muşamba kaplanırdı. Varlıklı kimseler daha çok piyadelere binerler ve kayığa Boğaziçi estetiğini yansıtan nakışlar işletirlerdi. Uzak yerlere kısa zamanda ulaşmak için yapılan ve zangoç adı verilen büyük piyadeler suyun üzerinde hızlıca kayıp giderdi. Boğaziçi Konuşuyor kitabının yazarı Cabir Vada, “Denize .

piyade kadar yakışan bir başka deniz taşıtı yapılmamıştır ve de yapılamaz!” diye belirtir Boğaziçi ve Haliç’in kenarlarında oturan halkın her gün İstanbul’a gidip gelmek ve alış-veriş malzemelerini taşımak için kullandıkları kayık ilk deniz toplu taşıma vasıtası da olan pazar kayıklarıydı. Bunlar 40-50 kişi taşıyabilen ve güvenli yolculuk yapmaya elverişli, çok süslü olmayan .ancak Osmanlı estetiğini yansıtan yapılarda imal edilmiş kayıklardı İstanbul’daki yabancı elçilik görevlilerinin kullandığı elçi kayıkları tezyinat ve gösterişleri ile .ülkelerinin Boğaziçi’nde yüzen birer minyatür su saraylarına benzemekteydi Boğaziçi’nin, Halic’in ve hatta Marmara’nın daha birçok yüzen minyatür sarayları vardı. Bunlar; insan taşıyan peremeler, hayvan taşınan at kayıkları, odun ve kömür taşınan odun kayıkları, yangın söndürmek için kullanılan ateş kayıkları, kar ve buz naklinde kullanılan özel imal edilmiş buz .kayıkları, kırlangıç kayığı, yılandili kayık, filikalar, futalar ve balıkçı kayıklarıydı Teri Sonman kayıkları, hazırlamış olduğu eserde güzel bir kadına benzeterek onlara “Su Yolunun Dilberleri” adını koymuş; Boğaziçi’nde kayıkların zarafetleri ve karşıdan karşıya geçerkenki .hareketlerini suda dans eden dilberlere benzetmiştir İngiliz Amiral Adolphus Slade, kayıkları Boğaziçi ve İstanbul’a güzellik katan birer sanat eseri olarak belirtmekte; “Kayıkçı kalfaları, inşa ettikleri teknelerin narinliği ve suda akışıyla ün .yapmışlardır” diye anılarında anlatmaktadır İstanbul sularının en gösterişlisinden en basit yapılmış kayıklarına kadar bütün kayıkları devrinin birer sanat eseri olarak, yüzen minyatür su sarayları gibi algılanmıştır. 1835 yılında İstanbul’a gelen İngiliz yazar Miss Julia Pardoe, saltanat kayıklarından tutun da en basit kayıklara kadar hepsine hayran kalmıştır. Kayıkların kalkık burunlarının akıntıya doğru batıp çıktığını gördükçe onları, .parlayan tüylerini duru suyun içinde dinlendiren deniz kuşlarına benzetmiştir ”Boğaziçi’nde “Su Perileri Buharlı ve motorlu gemilerden önce Boğaziçi’nde deniz ulaşımı kayıklarla sağlanırdı. Kayığın şekli, sürati ve kayıkçıların kendilerine özgü tavırları, bu ulaşım aracını İstanbullu kılan .özelliklerdendi. Kayık bir taşıt biçimi olarak İstanbul’da doğmuş ve gelişmiştir Öz Türkçe bir kelime olan kayık, kaymak fiilinden türemiştir. Öbür bütün isimler de kayığın kullanılış yerlerine ve sahiplerine göre değişen hususiyetlerden doğmuştur.

Kayıklar Boğaziçi ve .Haliç sularında insan ve eşya taşıyan, küçük ölçekli ulaşım vasıtalarıdır Kayık, İstanbul’da yaşayanların beş asra yakın bir zaman boyunca sosyal yaşamını tamamlayan bir unsuru ve Boğaziçi ve Haliç’in taşıma aracı olmuştu. Boğaziçi’nin tabiatla haşır neşir hayatında bir binek aracı olan kayıklar, günlük rutin kullanımlarının yanında Boğaziçi su üstü eğlenceleri ve .mehtap gezilerinin de vazgeçilmez parçalarıydı Fransız seyyah Gerard de Nerval, Boğaziçi’nde iki kıyı arasında işleyen kayıkları gördüğünde hayretler içinde ‘’Burası muhakkak dünyanın en güzel yeri’’ derken, hiç kuşkusuz kayıkların zarif bir .şekilde boğaz sularına batıp çıkmasını görmüştür Boğaziçi’nin masalımsı atmosferi içinde kayıklarda görev yapan hamlacılar küreğe geçip kayığı hareket ettirdiklerinde uzaktan onlara bakanlar tek bir küreğin hareket ettiğini zannederler; bu uyumlu kürek çekişi yabancı seyyahlar, Avrupa saraylarındaki dansın ahenkli ritmine benzetirlerdi. Yabancı .seyyah ve gezginlerin diliyle piyade kayıkları, birer “su perisi” olarak nitelendirilmektedir İki ve en fazla altı kürekli olan piyadeler, ince ve hafif olmalarından dolayı su üzerinde hızla giderlerdi. Bu kayıkların arka taraflarıyla sağ ve sol küpeştelerinden sulara sarkan kısımlarında sırma ve kılaptan işlemeli, kadife ve ipekten örtüler bulunurdu. Bu örtülerin rüzgârda uçmaması için .üzerlerinde pirinç, nikel veya gümüşten takılmış toplar ve balıklar bulunurdu İngiliz gezgini Sanderson, saltanat kayığının güzelliğini şöyle tarif etmektedir: “Bostancıbaşının sorumluluğu altında saltanat kayığının pupası tamamen fildişi veya denizatı dişinden, sedef ve ’’.altından, çeşitli mücevher kakmalıdır Saltanat kayıklarında bütün gövde, kenarlardan süslemelerle bezenir; bu tezyinat baş ve kıç taraflarında doruk noktasına ulaşırdı. Başları kılıç gibi düz ve uzun veya yukarı doğru kıvrık tutulur, uzun tiplerinde ekseriya gümüşten veya altın yaldızlı tahtadan bir figür oturtulurdu. Kayığın arka tarafı sedef, bağa, gümüş, yaldız ve mücevherlerle süslü küçük sarayın bulunduğu kısımdı. Gümüş sütunlu, gümüş parmaklıklı bu minik köşk, kırmızı ipekli, üstüne inciler ve cevahir işlenmiş, sırma saçaklı perdeler, ipek şilteler, yastıklar, halılar ve gümüş fenerlerle dayanıp döşenerek Padişahı .Boğaziçi’nde gideceği yere götürmek için beklerdi Saltanat kayığı, XIX.

yüzyılın Amerikan sefiri Cox tarafından şu şekşlde tasvir edilmekteydi: “insana bir cisim değil, bir hayal hissi veriyordu; incecik bedenleriyle suyun üstünde süzülürken altın varakları parlıyor; köşkleri, kuşları göz alıyor; kendilerine güvenleriyle saltanatı temsil ediyorlardı.” Şair Leyla Saz Hanım Saltanat kayıkları için şu ifadeyi kullanmıştır: “Saltanat kayıklarına, ’’.yeryüzünde değil eşleri, benzerleri dahi olmayan birer minyatür su sarayları dense yeridir Adolphus Slade “Kaptan Paşa” adlı eserinde, “Kayıklar, Türk oymacılık sanatının birçok yüzünü yansıtır. Bordaları, küpeşteleri, yelkenleri bile pek ince süslerle bezenmiştir. Türklerin nakkaş dedikleri boyacılar sonradan bu hatları altın yaldızlar ve çeşitli boyalarla işlerler. Türklerin dilinde her deniz vasıtasının adı farklıdır” diyor. Bir İstanbullu, denizin üzerinde dolaşan kayıklara bakarak bunların devlet ricaline, zengin bir beye, reayadan birisine, şehzadelere veya tulumbacı neferlerine ait olduğunu hemen anlayabilirmiş: “Türklerin makam, rütbe ve hatta kıdeme verdikleri değer, ”.kayıkçıların yaz kış kafalarından eksik olmayan küçük bereleri kadar değişmez bir kaidedir Abdülhak Şinâsi Hisar kayıkları, Boğaziçi’nin garip bir füsunla, üstlerine ışıklar dökülmüş menekşe renkli sularında yüzen hülyâlı ve yumuşak süzülüşlü varlıkları olarak tarif etmektedir. Estetik ve zarafetin doruğa ulaşmış olduğu kayıklar, Boğaziçi ve Haliç sularında mekânlar arası insan naklini gerçekleştirirken meydana gelen renk cümbüşü ve ahenk, gözle görülmeye değer bir görünüm arz etmekteydi. Bu görünüm Boğaziçi’nde yıldızlar altında, masalımsı atmosfer içinde geçen musiki .fasıllarında su perileri ile dans ahengindeydi

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir