Mehmet Mazak – Tanzifat-i Istanbul

Dersaadet, Deraliyye, İslambol ve bugün bilinen adıyla İstanbul şehri birçok imparatorluğa başkentlik yapmış, bu süreç içerisinde dünyanın merkezi olarak kabul edilmiş, yeryüzünün en önemli şehirlerinden biridir. İslamiyet’in kabulünden önce başlayan İstanbul’u fethetme isteği, bu dinin kabulüyle bir ülküye dönüşmüş, son Peygamber Hz. Muhammed’in Hendek Savaşı’nda verdiği müjde ve gösterdiği hedef Türklerin yegâne istikametini bu yöne çevirmiştir. Şehrin, Sultan Fatih tarafından alınmasından sonra, bu büyük hükümdarın ilk işi, uzun yıllardır bakımsızlıktan, harap olmuş bu kutlu kenti yeniden eski günlerine kavuşturmak, tekrar dünyanın merkezi haline getirmek olmuştur. Kurduğu ve kurulmasını teşvik ettiği vakıflar sayesinde hem mimari anlamda hem de çevre düzeni açısından şehir büyük bir dönüşümün içerisine girmiştir. “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” düsturuyla hareket eden Osmanlılar, insanca yaşanılabilir bir şehir yaratmak adına adeta birbirleriyle yarışmaya başlamış, bunun neticesi olarak da tezyin edilmiş, dünyayı yönetmeye talip olan bir devlete başkentlik yapacak bir medeniyet ortaya çıkarmışlardır. Bu çerçevede düşünüldüğünde temizliği inançlarının bir gereği olarak gören Osmanlılar, İstanbul’u sahip oldukları ideallere yakışır, temiz, göze hoş gelmeyen her türlü maddi pislikten arındırılmış bir başkent yapmaya çalışmışlardır. Bu amaçla şehir fethedilir edilmez Sultan II. Mehmed’in kurduğu vakfın vakfiyesinde ve yayınladığı fermanlarında mutluluk kapısı olarak adlandırılan İstanbul’un temizliğine dikkat edilmesine, yollarda, sokaklarda, meydanlarda insanları rahatsız edecek çöplerin kaldırılmasına yönelik emirler vardır. Fatih Sultan Mehmed’in bu hassasiyeti adeta kanun-i kadim olmuş ve kendisinden sonra gelen devlet adamları da şehrin imarına ve temizliğine azami gayret göstermişlerdir. Temizliği imandan sayan Osmanlılar, şehrin tanzîfî için müesseseler kurmuş, görevliler istihdam etmiştir. Kişisel temizliğe verdikleri önemle tanınan Türkler, yaşadıkları yerin de temiz olması adına hukuki düzenlemeler yaparak korunmuş şehir olarak kabul ettikleri bu beldeyi tesis ettikleri medeniyete yakışır bir surete büründürmeye çalışmışlardı. Bu kitapta İstanbul’un Türklerin eline geçmesinden günümüze kadar geçen süreç içerisinde tanzîfî yani temizliği ile ilgili yapılan uygulamalar anlatılmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda özellikle arşiv kayıtları diye ifade ettiğimiz, hükümdarın emirleri, ilgili bakanlıkların düzenlemeleri ve 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra kurulan Şehremaneti’nin çalışmaları dikkate alınarak geçmişten bugüne şehrin temizlik sorunları ve bu problemlerin çözümüne yönelik uygulamalar irdelenmeye çalışılmıştır.


Hiç şüphe yok ki, çöpün dahi doğal olduğu, sanayileşmenin getirdiği kimyasal atıkların bulunmadığı yıllarda, İstanbul’da temizlik ameliyesi daha sorunsuz ve kolay yapılmaktaydı; ancak özellikle 19 yüzyıldan sonra artan nüfus ve atıkların muhtevasının değişmesi bu süreci daha zor bir hale sokmuştur. Özellikle çöplerin şehir içerisinden toplanarak, mavna ya da diğer deniz taşıtları vasıtasıyla denize dökülmesi işi önceleri bir sorun oluşturmazken, zamanla ekolojik dengenin bozulmasına, İstanbul’un en güzel yeri olan Boğaz’ın kirlenmesine neden olmuştur. İstanbul’un sosyal hayatı için çok büyük önemi olan yabancı gezginlerin seyahatnamelerinde şehrin temizlik sorununa da yer verilmiştir. Deniz yoluyla şehre giren seyyahlar karşılaştıkları büyülü manzara karşısında kendilerinden geçerken, şehrin içerisini gördüklerinde bazen hayal kırıklığına uğramışlardır. Çamurlu sokalar, yağışlı havalardaki meydana gelen çöp yığınları, bazen hayvan leşlerinin sağa sola atılması dünyanın en önemli şehri olan İstanbul’a gelen yabancıların dikkatinden kaçmamıştır. Bu sorunların farkında olan devlet, şehrin temizliği hususunda sadrazamdan başlayarak, kadı, subaşı, imam ve en altta vatandaşa kadar şehirde yaşayan herkesi sürekli ikaz etmiş, şehrin temizliğine azami dikkat gösterilmesi istenmiştir. Bu meyanda uyarılara kulak asmayan, emirleri uygulamayan gerek devlet görevlisi gerek vatandaşa kürek cezasından, sokağa pislik atanların çöplerinin boyunlarına takılmasına, para cezasından salb yani asma cezasına kadar birçok tedbir alınmıştır. Klasik dönemde şehrin temizliğini devlet halk el ele şeklinde çözmeye çalışan Osmanlılar, modern belediyeciliğin başladığı 19. yüzyılın ikinci yarısında Şehremaneti’nin kurulmasıyla bu işi daha profesyonel yapmaya başladı. Belediye bünyesinde kurulan temizlik müdürlükleri, profesyonel anlamda çalışan temizlik görevlileri, bu faaliyetlerin daha kolay yapılabilmesi için alınan alet ve edevat, çöp arabaları gibi donanımlarla sıhhî temizlik şehrin sokaklarına girmiştir. Özellikle, İstanbul’da tarihi eserlerin yok edilmesi hususunda eleştirilere maruz kalan Cemil Topuzlu Paşa’nın şehreminliği yıllarında temizlik işlerine- bazen belediyenin boyunu da aşan- ciddi yatırımlar yapılmış böylece İstanbul’un temizlik teşkilatı kurumsallaşmıştır. Çıkarılan kanunlar, temizlik işlerinin daha iyi yapılabilmesi adına ihdas edilen vergiler hatta yabancılardan alınan kredilerle Şehremaneti konuyla ilgili önemli adımlar atmıştır. Devlet, temizlik işini bazen kendi imkânlarıyla çözmeye çalışırken çoğu zaman ihale usulüyle bu problemin hakkından gelmiştir. Şehrin çöplerinin toplanması, sokakların sulanıp yıkanması, halkın en önemli ihtiyaçlarından biri olan tuvaletlerin yapılarak işletilmesi özel müteşebbislerle yapılan mukavelenameler ile halledilmiştir. Bununla birlikte I.

Dünya Savaşı’nın çıktığı yıllarda, devletin temizlik personelini silâhaltına alması, teşkilatın kullandığı alet ve edevata, bilhassa hayvanlara el koyması ciddi masraflarla oluşturulan temizlik biriminin yok olmasına neden olmuştur. Aynı zamanda bu olağanüstü şartların yaşandığı dönemde erkeklerin askere çağrılmaları nedeniyle İstanbul’da temizlik faaliyetleri çocuklara ve kadınlara kalmıştır. Böylece İstanbul hanımlarının temizlikle ilgili sorumluluk alanı genişlemiş, Dersaadet sokaklarını da ellerindeki çalı süpürgelerle mikroptan arındırmışlardır. Sıhhi temizliğin yapıldığı yıllarda temizlik işlerine verilen önem nedeniyle, İstanbul halkının deprem, yangın gibi doğal afetlerden sonra en büyük korkusu olan ve birçok can kaybına yol açan kolera hastalığının, azaldığı görülmüş ve bu anlamda belediye hizmetlerine yapılan büyük yatırımların neticeleri alınmıştır. Tüm bu değerlendirmeler göz önünde tutulduğunda İstanbul’un fethinden günümüze kadar şehrin en büyük sorunlarından birinin temizlik olduğu söylenebilir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında daha da ihmal edilen kent nüfusun ve sanayileşmenin giderek artması bunun yanında atıkların imhası için kalıcı çözümlerin üretilememesi neticesinde büyük sıkıntılar çekmiştir. 1990’lı yılların başlarına kadar şehirde yaşanan çöp sorunlarını yaşları müsait olan herkes hatırlayacaktır. Çoğu zaman dağ yığını haline gelen çöplerin günlerce sokaklarda beklediği, kokudan insanların rahatsız olduğu günler artık geride kaldı. Bugün İstanbul’un temizlikle ilgili büyük aşamalar kaydettiği, modern anlamda birçok tesisin bir ülke kadar nüfusu olan şehrin çöp sorununu çözdüğü görülmektedir. Çalışmamızda kaynak olarak Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan konuyla ilgili belgeler, vakfiyeler, tabii ki Şehremaneti mektupçusu, Mecelle-i Umur-ı Belediye gibi devasa bir eseri bizlere bırakan Osman Nuri Ergin’in eserleri ve konu ile ilgili yapılan araştırmalar başucu kaynaklarımız oldu. Kitapta teknik gibi görülebilen ancak dönemin kurumlarının temizlik ile ilgili çalışmalarının ayrıntısını yansıtan birçok sözleşme, nizamname ve kanunnamenin de sadeleştirilerek tam metinleri verilmiştir. Yapılan tartışmalara bakıldığında kısıtlı imkânlar ölçüsünde şehrin temizliğine büyük önem verildiği görülecektir. Yapılan tüm uygulamalar bir yana bırakılacak olursa yöneticilerin aldığı tedbirlerin bir yere kadar çözüm sağladığı, halkın temizlik işlerine hassasiyet göstermeden şehrin tanzîfînin mümkün olmadığı görülmektedir. Daha temiz bir İstanbul için İstanbullulara çok iş düşmektedir. Fetihten 19.

Yüzyıla Kadar İstanbul’un Tanzifi İslam dininin, tabiatın ve yeryüzünde denge unsuru olan her türlü yaratığın korunmasına yönelik düşüncesi açıktır. Bu vesile ile Müslümanlar, “insan-hayvan-tabiat” dengesini sağlamak adına birçok çalışma yapmış, özellikle kurulan vakıflar, yöneticilerin aldığı kararlar dikkat çekmiştir. Osmanlılar da genelde sahip oldukları tüm topraklarda, özelde de payitaht İstanbul’da bu hayatî dengenin korunması adına ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir. Özellikle sosyal hayatın vazgeçilmezi olan vakıflarda da çevrenin korunması ile ilgili dikkat çekici bilgiler vardır. Temizliği imanın şartı olarak gören Müslüman Türkler, bu inancı pratiğe geçirmek adına birçok hayır müessesesi teşkil etmişlerdir. Hayırsever insanlar hamam, çeşme, gibi temizliği sağlama adına halkın ihtiyaç duyduğu birçok yapıyı, kendi imkânlarıyla toplumun hizmetine sunmuştur. İstanbul’un fatihi Sultan Mehmed’in kurduğu Fatih Külliyesi’nin vakfiyesinde medresenin içini ve tuvaletini temiz tutmak üzere burada hizmetçi ve ferraşın istihdam edilmesi bunun en güzel örneklerindendir. Yine medresenin duvarlarına yazılan yazıları silmek için “mâni’un-nukûş” veya “mâhi’nnukûş” adlı görevlilerin istihdam edilmesi vakfiyelerden öğrendiğimiz bilgilerdir. Malum olduğu üzere, Sultan Fatih’in sokakların temizliği ile ilgili vakfiyesinde geçen bilgiler bu büyük sultanın çevre sorumluluğunu gözler önüne sermektedir. Buna göre, sokaklarda ve insanların gelip geçtiği yerlerde, tükürük veya balgam gibi göze hoş gelmeyen çirkinliklerin üstünün örtülmesi adına görevliler tayin edilmiştir. Maaşları vakıf gelirlerinden ödenen görevliler sırtlarında kül ve kum dolu kaplarla dolaşıp bu pisliklerin üzerini örtmekle vazifeliydiler. Sadece bu örnek bile, bir devlet başkanının halk sağlığına ne derece önem verdiğinin ve halkın hoşuna gitmeyecek çirkin görüntülere fethettiği şehirde yer vermeyeceğinin göstergesidir. [1] Temizlikten Sorumlu Görevliler Osmanlı Devleti’nde, çevre hukukunun gözetilmesi ve şehrin temizliğinin sağlanmasının hukukî temelleri bulunmaktadır. Şeyhülislamların ve müftülerin İslam dininden referans alarak verdikleri fetvalar ile şer’i hükümler göz ardı edilmeden, hükümdara ait yasama yetkisinin kullanılmasıyla oluşan kanunnameler, bu husustaki öncelikli kıstaslardır. Bununla birlikte, padişahın irade ve fermanları, devletin her türlü yönetim faaliyetlerinin belirlendiği en üst merci olan Divan-ı Hümayun kararları da dikkate alınmaktaydı.

Devlet, genel olarak şehir temizliği olan tanzifatla ilgili kanun ve yönetmelikleri, belli kurumlardaki görevlilerce uygulatmaktaydı. Bu görevlileri sırasıyla kısaca açıklamakta fayda vardır. Kadı Osmanlı Devleti’nde belediye işleri modern anlamda belediyeciliğin ihdas edilmesinden önce de yürütülmekteydi. Bu görev hem adlî, hem idarî görevleri de uhdesinde barındıran kadı tarafından icra edilmekteydi. Kadılar sadece şehrin değil, civardaki köy ve nahiyelerin de mülkî ve adlî amiriydi. Kaza idaresi olarak adlandırılan bu idarî yapıda, kadıların çok mühim sorumlulukları vardı ki sistem içerisindeki konumlarını direkt olarak kendilerine yazılan hükümlerden de anlamak mümkündür. Belediye başkanı olarak da adlandırabileceğimiz kadılar, esnafların arasında meydana gelen anlaşmazlıkları çözer, hükümetin fiyat uygulaması olan narh sistemini denetler, gediklerin azaltılıp çoğaltılmasına karar verirdi. İstanbul’da da bu işi birinci dereceden idare eden İstanbul kadısıydı. Kadı, aynı zamanda bir belediye başkanının en önemli görevlerinden biri olan şehrin temizliğinden de sorumluydu. Çevrenin temiz tutulması, çöp sevkiyatının sağlanması, şehrin pis kokulardan arındırılması birinci dereceden kadının göreviydi. Osmanlı Devleti’nde kadıların belediye ve mahkeme gibi müesseseleşmeyi temsil eden belli bir binaları yoktu. Kadılar bu işleri genellikle evlerinde hususî bir odada yaparlardı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde İstanbul’un temizliği ile ilgili tespit edilebilen ilk belge İstanbul kadısına ve mimarbaşısına gönderilen bir hükümdür. [2] 26 Safer984/25 Mayıs 1576 tarihli bu belgede, İstanbul yollarının tamiri sonrası artan taş ve toprakların gelip geçen insanlara zarar vermemesi için kaldırılması tenbih edilmekte, ayrıca camilerin içinin ve çevresinin kayyımlar tarafından temizliğinin yapılmadığı ve Atmeydanı ile Sultan Bayezıd Camisi’nin etrafının süpürtülmesinde yöneticilerin ihmallerinin olduğu bildirilmektedir. [3] Çok geniş bir alanda hizmet veren kadılara yardımcı olmak üzere bazı görevliler bulunmaktaydı.

Subaşı Bugünkü zabıta ve daha ziyade belediye memurlarının gördükleri işleri yapmakla birlikte, kazaların idaresi ile meşgul olan çok önemli bir görevlidir. Osmanlı tarihinin ilk kaynaklarından bir olan Aşıkpaşazâde Tarihi’ ne göre Osman Gazi’nin ilk ihdas ettiği makamlardan biri subaşılıktır. Osman Bey, Karahisar’ı fethettiğinde buranın hükümet işlerini oğlu Orhan Bey’e, subaşılık görevini de kardeşi Gündüz Alp’e bırakmıştır. [4] Bir diğer Osmanlı kroniği Hoca Sadedin Efendi’nin yazdığı Tacü’t-Tevârih’e göre de Fatih, İstanbul’u fethettiğinde subaşılık görevini Süleyman Bey’e tevcih etmiştir. [5] M. Zeki Pakalın’a göre subaşılık biri mirî diğeri timar subaşılıkları olmak üzere iki kısımdır ki, özellikle İstanbul’un temizliği ile ilgileneni mirî olanıdır. Bu görevlinin gündüzleri şehirde gezerek çarşı, pazar ve mahalle aralarının temizliğini temin etmek, kaldırımları tamir ettirmek, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olan binaları mimarbaşına haber vermek gibi sorumlulukları vardı. Kadıların emri altındaki bu görevliler, geceleri de kol gezerek asesbaşıyla asayişi sağlarlardı. Çöplük veya Mezbele Subaşısı “Tahir Subaşısı”ya da “Çöplükbaşı” isimleri de kullanılırdı. [6] Evliya Çelebi, çöplük subaşısından bahsederken: “Piri, sahabeden ……. hazretleridir ki Mekke ve Medine’nin pak olmasını Resul-ı Ekrem bunlara sipariş etmişlerdi. Kabri Medine’de Bakî Mezarlığı civarındadır. Hz. Ali huzurunda Selmân-ı Farisî belini bağladı. Subaşı hâkimlerinin silsilesi onlara ulaşır.

” bilgisini verir [7] ve Galata’nın üst düzey idarecilerini sayarken onun bölgenin sekizinci hâkimi olduğunu söyler. [8] Kadıya gönderilen bir hükümde, çöplük subaşısının temizlik konusundaki sorumluluğu şöyle hatırlatılmaktadır: “İstanbul kadısına hüküm ki, Hâlâ mahrûse-i mezbûrede vâkı’ olan Atmeydanı yılda bir kere ve merhûm ve mağfûrunleh Sultan Bâyezîd Hân tâbe serâhü havâlisini ayda iki kere süpürüp pâk ü tathîr edegelmekte iken hâlâ zikrolunan mahaller hayli zamandan beri süpürülmediği i’lâm olunmağın buyurdum ki: Çöplükbaşısı vusul buldukta kadîmden ne vechile olagelmişse yine olvechile amel eyleyüp ta’yin olunan zımmîlere zikrolunan mahalleri süpürtüp pâk ü tathîr edesin. Mezbele subaşına verildi.” [9] Yukarıdaki belgeden anlaşıldığına göre III. Murad 984/1576 yılında, Atmeydanı’nın yılda bir defa, Beyazıd Camii avlusunun ise ayda iki kere Hıristiyanlara süpürtülmesi istenmiştir. Bu görevlendirmenin muhtemelen vergi muafiyeti karşılığında verildiği anlaşılmaktadır. Nitekim 1585 yılında İstanbul kadılığına yazılan hükümde [10] benzer bir görevlendirmenin bu doğrultuda uygulanması emri verilmiştir. Dikkat çeken bir diğer husus ise ilk yazıda mezbele subaşısı tabiri kullanılırken ikincisinde çöplük subaşısı ifadesi bulunmaktadır. Çerçöp ya da çöplük subaşısının resmi evraklarda adının geçmesi bununla sınırlı değildir. Yerebatan Sarnıcı’nda yaptığı bir temizlik çalışmasından dolayı parasının ödenmesini isteyen bir çöplük subaşısının yazdığı dilekçe dikkat çekicidir: “Kullarının arzıdır ki, Yetmiş beş senesinde çerçöp subaşısı tarafından Yerebatan Sarayı ahırından geçen sene gibi çıkarılan pisliğin beygir ve eşek ücretleri verilmesi için dilekçe yazar. Eskisi ve hesap ettirildiği gibi 170 kuruş tezkeresi verilmesi için ferman devletlu sultanım hazretlerinindir. Devletî inayetlî merhametlî sultanım hazretleri sağolsun, Yerebatan Sarayı’nda atların pislikleri ve sultan arabalarının beygirlerinin pislikleri ve diğer pislikçi üç dört yüz adet beygir ile iki bin beş yüz eşek ile bu kulları çıkarıp ücretleri eski fiyattan gereğince verilmesi için emir ve ferman padişahımındır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir